TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TAYYİP AKYÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/3039)
|
|
Karar Tarihi: 29/6/2022
|
R.G. Tarih ve Sayı: 26/8/2022-31935
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Tayyip AKYÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin BİLGİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarının bastırılması kapsamında
alınan tedbirlerin uygulanması esnasında konutta meydana gelen zararın
karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 25/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 1970 doğumlu olup Şırnak'ta ikamet
etmektedir. Başvurucu, Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin
19/11/1991 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm
edilmiştir. Başvurucu, cezanın infazından sonra 28/6/1998 tarihinde bihakkın
tahliye olmuştur. Başvurucunun 23/2/2018 tarihli talebi üzerine Diyarbakır 5.
Ağır Ceza Mahkemesinin 23/2/2018 tarihli kararıyla memnu haklarının iadesine
karar verilmiştir.
A. Arka Plan
Bilgisi
6. Kısa adı PKK olan Kürdistan İşçi Partisinin terör
örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş
tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet;
bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine,
kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle
ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır
Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK],
B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18).
7. Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci,
Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç
içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen
terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda
yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ
kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim
olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların
başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30).
8. Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden
yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK
tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin
Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in
Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve
sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve
patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir
kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu
bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek
istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların
kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar
yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve
çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş,
tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B.
No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18).
B. Somut Olaya
İlişkin Bilgiler
9. Başvurucu, Şırnak il merkezinde 14/3/2016-25/7/2016
tarihleri arasında yürütülen güvenlik operasyonları sonrasında 14/11/2016
tarihinde Şırnak Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit
Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) başvurarak iki katlı evinin
zarar gördüğünü bildirmiş; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
zararlarının karşılanmasını talep etmiştir.
10. Yetkililerce düzenlenen 31/1/2017 tarihli zarar
tespit raporuyla başvurucunun evinin durumu az hasarlı olarak saptanmış,
her iki kat için toplam 22.198,05 TL hasar tutarı hesaplanmıştır. Başvurucunun
iddiasına göre taraflar 20.500 TL üzerinde uzlaşmıştır. Ancak başvurucunun
tazminat talebi, Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 19/11/1991
tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm olduğu
gerekçesiyle Zarar Tespit Komisyonunun 22/2/2017 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Kararda başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamına
girmediği vurgulanmıştır.
11. Başvurucu, Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali ve
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL tazminat ödenmesi istemiyle
14/5/2018 tarihinde Mardin 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava
açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
ikinci fıkrasının (f) bendinde mahkûm olunan fiillerin yol açtığı zararların
Kanun'un kapsamı dışında bırakıldığını belirtmiş; 26 yıl önceki mahkûmiyetin
zararların tazminine engel teşkil etmeyeceğini savunmuştur. Başvurucu söz
konusu mahkûmiyetinin cezasını çektiğini, akabinde memnu haklarının iadesine
karar verildiğini de vurgulamıştır.
12. Davalı Şırnak Valiliğinin savunma yazısında, terör
örgütü üyeliğinden mahkûm olan kişilerin zararlarının tazmin edilmesinin 5233
sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendi uyarınca mümkün
olmadığı ileri sürülmüştür.
13. İdare Mahkemesi 5/11/2018 tarihinde davayı kesin
olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile
2. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendine atıfta bulunularak kanun koyucunun
terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan
mahkûm olan kişileri bu Kanun hükümlerinden faydalandırmamayı amaçladığı
belirtilmiştir. Kararda 5233 sayılı Kanun'un amacı dikkate alındığında terör
örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan mahkûm olan
kişilerin kendilerinin terör örgütü mensubu olarak katılmadığı ya da suç faili
olmadığı olaylar nedeniyle uğradığı zararlar için de bu Kanun hükümlerinden
faydalandırılmaması gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun Diyarbakır 2 No.lu
Devlet Güvenlik Mahkemesinin 19/11/1991 tarihli kararıyla terör örgütüne üye
olma suçundan mahkûm olduğunun hatırlatıldığı kararda zararın 5233 sayılı Kanun
kapsamında tazmininin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca Danıştay
Onbeşinci Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2015/1038, K.2018/4149 sayılı
kararının da bu yönde olduğuna işaret edilmiştir.
14. Nihai karar 31/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
15. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."
16. 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrası
ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.
Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
...
f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve
4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık
suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar."
17. 5233 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre sulh
yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) ... taşınmazlara verilen her türlü
zararlar.
..."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Anayasa Mahkemesinin 29/6/2022 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
19. Başvurucu 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci
fıkrasının (f) bendinde terör örgütü üyeliği suçundan mahkûm olanların bu
fiillerinden dolayı uğradığı zararların karşılanmayacağının düzenlediğini,
derece mahkemesinin yorum gerektirmeyecek kadar açık olan bir kanun hükmünü
hatalı yorumladığını ileri sürmüştür. Başvurucu, tazminat isteminin
reddedilmesinin mülkiyet hakkının özünü ve eşitlik ilkesini zedelediğini
belirtmiştir. Cezalandırmanın amacının faili ıslah ederek tekrar topluma
kazandırmak olduğunu ifade eden başvurucu; derece mahkemesinin bu ilkeyi
gözardı ederek daimî suçlu muamelesi yaptığını, bunun hukuk devleti ilkesini ve
mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
20. Bakanlık görüşünde, İdare Mahkemesi kararında kararın
kesin olduğu belirtilse bile başvurucunun bu karara karşı istinaf yoluna
başvuru imkânının hukuken bulunduğu gözetildiğinde başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca
başvurucunun şikâyetinin kanun hükmünün yorumuna yönelik olduğunu vurgulamış,
bunun kanun yolu şikâyeti kapsamında kalıp kalmadığının Anayasa Mahkemesince
irdelenmesi gerektiğine işaret etmiştir.
21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
22. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
23. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, konutuna verilen zararın tazmin
edilmemesine yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetleri mülkiyet hakkını
ilgilendirmektedir.
25. Başvuruya konu olayda başvurucunun evinin güvenlik operasyonları
sırasında hasar gördüğü, yetkililerce düzenlenen 31/1/2017 tarihli zarar tespit
raporuyla saptanmıştır. Ancak Zarar Tespit Komisyonu başvurucunun zararının
5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasının mümkün olmadığını belirterek
tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucunun açtığı dava da olumsuz
sonuçlanmıştır. Bu durumda başvurucunun tazminat isteminin esası
incelenmemiştir. Başvurucunun mülküne verilen zararın karşılanması istemiyle
yaptığı başvurunun esasının incelenmemesine yönelik şikâyetinin Anayasa'nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40.
maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
26. Bakanlık görüşünde, başvurucunun -kesin olduğu
belirtilse bile- İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurmasının
mümkün olduğu gözetildiğinde başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin
değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucunun istinafa erişim
bağlamında mahkemeye erişim hakkına yönelik bir şikâyetinin bulunmadığını
vurgulamak gerekir. Ayrıca ilk derece mahkemesi kararında kararın kesin olduğu
belirtildiğine ve başvurucunun buna karşı bir şikâyeti de bulunmadığına göre
başvuru yollarının tüketilmediğinin düşünülmesi için hiçbir neden
bulunmamaktadır.
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkün
Varlığı
28. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır.
Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk
olarak değerlendirilmesi gerektiğinden kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul
mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı
sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir
(Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
29. Somut olayda ihtilaf konusu evin başvurucuya ait
olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın
35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir
menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.
b. Genel
İlkeler
30. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini
engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama)
elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması
olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat
Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).
31. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân
sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının
olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna
göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı
yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı
zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola
başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken
dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki
iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı
sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili
ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No:
2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).
32. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet
ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı
güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve
görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde
korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz.
Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca
devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi
durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz
konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını
gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11,
K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842,
17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol
Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, §
43).
33. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet
hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir.
Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler
ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal,
idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik
üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün
değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya
yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif
yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik
Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, §§ 46, 48).
34. Kamu görevlileri veya üçüncü kişiler tarafından
bireylerin konutlarına haksız olarak verilen maddi zararların tazmini için
hukuksal mekanizmaların oluşturulması zorunludur. Dolayısıyla kamu görevlileri
veya üçüncü kişiler tarafından evine maddi zarar verildiğini iddia eden
kişilerin bu zararlarının telafisi için yetkili makama başvurma imkânının,
diğer bir ifadeyle etkili başvuru hakkının sağlanması Anayasa'nın 40.
maddesinin gereğidir.
c. İlkelerin
Olaya Uygulanması
35. Somut olayda Şırnak il merkezinde konutu bulunan
başvurucu, 2016 yılı içinde gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonları
sırasında evinin hasar gördüğünü ileri sürmüş ve zararının tazmini amacıyla
14/11/2016 tarihinde Zarar Tespit Komisyonuna müracaat etmiştir.
36. Başvurucunun evinin 14/3/2016-25/7/2016 tarihleri
arasında yürütülen güvenlik operasyonları sırasında hasar gördüğü hususu
31/1/2017 tarihli zarar tespit raporuyla saptanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun
mülküne zarar verildiği iddiasının savunulabilir temelinin bulunduğu
anlaşılmıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği iddiasını öne sürebileceği,
varsa zararının tazminini sağlayabileceği bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığıdır.
37. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesinde Kanun'un amacının
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin
esas ve usulleri belirlemek olduğu belirtilmiştir. Kanun'un 7. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendinde terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin taşınmazlarına verilen her türlü zarar, kanun
hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar arasında sayılmıştır.
Bu noktada 5233 sayılı Kanun'un zararın kamu görevlilerinin veya terör örgütü
mensuplarının fiillerinden kaynaklanması arasında bir ayrım yapmadığına dikkat
çekilmelidir. Bu bağlamda kanun koyucunun terör örgütü mensuplarının
fiillerinden kaynaklanan zararların dahi 5233 sayılı Kanun kapsamında
karşılanmasını öngördüğü vurgulanmalıdır. Dolayısıyla terörle mücadele
kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında evi hasar gören başvurucunun
uğradığı zararın tazminini sağlayacak etkili başvuru yolunun teorik olarak
bulunduğu açıktır.
38. Anayasa Mahkemesince incelenecek ikinci mesele ise
teorik olarak etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun davasında
fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup
sunmadığıdır. Somut olayda Zarar Tespit Komisyonu, 5233 sayılı Kanun'un 2.
maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendine dayanarak 1991 yılında terör örgütüne
üye olma suçundan mahkûm olan başvurucunun zararlarının anılan Kanun kapsamında
karşılanmasının mümkün olmadığını belirtmiş ve tazminat talebini reddetmiştir.
Bu işleme karşı açılan davada İdare Mahkemesi, Zarar Tespit Komisyonunun
görüşünü benimsemiştir. İdare Mahkemesi, kanun koyucunun terör örgütüne yardım
ve yataklık suçu işleyenler ile terör suçundan mahkûm olanları bu Kanun'un
hükümlerinden faydalandırmamayı amaçladığını belirtmiştir. İdare Mahkemesine
göre terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyenler ile terör suçundan
mahkûm olanlar, kendilerinin doğrudan katılmadığı ya da faili olmadığı olaylar
nedeniyle uğradıkları zararların da tazminini anılan Kanun kapsamında
isteyemez.
39. 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrasının
(f) bendine bakıldığında "3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü
maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık
suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar"ın
Kanun kapsamında tazmin edilecek zararların dışında tutulduğu görülmektedir. Terör
örgütü üyeliği suçunun 3713 sayılı Kanun'un anılan maddeleri kapsamında
olduğuna ilişkin bir duraksama yoktur. Gelgelelim başvurucunun -evinin zarar
gördüğü spesifik terör olayına katkısı olmasa bile- tazminat isteminin bu
Kanun'un kapsamı dışında kalıp kalmadığı hususunda bentte bir açıklık
bulunmamaktadır. Bu durumda sözü edilen bentte yer alan "bu
fiillerinden dolayı uğradığı zararlar" kavramının yorumu önem
taşımaktadır.
40. İlke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin
yetkisindedir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26; Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).
Bununla birlikte bu yorumun keyfîlik veya bariz takdir hatası içerip
içermediğini incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.
41. 5233 sayılı Kanun'un amacını açıklayan 1. maddesi ile
2. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendi birlikte gözetildiğinde kanun
koyucunun bir terör olayının ortaya çıkmasında katkısı olan kişinin bu olaydan
doğan zararlarının karşılanmamasını amaçladığı sonucuna ulaşılmasının keyfî ve
temelsiz bir değerlendirme olmadığı vurgulanmalıdır. Bu bağlamda terör örgütü
üyelerinin kendilerinin sebep olduğu zararlarının devletçe tazmin edilmemesi
kanun hükmünün olağan anlamının bir sonucudur.
42. Ne var ki somut olayda başvurucu, örgüt üyeliği
suçundan 1991 yılında mahkûm olmuş; söz konusu mahkûmiyet kararı infaz edilerek
başvurucu 28/6/1998 tarihinde bihakkın tahliye edilmiştir. Başvurucunun 1991
yılından sonra kanun koyucunun terör olaylarına katkı olarak değerlendirdiği
suçları (5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendindeki
suçları) işlediğiyle ilgili olarak kamu otoritelerinin bir iddiası veya tespiti
mevcut değildir. Örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilen fiillerinin 1991
tarihinden önce işlediği açık olan başvurucunun 2016 yılında gerçekleşen hendek
olaylarının ortaya çıkmasında da sorumluluğunun bulunduğunun ifade edilmesi
makul bir yorum değildir.
43. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı
üzere mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin orantılı olup olmadığının, bu bağlamda
müdahalenin mağdura tazminat ödenmesini gerektirip gerektirmediğinin
değerlendirilmesinde mağdurun fiillerinin de hesaba katılacak bir kriter olduğu
açıktır (birçok örnek arasından bkz. D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021,
§ 51; Alexandra Liana ve diğerleri, B. No: 2018/20732, 13/1/2022, § 86; Ayşegül
Şimşek Mankan, B. No: 2019/12111, 29/12/2021, § 60). Bu sebeple zararın
ortaya çıkmasında başvurucunun kusurunun da olduğu hâllerde bunun dikkate
alınacağı tabiidir. Ancak somut olayda başvurucunun evinin hasar görmesinde
kusurunun olduğuna dair bir tespit söz konusu değildir. Başvurucunun hendek
olaylarına katıldığı iddia edilmemiştir. Ayrıca 1991 yılından önce gerçekleşen
ve başvurucunun anılan suçtan dolayı gözaltına alındığı tarihte kesintiye
uğrayan örgüt üyeliğinin 2016 yılındaki hendek olaylarının ortaya çıkmasına
etkisinin bulunduğunun kabulü kişisel sorumluluk kavramını aşırı
genişletmektedir. Bu şekildeki bir yorumun 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
ikinci fıkrasının (f) bendinin lafzı dikkate alındığında öngörülebilir
olduğunun kabulü mümkün görülmemiştir.
44. Bu hâliyle mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin
giderilmesi bakımından teorik düzeyde etkili olduğu saptanan 5233 sayılı
Kanun'la oluşturulan tazminat yolu İdare Mahkemesinin öngörülebilir olmayan ve
bariz takdir hatası teşkil eden yorumu sebebiyle somut olayda başarı şansı
sunma potansiyelini yitirmiştir.
45. Sonuç olarak İdare Mahkemesinin başvurucunun mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasının esasının incelenmesini ve giderim
sağlanmasını engelleyen yorumu nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde
düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. Giderim
Yönünden
46. Başvurucu; ihlalin tespiti ile 50.000 TL maddi,
50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
47. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde
yer almaktadır.
48. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince
yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden
yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve
diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis
Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
49. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden
yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen
etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla bağlantılı
olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
Mardin 2. İdare Mahkemesine (E.2018/896, K.2018/2258) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.