TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATMANUR CANTÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/9503)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2023
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Fatmanur CANTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Banu GÜVEREN ASLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kemik kırılması ile sonuçlanan gözaltına alma
eylemi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 15/3/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul'daki Galatasaray Meydanı'nda bir
siyasi partinin çağrısı üzerine 8/2/2016 tarihinde gerçekleştirilen protesto
eylemleri sırasında olaya müdahale eden kolluk görevlileri tarafından gözaltına
alınmıştır. Olay tarihi itibarıyla 19 yaşında olan başvurucu; protestolarla
ilgisi olmadığını, olay yerinden geçmekte iken sadece merak ettiği için
bakındığı sırada gözaltına alındığını ileri sürmüştür.
9. Terör örgütü propagandası yapma, görevli memura
mukavemet şüphesiyle gözaltına alındığı anlaşılan başvurucunun kontrol için
kolluk görevlileri tarafından götürüldüğü sağlık kurumunda, bir başka şahıs
tarafından darbedilme veya çarpma ön tanısıyla yapılan muayenesi sonucu
düzenlenen 8/2/2016 tarihli raporda sol kol pazu kemiğinde (humerus) kırık
tespit edildiği kayıt altına alınmıştır.
10. Gözaltına alındıktan yaklaşık dört saat sonra serbest
bırakılan başvurucu, terör örgütü propagandası yapma ve kanuna aykırı gösteriye
katılarak ihtara rağmen dağılmama suçu isnadıyla İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi nezdinde yapılan yargılaması sonucunda isnat edilen eylemlerin sabit
olmadığı gerekçesine dayanılarak 5/9/2017 tarihli hükümle beraat etmiştir.
11. Başvurucu, gözaltına alındığı sırada kolunun
kırılması nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde
ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılığın
yürüttüğü soruşturma sürecinde olaya dair kamera kayıtlarının bilirkişi
marifetiyle incelenmesi sonucunda düzenlenen raporda; başvurucu olduğu
düşünülen bir kadını yüzünde gaz maskesi olan 5-6 emniyet görevlisinin yere
yatırmaya çalıştığı, başvurucunun "Direne direne kazanacağız."
şeklinde slogan attığı, bir emniyet görevlisinin başvurucunun başına hafif
şiddette tekme attığı, şapkalı, uzun montlu, montunun kapüşonu kürklü olan bir
emniyet görevlisinin yere yatırılan başvurucunun sol kolunu şiddetli şekilde
çevirdiği, kolun normal dirsek ve omuz kısmının bükümlerinin dışında büküldüğü,
başvurucunun kolunu büken görevlinin 1,80-1,85 boylarında, 90-100 kg
ağırlığında, iri yapılı biri olduğu belirtilmiştir.
12. Soruşturma sürecinde Adli Tıp Kurumundan alınan
rapora göre başvurucunun kolundaki yaralanmanın yaşamı tehlikeye sokmamakla
birlikte basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte
olmadığı, kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisinin ortaderece (3) olduğu
belirtilmiştir.
13. Soruşturma sonunda başvurucuya müdahale eden kolluk
görevlisinin M.İ. olduğu tespit edilerek anılan kolluk görevlisi hakkında zor
kullanma yetkisinin aşılması suretiyle kasten yaralama suçu isnadıyla
düzenlenen 6/6/2017 tarihli iddianame İstanbul 37. Asliye Ceza Mahkemesi
(Mahkeme) tarafından 13/6/2017 tarihinde kabul edilmiştir.
14. Ceza yargılaması sürecinde Adli Tıp Kurumundan rapor
talep edilmiş olup raporun Başsavcılık tarafından alınan raporla (bkz. § 12)
aynı içeriği haiz bulunduğu anlaşılmıştır. Kolluk görevlisi M.İ. savunmasında;
görevini profesyonelce yaptığını, başvurucuyu kendisinin yakaladığını,
başvurucunun direnç gösterdiğini, "Direne direne kazanacağız."
şeklinde slogan attığını, kendisinin 117 kg ve 1,96 cm olduğunu ve başvurucuyu
tanımadığını beyan etmiştir.
15. Mahkeme yargılama sonunda 17/1/2018 tarihli kararla
M.İ.nin üzerine atılı suçu sabit kabul ederek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu'nun 256. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 86.maddesinin
birinci fıkrası uyarınca 1 yıl 12 ay 10 gün hapis cezasına hükmetmiştir. Karar
gerekçesinde özetle M.İ.nin çok kolay bir şekilde başvurucuyu yakaladığı,
başvurucunun kaçmadığı, pasif hâle getirilmiş başvurucunun kolunun M.İ.
tarafından aşırı derecede büküldüğü, şiddet kullanma yetkisinin mağdurenin
zayıf cüssesine rağmen acımasız bir şekilde, objektif ölçüler dışına çıkılarak
yerine getirildiği, 3. derecede kemik kırığı oluşmasına kasten neden olunduğu,
ayrıca M.İ.nin Mahkemeyi haricen etkilemeye çalıştığı belirtilmiştir.
16. Söz konusu hüküm, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10.
Ceza Dairesinin 14/2/2019 tarihli kararıyla kaldırılmış; M.İ.nin taksirle
yaralama suçundan 100 gün karşılığı 2.000 TL adli para cezasıyla
cezalandırılmasına kesin olarak hükmedilmiştir. Hükümde taksirin bilinçli
olması 1/3, eylem sonucu kırık oluşması 1/2 oranında ceza artırım sebebi olarak
değerlendirilirken görev gereği eylemin yapılması 1/3, cezanın sanık üzerindeki
olası etkileri 1/6 oranında indirim sebebi olarak değerlendirilmiştir.
Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olay, Kanunların hükümleri
ve öğretide açıklanan görüşler birlikte değerlendirildiğinde; suç tarihinde
polis memuru olarak görev yapmakta olan sanık M.İ.nin, ... Kanununa aykırı
biçimde yapılan gösterinin dağıtılması amacıyla amirleri tarafından kendisine
verilen ve ... yerine getirmekle zorunlu olduğu emir uyarınca gösteride bulunan
katılan Fatmanur Cantürk'ü yakalama işlemi yaptığı sırada adı geçen katılanın
sol kolunu bükerek kırılmasına neden olduğu anlaşıldığından, sanık M.İ.nin,
katılan Fatmanur Cantürk'ü yaralama eyleminin, yetkili bir merciden verilip,
yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uyguladığı sırada sınırı
kasıt olmaksızın aşması nedeniyle TCK'nin 89/1. maddesine uyan taksirle
yaralama olarak nitelendirilmiştir.
...
Katılan Fatmanur Cantürk vekili
aşamalarda özü değişmeyen anlatımlarında müvekkili katılanın kolunun sanık
tarafından kasten kırıldığını ileri sürmüş ise de, adı geçen katılanın
gözaltına alınmasına ilişkin görüntüleri içeren bilirkişi raporları
gözetildiğinde, katılana tekme atan kişinin ise kimliğinin belirsiz olduğu,
'kafasında şapka olan, kapüşonlu kürklü, uzun montlu' olarak tanımlanan sanık
M.İ.nin katılan Fatmanur Cantürk'ün sol kolunu çevirerek bükmek dışında
fiilinin bulunmadığının anlaşılması karşısında, fiili işlerken katılanın
yaralanması biçimindeki neticeyi istediğine dair kanıt bulunmayan sanığın
fiilinin dairemizce bilinçli taksirle yaralama suçunu oluşturduğu kabul
edilmiştir.
Sanık M.İ.nin yetkili merci tarafından
verilen emri yerine getirmek amacıyla katılan Fatmanur Cantürk'ün sol kolunu
bükerken kırılabileceğini öngörmesine rağmen neticeyi istemediği, böylece
yüklenen yaralama suçunu bilinçli taksirle işlediği anlaşıldığından sanık
hakkında hükmolunan cezadan TCK'nin 22/6. maddesi uyarınca takdiren 1/3
oranında artırım yapılması gerekmiştir.
Taksirle yaralama fiilinin katılanın
vücudunda kemik kırılmasına neden olduğundan sanık hakkında hükmolunan cezadan
TCK'nin 89/2-b maddesi uyarınca yarı oranında artırım yapılmıştır.
Sanık M.İ.nin, katılan Fatmanur
Cantürk’ü kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine ilişkin İstanbul 37. Asliye
Ceza Mahkemesinin 17.01.2018 tarih, 2017/330 (E) ve 2018/14 (K) sayılı hükmü,
sanığın eyleminin yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği
zorunlu olan bir emri uyguladığı sırada sınırı kasıt olmaksızın aşmak
suretiyle, taksirle yaralama suçunu oluşturmasına rağmen hukuki nitelendirmede
yanılgıya düşülerek, kasten yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması
nedeniyle hukuka aykırı olduğundan CMK’nin 280/2. maddesi uyarınca kaldırılmasına,
sanık M.İ. nin işlediği sabit olan yetkili bir merciden verilip, yerine
getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uyguladığı sırada sınırı kasıt
olmaksızın aşmak suretiyle, katılan Fatmanur Cantürk’ü taksirle yaralama
suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği sonuç ve vicdani kanısına
ulaşılarak ..."
17. Başvurucunun hizmet kusuruna dayalı olarak 40.000 TL
manevi, 500 TL maddi tazminat talebiyle açtığı tam yargı davası sonucunda
İstanbul 6. İdare Mahkemesi, başvurucunun orantısız müdahaleyle kolunun
kırıldığı hususunun sabit olduğu gerekçesiyle 5.000 TL manevi tazminata
hükmetmiş; hüküm 27/6/2019 tarihinde kesinleşmiştir.
18. Başvurucu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza
Dairesinin kesin hükmünü 14/2/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından
15/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama"
kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren
veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.)
Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört
aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (Ek
cümle:12/5/2022-7406/3 md.) Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt
sınırı altı aydan az olamaz.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle,
...
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında, ... artırılır.
20. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama"
kenar başlıklı 89. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" (1) Taksirle başkasının vücuduna
acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan
kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
...
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
...
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre
belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır. "
21. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine
ilişkin sınırın aşılması " kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
" Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin
hükümler uygulanır. "
22. Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Ceyda Sungur, B.
No: 2015/14363, 3/4/2019, §§ 28-33; Memduh Yılmaz ve Naciye Yılmaz, B.
No: 2018/36717, 7/10/2021, §§ 16-28; Doğukan Bilir, B. No: 2014/15736,
29/5/2019, §§ 34-38; Necati Özdemir ve Nihal Özdemir, B. No: 2015/15994,
9/1/2019, §§ 23-33.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2023 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucu; kolluk kuvvetinin müdahalesiyle kolunun
kırıldığının sabit olduğunu, kendisine yapılan fiziksel müdahale görüntü
kayıtları ve raporlarla net olarak ortaya konulmasına karşın ölçüsüz fiilî müdahalede
bulunan kamu görevlisine sadece adli para cezası verilmesinin açık bir
orantısızlık oluşturduğunu belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüşünde, öncelikle somut sürece ilişkin
silsileye ve konuya ilişkin insan hakları yargısı içtihadına yer verilmiş;
akabinde başvurucunun şikâyeti ile ilgili olarak gereken yargısal mekanizmanın
işletildiği, sorumluların tespit edildiği vurgulanmış ve adli para cezasına
hükmedilmesinin eylemin cezasız bırakıldığı anlamına gelmediği hususunun altı
çizilerek yapılacak değerlendirmede bu hususların gözönünde tutulması gerektiği
beyan edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı
Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
28. Anayasa’nın 17. maddesinde, herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü
fıkrasında kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı
düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması
amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/393, 17/7/2014, §
80). Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale
etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde
kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir.
Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden
kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
29. Anayasa'nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç
kullanımını yasaklamamaktadır ancak bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla
aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından
veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulması kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe
bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı
ihlal edecektir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, suçla mücadeleye
özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından
sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali
Rıza Özer ve diğerleri [GK], B.No: 2013/3924, 6/1/2015, §
81). Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından
fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu
kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda
ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak
mümkündür ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve
orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §
82).
30. Devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü,
her kötü muamele olayının sorumlularının belirlenmesini ve cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın
temel amacı, insan onurunu koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve
kamu görevlilerinin veya diğer bireylerin kötü muamele niteliğindeki fiilleri
nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §
110).Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirmesinin yapılması koşuluyla
yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik
ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
112).
31. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız
kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; işkence ve kötü muamele fiillerine
yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla
orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın
infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi
durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan
yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması
mümkün olacaktır (S.D. B. No: 2013/3017, 16/12/2015). İşlenen suç ile
verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi
durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki
ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki
pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (S.D. §
102).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
32. Somut sürece bakıldığında başvurucunun kolluk kuvveti
tarafından gözaltına alındığı sırada fiziksel müdahaleye maruz kaldığı ve bu
müdahaleye bağlı olarak yaralandığı konusunda -yargı kararları dâhil diğer
resmî belgeler aracılığıyla da tevsik edildiği üzere- duraksama
bulunmamaktadır. Başvurucunun yere yatırıldığı sırada slogan attığı tespit
edilmiş ise de kolluk kuvvetinin müdahalede bulunduğu eyleme/suça iştirak
etmediği yargı kararı (bkz. § 10) ile sabittir. Başvurucunun söz konusu fiziki
müdahale sonucu kolu kırılmış olup kırık basit bir müdahale ile giderilemeyecek
ve yaşamsal fonksiyona etkisi hafif/basit olmayan bir yaralanma niteliğindedir.
Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline
ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde kötü muamele yasağı
kapsamında incelenme yapılabilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğinin olayda
aşılmadığı söylenemez. Bu bağlamda somut olayı çevreleyen koşullar ve vakanın
gerçekleşme biçimine ilişkin yukarıda aktarılan hususlar dikkate alındığında
şikâyet konusu müdahalenin eziyet olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.
33. İhlal iddiasına konu yargısal süreç sonunda taksirle
de olsa sınırın aşıldığı bir fiziksel müdahale sonucu başvurucunun kolunun
kırıldığı kabul edilmiştir (bkz. § 16). Bununla beraber nihai hükümde kolluk
görevlisinin "aldığı emri yerine getirmek adına hareket ettiği"
belirtilerek müdahalenin zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle yukarıda
aktarılan ilkeler çerçevesinde ihlal iddiasının değerlendirilebilmesi adına
müdahalenin gerekliliği ve orantılılığı incelenmelidir.
34. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu
düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili
makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri açıktır. Bu
tip vakalarda, kişinin müdahale edilmemesi gereken biri olması hâlinde dahi
müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesi mümkün olmakla beraber
müdahale anında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi
gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için
gerekli dikkati göstermesi gerekir (benzer değerlendirme için bkz. Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 94). Başvurucu, yargı kararıyla da (bkz. § 10) tespit
edildiği üzere polisin müdahalede bulunduğu eyleme suç teşkil edecek şekilde
iştirak etmemiştir. Bir başka ifadeyle başvurucu, kolluk görevlisinin yerine
getirmek zorunda olduğu emrin (zorunluluğun) konusu/muhatabı değildir. Ayrıca
yine yargı kararında (bkz. § 15) yer verilen maddi tespit çerçevesinde
başvurucu kolluk görevlilerinden kaçmamıştır. Kaldı ki başvurucu, cüsseli
olduğu anlaşılan kolluk görevlisi tarafından kontrol altına alınması için güç
kullanılmayı gerektiren fiziksel bir yapıya da sahip değildir. Tüm bu hususlar
birlikte ele alındığında fiziksel açıdan başvurucuyla arasında kendisi lehine
ciddi bir yapı/güç farklılığı olan kolluk görevlisinin kaçmayan ve emir gereği
müdahale edilen olaya iştirak etmeyen başvurucuya kemik kırığı ile sonuçlanan
ve gösterilmesi gereken dikkatten yoksun olan fiziksel müdahalesinin
zorunlu/gerekli olmadığı açıkça ortadadır. Anılan tespitler dikkate alındığında
yargı makamı tarafından getirilen alınan emrin gereği hukuki argümanının
da müdahalenin zorunluluğuna dair yeterli bir açıklama olarak nitelenemeyeceği
açıktır.
35. Başvurucunun olaya iştirak etmemesi, kaçmaması ve
fiziken güç kullanımına gerek olmaması gibi yukarıda yer verilen tespitler
müdahalenin orantılılığının değerlendirilmesi için de ölçüttür.Kamera
kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporunda kolluğun müdahalesi ile başvurucunun
kolunun eklem yerlerinden normal bükülmenin ötesinde büküldüğü tespit
edilmiştir. Fiziksel yapı farklılığı gereği kolayca gözaltına alındığı
anlaşılan ve hâlihazırda bir suça iştirak etmeyen başvurucuya karşı kemik
kırığı ile sonuçlanan ve hayati fonksiyonlara etkisi orta derecede olan eylemin
gerçekleşme koşulları ve sonuçları itibarıyla orantılı bir müdahale olmadığı
ortadadır. Kaldı ki yargısal süreçte verilen nihai kararda da kolluğun fiziksel
eyleminin sınırı aşan, bir başka ifadeyle orantısız bir müdahale olduğu
saptanmıştır.
36. Bu bağlamda zorunlu/gerekli olmadığı belirlenen
orantısız fiziksel müdahale için "alınan emrin gereği" nitelemesinde
bulunulan ve salt sınırın aşıldığı saptamasını ihtiva eden nihai ceza
yargılaması hükmünün, ihlali öz olarak tespit etmediği sonucuna ulaşılmıştır.
37. Diğer taraftan kötü muamele yasağına ilişkin
ihlallerle ortaya çıkan mağduriyetin giderildiğinden söz edilebilmesi için
yargı mercilerinin öncelikle ihlali açıkça ortaya koyması/hukuki sorumluluğu
tespit etmesi ve bu durumu etkili bir giderim -ve aynı zamanda eylemle orantılı
bir ceza- ile karara bağlaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. Şenol
Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015; Cezmi Demir ve diğerleri).
38. Etkili soruşturma yükümlülüğüneilişkin olarak
orantısız ceza verilmesi dışında başkaca bir iddia bulunmamasının yanında hüküm
öncesi süreçte ihlale neden olabilecek bir eksiklik, özensizlik, müdahale
tespit edilmediğinden incelemenin kapsamı adli para cezasının yeterli giderim
sağlayıp sağlamadığı ve eylemle orantılı bir ceza teşkil edip etmediği
hususlarına münhasır olarak yapılacaktır. Bu denetim, eziyet yasağının hem
maddi hem de usul boyutu için belirleyicidir.
39. Ceza yargılaması sürecinde olayı çevreleyen
koşulların gerek görüntü kayıtlarının incelenmesi, ifadelerin alınması gerekse
tıbbi görüşlere başvurulması ile büyük ölçüde aydınlatıldığı ve sonuç olarak
eylemden sorumlu olduğu tespit edilen kolluk görevlisinin adli para cezasına
mahkûm edildiğigörülmüştür. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin
konulara değinmek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında değil ise de kamu
görevlilerinin eylemlerinin ve eylemin sonuçlarının ağırlık derecesi ile
verilen ceza arasında açık orantısızlığın bulunduğu durumlarda Anayasa
Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi vardır (benzer değerlendirme için
bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 76). Bununla birlikte bu
değerlendirmeler yapılırken suç türüne ilişkin belirlemenin derece
mahkemelerinin takdirinde olduğunun altı çizilmelidir.
40. Orantılılık, mağdurun korunması ile failin
cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir
ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım
arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Kamu
görevlisinin yargılanmasına neden olan fiil, yargı kararıyla da tespit edildiği
üzere polisin müdahalede bulunduğu eyleme suç teşkil edecek şekilde iştirak
etmeyen genç bir bireyin kolunun taksirle de olsa fizikselgüç kullanılarak,
gereksiz ve aynı zamanda orantısız bir müdahaleyle, yaşamsal fonksiyonuna hafif
olmayan bir etki gösterecek şekilde kırılmasıdır. Kamera kayıtlarının
incelenmesine dair bilirkişi raporunda dahi başvurucunun kolunun müdahale
sonucu eklem yerinden, normal bükülmenin ötesinde büküldüğü ifade edilmiştir.
Ayrıca yine yargı sürecinde elde edilen veriler neticesinde başvurucu ile iri
yapılı kolluk görevlisi arasında ciddi fiziksel fark olduğu, başvurucunun kolayca
gözaltına alınabildiği anlaşılmıştır. Bu bağlamda eylemin gerçekleşme koşulları
ve sonuçları itibarıyla hafif bir müdahale olmadığı ortadadır.
41. Taksirle yaralama suçu, hapis cezası ya da adli para
cezasını gerektirmekte olup kemik kırılması, söz konusu suçu ağırlaştıran
nedenler arasındadır. Nihai hükümde, kolluk görevlisi hakkında seçenek
yaptırımlardan olan hapis ve adli para cezaları arasında hangi nedenden adli
para cezasının tercih edildiği konusunda kararda açık bir gerekçe
bulunmamaktadır. Ayrıca takdiri hâkimlere ait olmakla birlikte ceza indirimi
değerlendirilirken sanığın bir devlet görevlisi olduğu ve eyleminin
orantısızlığı/ağırlığı gözönünde tutularak bu husus karar gerekçesinde
tartışılmalı ve buna uygun bir takdir hakkı kullanıldığı kararda
gösterilmelidir. Hükümde, takdirî indirim için olayın niteliğini, yarattığı
sonucu ve kamu görevlisinin orantsız/gereksiz eylemini ele alan yeterli bir
değerlendirmenin bulunmadığı görülmüştür.
42. Suç işlemediği yargı kararı ile tespit edilen ve
fiziksel farklılığı itibarıyla kolaylıkla gözaltına alındığı video kayıtlarının
yargı makamları tarafından incelenmesi ile de anlaşılan başvurucunun kolluk
görevlisinin gereksiz ve orantısız müdahalesi ile kolunun kırılması nedeniyle
yapılan ceza yargılamasında, ilgili normdaki gerekçeler soyut biçimde
tekrarlanarak adli para cezasına hükmedilmesinin eziyet yasağıyla orantısız bir
müeyyide olduğu, benzer ihlallerin gerçekleşmemesi adına caydırıcı bir nitelik
taşımadığı ve başvurucu açısından da yeterli giderim sağlamadığı
değerlendirilmiştir.
43. Buna göre yargı makamlarının takdir yetkilerini
eziyet teşkil eden bir eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek
yerine bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde
kullandıkları, bu nedenle eylemiyle orantılı bir ceza verilmeyen sanık
açısından caydırıcılık, mağduriyet açısından etkili giderim sağlanmadığı,
başvurucunun mağdur sıfatının devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
44. Sonuç itibarıyla gereklilik/zorunluluk bağlamında
yaptığı belirleme nedeniyle ihlali öz olarak tespit etmeyen, nihai hükümle
mağdur açısından uygun ve yeterli bir giderim sağlamayan ceza yargılaması
sürecinde eziyet yasağının ihlalin tespitinin/kabulünün yapıldığından söz
edilemeyeceği, sürecin cezasızlık sonucunu doğurarak sanığın cezadan muaf
tutulduğu izlenimini yarattığı ve benzer ihlallerin önüne geçilebilmesi ve
caydırıcılığın sağlanması için devletin sorumluların uygun ve yeterli cezalarla
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme
konusundaki yükümlülüklerine açıkça aykırılık oluşturduğu kanaatine
ulaşıldığından eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve
miktar belirtmeden maddi ve manevi zararların karşılanması talebinde
bulunmuştur.
48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
50. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin
yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir
yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
51. İncelenen başvuruda eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kamu görevlilerinin
eylemi ile bu eylemle ilgili ceza yargılaması kapsamında mahkemenin
işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
52. Bu durumda eziyet yasağınınmaddi ve usul boyutlarının
ihlaline bağlı sonuçların ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre yapılması gerekenlere hükmedilmelidir.
Bu sebeple kararın bir örneğinin başvuruya konu yargılama sürecinde tespit
edilen eksikliklerin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul
Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesinegönderilmesine karar verilmesi
gerekmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının
bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları
karşılığında net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.Diğer taraftan, başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı
ortaya koyacak nitelikte bilgi/belge sunulmadığından maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve
9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesine (E.2018/664, K.2019/498)
iletilmek üzere İstanbul 37. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net90.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekalet ücretinden oluşan
toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 11/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.