TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
EDİP CÖMERT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/10681)
Karar Tarihi: 16/6/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 24/8/2022-31933
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Mahmut ATEŞ
Başvurucular
1. Edip CÖMERT
2. Hatice CÖMERT
3. Adnan CÖMERT
4. Fatma KARTAL
5. Meryem CÖMERT ÖZ
6. Zafer CÖMERT
Başvurucular Vekilleri
1. Av. Hatice CAN
2. Av. Eren CAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, toplumsal gösteriye müdahale eden kolluk görevlilerinin attığı gaz fişeği kapsülünün baş bölgesine isabet etmesi nedeniyle meydana gelen ölüm olayı ve bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/3/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Edip Cömert ve Hatice Cömert'in oğlu, diğer başvurucuların kardeşi olan A.C. kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen toplumsal gösteriler kapsamında 3/6/2013 tarihinde Antakya'da düzenlenen gösterilere katılmıştır (Gezi Parkı olaylarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10). Kolluk görevlilerinin gösteriye müdahalesi sırasında başına gaz fişeği kapsülü isabet eden A.C. kaldırıldığı hastanede 3/6/2013 günü saat 23.29 sıralarında vefat etmiştir.
A. A.C.nin Ölümüyle İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Süreci
10. 4/6/2013 günü saat 02.00 sıralarında adli tıp uzmanı ve Cumhuriyet savcısının katılımıyla A.C.nin ölü muayenesi ve otopsi işlemi yapılmıştır. Bu işlem sonucu aynı tarihte düzenlenen Adli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda yer alan bulgular özetle şöyledir:
i. Cesedin incelenmesine başlanmadan önce cesedin alın, yüz, boyun ve her iki elinden svap ve tırnak örnekleri alınmıştır. Ölü muayenesi ve otopsi sırasındaki tüm işlemler fotoğraflanmıştır.
ii. Cesedin haricî muayenesinde; alın ortasında 5x4 cm'lik, sağ kaş üstünde 2,5x1,5 cm ve 1,5x1 cm'lik iki ekimoz, sağ kaş dış yanda 4x1,5 cm'lik sürtünme kaynaklı sıyrık şeklinde ekimoz bulunduğu, burun kökünde 1x1 cm'lik, alt kısmında yanık ile uyumlu görünümü olan, ateşli silahla oluşması muhtemel sıyrık bulunduğu, sağ temporooksipitalde açıklı dışa bakan, yarım ay şeklinde olan kemiğe kadar ulaşan 4 cm'lik yırtık, bu yarım ayın ortasına düşen bölümde 1,5 cm boyunda yüzeysel yırtık bulunduğu tespit edilmiştir. Haricî muayenede vücudun başka bir yerinde iz veya bulguya rastlanmamıştır.
iii. Klasik otopside baş bölgesinin incelenmesi neticesinde saçlı deri altında sağ temporooksipitalde yoğun kanama görülmüştür. Her iki temporal adale grubu sağlam bulunmuştur. Haricen sağ temporoksipitalde tarif edilen yarım ay şeklindeki kesinin altında 3x2,5 cm'lik, içe doğru kemik kakmaları oluşturan çok parçalı çökme kırığı görülmüştür. Kafatası açılarak beyin ve beyincik incelendiğinde sağ hemisferde (beyin yarım küresi) yaygın subaraknoid kanama ve kalınlığı 0,5 cm'ye ulaşan subdural kanama görülmüştür. Oksipital lobda parçalı kemik fragmanlarının kesmesine bağlı olarak beyin doku harabiyeti vardır. Beyin dokusunun yapılan kesitlerinde ve kesitlerin ayrıntılı incelenmesinde trase oluşturmuş herhangi bir görüntü saptanmamıştır. Sağ tarafta tarif edilen beyin doku harabiyetinin 1 cm derinliğe ulaşmış olduğu, kaidede sağ ön kafa çukurunda 3,5 cm boyunda, lineer, ayrıksız seviye farkı göstermeyen fissür tarzı kırık bulunduğu görülmüştür. Sağ temporooksipitalde tarif edilen çökme kırığının 3x2,5 cm'lik açıklık oluşturduğu ve buradan çöken kemik adacığının 7-8 parçaya ayrıldığı görülmüştür.
iv. Klasik otopside göğüs ve batın bölgelerinin incelenmesi neticesinde herhangi bir ekimoz veya travma bulgusuna rastlanmamıştır. Akciğer, kalp, karaciğer, dalak, batın içi ve pelvik organlar ile boyun organlarının tetkikinde özellik görülmemiştir.
v. Otopsi sırasında cesetten alkol, uyutucu ve uyuşturucu madde analizi için bir tüp kan alınmıştır. Ayrıca yüz bölgesinde tarif edilen ekimozlardan ve sağ temporooksipitalde tarif edilen yaranın her iki dudağından cilt örnekleri alınarak içine formol ilave edilen ayrı ayrı kutulara konulmuştur.
vi. Antakya Devlet Hastanesinin Acil Servis Takip Formu'nda A.C.nin hastaneye ex (ölü) vaziyette getirildiği ve yapılan CPR'ye yanıt alınamayarak saat 23.59'da ölü olarak kabul edildiği kayıtlıdır. Antakya Devlet Hastanesi tıbbi belgesinde ateşli silaha ait giriş ve çıkış deliklerinden bahsedilmesine karşılık otopside giriş deliği olarak tarif edilen burun kökündeki sıyrığın cilt altı seviyede kaldığı, burun ve frontal kemiklerin sağlam olduğu tespit edilmiştir. Ateşli silah çıkış deliği de saptanmamış ve beyin dokusunda trace olmuş lezyon bulunmadığı belirlenmiştir. Otopsiden sonra lezyon tarif edilen bu bölgelerden örnekler alınmış ve ayrıca kayıt altında tutulması için ölen kişinin iki yönlü kafa grafisi ile BBT çekilmiştir.
vii. Adli tıp uzmanı, tespit edilen bu bulgulara göre ölümün otopsi saati olan 02.00'den 1-4 saat öncesinde gerçekleştiğini ancak kesin ölüm nedenini belirleyemediğini bildirmiştir. Uzman ayrıca kesin ölüm nedeninin tespiti için cesetten alınan örnekler üzerinde inceleme yapılması gerektiğini, özellikle burun bölgesi ve sağ temporoparyetal bölgeden alınan örnekler üzerinde ısı ile uyumlu değişiklikler olup olmadığı hususlarında inceleme yapılması için alınan örneklerin İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiği, inceleme sonuçları ile soruşturma dosyası birlikte değerlendirilerek kesin ölüm nedeninin belirlenebileceği kanaatlerini bildirmiştir.
viii. Cesetten alınan örneklerin İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilerek saat 03.00'te otopsiye son verilmiştir.
11. Otopsinin bitmesini takiben saat 03.30 sıralarında Cumhuriyet savcısı nezaretinde Hatay İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığı görevlileri tarafından olay yeri incelemesi yapılarak olay yeri krokisi düzenlenmiş, fotoğraf ve kamera görüntüleri alınmış, muhtemel deliller tespit edilerek muhafaza altına alınmıştır. Bu işlemler sonucunda düzenlenen olay yeri inceleme raporunda; A.C.nin yaralandığı yerin Hatay Merkez Elektrik Mahallesi Temiz Sokak ile Yıldız Sokak kesişimi, Savaşır Apartmanı önü olduğu tespit edilmiştir. Ateş edilen yerin ise A.C.nin yaralandığı yere 36 m mesafede olduğu ölçülen Yıldız Sokak'ın Gündüz Caddesi'ne bağlandığı alan olduğu belirlenmiştir. Olay yerinde bulunan kan lekeleri ve izlerden karşılaştırmada kullanılmak üzere örnekler alınmıştır. Raporda ayrıca Gündüz Sokak ile Yıldız Sokak birleşme noktasında yola konularak yakılan sandalye ve birtakım malzemelerle barikat oluşturulduğu, sokağın muhtelif yerlerinde dizili şekilde kaldırım taşları, diğer taşlar, sopalar bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Olay yerinde ayrıca alüminyum aksamlı biber gazı kapsülüne ait olduğu değerlendirilen, deforme olmuş, üzerinde "SIF11" yazılı metal bir parça ele geçirilmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatıyla Gündüz Caddesi, Yıldız Sokak, Temiz Sokak ve Yenidoğan Sokak arasında kalan alan emniyet şeridiyle çevrilerek bu alanda bulunması muhtemel delillerin tespiti amacıyla belediye temizlik görevlilerinin de yardımıyla süpürme işlemi yapılmış; ele geçirilen malzemeler Hatay İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından elenerek kâğıt aksamlı iki parça, bir plastik parça ve bir metal parça muhafaza altına alınmıştır.
12. Otopsi ve olay yeri incelemesinde elde edilen materyaller üzerinde birçok kriminal inceleme yapılmıştır. Bu kapsamda Jandarma Genel Komutanlığınca düzenlenen 21/6/2013 tarihli uzmanlık raporunda, kan izlerinin birinden DNA örneği elde edildiği ve bu örneğin A.C.ye ait olabileceği belirtilmiştir. Aynı Kurumun 13/6/2013 tarihli uzmanlık raporunda A.C.den alınan svaplarda atış artığına rastlanmadığı bildirilmiştir.
13. Jandarma Genel Komutanlığının 20/6/2013 tarihli uzmanlık raporunda ise olay yerinde bulunan ve üzerinde "TIP 1 SIF 11" yazılı metal parçanın "Brezilya menşeli, GL-202 model, göz yaşartıcı CS imlalı, göz yaşartıcı etkili, toplumsal olaylarda kargaşa bastırmak amacıyla kullanılan, çapına uygun silahtan atılmış gaz fişeği" olduğu belirtilmiştir. Aynı uzmanlık raporunda olay yerinde bulunan ikisi keçeden, biri kartondan mamul üç malzemenin bu gaz fişeğinin tasarımında kullanılan malzemelerden olabileceği kanaati bildirilmiştir. Raporda olay yerinde bulunan gaz fişeğinin teknik özellikleri şu şekilde ifade edilmiştir: Üreten ülke Brezilya, toplam ağırlık 150 g, uzunluk 115,5 mm, çap 40 mm, ilk hız 75 m/s, yanma süresi 20 sn, azami menzil 90/150 m, gecikme zamanı 2 sn, yayılma zamanı 20 sn'dir.
14. Otopside elde edilen verilere uygun olarak Hatay Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/6/2013 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumuna müzekkere yazılarak cesetten alınan örnekler üzerinde alkol, uyutucu, uyuşturucu madde analizi ile histopatolojik ve immünhistokimyasal incelemelerin yapılması, özellikle burun bölgesi ile sağ temporooksipital bölgeden alınan cilt örneklerinde ısı ile uyumlu değişiklikler olup olmadığı hususlarının aydınlatılması, ölüm sebebinin ve sağ temporooksipital bölgede tespit edilen çökme kırığının ne tür bir cisim ile oluşabileceği hususunda görüş bildirilmesi istenmiştir.
15. İstanbul Adli Tıp Kurumu, gönderilen örnekler üzerinde toksikoloji incelemelerini tamamlayarak 2/7/2013 tarihli bir rapor düzenlemiş ve A.C.nin kanında alkol veya uyuşturucu madde bulunmadığını bildirmiştir. Anılan Kurumun 12/7/2013 tarihli histopatoloji raporunda ise şu hususlar bildirilmiştir:
"...alın orta, sağ kaş dış yan, sağ kaş üstü olarak gönderilen dokular 2'şer blok, burun olarak gönderilen doku 3 blok ve sağ temporooksipital iki yara dudağı olarak gönderilen doku 4 blok halinde takibe alınıp H&E kesitler yapılarak incelenmiş olup fibronektin, laminin ve aktin ile immunohistokimyasal boyama metodu uygulandığı, tüm gönderilen örneklerde fibronektin ile hasar bölgesinde artmış boyanma paterni saptanırken, laminin ve aktin ile normal boyanma paterninde bir değişiklik görülmediği,
Burun, alın orta, sağ kaş dış yan, sağ kaş üstü ve sağ temporooksipital iki yara dudağı olarak gönderilen cilt örneklerinde saptanan morfolojik ve immunohistokimyasal bulgular bu lezyonların antemortem dönem ilk 24 saat içerisinde oluşmuş olabileceğini düşündürdüğü,
Gönderilen tüm örneklerde ısı etkisi ile uyumlu bulgu görülmediği..."
16. İstanbul Adli Tıp Kurumu 15/7/2013 tarihinde Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği yazıda; tanık ifadeleri, düzenlenmiş tıbbi belgeler, çekilmiş BT ve grafiler, olay yeri inceleme raporu ve görüntülerini içerir adli soruşturma dosyasının tamamı gönderilerek A.C.nin kesin ölüm sebebi ve sağ temporooksipital bölgede tespit edilen çökme kırığının ne tür bir cisim ile oluşabileceği hakkında Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğu kanaatini bildirmiştir. Başsavcılık bunun üzerine soruşturma kapsamında elde edilen tüm delilleri Birinci Adli Tıp İhtisas Kuruluna göndererek ölüm nedeni ve baş bölgesindeki yaralanmanın ne tür bir cisimle oluşabileceği hususlarında rapor düzenlenmesi talebini yinelemiştir.
17. Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu 21/8/2013 tarihli raporuyla Başsavcılığın talep ettiği hususlarda kanaatini bildirmiştir. Dört profesör, bir doçent ve iki uzman tarafından imzalanan raporun sonuç bölümünün ilgili kısmı şöyledir:
"...
2-... Dosya ekinde gönderilen otopsi fotoğrafların(ın) kurulumuz tarafından tetkikinde sağ parietal arka dış yan bölgede açıklığı arkaya bakan yarımay şeklinde büyük oranda düzgün kenarlı skalp laserasyonu ve bunun oluşturduğu dairesel yapının ortasına uyan bölgede düzgün halka şeklinde epidermal doku kaybı gösteren saçlı deri lezyonu görüldüğü olay yerinden elde edilerek gönderilen numunelerin jandarma genel komutanlığında yapılan tetkikinde GL 202 model gaz fişeğinin teknik özelliklerinin değerlendirmesinde toplam ağırlığının 150 gr uzunluğunun 115.5 çapının 40 mm, ilk hızının 75 m/sn yanma süresinin 20 sn, azami menzilinin 90/150 metre gecikme zamanının 2 sn yayılma zamanının 20 sn şekilde olduğu dikkate alındığında kişinin ölümünün gaz fişeğinin kafaya isabet etmesi ile oluşan kafatası kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana gelmiş olduğu,
3- Kişinin 03/06/2013 tarihinde saat 23:00 sıralarında meydana gelen kafasına gaz fişeği çarpması sonucu yaralanması ile 03/06/2013 tarihinde saat 23:29'da meydana gelen ölümü arasında illiyet bağının olduğu oy birliği ile mütalaa olunur."
18. Soruşturma kapsamında ayrıca birçok tanığın beyanı alınmıştır. Bunlardan bazıları özetle şöyledir:
i. Gösterilere A.C. ile birlikte katılan tanık D.D.; A.C. ile birlikte bulundukları sokağın başından ve bulundukları yere 25-30 metre mesafedeki bir araçtan gaz fişeği atıldığını, gaz fişeklerinden birinin önünden geçtiğini, diğerinin nereye gittiğini görmediğini, bu esnada A.C.nin yere düştüğünü beyan etmiştir.
ii. A.C.yi aracıyla hastaneye götüren tanık A.K. özetle işyerinden eve doğru giderken Gündüz Caddesi'nin göstericiler tarafından kapatılması nedeniyle Elektrik Mahallesi'nin ara sokaklarına girdiğini, burada göstericilerin kendisini durdurarak polis olup olmadığını sorduğunu, bu sırada bazı kişilerin kendisini tanıyarak geçmesine izin verdiğini, sokağın başına geldiğinde bir ses duyduğunu, A.C.nin başından kan geldiğini ve yere düştüğünü gördüğünü, A.C.yi aracıyla hastaneye götürdüğünü, bu sırada 112 Acil Çağrı Merkezi hattını aradığını beyan etmiştir.
iii. Tanık M.P özetle evinin balkonunda otururken 7-8 kişilik bir grubun Yıldız Sokak'a doğru kaçtığını gördüğünü, Gündüz Caddesi'nden 2-3 el gaz bombası atıldığını, bunlardan birinin A.C.ye isabet ettiğini, olay yerindeki balkona 10 metre mesafede olduğunu beyan etmiştir.
iv. Tanık H.A. görevlilerce atılan gaz fişeğinin A.C.ye isabet ettiğini, tanık R.Y. polis aracından atılan gaz bombasının yanından geçerek A.C.ye isabet ettiğini, tanık H.S. beyaz renkli bir araçtan sokağa doğru 4-5 el ateş edildiğini ve A.C.nin yere düştüğünü, tanık S.Ş. iki sokağın birleşme noktasından atılan gaz fişeğinin A.C.nin başına isabet ettiğini, tanık A.B. polis aracından Yıldız Sokak'ta bulunan vatandaşlara gaz bombası atılmasının ardından sokaktaki gençlerden birinin yere yığıldığını, tanık S.S. pencereden baktığı sırada Gündüz Caddesi üzerindeki bir polis aracından bulunduğu apartmana doğru gaz fişeği atıldığını ve A.C.nin yere düştüğünü gördüğünü, tanık S.A. göstericilerin Yıldız Sokak'a kaçtıkları sırada polis ekiplerinin arka arkaya üç el gaz bombası attığını ve gençlerden birinin bağırarak yere yığıldığını beyan etmiştir.
19. Soruşturma kapsamında olay tarihinde gerçekleşen gösterilere gaz fişeği kullanmak suretiyle müdahale eden görevli polis araçları ve bu araçlarda bulunan kolluk görevlileri tespit edilmiştir. Üç aracın bu şekilde görevlendirildiği, araçların içinde biri şoför, biri kamera kullanan operatör, biri de gaz fişeği atmakla görevli olan üç kişi bulunduğu belirlenmiştir. Gaz fişeği atmakla görevli olan polis memurları M.K., H.A.D. ve A.K.nın şüpheli sıfatıyla beyanları alınmıştır.
20. M.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
Ben Hatay Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktayım. Olay tarihinde de il merkezinde izinsiz gösteri yapan gruplara müdahale için görev almıştım... Benim bildiğim kadarı ile de olaylar esnasında üç tane araçta gazcı vardı. Bunun dışında araç varsa da içerisinde gazcı yoktu... Saat 17:00 gibi olayların olduğu bölgeye gitmiş idik. Yaklaşık 22:30'da kadar müdahale etmeden Armutlu BP civarında bekledik. Burada beklediğimiz süre zarfında da zaten sürekli göstericiler üzerimize taş, sopa, şişe ve benzeri şeyler atmaktaydılar. Biz de kalabalıkların dağılması için anonslar yapmakta idik. Daha sonra bize müdahale emri gelince araçlar ile müdahaleye başladık. Gündüz Caddesi üzerinden Uğur Mumcu meydanına kadar gittik. Oradan tekrar dönüp aynı noktaya geliyorduk. Hatırladığım kadarı ile bu şekilde bir kaç tur attık. bu esnada da yoğun bir şekilde araçlar üzerine taş, sopa, evlerin damlarından kiremit, tuğla ve benzeri gibi maddeler atılmakta idi. Tur attığımız sırada ben araçtan gaz fişeği atıyordum. Gaz fişeğini zaten kalabalık olduğu noktalara kalabalığın arka kısmına düşecek şekilde atıyordum. Ben 2010 yılında bunun eğitimini almış idim. Kişiler yakın mesafede ise gaz bombası kullanmayıp mazgallardan lazer bombası kullanıyorduk. Hatırladığım kadarı ile bu müdahaleler sırasında ben 35-40 adet gaz fişeği atmışımdır. Ben bu işin eğitimini aldığım için atılması gerektiği şekilde gaz fişeğini kullandım. Herhangi bir kimseyi hedef alarak gaz fişeği kullanmadım. Atmış olduğum gaz fişeklerinden herhangi birinin birisine isabet ettiğini de ben görmedim. Daha sonra 03:00 gibi biz olay yerinden ayrıldık. Görevli olduğum şubeye geçtik. Ben oraya gittikten sonra oradaki konuşmalarda birisinin öldüğünden bahsediliyordu. Olayı bu şekilde duydum.
..."
21. H.A.D.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
Ben Hatay Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktayım... Daha sonra bize olaylara müdahale edin denilince biz de müdahaleye başladık. daha öncesinde ise olaylarda görev alan diğer Şort Land ve Tomalarda olay yerinde idi. Daha sonra hep birlikte müdahale ettik. Şu an tam hatırlamıyorum ama olay yerine gittikten uzun bir süre sonra müdahalelere başladık. Bu esnada su sıkan araçlardan su sıkıldı. Gaz atılan araçlardan ise gaz atmaya başladık ... Bizim müdahalelerimiz esnasında caddede ve ara sokaklarda yoğun bir kalabalık oluşuyordu. Bu kişiler bizim araçlara taş, şişe ve benzeri şeyler atıyorlardı. Binalardan kaldırım parkeleri atılıyordu. Bende araç içerisinden ara sokaklara gaz fişeği atıyordum. Hatırladığım kadarı ile bu süreç zarfında araçtan 40-45 adet gaz fişeği attım. Ben bu işin eğitimini almıştım. Ayrıca gaz fişeği kullanma talimatları bize verilmiş idi. Bu talimatlar doğrultusunda gaz fişeklerini kullanıyorduk. Araçların gaz fişeği atmak için yaklaşık 10X15 cm ebatlarında penceresi mevcuttur. Buralarda gaz fişeklerini prosedür gereği gerekli açıyı ayarlayarak 45 derecelik açı ile grupların arka taraflarına ateş ediyordum. Ateş ettiğim esnada da zaten herhangi bir şahsı hedef almam mümkün değildir. Gaz fişeğinin bir kişiyi hedef alınması halinde öldürücü olup olmadığı konusunda benim bilgim yoktur. Ama bildiğim öldürücü olmadığı yönündedir. Ama belli bir mesafeden kişilere isabet etmesi halinde belli bir tahribat yaratır. Bildiğim kadarı ile de gaz fişekleri atıldığında 100-150 metre kadardır. Hatırladığım kadarı ile de saat 03;00 sıralarında göstericiler dağılmış idi. Bizde şubeye döndük. Ben şubeye döndükten sonra olaylarda birisinin yaralandığını ve öldüğünü duydum. Araçtan gaz fişeği attığım sıralarda bu yönde bir şey duymadım, görmedim. olayın nasıl meydana geldiğini ben bilmiyorum...
22. A.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
Ben Hatay Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktayım... Benim görevim bu tip gösterilerde gazla müdahale etmek idi. Ben bu konuda da eğitim alarak bir yıl önce bu göreve başladım. Bu görevi yaparken de yaya olarak müdahale ettiğimizde yaya olarak gaz atmakta idim. Araçla müdahale ettiğimiz zamanlarda da araçtan gaz atmakla görevli idim. Benim olay tarihinde görev aldığım araca Şort Land denilmekteydi. Söz konusu aracın plakası 6197 idi. Rengi de beyaz idi. Araçta şubemize aitti. Bu araçta ayrıca aracı kullanan bir şoför, bir operatör bulunmaktadır... Biz saat 17:00'de olaylara müdahale için hareket ettik... Gece 23:00'a kadar biz olaylara müdahale etmedik. O süre zarfında göstericiler tarafından bizim araçlara taş şişe, bilye ve benzeri eşyalar atıldı. Saat 23:00 gibi bize emir geldi. Ben içinde bulunduğum araçta gazcı olarak görev yapıyordum. Müdahaleden sonra araçta kontrollü bir şekilde gaz atmaya başladım. Gaz atılan araçlardan ise gaz atmaya başladık. Gündüz caddesinin üst kısmında bulunan BP istasyonundan başlayarak Gündüz Caddesini takiben Uğur Mumcu meydanına kadar oradan tekrar dönüp yine aynı güzergahta müdahalelerde bulunuyorduk. Hatırladığım kadarı araç ile kaç tur attığımızı bilmiyordum. Çünkü bize çok yoğun bir şekilde saldırılar oluyordu. Aracı kullanan şoförler aracı bile kullanmakta zorluk çekiyorlardı. Bizim müdahalelerimiz esnasında caddede ve ara sokaklarda yoğun bir kalabalık oluşuyordu. Bu kişiler bizim araçlara taş, şişe ve benzeri şeyler atıyorlardı. Bu süreç zarfında araçtan hatırladığım kadarı ile 20-25 adet gaz fişeği attım. Söz konusu gaz fişeklerinin ana cadde üzerinde ara sokaklarda toplanan kalabalığın arka kısımlarına atıyordum. Ayrıca bir kaç kişi olan gruplara herhangi bir gaz fişeği atmıyordum. Kabalık olan grupların arkasına dağıtılması için gaz fişeği atıyordum. Ben bu işin eğitimini almıştım. Ayrıca gaz fişeği kullanma talimatları bize verilmiş idi. Bu talimatlar doğrultusunda gaz fişeklerini kullanıyorduk. Araçların gaz fişeği atmak için yaklaşık 10X15 cm ebatlarında penceresi mevcuttur. Buralarda gaz fişeklerini prosedür gereği gerekli açıyı ayarlayarak 45 derecelik açı ile grupların arka taraflarına ateş ediyordum. Ateş ettiğim esnada da zaten herhangi bir şahsı hedef almam mümkün değildir. Gaz fişeğinin bir kişiyi hedef alınması halinde öldürücü olup olmadığı konusunda benim bilgim yoktur. Bu konuda bir olaya şahit olmadım. Bir duyumum da olmadı. Televizyonlarda izlediğim kadarı ile bazı kişilere yakın mesafeden gaz fişeği isabet ediyor, bu kişiler de gaz fişeklerini yerinden alarak atan polislerin üzerine tekrar atıyor. Gaz fişeğinin mesafesi atılan silahtan silaha değişmekle birlikte 100-150 metre gitmektedir. Hatta benim kullandığım silahta bir kaç kez tutukluluk yapmış idi. Hatırladığım kadarı ile de saat 03;00 sıralarında göstericiler dağılmış idi. Bizde şubeye döndük. Ben şubeye döndükten sonra olaylarda birisinin yaralandığını ve öldüğünü duydum. Araçtan gaz fişeği attığım sıralarda bu yönde bir şey duymadım, görmedim. olayın nasıl meydana geldiğini ben bilmiyorum, ben gaz atarken ve attıktan sonra birisine isabet ettiğini görmedim. Üzerime atılı suçlamayı da kabul etmem.
...
Ben daha önce beyanda bulunduğum gibi kimseyi hedef alarak gaz fişeği atmadım. Talimatlarda belirtilen şekilde attım. Herhangi bir kimseye de isabet ettiğini görmedim ve duymadım, gaz fişeği ile de birisinin öldüğünü daha önceden hiç duymadım. Ben geçen yıl kursuna gittim. Bir yıllık gazcıyım. dedi.
23. A.C.nin başına isabet ederek ölümüne neden olan gaz fişeğinin atıldığı polis aracının bu üç araçtan hangisi olduğunun soruşturma kapsamında tespiti amacıyla çevredeki işyerlerinin güvenlik kameralarının görüntüleri, gösterilere müdahalede görev alan TOMA (toplumsal olaylara müdahale aracı) ve Akrep olarak tabir edilen polis araçlarının kamera görüntüleri ile MOBESE görüntüleri elde edilmiş; bunlar üzerinde yapılan incelemeler neticesinde Jandarma Kriminal Laboratuvarı tarafından raporlar düzenlenmiştir. Olay yerini gören MOBESE'lere ait görüntülerin incelenmesi sonucunda düzenlenen tutanakta "03/06/2013 - 23:09:26 tarih ve saatinde Gündüz caddesinden Uğur Mumcu meydanına doğru seyir halindeki beyaz renkteki polis akrep aracının olayın meydana geldiği yer olan Elektrik Mahallesi Yıldız Sokağa doğru aracın ön kısmını sokağa bakar şekilde durdurup iki defa araçtan gaz bombası atışının yapıldığı, daha sonra atışa müteakip aracın tekrar Gündüz Caddesine doğru yönünü çevirip Uğur Mumcu istikametine doğru gittiğinin görüldüğü, polis akrep aracının Yıldız sokaktan gitmesine müteakip Yıldız sokaktan yaklaşık 10 kişilik bu grubun Gündüz caddesine doğru çıktıklarının görüldüğü..."; "03/06/2013-23:10:24 tarih ve saatinde beyaz renkli polis akrep aracının Uğur Mumcu meydanına gaz bombası atışı yaparak yoluna devam ettiği..." ve "03/06/2013-23:10:43 sıralarında Yıldız sokaktaki bir grup göstericinin Gündüz caddesine doğru çıkarak sağa sola doğru kaçışmaya başladıkları..." hususları yer almıştır.
24. A.C.nin ölümüne neden olan gaz fişeğini atan görevlinin A.K. olduğunun görev listesi, beyanlar ve kamera görüntülerinden bu şekilde tespit edilmesinin ardından A.K. hakkında Hatay Ağır Ceza Mahkemesinde 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 81/1, 21/2 ve 53/1 maddeleri uyarınca olası kasıtla adam öldürme suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış; diğer şüpheliler hakkında ise ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir.
25. 24/3/2014 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir:
1-HATAY İL MERKEZİNDE 03/06/2013 TARİHİNDE MEYDANA GELEN TOPLUMSAL GÖSTERİLER
Olay tarihi olan 03/06/2013 tarihinde Hatay İl Merkezinde Gezi Parkı olayları nedeniyle toplumsal gösterilerin yapıldığı, olay tarihinde saat 17:40 sıralarında Uğur Mumcu alanından Armutlu Bp istikametine doğru Gündüz Caddesi üzerinde yaklaşık 200 kişilik bir grubun toplanarak caddeyi trafiğe kapatıp çeşitli sloganlar attıkları, görevlilerce birkaç kez grubun dağılması yönünde anonslar yapıldığı daha sonra grubun ara sokaklara doğru dağıldıkları, saat 21:00 sıralarında ise Gündüz Caddesi Şabanoğlu Ekmek Fabrikası önünde toplanan yaklaşık 80-100 kişilik grubun tekrar toplandığı, daha sonra çevreden katılımlar ile 400 kişilik bir kalabalığın oluştuğu, kalabalığın Gündüz Caddesi üzerine barikat kurarak slogan attıkları, görevlilerce ikazlarda bulunulduğu, daha sonra grubun Uğur Mumcu alanına doğru yürüyüşe geçtikleri, bir grubun ise cadde üzerinde beklediği daha sonra Uğur Mumcu istikametinden gelen grup ile birleştikleri ve Gündüz Caddesi üzerindeki çöp konteynerlerini yola devirerek ateşe verip beklemeye başladıkları, saat 22:00 sıralarında Uğur Mumcu alanında havaya havai fişek gösterisi yapıldığı, daha sonra görevlilerce kalabalığın dağılması için müzakere ve ikazlar yapıldığı buna rağmen toplanan kişilerin dağılmadıkları ve bilahare de grubun barikat kuran güvenlik güçlerini hedef alarak taş ve sapan ile bilye atmaya başladıkları, görevlilerce ikazda bulunulduğu, buna rağmen grubun dağılmadığı ve Gündüz Caddesi üzerinde ve civarında yaklaşık on bin kişinin toplandığı, daha sonra ise bir grubun ayrılarak güvenlik güçlerine saldırdıkları bunun üzerine güvenlik güçlerince olaylara müdahale edilerek gruplara tazyikli su ve gaz ile müdahalede bulunulduğu, söz konusu gösterilerin 03:00'a kadar devam ettiği, görevlilerce de çeşitli müdahalelerde bulunulduğu, bu müdahaleler sırasında da maktül [A.C.nin] yaralandığı ve tedavi için götürüldüğü Antakya Devlet Hastanesi'nde öldüğü, söz konusu olaylar ile ilgili 04/06/2013 tarihli olay tutanağının düzenlendiği ve Hatay İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü'nce düzenlenen fezlekenin C.Başsavcılığımıza gönderildiği ve C.Başsavcılığımızın 2013/10621 sayılı soruşturma dosyasında kamu malına zarar verme, görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet suçlarından dolayı soruşturma yürütüldüğü.
2- ŞÜPHELİLER [M.K.] VE [H.A.D.] YÖNÜNDEN SORUŞTURMA DOSYASININ İNCELENMESİ:
Şüpheliler [M.K.] ve [H.A.D.]nin Hatay İl Emniyet Müdürlüğü'nde görevli oldukları ve yukarıda anlatılan 03/06/2013 tarihinde meydana gelen gösteriler nedeniyle görevli bulundukları, [M.K.]nin 3815 plaka sayılı araçta [H.A.D.]nin de 3854 plaka sayılı araçta gaz atmakta görevli personeller oldukları, söz konusu gösterilerin daha sonra yasalara aykırı bir hale gelmesi nedeniyle yetkililerce gösterilere müdahale edilmesi istenildiği, şüphelilerinde içlerinde bulundukları toma ve sortland diye tabir edilen araçların toplumsal olaya müdahalede bulundukları, bu kapsamda kalabalıkların dağılması için tazyikli su ve gaz fişekleri ile müdahalede bulundukları, bu müdahaleler sırasında şüphelilerin içerisinde bulundukları araçlardan gaz fişekleri attıkları,
Soruşturma dosyasında beyanları alınan tanıkların ölen [A.C.ye] gaz fişeğinin isabet ettiğini fakat tam olarak hangi araçtan gaz fişeği atıldığını görmediklerini beyan ettikleri, soruşturma dosyası kapsamına göre şüphelilerin atmış oldukları gaz fişeğinin ölen [A.C.ye] isabet ettiğine dair şüpheliler hakkında kamu davasının açılmasını gerektirecek yeterlilikte ve nitelikte herhangi bir delil mevcut olmadığı gibi olayın niteliği itibariyle şüphelilerin birlikte hareket etmediği gibi aralarında herhangi bir iştirak iradesinin de mevcut olmadığı.
3- ŞÜPHELİLER [H.Y.A.], [B.A.Ş.] VE EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ YETKİLİLERİ AÇISINDAN SORUŞTURMA DOSYASININ İNCELENMESİ:
Müştekiler vekili Hatice Cömert 09/10/2013 havale tarihli ve 17/02/2014 tarihli dilekçelerinde, 6297 plaka sayılı araçtaki gaz atmakta görevli şüpheli ile birlikte söz konusu olaylara müdahale emrini veren Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında şikayetçi olmuş ise de,
Yukarıda anlatıldığı şekilde 03/06/2013 tarihinde meydana gelen toplumsal gösterilerin saat 17:00 sıralarında başladığı ve 03:00'a kadar devam ettiği, söz konusu gösterilerin yasaya aykırı hale dönüşmesi üzerine saat 23:00 sıralarında söz konusu olaylara müdahale edilmesinin istenildiği ve görevlilerce müdahale edildiği, söz konusu görevlilerce verilen müdahale emrinin yasalara aykırı bir emir olmadığı söz konusu olayların engellenmesine yönelik bir emir olduğu, söz konusu gösterilere [A.C.] dahil binlerce kişinin katılmış olduğu verilen emrin maktül [A.C.ye] müdahale edilmesine yönelik bir emirde olmadığı, söz konusu müdahaleler sırasında [A.C.ye] gaz fişeği isabet etmesi ve bunun neticesinde yaşamını yitirmesi olayında gösterilere müdahale emri veren yetkililere [A.C.nin] ölümünden dolayı hukuki bir sorumluluk yüklenemeyeceği, ölümle verilen emir arasında bir illiyet bağının da bulunmadığı, ayrıca söz konusu bu soruşturma dosyasının [A.C.nin] ölümüne yönelik olduğu, olay tarihinde veya sonrasında meydana gelen olaylarda güvenlik güçlerinin yasaların kendilerine verdiği görev sınırlarını aşıp aşmadığına yönelik bir incelemenin soruşturma dosyasının konusunu teşkil etmediği,
Şüpheliler [H.Y.A.] ve [B.A.Ş.nin] 6197 plaka sayılı sortland aracı şoförlüğünü ve operatörlüğünü yaptıkları, söz konusu aracın gaz kullanmak ile ilgili görevlisinin [A.K.] olduğu, [B.A.Ş.nin] şoför olduğu, [H.Y.A.nın] ise operatör olarak görev yaptığı, olay tarihinde araçta gaz atmakla görevli [A.K.nın] atmış olduğu gaz fişeğinin ölen [A.C.ye] isabet etmesinde diğer şüphelilerin herhangi bir iştirakının bulunmadığı, her şüphelinin araç içerisinde ayrı ayrı görevlerinin bulunduğu, bu şüphelilerin gaz atmakla görevli şüphelinin eylemlerine iştirak etmelerinin mümkün olmadığı gibi meydana gelen neticeden de sorumlu tutulmalarının hukuken mümkün olmadığı anlaşıldığından,
Yukarıda açıklanan nedenlerle tüm şüpheliler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,
26. Başvurucu vekillerinin ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptıkları itiraz İskenderun 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararının gerekçe kısmında şu ifadelere yer verilmiştir:
"Tüm dosya kapsamının bir bütün olarak değerlendirilmesinde, Soruşturmaya konu olayda isimleri geçen şüphelilerin olaya müdahale anındaki eylem görev ve yetkileri dikkate alındığında itiraza konu Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararın gerekçesine göre verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından müştekilerin itirazının reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir."
27. 24/3/2014 tarihli iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:
Şüphelinin söz konusu eylemi hukuki açıdan değerlendirildiğinde, şüphelinin olaylar esnasında gaz fişeği atmakla görevli olduğu, dosya kapsamına göre şüphelinin maktül [A.C.yi] doğrudan hedef alarak onu öldürme kastı ile gaz fişeği ile ateş ettiğine dair herhangi bir delilin mevcut olmadığı, 21/08/2013 tarihli Adli Tıp 1. Ihtisas Kurulunun raporu ve 04/06/2013 tarihli olay yeri krokisi birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin eyleminin olası kast ile insan öldürme kapsamında kaldığı, Adli Tıp Kurumunun söz konusu raporunda şüphelinin kullanmış olduğu gaz fişeğinin toplam ağırlığının 150 gram, uzunluğunun 115,5 mm, çapının 40 mm, ilk hızının 75 metre/saniye, yanma süresinin 20 saniye, azami menzilinin 90/150, gecikme zamanının 2 saniye, yayılma zamanının 20 saniye şeklinde olduğunun belirtildiği, 04/06/2013 tarihli olay yeri krokisinde de olay esnasında gaz fişeğinin ateşlendiği yer ile maktülün vurulduğu yer arasındaki mesafenin 36 metre olarak hesaplandığı, gaz fişeğinin özellikleri ve menzili ile gaz fişeğinin atıldığı mesafe birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin gaz fişeğinin birilerine isabet etmesi halinde yaralayıcı veya öldürücü zarar vereceğini öngörmesine rağmen kalabalığa doğru gaz fişeğini ateşleyerek olası kast ile maktülün ölümüne sebebiyet verdiği, soruşturma dosyasında bulunan CD izleme tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre tespit edildiğinden,
Şüphelinin yargılanmasının mahkemenizce yapılarak delillerin takdiri mahkemenize ait olmak üzere;
Eylemi Gereği:
1. Şüphelinin eylemine uyan yukarıda gösterilen sevk maddeleri uyarınca cezalandırılmasına,
28. İddianamenin kabul edilmesiyle Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2017/158 sayılı dosyası üzerinden A.K.nın yargılanmasına başlanmıştır. Yargılama sürecinde A.K.nın müdafii, dosyanın güvenlik gerekçesiyle naklini talep etmiş; Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18/7/2014 tarihli ilamı ile A.K. hakkındaki kamu davasının Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin dava nakline ilişkin 13/8/2014 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
Hatay C. Başsavcılığının 24/03/2014 tarih ve 2014/2069 esas sayılı iddianamesiyle sanık A.K. hakkında 'Olası Kast İle Öldürme' suçundan sanığın eylemine uyan TCK'nun 81/1,21/2,53/1 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle mahkememize kamu davası açılmış ise de, Sanık müdafinin CMK 19/2 maddesi uyarınca güvenlik nedeniyle davanın nakli yönünde Hatay C. Başsavcılığına talepte bulunduğu, Hatay C. Başsavcılığınca bu talebin Adalet Bakanlığına iletildiği, Adalet Bakanlığınca dosyamızın incelenmek üzere istendiği ve yapılan inceleme sonucu nakil konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay 5. Ceza dairesine gönderildiği, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18/07/2014 tarih ve 2014/8242 esas, 2014/7639 karar sayılı ilamı ile kamu güvenliği gerekçesiyle CMK'nın 19/2 maddesi uyarınca Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/158 Esasına kayıtlı kamu davasının Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verildiği anlaşılmakla mahkememiz dosyasının Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesine nakline dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıdaki açıklanan nedenlerle;
1- Sanık [A.K.] hakkında 'Olası Kastla Öldürme' suçundan açılan kamu davasına ilişkin dosyamızın CMK'nun 19/2 maddesi ve Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18/07/2014 tarih ve 2014/8242 esas, 2014/7639 karar sayılı ilamı ile davanın BALIKESİR AĞIR CEZA MAHKEMESİNE NAKLİNE,
2- Katılan vekili Av. [A.B.] 23/07/2014 tarihli dilekçesiyle Yargıtay 5. Ceza Dairesinin nakil kararına karşı direnme talebinde bulunmuş ise de, mahkememizce nakil konusunda herhangi bir karar verilmediği, Adalet Bakanlığının talebi doğrultusunda Yargıtay 5. Ceza Dairesince dava dosyasının nakline karar verildiği anlaşılmakla bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
29. Bu karar üzerine davanın nakledildiği Balıkesir'de 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2014/250 sayılı dosyası üzerinden A.K. hakkındaki ceza yargılamasına devam edilmiştir. Başvurucuların katılan sıfatıyla yer aldıkları ve 164 avukat tarafından temsil edildikleri bu yargılamada toplam on beş duruşma yapılmıştır. Süreçte A.K.nın gaz fişeği atmakla görevli olduğu araçta bulunan diğer kolluk görevlileri dâhil 22 tanığın ve başvurucuların ifadeleri alınmış, olay yerine ait görüntüler duruşmalarda izlenmiş, ölüme neden olan gaz fişeği ve fişeğin atıldığı silah konusunda inceleme raporları temin edilmiştir. 4/3/2016 tarihinde tamamlanan yargılama sonucunda oyçokluğuyla A.K.nın A.C.ye karşı kamu görevi gereği elinde bulundurduğu araçla kastı aşan öldürme suçunu işlediği kabul edilerek 5237 sayılı Kanun'un 87/4-ikinci cümle ve 266/1 maddeleri uyarınca 13 yıl 4 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
C. SAVCISI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASINDA:
Aralarında yaklaşık olarak 35 metre mesafede bulunan guruba doğru görevli olduğu [...] plaka sayılı araçtan gaztüfeğiyle ateş eden sanığın maktülün yaralanma şekli dikkate alındığında kurallara uygun olarak atış yapmadığı bu şekilde yapmış olduğu atış sonucunda gaz fişeğinin, birisine çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmüş olmasına rağmen öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalarak atış eylemini kurallara uygun olmayarak yapmış bu bağlamda atış kurallarına uymamıştır. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında olası kastla hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiğinden sanığın eylemine uyan; TCK'nun 81/1, 21/2, 53 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına, ... karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunmuştur.
Tüm delillerin birlikte değerlendirilmesinde;
[A.C.], 03/06/2013 tarihinde saat 23.00'ten sonra gösteri yapanların dağılması sırasında başına almış olduğu sert bir cisim sonucu yaralanmış ve akabinde vefat etmiştir.
[A.C.nin] vurulmuş olduğu sokağın başına shortland aracın geldiği, durduğu ve bu sırada ateş edildiği, akabinde normalden fazla bir sesle dışarıdan bağırma sesi duyulduğu, Abdocan vuruldu şeklinde bir ses duyulduğu görülmekle, sanığın içerisinde bulunduğu aracın sokak başında durduğu ve ateş ettiği sırada, [A.C.nin] vurulduğu anlaşılmıştır.
[A.C.nin] başından vurulmuş olduğu yaranın niteliğine göre, öldürmeye elverişli bir silah olan tabanca, tüfek veya av tüfeğinden çıkan bir mermi veya domdom kurşunundan yaralanmadığı anlaşılmıştır.
Adli Tıp Kurumu raporuna göre de almış olduğu yaranın, gaz tüfeğinden çıkan parça ile oluştuğu anlaşılmıştır.
Bu nedenle savunmanın aksine, vurulma olayını gerçekleştiren kişinin sanık [A.K.] olduğu kanaatine varılmıştır.
EYLEMİN VASIFLANDIRILMASI
İddianamede sanığın TCK'nun 81/1, 21/2 maddeleri uyarınca olası kasıtla cezalandırılması talep edilmiştir.
Cumhuriyet Savcısı mütalaasında, sanığın aynı sevk maddeleri uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir.
Katılan taraf ise sanığın kasten öldürme suçundan TCK'nun 81/1 maddesi uyarınca ve ayrıca görevi gereği elinde bulunan araçla suç işlediğinden, TCK'nun 266. maddesi uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir.
Eylemin vasıflandırılmasına gelince; sanığın olayda kullanmış olduğu gaz tüfeğinin ve gaz tüfeğinden çıkan gaz fişeğinin doğrudan insan öldürme sonucunu doğuran bir silah olmadığı, olay sırasında sanık ile maktul arasında 30 metre kadar mesafe olduğu anlaşıldığından, eylem kasten öldürme suçu olarak vasıflandırılmamış, yine aynı düşünceyle olası kasıtla öldürme suçu olarak vasıflandırma yapılmamıştır.
Ancak sanığın, öldürmeye elverişli silah olmayan gaz tüfeğiyle ateş edip, gaz fişeğini kafaya isabet sonucu kafatası kırığı oluşturup, buna bağlı olarak beyin kanaması ve beyin doku harabiyetini doğuracak şekilde ölüm sonucunu doğuran eylemi TCK'nun 87/4 maddesinde belirtildiği şekilde kastı aşan öldürme suçu olarak değerlendirilmiştir.
Suçun vasıflandırılması yönünden Hakim [T.G] karşı oy kullanmıştır.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- Sanık [A.K.nın], [A.C.yi] silahtan sayılan gaz tüfeğiyle kastın aşılması suretiyle öldürme suçunu işlediği sabit olmakla, eylemine uyan 5237 Sayılı TCK'nun 87/4 madde- fıkrasının 2. cümlesi uyarınca sanığın kişiliği, olayın işleniş şekli ve gelişimi göz önüne alınarak, takdiren 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
TCK'nun 266/1 maddesi uyarınca eylem kamu görevine ait araçla işlendiğinden, ceza 1/3 arttırılarak sanığın 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
TCK'nun 62/1 maddesi uyarınca cezasından 1/6 indirilerek sanığın 13 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
30. Bu karara muhalefet eden Hâkim T.G.nin karşıoy yazısı şöyledir:
"... Mahkememiz sayın çoğunluğunun görüşü ve görüşüm arasında oluşa ilişkin bir fark bulunmamaktadır.
Ancak sanığın suçunun niteliğinin sayın çoğunluğun kabulü olan kastın aşılması suretiyle adam öldürme suçu değil olası kasıtla adam öldürme suçu olduğu görüşündeyim.
Kamu davasına konu olayda kullanılan gaz fişeğinin kriminal raporlar ile belirlenen ağırlığı, uzunluğu, çapı, hızı ve menzili , sanık tarafından atıldığı yer ile maktülün de içinde yer aldığı topluluğun bulunduğu yer arasındaki mesafe, gaz tüfeği kullanma talimatı ve genelgesi, normal bir insan boyundaki maktülün kafasından isabet almış olması, adli raporlar ile tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde;
Göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanma konusunda kurs gören ve bu hususta bilgi ve tecrübesi bulunan sanığın, yukarıda belirtilen genelge ve talimattaki kurala uymayacak şekilde tuttuğu gaztüfeğini ateşlemek suretiyle yaptığı atış neticesinde; ağırlığı, uzunluğu, çapı, hızı ve menzili belli olan gaz fişeğinin kendisinden 36 metre kadar uzaktaki topluluk içerisinde bulunan birisinin kafasına isabet etmesi halinde eyleminin ağır yaralanma veya ölümle sonuçlanabileceğini öngörmüş olmasına rağmen, öngörülen muhtemel ölüm neticesinin meydana gelmesine kayıtsız kalarak eylemini işlemek suretiyle olası kast ile maktülün ölümüne sebebiyet verdiği,
Böylelikle kamu görevlisi olan sanığın görevi gereği elinde bulundurduğu araç ve gereci kullanmak suretiyle olası kasıtla adam öldürme suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan TCK'nun 81/1, 21/2, 266/1, 53 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına... karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüş ve uygulamasına katılmıyorum."
31. A.K. hakkındaki mahkûmiyet kararı Cumhuriyet savcısı, A.K. ve başvurucuların avukatları tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesinin E. 2016/2162 sayılı dosyası üzerinden 21/5/2018 tarihinde oybirliğiyle verdiği bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:
Oluşa ve dosya kapsamına göre; suç tarihinde Ülke genelinde Gezi Parkı olayları olarak bilinen şiddet eylemleri sırasında, Hatay İli Armutlu Mahallesinde gerçekleşen gösterilerde, sanık [A.K.nin] görevli polis memuru olduğu ve göstericileri dağıtmak için müdahalede bulunduğu esnada gaz tüfeğiyle atış yaptığı ve bu atışlardan birinin ölen [A.C.nin] başına isabet etmesiyle ölümüne sebebiyet verdiği olayda; sanığın öldürme ya da yaralama kastıyla hareket ettiğini gösteren kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı ancak gaz tüfeğiyle atış yapma eğitimi alan ve gaz fişeğinin birine isabeti sonucu yaralama yada ölüme sebebiyet vereceğini bilmesi gereken sanığın, atış yaptığı sırada gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek göstericileri dağıtmak amacıyla tüfeği ateşlediği, bu esnada ölenin isabet aldığı anlaşılmakla; eyleminin oluşa göre 'bilinçli taksirle öldürme' suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek, yazılı biçimde 'kasten yaralama sonucu ölüme neden olma' suçundan hüküm kurulması,
Yasaya aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmekle, hükmün tebliğnameki düşünce gibi BOZULMASINA ..."
32. Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi bozma ilamının ardından 2018/248 Esas numarası üzerinden yeniden ele aldığı dosyada oybirliğiyle bozma ilamına uyulmasına ve A.K.nın bilinçli taksirle öldürme suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. 19/11/2018 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:
Cumhuriyet Savcısı mütalaasında, bozma kararı doğrultusunda sanığın TCK'nun 85/1, 22/3 maddeleri uyarınca bilinçli taksirle öldürme suçundan cezalandırılmasını talep edilmiş, katılan taraf ise bozma kararına uyulmamasını talep etmiştir.
Mahkememizin 26/09/2018 tarihli duruşmasında bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir. Yüksek Ceza Genel Kurulu'nun 31.03.2015 tarih, 2014/6-823 Esas ve 2015/85 Karar sayılı ilamında, bozmaya uyma kararlarının bağlayıcı olduğuna hükmedilmiştir.
Dosya Konusu Olaydaki Kusurluluk Durumunun Tespiti:
Yukarıda açıklanan unsurlar neticesinde, sanık [A.K.nın] olay günü aldığı emir ve talimat doğrultusunda olay mahallinde görevli polis memuru olduğu, olayda kullanılan polis aracı içinde suça konu gaz fişeği kapsülü atan silahı kullanmakla görevli bulunduğu, bu silahın kullanımına ilişkin eğitim aldığı ve kullanmaya ehil olduğu, silah üzerinde de kısmen silahın kullanımına dair ikazların yer aldığı, sanığın olay tarihinde gerçekleşen eylemler sırasında eylemcilerin dağıtılması için verilen emir üzerine yedinde bulunan gaz tüfeği ile araç içinden atış yaparak araçla birlikte olay mahalline doğru gittiği, aracın belli aralıklarla gidip sokak başlarında durduğu, araç kamerasının cadde ve etrafı kontrol ettiği, sanığın da olayın meydana geldiği sokak başına geldiğinde maktul [A.C.nin] bulunduğu tarafa doğru gaz kapsülü atan tüfekle ateş ettiği, sanığın gaz tüfeği donanımlı polis aracı içerisindeki delikten gaz fişeğini ateşlediği, ateş edildiği sırada sanığın bulunduğu araç ile maktulün bulunduğu yer arasında tespite göre 30 metre kadar mesafe bulunduğu, gaz tüfeğiyle atış yapma eğitimi alan sanığın gaz fişeğinin birine isabeti sonucu yaralama yada ölüme sebebiyet vereceğini öngörebilecek durumda olduğu, ancak bununla birlikte sanığın olayda kullandığı gaz tüfeğinin yapısı ve kullanma şekli göz önüne alındığında dosya kapsamına göre sanığın eylemini yaralama yahut öldürme kastıyla işlediğine dair kesin bir kanaate varılamadığı, bu kapsamda olası neticeyi öngörebilecek durumda olan sanığın mesleki dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı davranmak suretiyle meydana gelen neticenin gerçekleşmesine sebebiyet verdiği kabul edilmiş, bu yönde Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.05.2018 Tarih, 2016/6162 Esas ve 2018/2384 Karar sayılı BOZMA ilamına uyularak eylemin bilinçli taksirle işlendiğinin kabulü gerekmiştir.
TEŞDİT GEREKÇESİ:
Yukarıda detaylı şekilde açıklandığı üzere; sanığın suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebilmesi ihtimalini kabullenmediği ve ancak muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için de önlem almadığı anlaşılmakla, olayda kullanılan gaz fişeğinin ağırlığı, hızı ve menzili, sanık tarafından atıldığı yer ile maktülün de içinde yer aldığı topluluğun bulunduğu yer arasındaki mesafe, gaz tüfeği kullanma talimatları göz önüne alındığında, meydana gelen neticenin ağırlığı da gözetilerek eylemin basit haline göre sanığın eyleminin ağırlaştığı ve kusurluluk durumunun arttığı gözetilerek, sanık hakkında temel ceza belirlenirken adalet, hakkaniyet ve nasafet kurallarına uygun olarak kanunda öngörülen üst sınıra yakın belirlenmesi gereği hasıl olmuştur.
Yukarıda irdelenen deliller kapsamında, sanığın eyleminin TCK 85/1 maddesine uygun olduğu kabul edilmiş, sübut bulan suçun mahiyeti nazara alınarak hükmolunan cezada TCK 22/3 maddesi gereğince üst hadden 1/2 oranında artırım yapılmış, hükmolunan cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkisi gözetilerek TCK 62/1 maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak netice ceza belirlenmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: (Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere)
1-... sanığın takdiren ve teşdiden 5 YIL 6 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
2-Sanığın eylemini bilinçli taksir ile işlendiğine kanaat getirildiğinden, TCK 22/3 maddesi uyarınca sanığın sübut bulan eyleminde, bilinçli taksire yönelik kusurunun üst hadden artırımı gerektirecek ölçüde sübut bulduğu değerlendirilmekle, hükmolunan cezada 1/2 oranında artırım yapılarak sanığın 7 YIL 15 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
3-Sanığın geçmişi, cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri, lehine takdiri indirim nedeni yapılarak sanığa verilen cezanın TCK.nun 62/1 maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirilerek 6 YIL 10 AY 15 GÜN HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
33. Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararı da katılanlar vekilleri ve sanık müdafileri tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2019/2772 Esas sayılı dosyası üzerinden yaptığı inceleme neticesinde 20/11/2019 tarihinde verdiği kararla temyiz taleplerinin reddine ve Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/11/2018 tarihli kararının onanmasına karar vermiştir. Nihai karar niteliğindeki Yargıtay ilamının Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesiyle başvurucu vekilleri 7/3/2020 tarihinde ilamı öğrenmiştir.
B. Başvurucuların A.C.nin Ölümü Nedeniyle Açtıkları Tam Yargı Davası
34. Başvurucular A.C.nin ölümü nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. İçişleri Bakanlığının bu talebe süresinde yanıt vermemesi üzerine başvurucular 16/10/2016 tarihinde Hatay İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.
35. Hatay 1. İdare Mahkemesinin başvurucuların tazminat taleplerini kısmen kabul ettiği 30/12/2019 tarihli ve E.2016/1716, K.2019/1439 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Davanın Maddi Tazminat istemine dair kısmı yönünden incelendiğinden;
Dava dosyasının incelenmesinden; 'Gezi Parkı' olaylarını protesto amacıyla 03/06/2013 tarihinde Hatay ilinde vatandaşların katıldığı protesto gösterilerinin yapıldığı, bu gösteriler sırasında saat 23:00 sıralarında Armutlu Mahallesi, Uğur Mumcu Alanı ve Gündüz Caddesinde yapılan gösteriler esnasında bir polis memuru tarafından atılan gaz kapsülünün başına isabet [A.C.nin] yaralanarak yere düştüğü, yardım eden kişilerce Devlet Hastanesine kaldırıldığı, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı, savcılık aşamasında müteveffanın başının arka kısmına aldığı darbe neticesinde öldüğünün belirlendiği, Adli Tıp Kurumundan aldırılan raporda [A.C.nin] ölümünün 'gaz fişeğinin kafaya isabet etmesi ile oluşan kafatası kırıkları nedeniyle birlikte beyin kanamasından kaynaklandığı' tespit edildiği ve gaz fişeğinin polis memuru A.K. tarafından atıldığının tespit edilmesi üzerine uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle idareye başvuru yapıldığı, yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine, zımni ret işleminin iptali ile anne-baba ve diğer kardeşler için toplam 1.600,000,00-TL manevî tazminatın( anne ve baba için ayrı ayrı 500.000,00-TL; kardeşleri için ise ayrı ayrı 150.000,00-TL) ve anne-baba için destekten yoksun kalma ve diğer maddî zararlar için 100.000,00-TL(ıslah dilekçesiyle birlikte 137.995,76-TL) maddî tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
... ilgilinin olay sonucu meydana gelen zararın kamu hizmetinin yürütülmesi ve görevin ifası sırasında oluştuğu, dolayısıyla zarar ile idare eylem arasında nedensellik bağı bulunduğu açıktır.
Bu hâle göre; davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararın kusur sorumluluğu ilkesi gereğince karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
... bilirkişi raporunda özetle '...anne Hatice CÖMERT için 84.973,44-TL, baba Edip CÖMERT için ise 51.02,32-TL destekten yoksun kalma tazminatının hesaplandığı, ayrıca mevlüt ve mezarlık ücreti olmak üzere 2.000,00-TL cenaze ve defin giderinin hesaplandığı'; dolayısıyla toplamda 137.995,76-TL tazminatın hesaplandığı görülmüştür.
Bu durumda; dava dosyasında yer alan tüm bilgi ve belgeler dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporu ile birlikte değerlendirildiğinde; davacılardan anne Hatice CÖMERT tarafından talep edilen 50.000,00-TL maddî tazminatın idareye başvuru tarihinden (11/07/2016) itibaren; 34.973,44-TL'lik kısmının ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten(14/11/2019) itibaren; baba Edip CÖMERT tarafından talep edilen 50.000,00-TL maddî tazminatın idareye başvuru tarihinden(11/07/2016) itibaren; 1.022,32-TL'lik kısmının ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten(14/11/2019) itibaren; 2.000,00-TL defin giderlerinin ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılardan anne ve babaya ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Manevî tazminat talebi yönünden incelendiğinde;
Kişilik değerlerinde ortaya çıkan eksilmenin para ile ölçülmesi, başka bir ifadeyle ekonomik bir değer olarak hesaplanması mümkün değildir. Bu nedenle; manevî tazminatın tayin ve hesaplanmasında hâkimin geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmektedir. Hâkim, ihlâl edilen kişilik değerinin türü, ihlâli oluşturan eylemin niteliği ve olayın oluş şekli, manevî zarar olarak nitelendirilen acı ve üzüntü ile kusurun ağırlığını gözönünde tutarak zarar görene maktu bir miktarın ödenmesine karar verecektir. Hesaplanan ve ödenmesine karar verilen manevî tazminat miktarının, zarara neden olan eylemin ağırlığı ile hukuka aykırılığın derecesini karşılar nitelikte bir miktar, davacı bakımından ise sebepsiz zenginleşmeye yol açmayacak bir düzeyde olması gerekmektedir.
Bu durumda; manevî tazminatın hesaplanması ile ilgili yukarıda aktarılan bilgiler ışığında yapılan değerlendirmede; dava konusu olayın oluş şekli, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak takdiren; anne ve baba için ayrı ayrı 150.000,00-TL ve her bir kardeş için ise ayrı ayrı 25.000,00-TL olmak üzere toplam 400.000,00-TL manevî tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmin edilmesi ve bu miktarı aşan (1.200.000,00-TL) manevî tazminat isteminin ise reddi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
1- Dava konusu olay sebebiyle uğranıldığı iddia olunan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddedilmesine dair işlem yönünden davanın incelenmeksizin reddine; davacıların maddî tazminat isteminin kabulü ile davacılardan anne Hatice CÖMERT tarafından talep edilen 50.000,00-TL maddî tazminatın idareye başvuru tarihinden(11/07/2016) itibaren; 34.973,44-TL'lik kısmının ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten(14/11/2019) itibaren; baba Edip CÖMERT tarafından talep edilen 50.000,00-TL maddî tazminatın idareye başvuru tarihinden(11/07/2016) itibaren; 1.022,32-TL'lik kısmının ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten(14/11/2019) itibaren; 2.000,00-TL defin giderlerinin ise ıslah dilekçesinin idarenin kaydına girdiği tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılardan anne ve babaya ödenmesine; manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile anne Hatice CÖMERT için 150.000,00-TL, baba Edip CÖMERT için 150.000,00-TL ve kardeşlerin her biri için 25.000,00-TL olmak üzere toplam 400.000,00TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, manevi tazminat talebinin fazlaya ilişkin kısmının ise reddine;
36. Yukarıda yer verilen karara karşı hem başvurucular hem de davalı İçişleri Bakanlığı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Adana Bölge İdare Mahkemesi 2. Dava Dairesi 2021/385 Esas sayılı dosyası üzerinden inceleme yaparak 26/10/2021 tarihinde verdiği kararla Hatay 1. İdare Mahkemesinin kararını hukuka uygun bulmuş, kararın yargılama giderleri kısmında düzeltme yaparak istinaf taleplerini reddetmiştir. İstinaf başvurusunun reddi kararının gerekçesinde ilk derece mahkemesi kararı ve bu kararın dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğu belirtilmiştir.
37. Adana Bölge İdare Mahkemesinin istinaf incelemesi kararına karşı başvurucular ile İçişleri Bakanlığının Danıştay nezdinde temyiz talebinde bulunduğu, inceleme tarihi itibarıyla başvurucuların idari yargıda açtığı tam yargı davasının temyiz safhasında derdest olduğu anlaşılmıştır.
C. Başvurucuların Somut Başvuru Öncesinde Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yaptığı Bireysel Başvurular
38. Başvurucu Hatice Cömert 15/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. 2014/15242 bireysel başvuru numarası üzerinden incelenen bu başvuruda başvurucu; oğlu A.C.nin ölümü nedeniyle yürütülen yargılamanın güvenlik gerekçesiyle Balıkesir'e nakledilmesinin yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarını ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. İhlal iddialarını ise aşağıda yer verilen üç temel nedene dayandırmıştır:
i. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre nakil için talepte bulunan makamın yargı yetkisi bulunmayan Bakanlık olması
ii. Somut olayda kamu güvenliği için tehlike oluşması şartının gerçekleşmemesine rağmen davanın nakline karar verilmesi
iii. Nakil kararıyla ilgili olarak şikâyetçi tarafın görüşlerinin alınmaması ve nakil kararına itiraz imkânının bulunmaması
39. Anayasa Mahkemesi 2014/15242 numaralı bireysel başvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. 26/12/2014 tarihli kabul edilemezlik kararında başvurucunun tüm iddiaları yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir. Karar gerekçesinde, inceleme tarihi itibarıyla derdest olan ceza yargılamasında kamu davasının nakline ilişkin süreç de dâhil olmak üzere yaşam hakkını koruyan hukukun etkisiz olduğunu ve olağan başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağını kabul etmenin mümkün olmadığı belirtilmiştir (Hatice Cömert, B. No: 2014/15242, 26/12/2014, §§ 13-24).
40. Başvurucular 9/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvuruda bir kez daha A.C.nin ölümü nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; ihlal iddialarını ise özetle şu nedenlere dayandırmışlardır:
i. A.K. ile aynı araçta görevli olan B.A.Ş. ve H.Y.A. adlı polis memurları hakkında kamu davası açılmamıştır oysa bu görevliler aracın şoförü ve operatörü sıfatıyla adam öldürme suçunun işlenmesini kolaylaştırmıştır.
ii. Kolluk görevlilerine gaz kullanma emrini veren amirler hakkında bir araştırma yapılmadan takipsizlik kararı verilmiştir.
iii. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararına yapılan itirazı gerekçesiz olarak reddetmiştir.
41. Başvurucuların hak ihlali iddialarının tümü yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmiş ve 2014/19406 numaralı bireysel başvuru üzerinden incelenerek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Kabul edilemezlik kararının gerekçesinde soruşturmanın etkili olup olmadığına dair değerlendirmenin ceza yargılaması tamamlandıktan ve soruşturmanın bütün olarak incelenmesinin ardından yapılabileceği belirtilmiştir (Hatice Cömert ve diğerleri, B. No: 2014/19406, 13/7/2016, §§ 7-14).
42. Başvurucular 2014/19406 numaralı bireysel başvuruda kabul edilemezlik kararı verilmesinin ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunarak yakınları A.C.nin kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu ölmesi ve bu olayla ilgili başlatılan soruşturmada güç kullanılması emrini veren Hatay Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile B.A.Ş. ve H.Y.A. adlı polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle yaşam haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru dosyasındaki bilgilere göre AİHM nezdinde 22/1/2017 tarihinde yapılan bu başvuru 17231/17 bireysel başvuru numarası ile derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
43. 5237 sayılı Kanun'un "Ceza Kanununun amacı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"(1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir."
44. 5237 sayılı Kanun'un "Kast" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir."
45. 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(...)"
46. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
" (1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir."
47. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. "
48. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
49. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
" (3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."
50. 5271 sayılı Kanun'un "Davanın nakli ve duruşmanın başka yerde yapılması" kenar başlıklı 19. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtay'dan ister."
51. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet, maddi güç ve kanuni şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedeni kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedeni gücü,
b) Maddi güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedeni kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,
b) Bedeni kuvvet ve maddi güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıyı teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmaktı ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."
52. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.
53. 30/12/1982 tarihli Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği'nin 25. maddesinde gösteri sırasında uygulanacak izleme, kontrol ve müdahalelere ilişkin prensipler belirtilmektedir.
54. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/12/2008 tarihli ve 19 sayılı "Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelgesi, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm kolluk birimlerine gönderilmiştir. Bu Genelge, Aralık 2008 tarihinde hazırlanan Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'na atıf yapmaktadır. Bu talimat göz yaşartıcı gaz silahlarının özelliklerini, kullanım yöntemlerini ve gazın etkilerini açıklamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen bu talimatın ilgili kısmı şöyledir:
"(…)
2. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarını Kullanma Taktikleri
- Göz yaşartıcı maddeler gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılır.
- Kadrosunda göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanımı kursu almış personel bulunmayan birimlerimizce, olaylarda kullanılmak üzere göz yaşartıcı gaz silahı ve mühimmatı talebinde bulunulmaz.
- Göz yaşartıcı maddelerin dozu topluluğun veya kişinin direncine ve karşı koymasına orantılı olarak kademeli bir şekilde arttırılır.
- Göz yaşartıcı gaz fişekleri doğrudan insan vücudunu hedef alacak sekilde atılmaz.
- Göz yaşartıcı maddeler direniş ve saldırısına son vermiş kişilere karşı asla kullanılmaz.
- Göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan veya kullanacak her personel, mühimmatı üreten firmanın belirttiği kullanma talimatı ve uyarılar hakkında bilgilendirilir.
3. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarının Açık ve Kapalı Alanlarda Kullanım Taktikleri
a) Açık Alanlarda
- Toplumsal olaylarda kalabalığı daha küçük parçalara bölerek dağıtmak, aralarındaki etkileşimi zayıflatarak tahrikçilerin etkilerinden diğerlerini kurtarmak için Göz Yaşartıcı Maddeler kullanılabilir.
- Toplumsal olaylarda göz yaşartıcı madde kullanımında aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır.
- Gazdan etkilenen şahısların kaçış yolları açık tutulmalıdır. Kaçış yolu açık tutulmazsa kalabalığı dağıtmak mümkün olmadığı gibi sıkıştırılan insanlar da daha fazla saldırganlaşırlar. Ayrıca, kaçış yolunun iyi tayin edilmesi gereklidir. Kalabalığın tahribat yapabileceği, iş merkezlerinin ve yerleşim merkezlerinin bulunduğu bölgelere geçiş kapatılmalı, grubun zarar verme ihtimali en düşük olan ve küçük parçalara ayırma imkânı bulunabilen bölgelere geçiş açık tutulmalıdır.
- Kullanılacak olan mühimmatların menzilinin ne kadar olduğunun bilinmesi ve buna göre hedeflenen noktaya ulaşıp ulaşamayacağının düşünülerek, uygun mesafeden atılması gerekir. Ayrıca, mühimmatın geri atılabileceği ve etki alanı da düşünülerek, toplumsal olayın durumuna uygun mühimmatların kullanılması gereklidir.
- Kalabalığın özellikleri ve büyüklüğü dikkate alınmalıdır. Çok büyük bir topluluğun ortasına gaz mühimmatları atıldığında içeriden dışarıya doğru bir kaçış olacağı düşünüldüğünde, bu büyük topluluğun dış kısmındakilerin gazdan etkilenmedikleri için açılmayabilecekleri ve ezilmelerin olabileceği düşünülmelidir.
b) Kapalı alanlarda
- Kapalı yerlerde gaz kullanımından amaç, içerideki şahısları dışarıya çıkmaya zorlamak ve göz altına almaktır.
4. Göz Yaşartıcı Gazla Müdahale Kademeleri
- Topluluk ile polis arasındaki mesafeye göre tercih edilmesi gereken göz yaşartıcı gaz mühimmatlarına ilişkin esaslar aşağıda belirtilmiştir.
a) 1. Kademe: Yakın mesafe (1–15 metre) Gaz Spreyi ve Model 5 Gaz Tüpü ile yapılan müdahale şeklidir. Kalkan hattına yüklenen grubu, gazın fiziksel ve psikolojik etkisi vasıtasıyla minimum 15 metre etki altına alabilir.
b) 2. Kademe: Orta mesafe (15–30 metre) Gaz El Bombaları ile yapılan müdahale şeklidir. 1. Kademe Müdahale sonunda dağılmamakta ısrar eden ve saldırgan özelliğini koruyan gruplara karşı kullanılır. Meteorolojik şartlara göre değişmekle birlikte bir adet gaz el bombası 50 metre karealanı etkisi altına alabilir.
c) 3. Kademe: Uzak Mesafe (30–150 metre) 37/38 mm. Gaz Tüfeği ile yapılan müdahale şeklidir. 2. Kademe Müdahaleye müteakip toplanmaları engellemek ve grubu dağılım güzergâhlarına yönlendirmek amacıyla kullanılır. Kullanıcının vücuduna 45 derece açı ve ideal hava şartlarında yapılan atış ile 150 m mesafe ötesi etki altına alınabilir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Belgeler
55. 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhasıyla İlgili Sözleşme, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilen Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin ilgili bölümleri, BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü tarafından hazırlanan raporun ilgili hükümleri, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gazların kullanımına ilişkin görüşleri ve Avrupa Konseyinin bazı üye devletlere yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında belirttiği tavsiyeler için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097,28/9/2016, §§ 31-35.
2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM İçtihadı
56. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar”
57. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" 1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...
Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a)Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun tutulan bir kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması."
58. AİHM'e göre kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olayları, hiçbir bireyin yaşamına son vermemeye ilişkin negatif yükümlülük kapsamında incelenmelidir. Sözleşme'nin 2. maddesi bir bütün olarak esasen bir kişinin kasten öldürülmesinin kabul gördüğü durumları değil istenmeyen sonuç olarak ölüme sebep olan güç kullanımının kabul gördüğü durumları tanımlamaktadır. Bununla birlikte güç kullanımı, Sözleşme'nin 2. maddesindeki amaçlara ulaşılmasına yönelik gerçekleştirilmiş olsa da kesinlikle gerekli olandan fazla olamaz. Bu bağlamda Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci fıkrasındaki "kesinlikle gerekli" ifadesi, normalde Sözleşme'nin 8.-11. maddeleri kapsamında demokratik bir toplumda gereklilik belirlenirken geçerli olan gereklilik testinden daha katı ve zorlayıcı bir testin kullanılması gerektiğini ifade eder. Özellikle kullanılan güç, maddenin bentlerindeki amaçlara ulaşılmasıyla kesinlikle orantılı olmalıdır (McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 148, 149).
59. AİHM, öldürme kastı olmadan fakat sonuçlarını öngörmeden ve özen göstermeden ateş edip silah kullanma yetkisinin sınırlarını aşarak durması istenen araçtaki kişiyi taksirle öldüren bir polis memurunun bu eylemini (Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23307/10, 64591/11, 22/5/2018) yakalamak için kanuna uygun olsa da orantısız şekilde silahlı güç kullanarak yakalanmak istenen kişinin ölümüne sebebiyet veren bir başka polis memurunun eylemini (Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014) ve toplumsal gösteriye müdahale eden kolluk görevlilerince fırlatılan gaz bombası kapsülünün başına isabet etmesi nedeniyle bir kişinin ölmesi olayını (Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014) negatif yükümlülük kapsamında incelenmiştir.
60. AİHM, kamu görevlilerinin silahlı güç kullanımı ile ilgili olarak devletin yaşam hakkına riayet edilmesine yönelik önemli bir görevinin bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre devlet, konuyla ilgili uluslararası standartları gözönünde bulundurarak silahlı güç kullanılabilecek koşulları tanımlayan yasal ve idari çerçeve oluşturmakla yükümlüdür (Giulliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 99; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 57-59). Bunun yanında devletler, görevlilerin yüksek düzeyde mesleki yeterliliğe sahip olmalarını sağlamalı ve uygulanan kriterleri karşıladıklarından emin olmalıdır. Özellikle ateşli silahların emanet edildiği kolluk kuvveti mensuplarına gerekli eğitim verilmeli, bu kişilerin seçiminde özenli davranılmalıdır (Saso Gorgiev/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 49382/06, 19/4/2012, § 51).
61. AİHM, yukarıda belirtilen silahlı güç kullanımıyla ilgili yasal ve idari bir çerçeve oluşturulması ve silahlı güç kullanan görevlilerin yeterli eğitime sahip olmaları gerektiğine dair ilkelerini Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44827/08, 16/7/2013) kararında uygulamıştır. Anılan karara konu olayda Abdullah Yaşa, bir fırlatıcı vasıtasıyla doğrusal bir yörünge izleyecek şekilde atılan biber gazı kapsülünün baş bölgesine isabet etmesi nedeniyle yaralanmıştır. AİHM'e göre bir fırlatma aygıtı vasıtası ile doğrusal bir yörünge izleyecek şekilde yapılan bu biber gazı kapsülü atışının ciddi hatta ölümcül yaralanmalara neden olabileceği dikkate alındığında uygun bir polis müdahalesi olarak değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir. Bunlara ek olarak AİHM, olayların cereyan ettiği dönemde Türk hukukunda toplu gösterilerde biber gazı kullanımını düzenleyen hiçbir hüküm ve yönergenin bulunmadığını tespit etmiştir. Aynı yerde meydana gelen olaylarda iki kişinin gaz kapsülü isabet etmesi sonucu öldüğü ve Abdullah Yaşa'nın da yaralandığı dikkate alındığında polis memurlarının büyük bir serbestî içinde faaliyet gösterip ölçüsüz inisiyatifler alabildiği sonucuna varılabilir. AİHM'e göre bu olayda polisler uygun bir eğitim ve yerinde talimatlar almış olsalardı olayların sonuçları muhtemelen farklı olacaktır (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, §§ 37, 41, 48,49).
62. AİHM'e göre 2. madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden yaşam hakkını korumaktadır. AİHM, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın en dikkatli biçimde incelemeye tabi tutulması gerektiği görüşündedir. AİHM'e göre devlet görevlilerinin güç kullanımına ilişkin davalarda yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü dâhil olayı çevreleyen bütün faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 93).
63. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesini 1. maddesi ile birlikte yorumladığında Sözleşmeci devletin yaşam hakkı kapsamındaki olay hakkında etkili şekilde bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir. AİHM, bu bağlamda Sözleşme'nin 1. maddesi kapsamında Sözleşmeci devletlerin yetki alanı dâhilindeki kişilerin Sözleşme'de tanımlanan haklarını ve özgürlüklerini koruma genel görevi ile değerlendirilen Sözleşme'nin 2. maddesindeki yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün güç kullanımı sonucunda hayatını kaybeden kişilerin ölümünü araştırmak için etkili bir soruşturma açılmasını dolaylı olarak gerektirdiğini belirtmektedir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 161-163). AİHM, bu yönde incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ilk kez kamu görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili olarak belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve hukuka aykırı olarak öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için yetkili makamlarca ölümcül güce başvurulmasının yasallığının denetlenmesini sağlayan bir prosedürün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğün temel amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevli ve makamların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163; Aktaş/Türkiye, B. No: 24351/94, 24/4/2003, § 299). Diğer taraftan devlet görevlilerinin kullandığı öldürücü gücün hukukiliğinin denetlenmesi için bir usul bulunmaması hâlinde devlet görevlilerinin keyfî olarak öldürmemelerine dair genel kanuni yasak etkisiz kalır (Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, § 230). McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği karardan beri AİHM, bu yükümlülüğün sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin kamu görevlileri ya da üçüncü kişiler veya mağdurun yaralanmasının kendisinden kaynaklı olup olmadığına bakmaksızın çeşitli durumlarda ortaya çıktığı kanaatindedir.
64. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise soruşturmanın gerekliliklerine ilişkin kriterleri belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109). Bu kriterler AİHM'in tamamen yeni belirlediği kriterler, başka deyişle ilkeler değildir. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı kriterlerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM, sonrasında süregelen tüm incelemelerinde bu ilkeleri somut olaylara uygulamış; herhangi birinin yerine getirilmemiş olduğunu tespit ettiğinde yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
65. AİHM'in olayda kovuşturma aşamasına geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin belirlediği gerekliliklerin soruşturma aşamasının ötesine uzandığına ve karar verme aşaması dâhil kovuşturmanın tamamının kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğün gereklerini yerine getirmesi gerektiğine sıkça vurgu yaptığını hatırlatmak gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). AİHM, yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin hukuka aykırı olarak bir kişiyi öldüren ya da ölümcül yaralayanlar hakkında ceza hukukunu uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (pek çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 60).
66. AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar dâhil olmak üzere- kişilerin hayatlarını sona erdiren veya tehlikeye atan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde işbirliği olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006; Kasap ve diğerleri/Türkiye, §§ 54-61).
67. AİHM, kamu görevlisinin karıştığı öldürme olayları için uygun olan yaptırımları seçimlerinde ulusal mahkemelere saygı gösterdiğini ancak eylemin vahameti ile verilen ceza arasında açık orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme hususunda yetki kullanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir (Nikolova ve Velichova/Bulgaristan, B. No: 7888/03, 20/12/2007, § 61). AİHM, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme'nin 2. maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini değerlendirmesi görevinin bulunduğunu ifade etmektedir (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62).
68. AİHM; bu bağlamda bir polis memurunun bir şüpheliyi yakalamak isterken yetkilerini taksirle aşarak bu kişiyi öldürmesi olayında Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasını polis memurunun eylemiyle açıkça orantısız bulmuştur. AİHM ayrıca yetersiz cezanın ertelenmesini de eleştirmiştir. AİHM, derece mahkemesinin çok daha ağır bir ceza verme yetkisine sahip olmasına rağmen son derece hafif bir ceza belirlemesini ve bunu da ertelemesini, takdir hakkını böylesi ağır bir suça asla hoşgörüyle yaklaşılmadığını göstermek yerine suçun sonuçlarını hafifletmek için kullanması olarak değerlendirmiştir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 42). AİHM, yukarıda değinilen Kasap ve diğerleri/Türkiye başvurusunda (bkz. § 59) taksirle öldürme suçundan suçlu bulunan polis memurunun eylemine karşılık olarak belirlenen 1 yıl 8 ay hapis cezasının açıklanmasının geri bırakılmasını cezasızlık oluşturduğu gerekçesiyle ihlal nedeni olarak görmüştür. AİHM, her ne kadar ulusal hukuk bu tür suçlara ilişkin hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini mümkün kılsa da mahkemelerin bu konudaki takdir haklarını ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek için kullanmamaları gerektiğini, ayrıca bu tür uygulamaların benzer eylemlerin önlenebilmesinde caydırıcı etkiye neredeyse hiç sahip olmadığını belirtmiştir (anılan kararda bkz. §§ 61, 62).
69. AİHM, kolluk görevlilerinin silahlı güç kullanımlarında hukuka aykırı olarak ölüme yol açtıkları ile ihlalin açıkça veya özü itibarıyla ulusal mahkemelerce tespit edilmesi hâlinde kural olarak öldürmenin esas itibarıyla Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal ettiğinin kabul edildiği anlamına geldiğini belirtmekte; kullanılan gücün Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kesinlikle gerekli ve orantılı olup olmadığının kendisi tarafından tespit edilmesini gereksiz kıldığını açıklamaktadır. AİHM, belirtilen durumlarda incelemesinin sadece ulusal makamların bu ihlale uygun ve yeterli bir giderim sağlayıp sağlamadığı, buna bağlı olarak Sözleşme'nin 2. maddesindeki yükümlülüklerini usul ve esas bakımından yerine getirip getirmediğinin belirlenmesi ile sınırlı olduğunu ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 38; Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010, § 43; aksi yöndeki değerlendirme için bkz. Özcan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18893/05, 20/4/2010).
70. Bu tür durumlarda ödenen tazminatlar nedeniyle hükûmetlerin mağduriyetin giderildiği itirazlarını da değerlendiren AİHM, yaşam hakkından mahrum bırakmayla ilgili bu tür başvurularda, devletlerin sorumluların tespit edilip cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu her defasında hatırlatır (Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 163; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 177). AİHM'e göre yaşam hakkı kapsamında etkili yargısal sistem kurmaya ilişkin yükümlülüğün yerine getirilmesinde, bu tür olaylarda başvurucuların mağdur statülerinin sadece tazminat ödenmesi ile telafi edilmesi söz konusu olamaz. Yetkili makamların bu tür olaylarda izlemeleri gereken yolu tazminat ödemeye indirgemeleri, bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıkla denetimlerindeki kişilerin haklarını istismar etmelerini mümkün kılacak; bu durumda öldürmeye ilişkin genel yasaklar temel önemine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır (Özcan ve diğerleri/Türkiye, § 54; Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 34). Benzer başvurularda AİHM, ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminatın yeterli olabilmesi için iki tedbirin uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmaktadır. AİHM'e göre bu tür durumlarda ilk olarak yetkili makamlar tarafından sorumluların tespit edilmesi ile cezalandırılmasını sağlayabilecek nitelikte etkili bir ceza soruşturması yürütülmelidir. İkinci olarak ise başvurucu gerektiğinde ölümün neden olduğu zarar nedeniyle tazminat almalı ya da en azından elde etme imkânına sahip olmalıdır (Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, § 56).
71. Diğer taraftan AİHM'in ulusal mahkemenin takdir ettiği cezai yaptırımın yeterli olduğunu, maddi ve manevi zararların giderildiğini tespit ettikten sonra mağduriyet sıfatının ortadan kalktığını değerlendirerek kabul edilemez bulduğu başvurular vardır. AİHM; değinilen Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye (aynı kararda bkz. § 59) başvurusunda; silah kullanımını 5237 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince hukuka uygun bulmakla birlikte dikkatsizce kullanarak ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedende sınırı taksirle aştığını kabul edip polis memuruna ceza veren ulusal mahkemenin takdir ettiği 2 yıl 1 ay hapis cezasını olayın şartlarına göre uygun ve yeterli bulmuştur. AİHM, bunun yanında ulusal mahkemenin kararının gerekçesinde yaşam hakkının ihlal edildiğinin açıkça ifade edildiğini, mağdurlara benzer başvurularda bizzat kendisinin belirlediği tazminatlarla uyumlu maddi ve manevi tazminatların verildiğini, polis memurunun on ay süreli kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası aldığını belirterek yetkili makamlarca yaşam hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiği ve ihlale ilişkin mağduriyetin bu şekilde ortadan kaldırıldığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (aynı kararda bkz. §§ 61-65).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
72. Anayasa Mahkemesinin 16/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
73. Başvurucuların Sözleşme'nin 2. ve Anayasa'nın 17. maddeleri ile korunan yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları şu şekilde özetlenebilir:
i. Başvurucular yaşam haklarının öldürmeme yükümlülüğü bakımından ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuruculara göre barışçıl nitelikteki bir toplumsal gösteriye gereksiz bir şekilde gaz bombası atılarak müdahale edilmesi neticesi A.C. vefat etmiştir ve somut olayda kolluğun ölümcül güç kullanmasını gerektiren meşru amaçlardan hiçbiri bulunmamaktadır.
ii. Başvurucular ayrıca yaşam hakkının yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından da ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ölüme neden olan gaz fişeğinin üzerinde doğrudan insanların üzerine atış yapılmaması konusunda uyarı bulunmaktadır. Polis memuru, ulusal ve uluslararası hukukta kolluğun gaz tüfeği ve genel olarak silah kullanımını düzenleyen kurallara, kullanım talimatına ve aldığı eğitime aykırı şekilde doğrudan hedef gözeterek yaptığı atış sonucu A.C.nin ölümüne neden olmuştur.
iii. Başvuruculara göre yaşam hakkı, etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle de ihlal edilmiştir. Soruşturma-kovuşturma süreçlerinde delillerin toplanması konusunda yeterli özen gösterilmemiş, deliller resen toplanmamıştır. Kamera görüntülerinin netleştirilmesi işlemi dahi katılan vekillerince yapılmıştır. Gaz fişeği kullanma talimatı veren amirler soruşturmanın dışında tutularak cezasız bırakılmıştır. Gaz tüfeğini kullanan kolluk görevlisi eğitimli ve deneyimli olması nedeniyle 45 derecelik açıyla atış yapması gerektiğini bilmesine karşılık aynı bölgeye iki kez art arda yaptığı atışları yere paralel şekilde ve hedef gözeterek gerçekleştirmiştir. Bu nedenle fişeklerin baş bölgesine isabet etme riskini öngörmüş ve kabullenmiş olduğu görülmektedir. Atış yapan görevli, neticenin gerçekleşmesini önlemek için hiçbir çaba da göstermemiştir. Bütün bu deliller fiilin kasten öldürme şeklinde gerçekleştiğini göstermesine karşılık gaz fişeğini fırlatarak ölüme neden olan kolluk görevlisi taksirle öldürme suçundan mahkûm edilmiştir. Dolayısıyla ceza soruşturması-kovuşturması sonucunda ulaşılan neticeler caydırıcılıktan uzaktır.
74. Başvurucuların Sözleşme'nin 13., Anayasa'nın 36., 37., 40. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek etkili başvuru hakkı ve adil yargılanma hakkı kapsamında dile getirdikleri iddiaları şu şekilde özetlenebilir:
i. Hatay'da görülmesi gereken ceza davası Balıkesir'e nakledilerek kanuni hâkim güvencesi ihlal edilmiştir. Nakil konusunda esas karar vermeye yetkili makamın yargı yetkisi bulunmayan Bakanlık olması bağımsız mahkemede yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Nakil sürecindeki işlem ve kararlarda ceza davasında katılan sıfatı taşıyan başvuruculara bilgi verilmemiş, görüşleri sorulmamış, itiraz imkânı tanınmamış, böylece silahların eşitliği ilkesi de ihlal edilmiştir. Davanın suç yerinden başka bir mahkemede görülmesi, maddi gerçeklerin ortaya çıkarılması ile sorumluların tespiti ve cezalandırılması sürecine zarar veren bir durumdur. Nakil ile ilgili verilen kararlar gerekçe içermemektedir. Ulusal hukukta davanın nakli kararına itiraz edilmesi imkânı bulunmamaktadır. Nihayetinde nakil kararına yapılan itiraz, itirazı kabil olmayan bir karar olduğu belirtilerek incelenmeksizin iade edilmiştir. Anayasa Mahkemesine nakil kararından sonra yapılan bireysel başvurunun reddi de bu anlamda etkili başvuru hakkı ile birlikte yaşam hakkının usule ilişkin güvencelerini ihlal etmiştir. Zira davanın nakli kararına karşı itiraz edilebilecek bir merci bulunmamaktadır. Dava naklinin temyiz gerekçesi yapılması da mümkün değildir. Nakil ile ilgili daha sonra yapılacak bir değerlendirme, bu karar nedeniyle ortaya çıkan ihlali ortadan kaldırmayacaktır.
ii. CD İzleme Tutanaklarına göre göstericiler taş, sopa, molotofkokteyli gibi suç unsuru bir eşya taşımamaktadır. Bu durumda A.K.nın bulunduğu aracı kullanan B.A.Ş. ve operatör olarak görevli H.Y.A.nın aracı A.C.nin içinde yer aldığı gruba doğru yönlendirerek gaz fişeği atılmasını kolaylaştırma eylemleri nedeniyle cezai sorumlulukları söz konusudur. İfadesi alınan tüm polis memurlarının kendilerine verilen emir doğrultusunda gaz fişeği kullandıklarını beyan etmelerine karşılık emri veren amirler hakkında da takipsizlik kararı verilmiştir. Takipsizlik kararına yapılan itiraz gerekçesiz olarak reddedilmiştir. Bu takipsizlik kararına yapılan itiraz Anayasa Mahkemesince kabul edilemez bulunmuş, böylece AİHM'in Ataykaya/Türkiye (B. No: 50275/08, 22/7/2014) kararında belirttiği ilkelere aykırı olarak sorumlular hakkında bir cezasızlık durumu yaratılmıştır.
75. Başvurucular ayrıca A.C.nin ölümünün bir toplantıya ve gösteri yürüyüşüne yapılan müdahale sonucu gerçekleştiğini, bu nedenle Sözleşme'nin 11. maddesiyle korunan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bu konuda ilerleyen aşamalarda ayrıntılı olarak açıklama yapılacağını belirtmişlerdir.
76. "Olay ve Olgular" kısmında anlatılan ceza yargılaması süreci dışında somut olaya ilişkin Bakanlık görüşlerinde yer verilen diğer hususlar şu şekilde özetlenebilir:
i. Hatay Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünün 4/6/2013 tarihli faaliyet raporunda, 3/6/2013 günü akşam saatlerinde toplanan kalabalığın Uğur Mumcu Caddesi üzerinde yürüyüşe geçtiği, grubun önünde güvenlik barikatı kurulduğu, grubun liderlerinden birkaç kişi ile müzakere edildiyse de grubun yolu trafiğe kapattığı ve barikata doğru cam şişe, taş vb. cisimler attığı belirtilmiştir. Bu rapora göre daha sonra eylemci grup dağılmaları yönünde ikaz edilmiş ancak grubun önlerindeki çöp konteynerleri ile yürüyüşlerini sürdürüp barikata iyice yaklaştıklarında yine cam şişe, taş, ses bombası vb. cisimler atmaya devam etmesi üzerine saat 22.58'de gruba gaz ve su ile müdahalede bulunulmuştur.
ii. Kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen ve 2013 yılının Mayıs ayının sonunda başlayan eylemlerin çok sayıda göstericinin katılımıyla Hükûmete karşı bir kalkışma ve şiddet eylemi olarak ülke geneline yayılmıştır. Haftalarca devam eden bu gösterilere katılanlar, gerek polis memurlarına gerekse bireylere ait mal varlıklarına ciddi saldırılar düzenlemiştir. Günlük yaşam akışını ve kamu düzenini tamamen bozan bu eylemlerde toplam 697 güvenlik görevlisi ile 4.329 vatandaş yaralanmış, bir komiser şehit olmuştur. Eylemlerle ilgili diğer istatistiki veriler ise şu şekildedir: 326 işyeri, 9 parti binası, 46 kamu binası, 231 polis aracı, 201 özel araç, 7 polis merkezi, 65 MOBESE ve kamera, 80 belediye aracı, 85 otobüs durağı, 44 ambulans ve 145 diğer kamu malına (trafik lambası, banka, baz istasyonu vb.) eylemciler tarafından zarar verilmiştir. Başvuru konusu olayın yaşandığı Hatay özelinde ise biri çocuk olmak üzere 3 vatandaş ve 6 polis yaralanmış, bu eylemler sırasında çok sayıda özel ve kamusal mala zarar verilmiştir.
77. Bakanlığın somut başvuruda dile getirilen ihlal iddialarının hangi kapsamda incelenmesi gerektiği ve kabul edilebilirlik konusundaki görüşleri özetle şu şekildedir:
i. Başvurucuların yargılamanın Balıkesir iline nakledilmesi ve sanığın amirlerinin soruşturulmayıp cezasız kaldıkları yönündeki şikâyetleri Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvuru kapsamında daha önce incelenmiştir. Bu yüzden Anayasa Mahkemesinin somut başvuru kapsamında yapacağı incelemenin sanık hakkında doğrudan hedef gözeterek gaz tüfeğini ateşlemesine rağmen bilinçli taksirden hüküm kurulması nedeniyle olması gerekenden daha hafif bir cezaya mahkûm edilmesi, yapılan müdahalenin meşru amacının olmaması ve delil toplama hususunda hem Başsavcılık hem de Mahkemenin resen hareket etmediğine yönelik şikâyetlerle sınırlı olması gerektiği değerlendirilmiştir.
ii. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdurlara idari yargı mercileri önünde tam yargı davası açma yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek tam yargı davası yolunu tükettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine ibraz etmemiştir. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetler yönünden ceza soruşturması dışında diğer yargısal yolların tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olup olmadığı hususunun kabul edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
78. Bakanlığın somut başvuruda dile getirilen şikâyetlerin esası hakkındaki görüşleri özetle şöyledir:
i. Devlet organları ve özellikle kolluk güçleri ellerinde bulunan her türlü vasıtayı azami ölçüde kamu düzenin yeniden tesisi ve üçüncü kişilerin ve göstericilerin can emniyetlerinin sağlanması hedefi doğrultusunda seferber etmiştir. Başvurucuların yakınının da aralarında olduğu anlaşılan grubun taş, sopa, cam şişe, ses bombası vb. cisimleri kolluk görevlilerine fırlatması ve barışçıl olmaktan çıkan şiddet eylemleri nedeniyle gösteriye müdahale edildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların yaşam hakkının esasıyla ilgili olarak ileri sürdükleri şikâyetleri hakkında yapılacak incelemede müdahalenin gerekli ve zorunlu olduğu hususunun dikkate alınması gerekmektedir.
ii. A.C.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturmada olayın tüm yönleriyle aydınlatılması için bütün önemli deliller toplanmış, soruşturma dokuz ayda tamamlanmıştır. Ceza yargılaması sonucunda kusurlu görülen sanığın hapis cezası ile cezalandırıldığı gözlenmektedir. Başvurucuların soruşturmaya dâhil olmasına imkân tanınmış ve soruşturma tarafsız bir şekilde yürütülmüştür.
iii. Başvurucuların üst düzey kamu görevlilerinin soruşturmaya dâhil edilmemesi hususunun etkin soruşturma yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili kararlarından (Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017 §§ 24-28; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, §§ 33-35) ayrılmayı gerektiren herhangi bir neden olmadığı değerlendirilmiştir. Zira bu kararlarda da belirtildiği üzere başvurucular, başvuru konusu olayın gerçekleşmesi ile üst düzey kamu görevlilerinin talimatları arasında ceza hukuku kapsamında bir illiyet bağının bulunduğunu savunulabilir kılan bir bilgi veya belge ortaya koyamamış; varlığı iddia edilen müdahale talimatının güvenlik güçlerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğuna ilişkin herhangi bir somut kanıt gösterememiştir.
iv. Başvurucuların sanığın eylemini bilinçli taksirle işlediği gerekçesiyle olması gerekenden düşük bir hapis cezasına mahkûm edilmesinin cezasızlık sonucunu doğurduğu iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğunda görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmenin kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğunu kabul etmekte ve görevinin derece mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak olmadığını ifade etmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96). Anayasa Mahkemesine göre ilk derece yargı mercilerinin ulaştığı sonuçlar Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için kuvvetli bir neden gösterilmelidir (Eylem Karadağ, B.. No: 2015/12060, 23/10/2019, § 44).
79. Başvurucular, Bakanlığın görüşlerine karşı beyanlarında başvuru formunda dile getirdiği iddialarını tekrarlamıştır. İnceleme kapsamı bakımından ise özetle davanın nakli sürecinden sonra Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle esasa girilmeden reddedildiğini, dolayısıyla somut başvuruda bu hususun da incelenmesi gerektiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. İddiaların Nitelendirilmesi ve İnceleme Kapsamının Belirlenmesi
80. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama, ... hakkına sahiptir.
Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
81. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
82. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
83. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre Anayasa'nın 36. maddesi ile korunan adil yargılanma hakkı üçüncü kişilerin cezalandırılmasını talep hakkı vermemektedir. Dolayısıyla katılan veya şikâyetçi sıfatıyla yer alınan bir ceza yargılamasındaki eksiklikler, şikâyette bulunulan kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi veya bu kişilerin yetersiz bir cezaya mahkûm edilmesi gibi iddialar Anayasa'nın 36. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır (aynı yöndeki birçok karar arasında bkz. Ercan Kanar, B. No: 2013/533, 9/1/2014, §§ 40-43; Mustafa Ergin Nalbant, B. No: 2013/3339, 6/2/2014, §§ 27-32). Öte yandan somut başvuruda adil yargılanma ve etkili başvuru hakları kapsamında dile getirilen tüm ihlal iddiaları A.C.nin ölümü nedeniyle yürütülen ceza yargılaması süreçlerinin bir bütün olarak etkisiz olduğuna ilişkindir. Dolayısıyla bu iddialar yaşam hakkı bağlamında, etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğü kapsamında incelenecektir.
84. Başvurucuların Anayasa Mahkemesine yaptıkları 2014/15242 ve 2014/19406 numaralı bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunduğu yukarıda belirtilmiştir. Bu kararların gerekçelerinde; inceleme tarihi itibarıyla derdest olan bir ceza yargılaması olduğu, soruşturmanın etkili olup olmadığına dair değerlendirmenin ceza yargılaması tamamlandıktan sonra ve soruşturmanın bir bütün olarak incelenmesinin ardından yapılabileceği açıkça belirtilmiştir (bkz. §§ 39, 41). Dolayısıyla davanın nakline ve olayda sorumluluğu bulunan bazı kişilere ceza verilmediğine dair şikâyetlerin mükerrer olması nedeniyle inceleme kapsamı dışında bırakılması gerektiği yönündeki Bakanlık görüşüne iştirak edilmemiştir.
85. Başvurucular, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını yukarıda yer verildiği şekilde (bkz. § 75) dile getirdikten sonra bu konuda başka bir açıklamada bulunmamıştır. Bu soyut iddianın dile getiriliş biçiminden başvurucuların yakınları olan A.C. adına mı yoksa kendi adlarına mı bir hak ihlali iddiasında bulundukları anlaşılamamıştır. Herhangi bir açıklamada bulunulmadığından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali iddiası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine başvurmadan önce diğer idari ve hukuki yolların tüketilip tüketilmediği de belirlenememiştir. Başvurucuların temel şikâyetlerini gereksiz ve orantısız kamusal güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam haklarının ihlal edildiği iddiası oluşturmaktadır. Bu nedenlerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
86. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa'nın ihlalinden olumsuz olarak etkilenen veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 53). Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).
87. Birinci ve ikinci başvurucular A.C.nin anne ve babası, diğer başvurucular ise kardeşleridir. Dolayısıyla somut başvuruda başvuru ehliyeti bakımından bir sorun görülmemiştir.
88. Kolluk görevlilerinin güç kullanımları sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının ardından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmadan önce tüketilmesi gereken etkili başvuru yolu ceza soruşturmasıdır. Tam yargı davası, tamamlayıcı bir giderim yolu olarak tazminat ödenmesi imkânı sağlamakla birlikte maddi olayın ortaya çıkarılması, ölüm olayının sorumlularının tespiti ve cezalandırılmasına yönelik bir sonuç elde etme şansı sunmaması nedeniyle tek başına etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilemez (kötü muamele yasağı bakımından benzer değerlendirmeler için bkz. Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016, §§ 39-45). Dolayısıyla Bakanlık görüşünün aksine kamu görevlilerinin güç kullanımı nedeniyle gerçekleşen ölüm olayında etkili başvuru yolu olarak kabul edilen ceza yargılamasına dair süreç kesinleştikten sonra yapılan somut başvuruda başvuru yollarının tüketilmesi kuralının yerine getirildiği kanaatine varılmıştır.
89. Somut başvuruda dile getirilen iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kişi bakımından yetki meselesi dışında kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden bulunmadığı anlaşılmıştır. Diğer taraftan somut başvuruda kolluğun güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yürütülen ve hapis cezasına mahkûmiyetle neticelenen bir ceza muhakemesi süreci ile birlikte ölüm olayı nedeniyle uğranılan zararların tazmini için başlatılan ve inceleme tarihi itibarıyla derdest olan bir idari dava süreci söz konusudur. Dolayısıyla mahkûmiyet kararı ve idari dava sürecinin başvurucuların mağdur statülerini ortadan kaldırıp kaldırmadığı hususunun ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
90. Mağdur sıfatı bulunan kişiler lehine yetkili organlar tarafından verilen bir kararla hak ihlalinin tespit edilmesi, tespit edilen ihlalin uygun ve yeterli şekilde giderildiğinin belirlenmesi hâlinde mağdur sıfatının ortadan kalktığı kabul edilmektedir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliğinden dolayı Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmamaktadır (Abdullah Yaşa, [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, § 52).
91. Somut başvuruda yaşam hakkının hem negatif yükümlülük (öldürmeme yükümlülüğü) hem de pozitif yükümlülükler (yaşamı koruma yükümlülüğü ve etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü) bakımından ihlal edildiği iddiaları mevcuttur. Dolayısıyla başvurucuların mağdur statülerinin bulunup bulunmadığının söylenebilmesi için ölüm olayıyla ilgili etkili bir soruşturma ve kovuşturma yürütülerek öldürmeme yükümlülüğünün ihlal edildiğinin tespit edilip edilmediği, mağdurların maddi ve manevi zararlarının uygun bir giderimle tazmin edilip edilmediği hususlarının belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir belirlemenin ise ancak başvurunun esası bakımından yapılacak bir incelemeyle ortaya çıkacağı açıktır. Bu nedenlerle başvurucuların mağdur statülerine dair incelemenin esas incelemesi ile birlikte yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
92. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
93. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Anayasa'nın 17. maddesinin son fıkrasında hangi durumlarda yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir. Bu durumlarda dahi başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak öldürücü kuvvet kullanılması zorunlu olmalıdır. Yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, §§ 116, 117).
94. Devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında uluslararası standartları da dikkate alarak hangi hâllerde ve ne şekilde güç kullanılabileceğine ilişkin koşulları belirleyen yasal ve idari bir çerçeve oluşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Oluşturulan bu çerçevenin gereği gibi uygulanmasının da yine devlet tarafından sağlanması gerekir (İpek Deniz ve diğerleri, § 149; Cemil Danışman, § 53).
95. Anayasa’nın 17. maddesi 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder bir biçimde yaşamına son verildiğine ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde etkili bir ceza soruşturması yapılmasını gerektirir (Cemil Danışman, § 96). Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Cemil Danışman, § 97). Bu anlamda etkili soruşturma yükümlülüğü, yaşamı korumaya ilişkin pozitif yükümlülüğün bir parçasıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
96. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;
i. Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve varsa sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek delillerin tespit edilebilmesi için kendilerinden makul olarak beklenen tedbirleri almaları (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),
ii. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlerde soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, § 96),
iii. Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmelerinin sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),
iv. Soruşturmanın makul özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30),
v. Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılarak soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması -olayda güç kullanımı varsa kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu durumdan kaynaklanan orantılı bir müdahale olup olmadığına yönelik değerlendirme içermesi- gerekir (Cemil Danışman, § 99).
97. Etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değildir. Dolayısıyla bu yükümlülüğün başvuruculara üçüncü tarafların adli bir suç nedeniyle yargılanması ya da cezalandırılması hakkını verdiği söylenemez. Aynı şekilde etkili soruşturma yükümlülüğünün, devlete tüm yargılamaları belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklemesi de söz konusu değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56). Öte yandan ceza yargılaması sonucunda hükmedilen yaptırımlara ilişkin bazı uygulamalar, ihlalleri gerçekleştiren sorumluların cezasız kalmalarına ya da gerektiği gibi cezalandırılmamalarına yol açarak caydırıcılığı sağlayamadığı için etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünü zedeleyebilir. Bu durum, yaşam hakkını korumak için oluşturulan mevzuatın etkili şekilde uygulanmamasına, dolayısıyla kişilerin hayatlarının kanunla korunamamasına sebebiyet verebilir (benzer değerlendirmeler için bkz. Seyfullah Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 162).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
98. Yaşamı koruma yükümlülüğü pozitif bir yükümlülüktür. Bir başka deyişle devletin egemenlik alanındaki kişilerin yaşamlarının korunması için eylemde bulunmasını gerektirir. Yaşam hakkına yönelebilecek tehditlere karşı caydırıcı yasal ve idari düzenlemeler yapılması bu yükümlülüğün önemli unsurlarından biridir (bkz. § 70). Yaşamı koruma yükümlülüğü, açık ve anlaşılabilir kurallar içeren ceza yasaları ile öldürmenin yasaklanmasının yanı sıra kolluk görevlilerinin ölümcül güç ve silah kullanabilecekleri durumların Anayasa ve Sözleşme standartlarına uygun yasal ve idari düzenlemelerle belirlenmesini de gerektirir. Bu düzenlemelerde yaşam hakkına ancak mutlak bir zorunluluk altında ve ölçülü olarak müdahale edilmesi gerektiğine dair ilkeler ile birlikte gücün kötüye kullanılmasına, keyfîliğe ve belirli bir ölçüde de olsa kazalara karşı koruma sağlayabilecek düzeyde yeterli ve açık kurallar bulunmalıdır.
99. Başvurucular yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini iddia ederken gaz tüfeğini kullanan polis memurunun ulusal ve uluslararası hukukta gaz tüfeği ve genel olarak silah kullanımını düzenleyen kurallara, kullanım talimatına ve aldığı eğitime aykırı şekilde doğrudan hedef gözeterek yaptığı atış sonucu A.C.nin ölümüne neden olduğunu ileri sürmüştür (bkz. § 73). Bu iddialardan başvurucuların A.C.nin yaşamının korunması için önlem alınmadığından değil bilakis yaşamın korunması için konulan kurallara aykırı bir eylem nedeniyle öldürmeme yükümlülüğünün ihlal edildiğinden şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır.
100. Kural olarak kolluk görevlilerinin güç kullanımları neticesi hukuka aykırı olarak ölüme neden oldukları ve bu durumun Anayasa'nın 17. maddesi ile korunan yaşam hakkını açıkça ya da özü itibarıyla ihlal ettiği derece mahkemelerince tespit edildiğinde Anayasa Mahkemesinin kullanılan gücün somut olayın şartlarında kesinlikle gerekli ve orantılı olup olmadığı yönünde ayrı bir inceleme yapmasına gerek yoktur. Bu durumlarda Anayasa Mahkemesinin incelemesi, yaşam hakkı bağlamında usul yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği ve tespit edilen ihlale uygun bir giderim sağlanıp sağlanmadığı hususları ile sınırlı olacaktır (ilgili olduğu ölçüde bkz. Seyfullah Turan ve diğerleri, §§ 163-165, 194-196). Yaşam hakkı ihlali nedeniyle yeterli giderim sağlandığının kabulü için ölümün meydana gelmesinde sorumluluğu bulunanların belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmalarını sağlayan etkili bir soruşturmanın yanı sıra ihlal nedeniyle uğranılan zararların tazmin edilmiş olması ya da mağdurlara bu zararların tazminini talep etme imkânı tanınmış olması gerekmektedir (ilgili olduğu ölçüde bkz. Abdullah Yaşa, § 53)
101. Bu ilkelerle birlikte başvurucuların ihlal iddiaları ve kabul edilebilirlik kısmında yapılan değerlendirmeler nazara alındığında somut başvuruda çözülmesi gereken temel meseleler ölüm olayıyla ilgili etkili soruşturma-kovuşturma yürütülüp yürütülmediği, adli süreç sonucunda yaşam hakkının esası bakımından ihlal edildiğinin açıkça ya da özü itibarıyla kabul edilip edilmediği ve ihlal nedeniyle başvuruculara yeterli giderim sağlanıp sağlanmadığıdır. Dolayısıyla incelemeye bu hususlara hasren devam edilecektir.
102. Başvurucular; soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde delillerin toplanmasında özensizlik gösterildiğini, delillerin resen toplanması usulünün takip edilmediğini ve böylece etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğini iddia etmiştir. Delillerin resen toplanmadığına dair iddialar, elde edilen kamera görüntülerinin netleştirilmesi işleminin katılan vekillerince yapıldığı ileri sürülerek gerekçelendirilmiştir.
103. Öncelikle soruşturma sırasında tespit edilen kamera görüntülerinin netleştirilmesi işleminin başvurucu vekilleri tarafından yapılmasının resen soruşturma ilkesine aykırılık oluşturduğu iddiası ile ilgili şu değerlendirmelere lüzum görülmüştür: Resen soruşturma ilkesi, kamu makamlarının suçtan zarar gören kişilerin şikâyetine bağlı olmaksızın soruşturmaya kendiliğinden başlaması ve delilleri toplaması gerektiğini ifade eder. Buna karşılık resen soruşturma ilkesinin ölen kişinin yakınlarının soruşturma dışında bırakılması, bu kişilerin soruşturma safahatına katılmalarının engellenmesi gerektiği şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Bunun aksine ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerektiği ölçüde dâhil olması bir soruşturmanın etkili sayılabilmesi için yerine getirilmesi gereken unsurlardan biridir (etkili soruşturma yükümlülüğünde genel ilkeler için bkz. § 96). Dolayısıyla başvurucu vekillerinin soruşturmaya dâhil olarak bazı delillerin toplanmasını talep etme ya da dosyaya delil sunma imkânına sahip olmaları, iddiaların aksine soruşturmanın etkili bir şekilde yürütüldüğünü göstermektedir.
104. Başvuru dosyasındaki belgelere göre A.C.nin 3/6/2013 günü saat 23.29 sıralarında hayatını kaybettiğinin ihbar edilmesinin hemen ardından Cumhuriyet savcısı hastaneye giderek adli tabiple birlikte adli otopsi işlemini gerçekleştirmiştir. Bu işlem sırasında A.C.nin cesedi üzerindeki tüm iz ve deliller ayrıntılı şekilde tespit edilerek tutanağa bağlanmış, ceset üzerinden örnekler alınmış, ayrıca yaralanmanın tespit edildiği bölgenin grafisi çekilmiştir. Cumhuriyet savcısı 4/6/2013 günü saat 03.00'te sona eren otopsinin hemen ardından olay yerine bizzat giderek keşif icra etmiş, olay yeri inceleme uzmanı olan jandarma görevlileri marifetiyle delil değeri olabilecek tüm eşyaları tespit ederek muhafaza altına aldırmış ve olay yeri krokisi düzenletmiştir. Bütün bu işlemler kamera çekimi ve fotoğraflarla kaydedilmiştir (bkz. §§ 10, 11).
105. Cumhuriyet savcısının talebiyle olay yerinden elde edilen deliller üzerinde kriminal incelemeler yaptırılarak gerekli raporlar alınmıştır. Benzer şekilde Adli Tıp Kurumundan da ayrıntılı raporlar temin edilerek A.C.nin ölümünün başına gaz fişeğinin isabet etmesi nedeniyle gerçekleştiği belirlenmiştir (bkz. §§ 12-17).
106. Soruşturma kapsamında olayla ilgili bilgisi bulunan çok sayıda tanık tespit edilerek tanıkların beyanları alınmıştır. Ayrıca gösterilere gaz fişeği kullanmak suretiyle müdahale eden araçlar ve bu araçlardaki görevliler de belirlenerek bu kişilerin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Gösterilere müdahale eden polis araçlarına, MOBESE'lere ve olay yeri çevresindeki işyerlerinin güvenlik kameralarına ait görüntüler de incelenmiş ve A.C.nin ölümüne neden olan gaz fişeğinin polis memuru A.K. tarafından atıldığı belirlenmiştir. 24/3/2014 tarihinde A.K. hakkında olası kasıtla adam öldürme suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır (bkz. §§ 18-24).
107. Yukarıda özetlenen soruşturma işlemleri, şüpheli ölümün ihbar edilmesiyle derhâl ve resen başlatılan soruşturmada delillerin eksiksiz ve özenli bir şekilde toplanarak nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu ve soruşturmanın 9 ay 20 gün gibi makul bir sürede neticelendirildiğini göstermektedir. Delil toplama ve değerlendirme işlemleri bizzat Cumhuriyet savcısı, soruşturmada şüpheli olması muhtemel olmayan jandarma teşkilatından uzmanlar ve tarafsız kurumlarca yerine getirilmiştir. Dolayısıyla A.C.nin ölümüyle ilgili ceza soruşturmasının tarafsızlık, resen soruşturma yürütülmesi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması, delillerin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi ve soruşturmanın makul bir sürede sonuçlandırılması ilkelerine uygun bir şekilde yürütüldüğü kanaatine varılmıştır.
108. Soruşturma kapsamında A.C.nin ölümüne neden olan gaz fişeğini attığı tespit edilen A.K. ile aynı araçta bulunan polis memurları hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucular bu karar nedeniyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
109. Soruşturma dosyasında yer alan bilgilere göre A.C.nin ölümüne neden olan gaz fişeğinin atıldığı polis aracında B.Ş.A. adlı polis memuru şoför olarak, H.Y.A. adlı polis memuru ise telsiz ve kamerayı kullanmaktan sorumlu operatör olarak görev yapmaktadır. Bu kişiler hakkında verilen 24/3/2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; araçtaki polis memurlarının ayrı ayrı görevlerinin olduğu, A.K.nın eylemine diğer polis memurlarının iştirakinin bulunmadığı ve meydana gelen neticeden sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı hususlarına yer verilmiştir.
110. Başvuru dosyasındaki bilgilere göre yetkili adli mercilerin olayın aydınlatılmasına hizmet edecek nitelikteki delillerin toplanması bakımından kendilerinden makul olarak beklenebilecek tüm tedbirleri aldıkları daha önce belirtilmiştir (bkz. § 107). Bu durumda A.C.nin ölümü nedeniyle H.Y.A. ve B.A.Ş. hakkında cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılması gerektiğine dair iddia, elde edilen delillerin değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan neticenin haksız olduğuna ilişkindir.
111. "Genel İlkeler" kısmında yer verildiği üzere etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değildir. Dolayısıyla bu yükümlülüğün başvuruculara üçüncü tarafların adli bir suç nedeniyle yargılanması ya da cezalandırılması hakkını verdiği söylenemez. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56). Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa yönünden inceleyerek bu mercilerin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendisininkini ikame etme görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin ilk derece yargı mercilerinin ulaştığı sonuçlar ve maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılması için kuvvetli bir neden bulunmalıdır (Eylem Karadağ, B. No: 2015/12060, 23/10/2019, § 44).
112. Somut başvuruda H.Y.A. ve B.A.Ş. hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmeden önce gerekli tüm delillerin toplanmış, ölümün ne şekilde ve kimin eylemiyle meydana geldiği tüm şartlarıyla ortaya çıkarılmıştır. Başsavcılık makamı bu delilleri değerlendirerek telsiz ve kamera kullanmakla görevli H.Y.A. ile aracı kullanmakla görevli B.A.Ş.nin ölüme neden olan gaz fişeği atılması eylemine iştiraklerinin bulunmadığına ve ölümden sorumlu tutulamayacaklarına karar vermiştir. İskenderun 1. Ağır Ceza Mahkemesi de başvurucuların yaptıkları itirazların reddine karar verirken -H.Y.A. ve B.A.Ş.nin olaya müdahale anındaki eylem, görev ve yetkileri dikkate alındığında- kovuşturmaya yer olmadığına dair karardaki gerekçenin yerinde olduğunu belirtmiştir.
113. Bu noktada A.K.nın bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan mahkûm edildiği ve ceza hukuku genel prensiplerine göre taksirli bir suça iştirakin mümkün olmadığının altı çizilmelidir. H.Y.A. ve B.A.Ş.nin şiddet eylemleri barındıran bir toplumsal gösteriye müdahale etmekle görevlendirilen polis memurları olarak "Shortland" diye tabir edilen aracın şoförlüğünü yapma, bu araçtaki telsiz ve kamerayı kullanma eylemlerinin tek başına suç oluşturduğundan söz edilemeyeceği de açıktır. Netice olarak ilk derece yargı makamlarının objektif delillere dayanarak polis aracını, telsizi ve kamerayı kullanmak şeklinde gerçekleştiği tespit edilen H.Y.A. ve B.A.Ş.nin eylemlerinin kovuşturma gerektirmediği yönündeki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren kuvvetli bir neden bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
114. Başvurucular ayrıca A.C.nin yer aldığı toplumsal gösteriye gaz bombası kullanılarak müdahale edilmesi talimatını veren polis amirleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.
115. Anayasa Mahkemesi önüne gelen birçok bireysel başvuruda toplumsal gösterilere müdahale emri veren kolluk amirlerinin bu müdahaleler sırasında meydana geldiği iddia edilen kötü muamele yasağı ihlallerindeki sorumluluğunu etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında inceleyerek değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu başvurularda belirlenen ilkelere göre emirlerindeki görevlilerin toplumsal gösterilere ölçüsüz müdahaleleri nedeniyle meydana gelen kötü muamele yasağı ihlallerinde kolluk amirlerinin sorumluluklarından söz edilebilmesi için öncelikle gösteriye müdahale talimatı vermiş olmaları gerekir. İkinci olarak müdahale talimatının kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğunu gösteren somut bir kanıt bulunmalıdır. Son olarak müdahale talimatı ve müdahale sonrası ortaya çıkan sonuç arasında ceza hukuku kapsamında bir illiyet bağı bulunduğunu savunulabilir kılan bilgi ve belgeler ortaya konulmalıdır (Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 25; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, §§ 32, 33; Bülent Barmaksız, B. No: 2014/9771, 21/9/2016, § 28). Bu ilkelerin yaşam hakkı bağlamında yapılacak bir incelemede de geçerli olduğunda kuşku yoktur.
116. Kolluk amirleri hakkındaki ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, 3/6/2013 günü Hatay'da yaşanan Gezi Parkı gösterileri ile ilgili olarak özetle saat 17.00'de başlayan gösterilerin 4/6/2013 günü saat 03.00'e kadar devam ettiği, gösterilere binlerce kişinin katıldığı, saat 22.00 sıralarında çöp konteynerlerinin göstericiler tarafından yola devrilerek ateşe verilmesinin ardından grubun dağılması yönünde müzakere ve ikazlar yapıldığı, göstericilerin ikazlara rağmen dağılmadığı, polis barikatına taş ve sapanla bilye atarak saldırdığı, bunun ardından göstericilere tazyikli su ve gaz kullanılarak müdahalede bulunulduğu, bu gösteriler nedeniyle kamu malına zarar verme, görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından başlatılan bir soruşturma bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 25). Bunun yanında olay yeri keşfinde, barikat kurularak yolun kapatıldığı ve olay yerinde dizilmiş kaldırım taşları bulunduğu tutanağa geçirilmiş (bkz. § 11) ve olay tanıklarından biri göstericilerin yolunu keserek polis olup olmadığını sorduklarını ifade etmiştir (bkz. § 18). Dolayısıyla A.C.nin katıldığı toplumsal gösterinin şiddet içermediği iddialarına iştirak edilmesi mümkün görülmemiştir.
117. Aynı kararda gösterilere müdahale emri ile A.C.nin ölümü nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk arasındaki ilişkiye dair değerlendirmeler ise özetle şöyledir: Polis amirleri tarafından verilen müdahale emri yasalara aykırı değildir ve olayların engellenmesine yönelik genel bir emirdir. Ölüm ve verilen emir arasında bir illiyet bağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla gösterilere müdahale emri veren yetkililere A.C.nin ölümü nedeniyle hukuki bir sorumluluk yüklenemez. Soruşturma A.C.nin ölüm olayıyla ilgilidir ve yaşanan olaylarda güvenlik güçlerinin yasaların kendilerine verdiği görev sınırlarını aşıp aşmadıklarına yönelik bir inceleme soruşturmanın konusu değildir (bkz. § 25).
118. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nda göz yaşartıcı maddelerin gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılacağı düzenlenmiştir (bkz. § 54). Soruşturma kapsamında ifadesi alınan, toplumsal gösteriye müdahale sırasında göz yaşartıcı gaz kullanmakla görevlendirilen polis memurlarından M.K., göz yaşartıcı gazı müdahale emri geldikten sonra kullandıklarını beyan etmiştir (bkz. § 20). Kolluk amirleri hakkında verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda gösteriye müdahale emri verildiği kabul edilmiştir (bkz. § 25). Dolayısıyla somut olayda toplumsal bir gösteriye müdahalede göz yaşartıcı gaz kullanılması yönünde bir emir verildiğine dair kanıtlar mevcuttur.
119. Öte yandan başvuru dosyasında, toplumsal gösteriye göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmesi emrinin bu türden gaz fişeği atan tüfekleri kullanan kolluk görevlilerinin suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik verildiğine dair hiçbir delil yoktur. Bir başka deyişle başvuru dosyasında; aldıkları eğitim nedeniyle gaz fişeklerinin yanlış kullanmaları hâlinde gösteriye katılan kişilerin yaşam haklarını tehlikeye sokacağını bilmeleri beklenen polis memurlarına, bu konudaki talimatlara hatta gaz fişeklerinin üzerinde yazılı uyarılara tamamen aykırı bir şekilde, doğrusal bir açıyla göstericilere gaz fişeği atmaları yönünde bir talimat verildiğini gösteren bir emare mevcut değildir. Dolayısıyla ilk derece yargı mercilerinin kolluk amirleri hakkında soruşturma yapılmasını gerekli kılan nitelikte, kolluğun orantısız müdahalesiyle verilen talimatlar arasında illiyet bağını gösteren hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı yönündeki tespitlerinden ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
120. Başvurucuların A.K. hakkında açılan kamu davasının Hatay'dan Balıkesir'e nakledilmesi sonucu meydana geldiğini ileri sürdükleri hak ihlali iddialarının da etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekir. Başvurucular bu kapsamda nakil sürecinde Bakanlığın karar verme yetkisi olmaması nedeniyle kovuşturmanın bağımsızlığının zedelendiğini, suç yerinden başka bir yerde görülen davada maddi gerçeklerin ortaya çıkmasının zorlaştığını, suç yeri ile davayı gören mahkeme arasındaki uzaklık nedeniyle duruşmalara katılımda yaşadıkları zorluklar, süreçte bilgi ve görüşlerine başvurulmaması, gerekçe bulunmayan nakil kararına itiraz imkânının da tanınması nedeniyle davaya etkili katılımlarının engellendiğini ileri sürmüştür.
121. Anayasa Mahkemesi Seyfullah Turan ve diğerleri (B. No: 2014/1982, 9/11/2017) başvurusunda, davanın kamu güvenliği nedeniyle nakli uygulamasını mağdurların kovuşturmaya etkili katılımlarına etkisi bakımından inceleyerek genel ilkelerini belirlemiştir (Seyfullah Turan ve diğerleri, §§ 173-178). Somut olayda ise dava naklinin etkin katılımı engellediği iddiası yanında birçok farklı iddianın da dile getirildiği görülmektedir.
122. Davanın görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesi, bazı durumlarda devletin olaya ilişkin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünü yerine getirebilmesini engelleyici birtakım olayların yaşanmasına yol açabilecek; yargılamanın taraflarını ciddi tehditlere maruz bırakabilecek; buna bağlı olarak da taraflara tanınan usule ilişkin anayasal güvenceleri zedeleyebilecek ya da tamamen ortadan kaldırabilecek nitelikte, kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlike yaratan bazı sonuçların doğmasına sebep olabilecektir. Dolayısıyla, yaşam hakkı kapsamındaki bir davanın görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin -söz konusu bölgede meydana gelebilecek toplumsal olaylar ya da başka benzeri faktörler dikkate alınarak- kamu güvenliği için tehlikeli olduğu sonucuna varılabilmesi ve bu gerekçe ile başka bir yere nakledilmesine karar verilebilmesi mümkündür (Seyfullah Turan ve diğerleri, §§ 173, 174).
123. Kamu güvenliğinin tehlikeye düşmesi nedeniyle davanın naklini düzenleyen 5271 sayılı Kanun'un 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, nakil süreci ve karar verme yetkisi bakımından karma bir usul benimsendiği görülmektedir. Bu hükme göre nakil talebinde bulunma yetkisi adalet bakanına, nakil konusunda karar verme yetkisi ise Yargıtaya aittir.
124. Davanın belli bir yerde görülmesinin kamu güvenliği bakımından tehlike doğurabilme potansiyelini haiz olduğu hâllerde naklin gerekip gerekmediği konusunda yapılacak değerlendirmede salt güvenlik ile ilgili genel sorunların değil bu güvenlik riskinin söz konusu yargılama üzerinde olumsuz etkilerinin bulunup bulunmadığı da gözetilmelidir (Seyfullah Turan ve diğerleri, § 177). Bir davanın yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesi birçok farklı nedenle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebilir. Davanın taraflarına ya da mahkeme üyelerine fiziki bir saldırı yapılacağı ya da terör eylemi düzenleneceğine yönelik istihbari bilgiler, dava tarafları ya da bu kişilerin yakınları arasındaki husumet nedeniyle ciddi asayiş olaylarının yaşanması ihtimali, davanın niteliği gereği yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin şiddet içeren toplumsal olaylara sebebiyet verebilecek olması, mahkemenin fiziki yapısının yetersizliği ya da bulunduğu bölgenin duruşmalar için güvenlik önlemi almayı imkânsız kılması gibi sayısız durum ortaya çıkabilir.
125. Örnek kabilinden sayılan bu durumlar ya da başka güvenlik risklerinin değerlendirilmesi kuşkusuz devletin güvenlik birimlerinin görev alanındadır ve yargısal makamların bir davanın yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin kamu güvenliğini tehlikeye düşürüp düşürmeyeceği konusunda bilgi sahibi olmaları beklenemez. Dolayısıyla bir davanın kamu güvenliği nedeniyle naklinin gerektiği konusunda adalet bakanının Yargıtaydan talepte bulunması usulünün benimsenmesi son derece doğaldır ve bu usulün tek başına kovuşturmanın bağımsızlığına zarar verdiğinin kabul edilmesi mümkün görülmemiştir. Bunun yanında nakil konusunda nihai karar verme yetkisinin Yargıtayda, adalet bakanının yetkisinin ise nakil konusunda talepte bulunmaktan ibaret olduğunun da altı çizilmelidir.
126. Öte yandan şeffaflık tüm yargılama süreçlerinde arzu edilen bir durum olsa da davanın yetkili mahkemede görülmesinin kamu güvenliğini tehlikeye düşüreceği değerlendirmesi yukarıda örneklerle anlatılan birçok farklı nedene dayanabileceğinden bu nedenlerin tamamının kamuoyuna ya da davanın taraflarına açıklanması, etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmesi için zorunlu bir unsur olarak kabul edilemez. Bunun yanı sıra davanın kamu güvenliği nedeniyle nakli, tek başına davanın esasını çözen ya da doğrudan esasa etkili sonuç doğurma kabiliyeti olan bir uygulama da değildir. Bu nedenle davanın nakli sürecinde tarafların görüşlerine başvurulmamış ya da taraflara nakil kararına itiraz imkânı tanınmamış olması nedeniyle soruşturma-kovuşturma süreçlerinin bir bütün hâlinde etkisiz olduğu sonucuna varmak mümkün değildir.
127. Yargılamaların suç yerinde yapılmasının delillerin daha etkin bir şekilde toplanmasına imkân vereceği açıktır. Ancak bu noktada dava naklinin kovuşturma evresini ilgilendiren bir müessese olduğu ve ceza usul hukukunda delillerin esas olarak soruşturma evresinde toplanmaları ilkesinin benimsendiği vurgulanmalıdır. Nitekim yukarıda açıklandığı üzere somut olayda Cumhuriyet Başsavcılığı delilleri özenli bir şekilde toplayarak ölümden sorumlu kişiyi tespit etmiş ve bu kişi hakkında cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır (bkz. §§ 106, 107). Bu durumda başvurucuların davanın Balıkesir'e nakli nedeniyle hangi delillerin toplanmadığı ve bu durumun etkili soruşturma yükümlülüğünü ne şekilde ihlal ettiği konusunda açıklamada bulunmaları gerekmektedir. Somut başvuruda böyle bir açıklamada bulunmamışlardır. Anayasa Mahkemesince dava dosyaları tetkik edildiğinde de davanın nakli nedeniyle delil toplama konusunda etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık teşkil edecek bir duruma rastlanmamıştır.
128. Davanın nakli nedeniyle tarafların kovuşturma sürecine etkin bir şekilde katımlarının engellenmesi hâlinde etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlali sonucu doğabilir. Nitekim Anayasa Mahkemesince Hakkâri'deki bir ceza davasının yaklaşık 1.500 km uzaklıktaki Isparta'ya nakledildiği Seyfullah Turan ve diğerleri başvurusunda etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilirken, başvurucunun söz konusu davaya meşru menfaatlerini korumak için katılabilmesinin önüne geçilerek soruşturmanın bu yönüyle etkililiğinin derinden zedelendiği ve bu durumun davanın etkili katılımın önüne geçmek amacıyla nakledildiği izleniminin oluşmasına neden olduğu değerlendirmelerinde bulunulmuştur (Seyfullah Turan ve diğerleri, § 189).
129. Somut başvuruya konu kovuşturma süreci incelendiğinde ise Seyfullah Turan ve diğerleri başvurusundan farklı olarak başvurucuların Balıkesir'de görülen davaya katılarak kendilerini vekilleri aracılığıyla temsil ettirdikleri, delillerin ileri sürülmesi/tartışılması aşamalarında yer aldıkları, duruşmada gerçekleştirilen işlemler ve alınan kararlara karşı itirazlarını dile getirdikleri ve en nihayetinde hükümlere karşı kanun yollarına müracaat ettikleri görülmüştür. Dolayısıyla Hatay ile Balıkesir arasındaki mesafenin başvurucuların davaya katılımı konusunda belirli bir ölçüde zorluk yarattığı konusunda tereddüt bulunmasa da davanın nakli ile etkili soruşturma yürütülmesindeki temel amacın tehlikeye düşmesine ve etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamındaki ilkelere aykırı bir sonucun doğmasına sebep olunmadığı, başvurucuların kovuşturma sürecine katılımlarının engellenmediği kanaatine varılmıştır.
130. Etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında son olarak tüm delillerin A.K.nın eyleminin kasten öldürme şeklinde gerçekleştiğini göstermesine karşılık taksirle öldürme suçundan hüküm kurulması nedeniyle ceza davası sonucunda hatalı ve caydırıcı olmayan bir sonuca ulaşıldığı iddiaları incelenecektir. Bu incelemede, olaydaki sorumluluğun hatalı tespit edildiği iddiası ile birlikte yetkili yargısal merciler tarafından saptanan sorumluluklara uygun ve yeterli karşılık gelecek yaptırımların belirlenip belirlenmediği de değerlendirilecektir.
131. A.K. hakkında açılan kamu davasında A.K.nın öldürme suçunu olası kasıtla işlediği iddia edilirken A.C.yi doğrudan hedef alarak onu öldürme kastı ile gaz fişeği ile ateş ettiğine dair herhangi bir delilin mevcut olmadığı ancak gaz fişeğinin özellikleri, menzili ve gaz fişeğinin atıldığı mesafe birlikte değerlendirildiğinde gaz fişeğinin birilerine isabet etmesi hâlinde yaralayıcı veya öldürücü zarar vereceğini öngörmesine rağmen kalabalığa doğru gaz fişeğini ateşleyerek A.C.nin ölümüne sebebiyet verdiği değerlendirmelerinde bulunulmuştur (bkz. § 27). Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamada davanın esası hakkında görüş bildiren Cumhuriyet savcısı da A.K.nın eylemini olası kasıtla gerçekleştirdiğini iddia etmiş ve gerekçesinde özetle A.K.nın kurallara uygun atış yapmadığı, bu şekildeki atışı sonucunda gaz fişeğinin birine çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmesine rağmen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kaldığı değerlendirmelerinde bulunmuştur (bkz. § 29).
132. Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi 4/3/2016 tarihli ilk mahkûmiyet kararında A.K.nın eylemini kastı aşan öldürme olarak vasıflandırırken özetle gaz tüfeği ve bu tüfekten çıkan gaz fişeğinin doğrudan insan öldürme suçunu doğuran bir silah olmadığı, tüfeğin ateşlendiği mesafe de nazara alındığında öldürmeye yönelik doğrudan ya da olası bir kasıt bulunmadığı, A.K.nın öldürmeye elverişli silah olmayan gaz tüfeğiyle ateş edip ölüme neden olması eyleminin kastı aşan öldürme suçunu oluşturduğunu kabul etmiştir (bkz. § 29). Bu hükme muhalif kalan Üye T.G. ise maddi olayların nasıl gerçekleştiği konusunda diğer mahkeme üyeleriyle arasında herhangi bir fark bulunmadığını belirttikten sonra A.K.nın eyleminin olası kasıtla öldürme olarak nitelendirilmesi gerektiğine ilişkin olarak özetle şu görüşlerini dile getirmiştir: Gaz tüfeği kullanma konusunda kurs gören, bu konuda tecrübesi de olan sanık, genelge ve talimatlarda belirtilen kurala uymayacak şekilde tuttuğu gaz tüfeğini ateşleyerek ağırlığı, çapı, hızı ve menzili belli olan gaz fişeğinin 36 metre kadar uzaktaki toplulukta bulunan birinin kafasına isabet etmesi hâlinde ölüme neden olabileceğini öngörmüş ancak bu muhtemel ölüm neticesine kayıtsız kalarak eylemini olası kasıtla gerçekleştirmiştir (bkz. § 30).
133. Bu mahkûmiyet kararının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, oybirliğiyle A.K.nın öldürme eylemini kasıt ile değil bilinçli taksirle gerçekleştirdiğini belirttiği kararında özetle göstericileri dağıtmak için gaz tüfeği ile atış yapan A.K.nın öldürme ya da yaralama kastıyla hareket ettiğini gösteren kesin ve inandırıcı delil bulunmadığını ancak gaz tüfeğiyle atış yapma eğitimi alan ve gaz fişeğinin birine isabeti sonucu yaralamaya ya da ölüme sebebiyet vereceğini bilmesi gereken A.K.nın gerekli dikkati ve özeni göstermeyerek ateşlediği gaz fişeği ile A.C.nin ölümüne neden olarak bilinçli taksirle öldürme suçunu işlediğini belirtmiştir (bkz. § 31). Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi bozma ilamının ardından yeniden ele aldığı dosyada Yargıtayın gerekçesini benimseyerek bozma ilamına uyulmasına ve A.K.nın bilinçli taksirle öldürme suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. § 32).
134. Yukarıda yer verilen yargısal süreçteki kararların tamamında olayların nasıl gerçekleştiğine, ölüm olayını çevreleyen şartlara ve ölüme neden olan eyleme ilişkin görüş birliği olduğu görülmektedir. Hangi şartlar altında gerçekleştiğine dair görüş birliği bulunan ölüm olayı nedeniyle ortaya çıkan ceza sorumluluğu bakımından ise durum bunun tam tersidir. Öyle ki olayda kasıt, olası kasıt, kastın aşılması, taksir ve bilinçli taksir gibi insan öldürme suçunda oluşabilecek tüm manevi unsur türleri gündeme gelerek detaylı bir şekilde tartışılmış ve nihayetinde ölüm nedeniyle sorumluluğu doğuran manevi unsurun bilinçli taksir olduğu sonucuna varılmıştır.
135. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa yönünden inceleyerek bu mercilerin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendisininkini ikame etme görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin ilk derece yargı mercilerinin ulaştığı sonuçlar ve maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılması için kuvvetli bir neden bulunmalıdır (Eylem Karadağ, B. No: 2015/12060, 23/10/2019, § 44). Somut olayda maddi gerçeği tüm yönleri ile ortaya çıkaran bir soruşturma sonucunda elde edilen deliller, hukuki bakımdan etraflıca tahlil edilerek suç vasfı tayin edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin süreçte yer alan adli mercilerin suç vasfı konusundaki nihai tespitlerinden ayrılmasını gerektiren hiçbir neden bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
136. Öte yandan kamu güvenliğinin idamesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği görünümünün verilmesinin engellenmesi açısından yaşama yönelik saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32). Anayasa Mahkemesine göre mahkemelerin takdir haklarını bu tür eylemlere müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaları ve suçun sonuçlarını hafifletmek için kullanmayı tercih ettikleri izlenimini vermemeleri gerekir. Bu, kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve bu tür eylemlere hoşgörü gösterildiği görünümünün engellenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Devlet görevlilerinin güç kullanımı sonucu meydana gelen ölümlerde veya bu yolla gerçekleştirilen kötü muamelelerde bu sadece cezasızlık için söz konusu olmayıp suçların ağırlığı ile cezalar arasında açık bir orantısızlık bulunması hâlinde de geçerlidir. Bununla birlikte bu durumda yaşam hakkının ihlali sonucu meydana gelen mağduriyet de giderilmemiş olduğundan Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin yaptırımları belirlemedeki tercihlerine saygı duymasına ve görevi doğrudan bu olmamasına rağmen söz konusu duruma müdahale etmek mecburiyetinde kalabilmektedir (Cembeli Erdem, B. No: 2014/19077, 18/4/2018, §§ 100-102; Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 76).
137. Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararında; kullanımı konusundaki genelge ve talimatlara, aldığı eğitime, tecrübesine ve gaz fişeğinin üzerindeki uyarılara aykırı bir şekilde gaz fişeği kullanan A.K.nın bir kişinin ölümüne neden olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla A.K.nın hapis cezası ile tecziyesi sonucunu doğuran bu mahkûmiyet kararında hukuka aykırı güç kullanımıyla yaşam hakkının esası bakımından ihlal edildiğinin açıkça kabul edildiğinde kuşku bulunmamaktadır.
138. A.K.nın taksirle öldürme olarak tespit edilen eyleminin cezası 5237 sayılı Kanun'un 85. maddesinin (1) numaralı fıkrasında 2 ila 6 yıl hapis olarak belirlenmiştir. Mahkûmiyet kararında A.K.nın 5 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar verilerek ceza en üst hadde yakın bir şekilde teşdiden tayin edilmiştir. 5237 sayılı Kanun'un 22. maddesinin (3) numaralı fıkrasında bilinçli taksir nedeniyle temel cezadan yapılacak artırım oranı 1/3 ila 1/2 olarak belirlenmiştir. Mahkûmiyet kararında ceza azami had olan 1/2 oranında artırılmıştır. Neticede 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası olarak belirlenen cezanın caydırıcı olduğu ve suçun ağırlığına göre açıkça orantısız bir ceza olmadığı kanaatine varılmıştır.
139. Daha önce belirtildiği üzere kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen yaşam hakkı ihlali nedeniyle yeterli giderim sağlandığının kabulü için ölümün meydana gelmesinde sorumluluğu bulunanların belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmalarını sağlayan etkili bir soruşturmanın yanı sıra ihlal nedeniyle uğranılan zararların tazmin edilmiş olması ya da mağdurlara bu zararların tazminini talep etme imkânının tanınmış olması gerekmektedir (bkz. § 100). Anayasa'nın 40. maddesi yaşam hakkı ihlalleri sebebiyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesini sağlayacak yargısal mekanizmalar ihdas edilmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim idare mahkemelerinde açılacak tam yargı davaları bu tür durumlarda tazminat elde edilmesi imkânı sağlamaktadır.
140. Somut başvuruda başvurucular A.C.nin ölümü nedeniyle uğradıklarını iddia ettikleri zararların tazmini amacıyla tam yargı davası açıp açmadıklarına dair bir bilgi vermemiştir. UYAP'tan yapılan incelemede başvurucuların ölüm olayı nedeniyle oluşan zararlarının tazmini için Hatay İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtıkları, bu davada 30/12/2019 tarihinde verilen kararla başvurucular lehine tazminat ödenmesine hükmedildiği anlaşılmıştır (bkz. § 35). İstinaf aşamasında, başvurucuların istinaf başvurularının reddine -yargılama giderlerine ilişkin kısmı düzeltilerek- karar verilmiş olup, bu karar inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir (bkz. §§ 36, 37).
141. Bu açıklamalar ışığında başvurucuların yakını olan A.C.nin kamusal güç kullanımı sonucu öldüğü olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütüldüğü ve ölüm olayının sorumlusunun tespit edilip orantılı ve caydırıcı cezayla cezalandırıldığı, ayrıca başvuruculara ölüm nedeniyle uğradıkları zararların karşılığında tazminat elde etme imkanının da tanındığı anlaşılmıştır. Bu nedenlerle başvurucuların yaşam hakkı ihlalinden doğan mağduriyetlerinin giderildiği ve başvurunun mağdur statüsü (kişi) yönünden kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır.
142. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin Sinan Işık (2) (B. No: 2015/12734, 25/9/2019), Kemalettin Rıdvan Yalın (B. No: 2014/6220, 18/7/2019) ve Abdullah Yaşa, kararlarında belirttiği ilkelere uygun olarak, idari yargıda devam eden tam yargı davasında, ilgili ceza yargılaması süreci sonunda tespit edilen hak ihlali ile çelişen ya da yeterli giderim sağlamayan karar verilmesi hâlinde başvurucuların yeni bir bireysel başvuru yapmalarına engel bir durumun bulunmadığı belirtilmelidir.
143. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 16/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.