logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Recep İhsan Eliaçık [1.B.], B. No: 2019/19184, 10/5/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RECEP İHSAN ELİAÇIK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/19184)

 

Karar Tarihi: 10/5/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Şeyda Nur ÜN

Başvurucu

:

Recep İhsan ELİAÇIK

Vekili

:

Av. Seyhan AYAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan yargılanan başvurucunun adli kontrole tabi tutulması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1961 doğumlu olup kamuoyunca bilinen bir ilahiyatçı ve yazardır.

6. Başvurucu; bir internet sitesinde yayımlanan bir kısım yazıları nedeniyle "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan yargılanmış ve İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 17/4/2018 tarihli kararıyla anılan suçtan neticeten 5 yıl 15 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucu hakkında, hüküm kesinleşene kadar "yurt dışına çıkmamak", "belirlenen gün ve yerde imza atmak" ve "İstanbul il sınırlarını terk etmemek" şeklinde adli kontrol tedbirleri uygulanmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"T. C Anayasası'nda ve A.İ.H.S.'de düşünce ve vicdan özgürlüğünün temel hak olduğu, bu özgürlüğün ancak kamu güvenliği, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan faaliyetler kapsamında değerlendirildiğinde sadece yasa ile sınırlanabileceği belirtilmiştir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2. maddesi de ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalardan birisidir. Buna göre terör örgütünün propagandasını yapmak suç sayılmış ve ifade özgürlüğünün koruma alanı dışında bırakılmıştır. Nefret saçan veya şiddete davet eden yahut şiddet kullanmayı özendiren ifade ve davranışlar kamu düzeni için somut tehlike oluşturduklarından, ifade özgürlüğünün koruma alanı dışında kalır. Anayasamızın 26. maddesi ve A.İ.H.Sözleşmesi'nin 10. maddesi kapsamına göre terörün, terör örgütlerinin ve mensuplarının övülmesi, düşünce açıklama özgürlüğü olarak değerlendirilemez.

Mahkememizce, polis memurları tarafından tutulan 29/06/2016 ve 10/11/2016 tarihli tutanaklar incelendiğinde; sanığın iddianameye konu yazılarında PKK/KCK silahlı terör örgütünü ve bu örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde övücü nitelikte birçok ifadenin bulunduğu kanaatine varılmıştır.

Şöyle ki www.adilmedya.com isimli İnternet haber sitesinde yayınlanan 13/12/2015 tarihli 'Türkiye Kürdistan'da savaş suçu işliyor' başlık yazısında; 'Devlette baskı, sömürü ve katliam vardır. Hiç bir devlet katliam, sömürü ve baskı yapmadan ayakta kalamaz. Hz.Muhammed Medinede öz yönetim kurmuştur. Özyönetimle halkı örgütleyerek iş bölümü oluşturmuştur. Türkiye savaş suçu işliyor. Hendek meşru savunma hakkıdır' şeklinde kullandığı ifadeleriyle ülkemizin Diyarbakır/Sur, Şırnak/Cizre ve Mardin/Nusaybin gibi bölgelerinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün şehir savaşı stratejisi için kullandığı hendek kazma eylemlerini masumane göstermeye çalıştığı, yine PKK/KCK silahlı terör örgütünün 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimlerden sonra benimsemiş olduğu sözde 'öz yönetim' modelini sanığın haklı gösterme uğraşına girdiği, bu konuda İslam dininden örnekler verdiği, özellikle Hz.Muhammed döneminde de Medine'de öz yönetim kurulduğunu iddia ederek, savunmuş olduğu sözde öz yönetim modeline kutsiyet katma çabası uğraşına girdiği, özellikle sanığın 'Türkiye savaş suçu işliyor' diyerek PKK/KCK silahlı terör örgütünün şiddet ideolojisini benimsediği, örgütün yaptığı hendek kazma eyleminin meşru olduğunu savunduğu, böylelikle silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı kanaatine varılmıştır.

Sanığın aynı haber sitesinin 11/01/2016 tarihli yayınlanan 'öz yönetimi savunmak bunu dillendirmek hainlik ise 1921 anayasası da hain bir Anayasa idi' başlıklı yazısında; Devlet Kürdistanda savaş suçu işliyor. Ahlaksızca bir savaş yürütülüyor. Bunun islamla, dinle, peygamberle hiç bir alakası yok. Kürdistandaki illerin abluka altına alınıp ilçelerine, kasabalarına tanklarla girilip oralarda insanların, bebeklerin öldürülmesi, mezarların bombalanıp cenazelerinin günlerce sokaklarda kalması, bütün bu yaşananlar devletin yürüttüğü ahlaksızca bir savaşıdır. Ve burada devlet savaş suçu işliyor. Bu hendeği kazan kürt çocuklarını çağırıp konuşmak onları dinlemek lazım. İllaki ölüm mü layık görülüyor. Onları sadece öldürüp ezmeyi düşündü devlet. Türk olmayanı ya da böyle bir Türklüğü kabul etmeyeni ezen bir faşizm var' şeklinde ifadeler kullandığı, sanığın kullanmış olduğu bu ifadeleriyle özellikle hendek kazmanın meşru bir hak olarak ispat edilmeye çalışıldığı, Devletin bölünmez bütünlüğünü korumak amacıyla asayişi sağlamak için yapmış olduğu çalışmaların, sanık tarafından savaş suçu tanımlaması yapılarak anlatıldığı, sanığın kullandığı ifadelerle PKK/KCK silahlı terör örgütünün eylemlerinin övüldüğü, eylemlerin haklılığı için İslam dininden örneklemeler yapıldığı, yani bir anlamda sanık tarafından söylenen ifadelerle örgütün şiddet ideolojisinin haklılığı savunulduğu, sanığın yaptığı konuşmalar ve daha sonradan yayınlanan yazıları ile hem silahlı terör örgütünün propagandasının yapıldığı, hem de örgüte ait şiddet içeren eylem ve davranışların meşrulaştırılmaya çalışıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Ayrıca sanığın 'Otuz yıl oldu hâlâ ne yapıyorsunuz diyorlar. Biz Öcalan’dan başka kimseye bağlı değiliz diyorlar. Tamamı yoksul çocuklar. Yoksulluğun dibini yaşıyorlar ve kaybedecek hiçbir şeyleri yok.' ve 'Gerillanın da bağlı olması gereken kurallar vardır. Gerilla sivil öldüremez.' şeklindeki ifadeleriyle PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'a bağlı olan yani onu lider olarak gören terör örgütü üyelerinin terörist olmadığını göstermeye çalışarak, onların sivilleri öldürmediklerini belirterek onları masum, çaresiz göstermeye çalıştığı sonucuna varılmıştır.

Yine sanığın kullandığı 'Hendekler savunma amaçlıdır, saldırı için değil' ve Bu kadar basit. Saldıran adam, saldırı niyetinde olan adam hendek kazmaz. Kendini savunmak düşüncesinde olan adam hendeği kazar. Demek ki oraya hendeği kazıyor ki tanklar, zırhlı araçlar vs. geçemezsin diye. Peygamber de şehri savunmak için hendek kazmış. Otuz bin kişilik bir ordu Medine’yi abluka altına alıyor. Onlar Medine’ye girmesin, atlar geçmesin diye beş metre boyunda hendekler kazılmış. Bugün Sur’da, Cizre’de yapılan da buna benziyor.' şeklindeki ifadeleriyle ülkemizin Sur, Cizre ve Nusaybin gibi bölgelerinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün yaptığı silahlı eylemlerde örgütün kullandığı hendek kazma stratejisini övdüğü, kamuoyunda bu stratejinin haklılığını kanıtlamak için Hz. Muhammed'den örnekler verdiği, İslam tarihinde yaşanılan olaylarla benzerlikler gösterdiğini söylediği anlaşılmıştır.

'Türkiye Kürdistan'da savaş suçu işliyor' şeklindeki söyleminden ve birkaç kez kullandığı 'Kürdistan' ibaresinden Türkiye Cumhuriyetinin PKK/KCK terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadeleyi savaş suçu olarak gördüğü, kamuoyuna da bu şekilde göstermeye çalıştığı, ayrıca terör örgütünün ülkemizin bir kısım toprağını da içine alacak şekilde kurmak istediği sözde Kürdistan'ı nihai amaç olarak gördüğü, yine bu amacın haklılığını kendince kamuoyuna göstermeye çalıştığı değerlendirilmiştir.

Sanık özetle yazısında suç unsuru taşıyan bir ifadesinin olmadığı, makalesinin düşünce ve ifade özgürlüğü ile eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği noktalarında savunma yapmış ise de; sanığın DİK (Demokratik İslam Kongresi) Gençlik Komisyonu tarafından düzenlenen konferansta yapmış olduğu konuşmaların www.adilmedya.com isimli internet haber sitesinde yayınlandığı, sanığın 09/12/2016 tarihli ifadesinde ve 01/03/2017 tarihli ifadesinde www.adilmedya.com isimli İnternet haber sitesinin kendisine ait olduğunu kabul ettiği, sanığın yazar olarak da haber sitesinde isminin bulunduğu birlikte değerlendirilerek ve yukarıda izah edilen nedenlerle savunmalarına itibar edilmemiştir. Dolayısyla sanık her ne kadar gazeteci de olsa düşünce-ifade özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını olayda aşıldığı, hukuka uygunluk nedenlerinin ortadan kalktığı kanaatine varılmıştır.

Tüm dosya kapsamına birlikte değerlendirildiğinde; sanığın üzerine atılı 'Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapmak' suçunu işlediği sabit görülerek, özetle eylemine uyan 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesi gereğince; sanığın konuşma tarihinde toplumda tanınan yazar olduğu düşünüldüğünde yazının etki gücü, sanığın söylemlerinin içeriği, özellikle dini örnekler vererek PKK/KCK Silahlı terör örgütünün eylemlerini haklı gösterme çabası, sanığın söylemiş olduğu sözlerin toplumda oluşturduğu etki, özellikle sanığın kendisini din alimi olarak tanıtarak bir çok yerde seminer ve söyleşi yaptığı, böylelikle söylenen sözlerin söylenme tarihi itibarıyla toplumda oluşan tehlikenin ağırlığı ve sanığın güttüğü amaç ve saik ile sanığın değerlendirilen kastının yoğunluğu dikkate alınarak, cezanın takdiren yasal alt sınırından ayrılıp teşdit uygulanması ile sanığın takdiren ve teşditten 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, 3713 sayılı Kanunun 7/2-2. Maddesi uyarınca suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi nedeniyle cezası yarı oranında arttırılarak sanığın 4 yıl 12 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanığın eylemini aynı suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden çok defa gerçekleştirdiği anlaşıldığından, TCK’nın 43/1. maddesi gereğince cezası takdiren 1/4 oranında arttırılarak 5 yıl 15 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanığın duruşmadaki olumsuz gözlemlenen tutum ve davranışları ile eyleminden sonra benzer şekilde bir çok terörü övücü ve propaganda içerikli konuşmalarının ve şahsi hesabından attığı twitlerinin bulunması, sanığın 02/04/2018 tarihli www.adilmedya.com.isimli internet haber sitesinde yapılan söyleşide sözlerinin arkasında olduğunu söylemiş olması da dikkate alındığında sanığın suç işlendikten sonra pişmanlık göstermediğine kanaat gelinmekle, sanık hakkında takdiren TCK 62/1 maddesi uyarınca indirim yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

Ayrıca sanık hakkında hükmedilen cezanın miktarı, sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmiş olması, cezanın miktarı itibarıyla sanığın kaçma şüphesini barındırması, hakkında daha önceki aşamalarda her hangi bir adli kontrol kararının bulunmamış olması da dikkate alınarak; sanık hakkında hüküm kesinleşene kadar; CMK 109/3-a maddesi uyarınca yurt dışına çıkmamak, CMK 109/3-b maddesi uyarınca haftanın Pazartesi ve Cuma günleri saat 09:00 ile 21:00 arası ikametgahına en yakın karakola giderek imza atmak, CMK 109/3-k maddesi uyarınca İstanbul İl Sınırlarını terk etmeme tedbirine ilişkin adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

7. Başvurucu tarafından anılan karara karşı adli kontrol tedbirleri yönünden ağır ceza mahkemesi nezdinde itiraz yoluna, mahkûmiyet hükmü yönünden de bölge adliye mahkemesi nezdinde istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 27/4/2018 tarihli kararla ve "dosya kapsamına göre sanık Recep İhsan Eliaçık'ın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu hükmedilen ceza miktarı gözetilerek verilen adli kontrole ilişkin kararın usül ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince sanık Recep İhsan Eliaçık müdafii Av Tuncay Ateş itirazının reddine," gerekçesiyle adli kontrol tedbirlerine itiraz reddedilmiştir.

8. Başvurucu ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulması ve hükümle birlikte verilen adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması için bölge adliye mahkemesine başvurmuştur. Başvurucu, dosyası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesinde istinaf incelemesindeyken adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması talepleri hakkında bir karar verilmediğini belirterek 23/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 27/5/2019 tarihinde verdiği bir karar ile başvurucu hakkında verilen "imza atma" ve "İstanbul il sınırlarını terk etmeme" adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına karar vermiş ve aynı gün başvurucu hakkındaki sözü edilen iki adli kontrol tedbiri kaldırılmıştır.

9. İstinaf incelemesi yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesi de 24/10/2019 tarihli kararıyla temyiz yolu açık olmak üzere başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine karar vermiştir. İlgili karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dosya hâlen Yargıtayda temyiz aşamasındadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a)Yurt dışına çıkamamak

b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.

...

k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek

..."

11. 5271 sayılı Kanun'un 110. maddesi şöyledir:

"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.

(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir.

(3) 109 uncu Madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Anayasa Mahkemesinin 10/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

13. Başvurucu;

i. İlk derece mahkemesi tarafından hakkında hürriyeti bağlayıcı ceza verildiğini, ayrıca hükümle birlikte adli kontrol tedbirlerine tabi tutulmasının ikinci bir cezalandırma anlamına geleceğini, hakkında verilen hükmün kesinleşmediğini, beraat etmesi hâlinde adli kontrol tedbirlerine tabi tutulması nedeniyle telafisi güç zararların meydana geleceğini, hükümle beraber üç ayrı adli kontrol tedbirine tabi tutulmasının oldukça ağır olduğunu,

ii. Hükmedilen adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının günlük hayatını ve mesleğini icrasını engellediğini, ülke genelinde okurlarıyla buluşmasının ve iletişim hâlinde olmasının mesleğinin gereği olduğunu, panel, konferans gibi davetlere giderek fikir ve düşüncelerini açıklamasının önüne geçildiğini iddia etmiştir.

14. Bakanlık görüşünde; öncelikle başvurunun kabul edilebilirliği yönünden değerlendirme yapılması gerektiği; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesince 27/5/2019 tarihli ek kararı ile başvurucu hakkında hükmolunan adli kontrol tedbirlerinden "haftanın Pazartesi ve Cuma günleri saat 09:00 ile 21:00 arası ikametgahına en yakın karakola giderek imza atmak" ve "İstanbul il sınırlarını terk etmeme" tedbirlerinin kaldırılmasına karar verildiği ve bu kapsamda başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Görüş yazısında esasa ilişkin bir inceleme yapılacak olması hâlinde; başvurucunun ifade özgürlüğüne yapıldığı iddia edilen müdahalenin demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olduğu, müdahalenin orantılılığı bakımından yapılacak değerlendirmede koruma tedbirleri bakımından en ağır tedbir olan tutuklama tedbiri yerine daha hafif bir tedbir olan adli kontrol tedbirine başvurulmuş olmasının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

15. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, hakkında verilen adli kontrol tedbirleri nedeniyle düşünce ve fikirlerini açıklayamadığına ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

16. Anayasa’nın "Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti" başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

18. Koruma tedbirleri, soruşturma ve kovuşturma sürecinde bir temel hakkı hükmün kesinleşmesinden önce kısıtlayan, geçici, gecikemez ve kural olarak hâkim kararını gerektiren tedbirlerdir. Başlıca iki amacı sağlamak üzere koruma tedbirlerine karar verilmektedir. Bu amaçlardan ilki daha sonra tesis edilecek hükmün kâğıt üstünde kalmasına engel olmak yani hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak; ikincisi ise maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmektir. Koruma tedbiri kararlarının kişilerin bireysel başvuru kapsamındaki haklarından bir veya daha fazlasının ihlal edilmesi sonucunu doğurması mümkündür (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019, § 17).

19. Başvuruya konu koruma tedbiri başvurucunun yurt dışına çıkmaması, haftada iki gün polis merkezinde imza vermesi ve İstanbul il sınırlarını terk etmemesi yükümlülüğü şeklindeki adli kontrol tedbirleridir. Adli kontrol kararları hem soruşturma hem de kovuşturma sırasında alınabilir. Adli kontrol, işlediği iddia olunan bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın, tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde belirli yükümlülükler yüklenerek adli makam ve mercilerin denetimi ve kontrolü altına sokulmasıdır (Hülya Kar, § 18).

20. Söz konusu tedbirler, başvurucunun bir internet sitesinde dile getirdiği görüşleri nedeniyle yargılanması kapsamında hüküm aşamasında ve hüküm kesinleşinceye kadar geçerli olmak üzere hâkim kararı ile verilmiştir. İlk olarak muhakeme sırasında verilen tedbirler hakkında yargılamayı yürüten mercilerden her zaman tedbirler hakkında bir karar verilmesi talep edilmesi mümkün ise de hükümle verilen tedbirlerin belirsiz süreli oldukları gözönünde bulundurulmalıdır. İkinci olarak söz konusu tedbirler nedeniyle başvurucu birçok konferansa katılamadığını, düşüncelerini açıklayamadığını ileri sürmüştür. Tedbirlerin belirsiz süreli olarak verildikleri ve nitelikleri birlikte değerlendirildiğinde kişilerin ifade açıklamalarına engel ve kişiler üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği kanaatine ulaşılmıştır. Dolayısıyla başvuruya konu tedbirler ile başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğu kabul edilmelidir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

21. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

22. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvurulara uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

23. 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

24. Başvurucu hakkında uygulanan koruma tedbirleri ile başvurucunun kaçmasının önlenmesi ve bu yolla hükmün infaz edilebilirliğini sağlamanın amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müdahalenin Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçluların cezalandırılmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

25. Anayasa Mahkemesi Hülya Kar kararında temel hak ve özgürlüklere koruma tedbirleri ile yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğuna yönelik genel ilkeleri belirlemiştir (Hülya Kar, §§ 21-43). Buna göre yargı makamları önündeki ceza soruşturmaları veya kovuşturmaları bitmeden koruma tedbirleri hakkında yapılan bireysel başvuru şikâyetleri için geçerli kesin ilkeler koymanın belirli bir zorluğu bulunmakla birlikte Anayasa Mahkemesi, koruma tedbirlerine karşı yapılan bireysel başvurularda en azından şu hususları gözetecektir:

i. Koruma tedbirine daha sonra tesis edilecek hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak veya maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacı ya da amaçlarıyla başvurulur. Bu sebeple hedeflenen amacın belirlenmesi kilit önemdedir (Hülya Kar, §§ 22, 23).

ii. Yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında alınan koruma tedbiri ile hedeflenen amaca ulaşmak için hakların daha az sınırlanmasını sağlayacak alternatif yollar bulunup bulunmadığı dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte bir tedbirin hedeflenen amaca ulaşmak bakımından elverişli olup olmadığı ile olayın koşullarında zorunlu ve en uygun tedbir olup olmadığına karar vermek bakımından ilk derece mahkemelerinin geniş bir takdir payı bulunmaktadır (Hülya Kar, §§ 33, 34).

iii. Koruma tedbiriyle ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamalıdır. Dengeleme sonucunda müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran -gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla- açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Hülya Kar, §§ 29, 30).

iv. Olayın somut koşullarında koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara yol açmaması gerekir (Hülya Kar, § 25). Bu kapsamda koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri ile anlık bir müdahaleye mi yoksa süregelen bir müdahaleye mi yol açtığı gibi faktörler dikkate alınarak koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır olup olmadığı belirlenmelidir.

v. Koruma tedbiri öngörülebilir ve kesin bir hukuki düzenlemeye dayanmalı ve kural olarak ancak hakkında suç işlediği şüphesi bulunan kişiler aleyhine uygulanmalıdır. Koruma tedbirlerinin açık olarak hukuka aykırı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ve kaçınılmaz olandan daha ağır sonuçlarının oluştuğuna ilişkin savunma ve itirazların etkin bir biçimde ileri sürülebilmesi imkânının ve böyle bir zararın makul bir sürede gideriminin sağlanması için uygun yöntem ve vasıtaların bulunup bulunmadığı gözetilmelidir (Hülya Kar, §§ 31, 32).

vi. Anayasa Mahkemesi, koruma tedbirine karşı yapılan ancak aslında yargı makamlarının önünde derdest durumda bulunan yargılamaların esaslarının değerlendirilmesini hedefleyen ve derece mahkemeleri tarafından yargısal incelemeye tabi tutulması gereken iddiaların incelenmesini reddedecektir (Hülya Kar, §§ 35, 38).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

26. Somut olayda başvurucu bir internet sitesinde yayımlanan bir kısım yazıları nedeniyle "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan yargılanmış ve neticeten başvurucunun 5 yıl 15 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında ilk derece mahkemesince verilen hükümle birlikte, ayrıca hüküm kesinleşinceye kadar geçerli olmak üzere üç ayrı adli kontrol tedbirine hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesi söz konusu adli kontrol tedbirlerini; başvurucu hakkında hükmedilen cezanın miktarı, başvurucu hakkında mahkûmiyete karar verilmiş olması ve cezanın miktarı itibarıyla başvurucunun kaçma şüphesini barındırması gerekçelerine dayalı olarak vermiştir.

27. Başvurucu yargılandığı davada hükümle birlikte verilen "imza atma" ve "İstanbul il sınırları terk etmeme" adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasını şikâyet etmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi yalnızca söz konusu koruma tedbirlerine başvurulmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu inceleyecektir.

28. Somut başvuruya konu koruma tedbirlerine başvurucu hakkındaki hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak amacıyla başvurulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu hakkında hapis cezasına hükmolunmuştur ve ceza miktarı ile koruma tedbirlerinin şekli ve uygulanma zamanı gözönüne alındığında söz konusu koruma tedbirlerinin hükmün kâğıt üzerinde kalmasını engellemek, infaz edilebilirliğini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla verildiği görülmektedir. Söz konusu koruma tedbirlerinin verilmesinden önce ve sonra başvurucunun usule ilişkin güvencelerden yararlandığı ve başvurucu hakkında gerçekleştirilen yargılama sonucu bir hüküm verildiği görülmektedir. Bu kapsamda söz konusu tedbirlerin keyfî olduğu da söylenemeyecektir.

29. Adli kontrol koruma tedbirleri tutuklamaya göre kişi özgürlüğünü daha az kısıtladığı ve sanık tutuklanmaksızın muhakemenin yapılabilmesini ve hükmün kesinleşmesini sağladığı için tutuklama yerine geçmek üzere ihdas edilmiştir. Böylelikle ilgili, bütünüyle özgürlüğünden yoksun bırakılmaksızın denetim altında tutulabilmektedir. Tutuklamaya alternatif bir koruma tedbiri olan adli kontrol, bu özelliği ile tutuklamaya ancak istisnai hâllerde başvurulması kuralının işlerlik kazanmasına katkıda bulunmakta; tutuklamanın son çare olma özelliğini ortaya koymaktadır (Hülya Kar, § 50). Bu yönüyle de başvurucu hakkında hükmolunan cezanın miktarı gözönüne alındığında, hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak amacıyla tutuklama tedbirine göre daha hafif olan söz konusu tedbirlere hükmedilmesinin derece mahkemelerinin geniş takdir payı da düşünüldüğünde elverişli ve gerekli bir tedbir olmadığı söylenemez.

30. Diğer yandan başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirleri 1 yıl 1 ay 10 gün süreyle uygulanmıştır. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan 4 gün sonra ise bölge adliye mahkemesi tarafından şikâyete konu adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda adli kontrol tedbirlerinin süresi dikkate alındığında hükmün infaz edilebilirliğini temin etmek amacıyla başvurucuya olağan dışı ve aşırı bir külfet yüklenmediği gibi koruma tedbiri nedeniyle başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna da varılamamıştır.

31. Üstelik 5271 sayılı Kanun'un 110. maddesinde hâkim kararıyla; şüpheli veya sanığın, hakkında uygulanan adli kontrol tedbirlerinin bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutulabileceğine dair bir düzenleme bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucunun mesleki faaliyetlerini icra etme kapsamında il dışında gerçekleştireceği faaliyetleri için hakkında uygulanan adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasından geçici olarak muaf tutulmayı talep etme hakkı bulunmaktadır. Ancak yapılan incelemede başvurucu söz konusu adli kontrol tedbirlerinden şikâyetçi olmuş ve mesleki faaliyetlerinin engellediğini ileri sürmüş ise de mesleki faaliyetlerini gerçekleştireceği zamanlara yönelik adli kontrol tedbirlerinden muaf tutulmayı talep ettiğine ve bu yola başvurduğuna yönelik bir bilgi bulunmamaktadır.

32. Kamuoyunca bilinen bir ilahiyatçı ve yazar olan başvurucunun düşünce ve fikirlerini belirli bir yerleşim bölgesinin dışına çıkmadan diğer iletişim vasıtalarıyla iletebilme imkânı gözönüne alındığında söz konusu adli kontrol tedbirlerinin başvurucunun fikirlerini iletebilmesine tamamen veya önemli ölçüde engel olduğu da ortaya konulamamıştır.

33. Kaldı ki mevcut başvuruda başvurucu yalnızca mesleki faaliyetleri kapsamında il dışında panel, konferans gibi etkinliklere katılamadığından şikâyetçi olmuş ancak buna dair somut bilgi ve belge sunmamıştır. Bu kapsamda başvurucunun hangi mesleki faaliyetinin ne şekilde ve ne suretle engellendiği, bu engellemenin ifade özgürlüğüne yönelik ne tür bir müdahale oluşturduğuna ilişkin ayrıntılı bir bilgi de mevcut değildir. Başvurucu yalnızca genel ifadelerle il dışına çıkarak fikir ve düşüncelerini ifade etmesinin önüne geçildiğini belirtmekle yetinmiştir. Mevcut şikâyette başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirlerinin somut olarak hangi fikir ve düşüncelerin ifadesini engellediği, bu mesleki faaliyetlerin türü, içeriği, süresi ve uygulanma şekli ile söz konusu tedbirlerin ağır ve telafisi güç mağduriyete sebep olduğuna dair yeterli bir bilgi bulunmadığı anlaşılmıştır.

34. Başvuruya konu tedbirler 1 yıl 1 ay 10 gün uygulanmış ve istinaf süresinin uzaması üzerine bölge adliye mahkemesi tedbirleri kaldırmıştır. Eldeki başvurunun kapsamı gereği Anayasa Mahkemesinin görevi başvurucuya verilen 5 yıl 15 ay hürriyeti bağlayıcı cezanın haklı olup olmadığını tartışmak değildir. Bununla beraber mevcut başvurunun koşullarında; hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın ağırlığı ile başvurucunun adli kontrol tedbirleri yönünden katlanması gereken külfet arasında adil bir denge kurulduğu, keyfî ya da hukuka aykırı olduğu değerlendirilmeyen tedbirlerin demokratik bir toplum düzeninde zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve orantılı olduğu kanaatine varılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle mevcut başvuruda başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Recep İhsan Eliaçık [1.B.], B. No: 2019/19184, 10/5/2022, § …)
   
Başvuru Adı RECEP İHSAN ELİAÇIK
Başvuru No 2019/19184
Başvuru Tarihi 23/5/2019
Karar Tarihi 10/5/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan yargılanan başvurucunun adli kontrole tabi tutulması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
İfade özgürlüğü Diğer İhlal Olmadığı

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 109
110
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi