TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULĞANİ NARİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/17636)
|
|
Karar Tarihi: 27/1/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Fatma Burcu NACAR YÜCE
|
Başvurucular
|
:
|
1. Abdulğani NARİN
|
|
|
2. Abdulhadi NARİN
|
|
|
3. Emine NARİN
|
|
|
4. Gültekin NARİN
|
|
|
5. İbrahim NARİN
|
|
|
6. Vehbiye ATAÇ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Cüneyt ALKANDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, murisin 1992 yılında terör örgütü tarafından
öldürüldüğü iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi ve
yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/5/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin
kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana
ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine
karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, murisleri M.E.N.nin 1992 yılında terör
örgütü mensuplarınca öldürüldüğünden bahisle taraflarına tazminat ödenmesi
istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında 27/7/2005 tarihinde Mardin Valiliği
Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyonun 7/3/2012 tarihli kararıyla, başvurunun
aranan şartlara uygun olmadığı ve 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği
belirtilmiştir. Komisyon kararının gerekçesinde, başvurucularının murislerinin
PKK terör örgütü sempatizanı olduğu, Hizbullah terör örgütünce iki örgüt
arasındaki hesaplaşma sonucu öldürüldüğü ifade edilmiştir.
11. Başvurucular, anılan Komisyon kararının iptaline
karar verilmesi istemiyle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
12. Mahkeme 30/10/2013 tarihli kararıyla, başvurucuların
murisinin öldürülmesinin terör eylemleri ya da terörle mücadele kapsamında
yürütülen bir faaliyetin sonucu olmadığı, adı geçenin PKK terör örgütü yandaşı
olması nedeniyle Hizbullah adlı yasa dışı örgüt tarafından iki örgüt arasındaki
hesaplaşma sonucu öldürüldüğü anlaşıldığından, 5233 sayılı Kanun kapsamına
girmeyen olay nedeniyle tazminat verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir.
13. Başvurucular, kararı temyiz etmiştir. Danıştay
Onbeşinci Dairesi (Daire); kararlarının usul ve hukuka uygun olduğunu,
dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmediğini belirterek kararı 31/1/2018 tarihinde onamıştır.
14. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de Daire
tarafından 5/2/2019 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar düzeltme taleplerinin
reddine ilişkin karar, başvuruculara 15/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 13/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 27/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
17. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılayacak gelirleri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde
bulunmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini
önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun
olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım
talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
21. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi
olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu
zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği,
yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği
tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45,
47).
22. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken
yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili
makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin
Akyıl, § 41).
23. Bu hususlara ek olarak Anayasa Mahkemesi, 5233 sayılı
Kanun kapsamında yapılan yargılamalarda komisyonların belli bir dönem içinde
geçici olarak olağanüstü iş yükü artışı ile karşılaşmasından kaynaklanan
gecikmelerde, kamu otoritelerince zamanında ve yeterli tedbirlerin alınmış olup
olmadığını da gözönünde bulundurmaktadır. Gerekli tedbirler alınmışsa makul
sürenin hesaplanmasında olağan yargılamalara kıyasla daha esnek bir yaklaşım
benimsenmektedir (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 60-72; Mahmut
Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 59-71; Mehmet Gürgen, B.
No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 57-67; Celal Demir, B. No: 2013/3309,
6/2/2014, §§ 57-69).
24. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 13 yıl 6 aylık yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
C. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
26. Başvurucular, murislerinin Hizbullah terör örgütü
üyelerince öldürüldüğünü, devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında
murislerinin yaşam hakkının korunmasının gerektiğini ancak bu yükümlülüğün
gereğinin yerine getirilmediğini belirterek yaşam hakkı ihlalinin tespitini
talep etmiştir.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına
sahiptir."
28. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri"
kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
29. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı
ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı
olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye
karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi boyutu),
üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yükümlülüğüdür
(pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun yaşam hakkı
kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma
alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile
bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam
hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili makamların kusura dayalı
sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur. Bir ölümden kusursuz
sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise
bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi
mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019,
§§ 58, 59).
30. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvuruya
bakıldığında başvurucuların murislerinin yaşamının devletçe korunmadığına
ilişkindir. Başvurunun bu kapsamında incelenmesi gerektiği açıktır.
31. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17.
maddesi, devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler. Pozitif
yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam
hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet,
öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu
yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri
almalıdır. Ayrıca devlet, anılan yükümlülük kapsamında bireyin yaşamını her
türlü tehlike, tehdit ve şiddetten korumalıdır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
32. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir
tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği
durumlarda kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle
insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek
yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif
yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
33. Devletin, diğer bir deyişle kamu görevlilerinin
yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler alma konusunda
ihmalkârlık yaptığını ileri süren başvurucular, somut başvuruyu 5233 sayılı
Kanun'a istinaden yaptıkları başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar
aleyhine açılan davanın reddedilmesi üzerine yapmıştır. Başvurucular,
yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri maddi ve manevi
zararların tazmini için genel hükümlere göre idari yargı mercilerinde tam yargı
davası açmayı tercih etmedikleri gibi genel hükümlere göre başvurulabilecek tam
yargı davası yolunun somut olayın kendine özgü koşullarına göre şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte olmadığını da iddia
etmemiştir (Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek, B. No: 2015/13867,
9/5/2019, § 57).
34. Danıştayın konuyla ilgili yerleşik içtihadı da
gözönüne alındığında 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda ve bu
başvurularda verilen kararlar aleyhine açılan idari davalarda doğrudan kusursuz
sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmakta, idarenin yapması gerekenleri
yapmadığı iddiası (kusur sorumluluğu) değerlendirilmemektedir. Bu itibarla
Anayasa Mahkemesinin bu tazminat yolunu devletin yaşamı koruma yükümlülüğü ile
bu yükümlülük kapsamında belirlediği ilkeler çerçevesinde inceleyip ilgili idari
ve adli makamların vardıkları sonuçları bu bağlamda değerlendirebilmesi mümkün
değildir (Aziz Biter ve diğerleri, §§ 74, 75). Zira anılan tazminat
yolu, başvurucuların şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek
nitelikte değildir.
35. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinden önce başvurulan
tazminat yolunun en azından özü itibarıyla ihlali tespit edebilecek nitelikte
bir başvuru yolu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucuların söz
konusu şikâyetleri açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel
başvuruda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır (Hadice Akyürek ve Hasan
Akyürek, § 59).
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Diğer İhlal
İddiaları
37. Başvurucular, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk
kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuların belirtilen şikâyetleri yönünden açık
bir ihlalin bulunmadığı değerlendirildiğinden diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
E. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
39. Başvurucular, ihlalin tespiti ile 50.000 TL manevi
tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
40. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
41. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvuruculara 24.000 TL manevi tazminatın müşterek ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.600 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların adli
yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ olduğuna,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvuruculara 24.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Mardin İdare
Mahkemesine (E.2013/756, K.2013/2007) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci
Dairesine (E.2018/2311, K.2019/322) GÖNDERİLMESİNE,
İ Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.