TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DENİZ ŞAH BAŞVURUSU (5)
|
(Başvuru Numarası: 2020/13465)
|
|
Karar Tarihi: 21/11/2023
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin Ozan ADIYAMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Deniz ŞAH
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun
sevk edildiği hastanede kelepçe ile muayeneye zorlanması ve olay hakkında
yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
4. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun silahlı terör örgütü adına (DHKP-C)
anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine
getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmî belgede
sahtecilik ve sair suçları işlediği iddiasıyla Tunceli 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli kararıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte
tutuklanmasına karar verilmiştir.
6. Resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet
hükmü Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 22/2/2019 tarihli
kararıyla, anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs,
kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs ve
sair suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümleri ise Yargıtay 16. Ceza Dairesinin
17/6/2021 tarihli onama ilamıyla kesinleşmiştir.
7. Başvurucu, alıkonulduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli
Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalp rahatsızlığına bağlı
olarak yaşadığı şikâyetlerin artması üzerine 3/2/2020 tarihinde Köroğlu Devlet
Hastanesine sevk edilmiştir. Aynı tarihte yapılan muayenesi kapsamında
başvurucuya holter (Kalp ritim bozukluklarını tespit etmek için
kullanılan bir tür taşınabilir elektrokardiyografi cihazıdır. Bu cihaz bir
kişinin kalp atışını devamlı bir şekilde kaydeder ve bu kayıt belirli bir süre
boyunca yapılır.) takılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine eşlik
eden kolluk görevlilerinden holterin takılmasından önce kelepçesinin açılmasını
talep etmiştir. Kolluk görevlileri başvurucuya, kazağını çıkarması için
kelepçesinin açılacağını ancak sonra yeniden takılacağını bildirmiştir.
Başvurucunun yeniden kelepçe takılmasını ve bu şekilde muayeneyi kabul etmemesi
sebebiyle holter takılmamıştır.
8. Başvurucu 4/2/2020 tarihli dilekçeyle kendisini
kelepçeyle muayene olmaya zorlayan uzman jandarma personeli hakkında Bolu Cumhuriyet
Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.
9. Dilekçesinde başvurucu; 2016 yılında geçirdiği kalp
krizi ile bağlantılı olduğunu düşündüğü sağlık sorunları yaşadığını,
rahatsızlığının teşhis ve tedavi işlemleri kapsamında sevk edildiği hastanede
kendisine eşlik eden uzman jandarma personelinin kelepçeyi holterin
yerleştirilmesi için yalnızca üst eşyasını çıkarırken açıp sonra yeniden
takacaklarını beyan ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, insan onuruna aykırı
olduğunu iddia ettiği bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle muayenesinin
yapılmadığını, holterin takılacağı sırada yeteri kadar kamu görevlisiyle küçük
bir odada bulunduklarını açıklayarak güvenlik gerekçelerinin olmadığını da
ileri sürmüştür.
10. Ceza İnfaz Kurumu, başvurucunun şikâyet dilekçesiyle
birlikte Jandarma Kıdemli Üstçavuş Ü.A., Jandarma Er Y.A. ve S.Y. ile infaz
koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan 3/2/2020 tarihli tutanağı (birinci
tutanak) da Başsavcılığa göndermiştir. Anılan tutanaktaki tespitler özetle
şöyledir:
i. Tedavi olması için Köroğlu Devlet Hastanesinde holter
odasına götürülen başvurucu, kelepçenin çıkarılmasını talep etmiştir. Bu sırada
odada bulunmaması nedeniyle görevli hekimin görüşü alınamamıştır.
ii. Holter cihazının yerleştirileceği odadaki sağlık
görevlisinin kelepçenin takılı kalması hususunda onayını alan kolluk
görevlileri, kelepçenin kazağını çıkarması için çözeceklerini, holter cihazının
yerleştirilmesinden sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ
etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir.
iii. Kolluk görevlilerinin başvurucunun tedavisinin
tamamlanamamasıyla ilgili menfi bir eylemi olmamıştır.
iv. Başvurucu, aktif bir DHKP-C üyesidir; başvurucunun
şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin muayene ve
tedavisinin aksatılmaması şartıyla üst düzeyde tutulması gerekmektedir.
11. Bakanlığın başvuru hakkında görüş bildirdiği
17/5/2023 tarihli yazının (Bakanlık görüşü) ekinde gönderilen evrak arasında
ikinci bir tutanak (ikinci tutanak) tespit edilmiştir. Jandarma personeli Ü.A.
ile infaz koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan bu ikinci tutanağa göre
holterin yerleştirileceği odada bulunan sağlık görevlisinin kelepçenin takılı
kalması hususunda onayını alan kolluk görevlileri, kelepçeyi sadece kazağını
çıkarması için çözeceklerini, sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya
tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu tedavi olmak istememiştir.
12. Bakanlık görüşü ekinde Ü.A. ve Z.T.nin 3/5/2023
tarihinde bilgi sahibi sıfatıyla verdikleri ifade tutanakları da
gönderilmiştir. Kolluk görevlilerinin ifadelerinin benzer olduğu görülmüştür.
İfade tutanaklarına göre başvuruya konu olay özetle şu şekilde gerçekleşmiştir:
i. Başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri
çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin takılmasından sonra kelepçelerin
yeniden takılacağı bildirilmiştir.
ii. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz
etmesi üzerine odada bulunan sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının
holterin yerleştirilmesine engel olup olmayacağı sorulmuştur.
iii. Sağlık görevlisi muayeneye engel olmayacağını ifade
etmesine rağmen başvurucunun kelepçe takılmasını kabul etmemesi sebebiyle
muayeneye son verilmiştir.
13. Ceza İnfaz Kurumu başvurucunun şikâyet dilekçesini
Başsavcılığa gönderdiği 6/2/2020 tarihli üst yazıda, Ceza İnfaz Kurumu ve
Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi'nin hükümlü
ya da tutuklu hastaların tedavisini engellemediği ve doktor tarafından talep
edilmediği müddetçe kelepçenin açılmayacağına dair hükümden bahsetmiştir. Ceza
İnfaz Kurumu üst yazısının anılan kısmı şöyledir:
“Konu ile ilgili olarak; Hükümlü
ve tutukluların mahkeme ve hastaneye sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz
Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi'
kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup,
Yönergenin3. maddesinin 3. fıkrasında sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi
esnasında kelepçe kullanımı '...yapılan tedavi engellemediği ve doktor tarafından
talep edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.”
14. Başsavcılık başvurucunun şikâyeti üzerine başlattığı
soruşturmada 10/2/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
Başsavcılığın kararında özetle kamu görevlilerinin eylemlerinin mevzuat
hükümlerine uygun olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun kelepçesinin
açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediğine vurgu yapılmıştır.
Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...Dosya üzerinde yapılan inceleme
sonucunda; Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün
06/02/2020 tarihli yazısında; 'Hükümlü ve tutukluların mahkeme ve hastaneye
sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması
ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi' kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı
tarafından gerçekleştirilmekte olup, Yönergenin3. maddesinin 3. fıkrasında
sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi esnasında kelepçe kullanımı
'....yapılan tedavi[yi] engellemediği ve doktor tarafından talep
edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.' şeklinde
belirtildiği,
Dosya kapsamı bir bütün olarak
değerlendirildiğinde; yasal mevzuatlar çerçevesinde işlemlerin yapılmış olduğu,
müştekinin kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil
etmediği, ilgili doktorun ve diğer görevli personellerin konu hakkında
müştekinin mağduriyetine sebep olabilecek kasıtlı veya ihmali surette suç
teşkil edebilecek bir eylemine rastlanılmadığı, söz konusu olayda herhangi bir
suç unsuru bulunmadığı anlaşıldığından KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER
OLMADIĞINA ... [karar
verildi.]”
15. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
2/3/2020 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. İtiraz kapsamında şikâyet
dilekçesindeki yakınmalarının yanında İstanbul Protokolü'ne göre muayenenin
kelepçe gibi bir kısıtlama aracı olmaksızın yapılması gerektiğini belirtmiştir.
Ayrıca kişinin kelepçe ile kısıtlanmasının onur kırıcı bir davranış olduğunu,
bu uygulamaya ancak zorunlu hâllerde başvurulabileceğini belirterek
Başsavcılığın etkin bir soruşturma yapmadan karar verdiğini iddia etmiştir.
16. Başvurucunun itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince
12/3/2020 tarihinde reddedilmiş, karar başvurucuya 20/3/2020 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 30/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
“Muhafızın görevini kötüye kullanması” kenar başlıklı 295.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre gözaltına alınan, tutuklu veya
hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli olan kişilerin görevlerinin
gereklerine aykırı hareket etmeleri hâlinde görevi kötüye kullanma suçuna
ilişkin hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi kötüye kullanma”
kenar başlıklı 257. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi”
kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya
başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir
öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin
gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin
araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî
kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri
toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla
yükümlüdür.”
20. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “İnfazda temel ilke” kenar
başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ceza ve güvenlik tedbirlerinin
infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda
bulunulamaz.”
21. 5275 sayılı Kanun'un “Hapis cezalarının infazında
gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(b) bendi şöyledir:
“...Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu
kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan
maddî ve manevî koşullar altında çektirilir...”
22. 5275 sayılı Kanun'un “Zorlayıcı tedbirlerin
kullanılması” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak
tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;
a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde
çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,
b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak
üzere tıbbî nedenlerle,
c) Diğer kontrol usûllerinin
yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya
eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,
Kullanılabilir.”
23. 5275 sayılı Kanun'un “Nakillerde alınacak
tedbirler” kenar başlıklı 58. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlülerin kuruma veya başka bir
yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları
tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır.
(2) Hükümlü, havalandırma ve ışık
durumu yetersiz araçlarla, eziyet verici veya onur kırıcı şekilde nakledilemez.
Nakil sırasında alınacak tedbirler, hükümlünün firarını önleyici ve yukarıdaki
fıkrada yazılı engelleri gerçekleştirici sınırları aşamaz, birbirleriyle ve
görevlilerle herhangi bir tartışmaya girmelerini engelleyici boyutları
geçemez.”
24. 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin 45. maddesinin
(f) bendi şöyledir:
“Ceza infaz kurumlarının ve
tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve
hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar.”
25. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İlkeler” kenar başlıklı 5.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık hizmetlerinin sunulmasında
aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:
a) Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir
iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her
safhasında daima gözönünde bulundurulur.
b) Herkesin yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya
kimsenin bu hakkı ortadan kaldırmak yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya
insanca muamelede bulunulur.
...
d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda
yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer
kişilik haklarına dokunulamaz.
...”
26. Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İnsani değerlere
saygı gösterilmesi ve ziyaret” kenar başlıklı 39. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Hasta, kişilik değerlerine uygun bir
şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir.”
27. Bakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı
arasında 26/1/2017 tarihinde imzalanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış
Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleriyle Sağlık Hizmetlerinin
Yürütülmesi Hakkında Protokol’ün (Protokol) “Muayenelerde güvenliğin ve
hasta mahremiyetinin sağlanması” kenar başlıklı 38. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Ceza infaz kurumu müdürlüğü bulunan
yerlerdeki hastanelerde firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı muayene
odaları oluşturulur.
2) Hükümlü ve tutukluların hastanelerde
muayeneleri, firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı odalarda yapılır.
Jandarma muayene esnasında oda dışında bulunur ve gerekli güvenlik tedbirlerini
alır. Doktorun yazılı olarak talep etmesi halinde jandarma, hükümlü ve
tutuklunun kadın olması durumunda ise varsa öncelikle kadın infaz ve koruma
memuru muayene odasında bulunur.
...
4) Hastanelerde tutuklu ve hükümlüler
için muhafazalı muayene odaları yapılıncaya kadar bu odalarda veya acil
müdahale ve işlem yapılan yerlerde jandarma bulunur ve doktorla hasta arasında
geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirini alır. Hükümlü ve
tutuklunun kadın olması durumunda ise muayene odasında veya tetkikin yapıldığı
yerde imkânlar ölçüsünde kadın jandarma personeli görevlendirilir. Kadın
jandarma personelinin bulunmaması veya sayısının yeterli olmaması halinde kadın
infaz ve koruma memuru güvenliği sağlar.”
B. Uluslararası
Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama
ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak
gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde
genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesinde
düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya,
B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99,
12/5/2005, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§
101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07,
14/6/2011, §§ 73-75).
29. AİHM, Henaf/Fransa (B. No: 65436/01,
27/11/2013) kararında ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye nakli
sonrası gece yatağa zincirlenmesi hususunu Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında
incelenmiştir. Ceza infaz kurumu idaresi takdir yetkisini refakat eden
memurlara bırakmış, özel bir yüksek güvenlik uyarısı yapmamıştır. Başvurucuya
iki polis memurunca kelepçe takılmış, hastanede de gece boyunca ayak
bileklerinden biri karyolaya zincirle bağlanmıştır. AİHM kelepçelemenin kanuna
uygun bir gözaltıyla bağlantılı olarak yapıldığı ve makul olarak gerekli kabul
edilebilecek düzeyi aşan ölçüde güç kullanımı veya kamuya açıklık söz konusu
olmadığı takdirde normalde 3. madde anlamında bir sorun teşkil etmeyeceğini
belirtmiştir. Bu bağlamda kişinin kaçma veya yaralanma ya da bir zarara yol
açma tehlikesi ile tıbbi tedavi için hastaneye transferin özel şartlarının
değerlendirilmesinin önemli olduğu açıklanmıştır.
30. AİHM, tehlikelilik ile ilgili olarak başvurucu
hakkında çeşitli hükümlerin bulunduğunu ancak bunların hiçbirinin şiddet
eylemlerine yönelik olmadığını dikkate almıştır. Başvurucunun ceza infaz
kurumunda geçici bir psikolojik rahatsızlığı sebebiyle yol açtığı tek bir
eylemi dışında bir huzursuzluğa da yol açmadığını, bu eylemin de şiddet
içermediğini vurgulamıştır (Henaf/Fransa, § 50). Ayrıca ceza infaz
kurumu müdürünün başvurucunun normal şartlarda sevk edilebileceğine dair
yazısına da dikkati çeken AİHM, başvurucunun oluşturduğu iddia edilen
tehlikenin onu iki polis memuru oda dışında nöbet tutarken yatağa zincirlemeyi
haklı göstermediğini kabul etmiştir (Henaf/Fransa, §§ 51, 52). Mevcut davada
başvurucunun yaşını, sağlık durumunu, güvenlik riski oluşturduğuna dair
öncesinde ciddi bir endişe uyandıran bir davranışının olmamasını ve ceza infaz
kurumu müdürünün yazısını gözeten AİHM, iki polis memurunun da oda dışında
nöbet tutması nedeniyle başvuruya konu kısıtlamaların kullanılmasının güvenlik
ihtiyacıyla karşılaştırıldığında orantısız olduğu kanaatine varmıştır (Henaf/Fransa,
§ 56). AİHM başvurucunun mahremiyetinin korunması argümanının da olayın
şartlarında zincirle yatağa bağlanmayı haklı göstermediğini belirtmiştir (Henaf/Fransa,
§ 58). Sonuç olarak ulusal makamların başvurucuya yönelik davranışlarının
Sözleşme'nin 3. maddesindeki hükümlere uygun olmadığını belirtmiş ve mevcut
davadaki kısıtlamaların insanlık dışı bir muamele anlamına geleceği sonucuna
varmıştır (Henaf/Fransa, § 59).
31. AİHM muayene sırasında uygulanan güvenlik
tedbirlerini incelediği Filiz Uyan/Türkiye (B. No: 7496/03, 8/1/2009, §§
32-35) kararında, uygulanabilecek farklı seçenekler olduğu hâlde
başvuranın kelepçelerinin jinekolog tarafından yapılan muayene sırasında
ısrarla çıkarılmamasının ve üç erkek güvenlik görevlisinin bir paravanın
arkasına geçerek odada bulunmasının orantısız güvenlik tedbiri olduğunu, bu tür
muayeneler geçirmesi gereken ve terörle ilgili suçlardan mahkûm edilen tüm
tutuklular için katı gereklerin mevcut olduğunu, katı tedbirlerin mahkûmun
taşıdığı risklere ve gerçekleştirilecek muayenenin türüne bağlı olarak esnek ve
daha pratik bir yaklaşıma izin vermediğini, başvuranın jinekolojik muayenesi sırasında
söz konusu tedbirleri gerektirecek ölçüde güvenlik riskinin mevcut olduğunun
kanıtlanamadığını değerlendirmiştir. AİHM, muayene gerçekleştirilmemiş olsa
bile yukarıda bahsedilen güvenlik şartlarının başvuranın utanmasına, sıkıntı
duymasına ve onurunun kırılmasına yol açtığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin 3.
maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 21/11/2023 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi
33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini
önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun
olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım
talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu; kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetleriyle
ilgili olarak sevk edildiği hastanede holter takılırken kelepçelerinin açılması
talebinin kabul edilmediğini, kolluk görevlilerinin kendisine, üstündeki
kıyafetini çıkarması için çözdükleri kelepçeyi daha sonra yeniden takacaklarını
beyan ettiklerini, üstü çıplak ve kelepçeli şekilde muayene olmayı kabul
etmediğinden tedavisinin sonlandırıldığını, kendisini kelepçeli muayeneye
zorlayan kolluk görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine etkili
soruşturma yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağının, yaşam hakkının,
adil yargılanma hakkının ve etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde;
i. Başvurucunun kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine
uğradığına yönelik bir iddiası olmadığı, başvurucuya kelepçesinin çıkarılacağı
ve holter yerleştirildikten sonra yeniden takılacağının söylenmesi karşısında
tedavi olmayı kendisinin istemediği, ayrıca tedavisi sırasında kelepçelerin
açılmamasının tedavisini ne şekilde etkilediği, nasıl bir yaralanmaya ya da bir
psikolojik travmaya neden olduğu hususunda bir açıklama yapmadığı ve
destekleyici herhangi bir delil sunmadığı,
ii. Kelepçe takmak şeklindeki tedbirin makul sayılıp
sayılmayacağı ve sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki
fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele sayılması için aranan eşiği aşıp
aşmadığının değerlendirilmesi gerektiği,
iii. Başvurucunun kelepçesinin açılmamasının tedavisine
engel bir durum teşkil etmediğinin, ilgili doktorun ve diğer görevli
personellerin konu hakkında başvurucunun mağduriyetine sebep olabilecek kasıtlı
veya ihmali surette suç teşkil edebilecek bir eylemine rastlanmadığının
Başsavcılık tarafından açıklandığı ifade edilmiştir.
36. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki
beyanlarına ek olarak birinci tutanaktaki belirlemenin gerçeğe aykırı olduğunu,
kolluk görevlilerinin kendisine üstü çıplakken kelepçeleri çıkarmadan holter
yerleştirileceğini bildirdiğini, bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle de
tedavisi tamamlanmadan hastaneden ayrıldığını ifade etmiştir.
C. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddialarının özünün kötü muamele
yasağı kapsamında kaldığı değerlendirilerek iddiaların bütün olarak anılan
yasak kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkraları şöyledir:
“Herkes, … maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
40. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasındaki düzenlemeyle insan onurunun korunması
amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet
yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri
[GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 72). Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık
eşiğine ulaşmış olması gerekmektedir. Asgari ağırlık eşiğine ulaşılıp
ulaşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi etkenler önem taşımaktadır. Değerlendirmeye alınacak
hususlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca
kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip
gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer etkendir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 75).
41. Tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında
bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına
zarar verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri
tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması
kural olarak Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun
oluşturmamaktadır ancak bu tür tedbirlerin alınıp uygulanmasında tutuklu veya
hükümlülerin fiziksel veyahut ruhsal durumları ile tedbirin olası olumsuz
etkilerinin birlikte dikkate alınarak bir sonuca ulaşılması gerekir. Elbette bu
araçların kullanımında kamu makamlarının takdir yetkisini, alınan tedbirin
amacını aşacak boyutta keyfî veya gereksiz kullanmaları kötü muamele kapsamında
kalabilmektedir. Bu durumda öncelikle değerlendirilmesi gereken husus, alınan
tedbirin makul seviyede sayılıp sayılmayacağı ve sonuçları bakımından hakkında
tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele sayılması
için aranan eşiğe ulaşıp ulaşmadığıdır (Ö.U., B. No: 2016/62587,
23/6/2020, §§ 32, 33).
42. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal
eder biçimde fiziksel ve ruhsal bir saldırıya uğranıldığına dair savunulabilir
bir iddia varsa bu iddia hakkında etkili bir soruşturma yürütülmelidir.
Yaralama olayının güç kullanmaya yetkili bir kamu görevlisinin kasıtlı bir
eylemi sonucu meydana geldiğinin ileri sürüldüğü hâllerde ivedilikle bir ceza
soruşturması başlatılmalı, soruşturma olaya karışmış olanlardan bağımsız
kişilerce yürütülmeli, soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalıdır. Dahası soruşturma süreci
gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı,
soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı, kullanılan
gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç
kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı soruşturma
makamınca değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle
hareket edilmelidir (sözü edilen ilkelerin yer aldığı örnek kararlar için bkz. Ali
Rıza Özer ve diğerleri, §§ 101-103; S.D., B. No: 2013/3017,
16/12/2015, §§ 111-114; Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022,
§ 16).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
43. Başvurucu 2016 yılında kalp krizi geçirdiğini, uzun
süre kalp ritmini düzenleyici ve kanı sulandırıcı ilaç kullandığını, bu kapsamda
kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetlerinin artması üzerine sevk edildiği
hastanede holter takılması işlemi sırasında gerekli olmamasına rağmen
kelepçelerinin açılmadığını, kelepçeli şekilde muayene yapılmasını kabul
etmemesi sebebiyle de tedavisinin tamamlanamadığını beyan etmiştir. Ayrıca
holterin takılacağı odanın küçük olmasına ve yeteri kadar güvenlik görevlisi
bulunmasına rağmen kelepçesinin keyfî olarak açılmadığını ileri sürmüştür.
44. Düzenledikleri birinci tutanağa göre kolluk
görevlileri, kelepçeyi başvurucunun kazağını çıkarması için çözeceklerini ve
holter cihazının yerleştirilmesinden sonra yeniden takacaklarını başvurucuya
tebliğ etmiş, başvurucunun bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle tedavisi
tamamlanamamıştır. Tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğu,
şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde
tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Tutanak bir jandarma üst çavuş, iki
jandarma er ve bir infaz koruma memuru tarafından imzalanmıştır (bkz. § 10).
İkinci tutanağa göre ise holterin takılacağı odada bulunan sağlık görevlisinin
onayını alan kolluk görevlileri, kelepçeyi başvurucunun kazağını çıkarması için
çözeceklerini ve sonra yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun
üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11). Bununla birlikte Ü.A.
ve Z.T.nin beyanlarının yer aldığı 3/5/2023 tarihli İfade Tutanaklarına göre
başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada
başvurucuya holterin yerleştirilmesinden sonra kelepçelerin yeniden takılacağı
bildirilmiştir. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi
üzerine odadaki sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin
yerleştirilmesini engelleyip engellemeyeceği sorulmuş ve sağlık görevlisi muayeneye
engel bir durum olmadığını ifade etmiştir (bkz. § 12).
45. 3/2/2020 tarihli tutanakta başvurucunun aktif bir
DHKP-C üyesi olduğu, şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik
tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla
başvurucunun tıbbi teşhis ve tedavi süresince firar ve/veya başkalarına zarar
verme konusunda tehlike arz edip etmediği sevki gerçekleştiren görevlilerce
değerlendirilmiştir. Başvurucunun ceza infaz kurumu dışındaki bir sağlık
kuruluşunda olmasına rağmen firara yönelik engellerin bulunduğu bir hükümlü
servisinde olmadığı, Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli
kararıyla anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs,
kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs
suçlarından mahkûm edildiği, bu kararın da Yargıtay 16. Ceza Dairesinin
17/6/2021 tarihli onama ilamı ile kesinleştiği nazara alındığında başvurucunun
tehlike arz etmesi konusunda yapılan değerlendirmenin temelsiz olmadığı
anlaşılmıştır. Ayrıca başvuru dosyasında kelepçenin holter cihazı ile yapılacak
teste mâni olduğuna, bu durumun tedaviyi engellediğine, olay günü holter
testinin yapılamamasının başvurucunun tedavisini ve ruhsal durumunu ne şekilde
etkilediğine ilişkin bir bilgi yoktur. Bu sebeple somut olaydaki uygulamanın
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için aranan
asgari ağırlık eşiğine ulaşmadığı sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu konusunda varılan
sonucun gerekçesi dikkate alındığında kötü muamele yasağının usul boyutunun
ihlaline ilişkin iddianın değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.
Hasan Tahsin GÖKCAN ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe
katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü
muamele yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hasan Tahsin GÖKCAN ile Selahaddin
MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun
yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 21/11/2023 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuran daha önceki kardiyoloji muayenesi sonunda
istenilen Holter cihazı takılması biçimindeki tetkikin uygulanması amacıyla
güvenlik görevlileri eşliğinde geldiği hastanede cihazın takılması için belden
üst kısmının çıkartılması gerektiğinin belirtildiği halde görevlilerin
kelepçenin çıkartılmasını kabul etmediklerini bu nedenle de cihazın takılması
işlemine devam edemeyeceğini söylediğini, engel olan görevliler hakkında
yaptığı şikayetin C. Savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile
sonuçlandırıldığını, karara yaptığı itirazın da reddedildiğini dile
getirmektedir. Dosyada yer alan kolluk görevlilerinin ifade tutanaklarına göre
ise Holter takılması için kelepçenin çıkarılacağı, ancak takıldıktan sonra
kelepçenin yine uygulanması gerektiği belirtildiği halde başvuranın bunu kabul
etmediği için Holter takma işleminin yapılamadığı belirtilmektedir.
2. Hükümlü ve tutukluların nakil veya kurum dışı
işlemleri sırasında kaçmalarının önlenmesi amacıyla kelepçe vb. yöntemlerle
tedbir alınmasının kamusal yararı tartışmasızdır. İlgili mevzuatta bu
uygulamanın yasal dayanağı bulunmaktadır. Bununla birlikte adli nedenlerle
tutulan kimselerin raporunun alınması veya sağlık hizmetinden yararlandırılması
sırasındaki güvenlik ihtiyacıyla ilgili husus daha hassas değerlendirilmelidir.
Çünkü belirtilen alanlar sıkça işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele veya yaptırım yasağının ihlali iddialarına konu
olabilmektedir. AİHM de somut olay koşullarında güvenlik ihtiyacıyla
başvurucunun onurunun korunması arasındaki dengenin kurulması gerektiği yönünde
kararlar vermiştir (bu yönde ihlal kararları için bkz. Henaf/Fransa, B. No:
65436/01, 27.11.2013, par. 58-59; Filiz Uyan/Türkiye, B. No: 7496/03, 8.1.2009,
par. 32-35).
3. Hukukumuzda bu konu özel olarak düzenlenmiştir. 5275
sayılı Kanunun 50/1. maddesinde tıbbi işlemler sırasında kelepçenin hekimin
talimat ve gözetiminde takılabileceği, Kanunun uygulanmasına ilişkin İnfaz
Yönetmeliğinin 123/b maddesinde ise hükümlü hakkındaki muayene, teşhis ve
tedavi sırasında bu işlemlerin güvenli biçimde yerine getirilmesi için
zorunlu görülmesi halinde cezaevi tabibi veya hekimin talep ve gözetiminde
kelepçe kullanılabileceği düzenlenmektedir. Başka deyişle Kanun ve
Yönetmelikteki düzenlemelere göre tıbbi işlemler bakımından asıl olanın
kelepçesiz işlem yapılması, kelepçe vb. tedbire başvurma gerekliliğinin ise
ilgili hekim tarafından takdir edilmesi yönünde olduğu anlaşılmaktadır.
4. Başvuruya konu olayda ise kardiyoloji muayenesi
sonucunda hekim tarafından istenen teşhise yönelik tıbbi bir işlem olan Holter
cihazının takılması sırasında kolluk görevlileri ile başvuran arasında
kelepçenin çıkarılıp çıkarılmayacağı tartışmasının yapıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri karşısında yalnızca muayene sırasında
değil, sağlık birimi veya hastanedeki teşhis ve tedavi işlemleri sırasında da
kelepçe vb. kısıtlayıcı tedbire karar verilmesinde hekimin kararı arandığı
halde kolluk görevlilerinin bu konuda hekimin görüşüne başvurmaksızın kendi
görüşleriyle uygulama yaptıkları, görevlilerce düzenlenen tutanaktan
anlaşılmaktadır. Öte yandan söz konusu tartışmayla ilgili olarak C.
Savcılığınca sağlık görevlisinin tanıklığına başvurulmamıştır. Hatta C.
Savcılığı infaz kurumuyla yazışmayla yetinmiş başka hiçbir inceleme yapmadan
karar vermiştir. Bu durumda görevlilerin mevzuatta tanınan yetkiyi usule uygun
kullanmayarak teşhis işlemine engel olduklarına ilişkin iddianın yeterince
araştırılmadan ve mevzuat bağlamında tartışılmadan verilen C. Savcılığı kararı
ile itirazı reddeden merci hakimlik kararının ilgili ve yeterli gerekçeyi
içermediği sonucuna ulaşılmalıdır.
5. Bu durumda sonucu itibarıyla ceza infaz kurumunda
devlet gözetiminde tutulu bulunan başvurucunun tedavisi için gereken tıbbi
işlemin tamamlanmamasına neden olunması karşısında Anayasanın 17. maddesinde
düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul
boyutuyla ihlal edildiği yönünde karar verilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkan
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY
1. Mahkemenin Sayın çoğunluğu tarafından başvurucunun
gözaltındayken kötü muameleye maruz kalınması şikayetinin etkili şekilde
soruşturulmadığı iddiasına ilişkin olarak iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Aşağıda belirttiğim
gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.
2. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
3. Silahlı terör örgütü adına (DHKP-C) anayasal düzeni
cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu
görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmî belgede sahtecilik ve sair
suçları işlediği iddiasıyla Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli
kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar
verilmiştir.
4. Resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet
hükmü Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 22/02/2019 tarihli
kararıyla; anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs,
kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs ve
sair suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümleri ise Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/06/2021
tarihli onama ilamıyla kesinleşmiştir.
5. Başvurucu, alıkonulduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli
Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalp rahatsızlığına bağlı
olarak yaşadığı şikâyetlerinin artması üzerine 3/2/2020 tarihinde Köroğlu Devlet
Hastanesine sevk edilmiştir. Aynı tarihte yapılan muayenesi kapsamında
başvurucuya holter (Kalp ritim bozukluklarını tespit etmek için kullanılan bir
tür taşınabilir elektrokardiyografi cihazıdır. Bu cihaz bir kişinin kalp
atışını devamlı bir şekilde kaydeder ve bu kayıt belirli bir süre boyunca
yapılır.) takılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine eşlik eden kolluk
görevlilerinden holterin takılmasından önce kelepçesinin açılmasını talep
etmiştir. Kolluk görevlileri başvurucuya, kazağını çıkarması için kelepçesinin
açılacağını ancak sonra yeniden takılacağını bildirmiştir. Başvurucunun yeniden
kelepçe takılmasını ve bu şekilde muayeneyi kabul etmemesi sebebiyle kendisine
holter takılmamıştır.
6. Başvurucu 4/2/2020 tarihli dilekçeyle kendisini kelepçeyle
muayene olmaya zorlayan uzman jandarma personeli hakkında Bolu Cumhuriyet
Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.
7. Başsavcılık şikayet ile ilgili olarak kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında kamu
görevlilerinin eylemlerinin mevzuat hükümlerine uygun olduğu değerlendirilmesi
yapılmıştır. Ayrıca kelepçenin açılmamasını tedaviye engel teşkil etmediği de
belirtilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş Bolu Sulh Ceza Hakimliği
12/03/2020 tarihinde itirazı reddetmiştir.
8. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü
fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına
alınmıştır.
9. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden
kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
10. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
11. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek
şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran
veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki muamelelerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22).
12. Mahpuslar, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka
uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirken
(İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere
sahiptir. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu
olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda
güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklerin olması
durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir.
13. İnfazın yönteminin ve infaz sürecindeki
davranışların, mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan
kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma
sokmaması gerekir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).
14. Bunun dışında Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen
hak kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Devletin
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüğün usule ilişkin boyutu çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü
fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu
saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak,
kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır
(Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
15. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı
olmazsa madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı
hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri
altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir
Canan, § 25).
16. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi
ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma
hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 113).
17. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup
icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı
mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi
olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini
koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin
yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme
ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamında bulunanlarla
sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça
ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer
taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen
normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı
tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 96).
18. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin
kabulü için;
19. Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen
harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini
sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, §
114),
20. Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve
mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde
etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),
21. Soruşturmadan sorumlu ve incelemeleri yapan kişilerin
olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),
22. Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi
(Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),
23. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde
edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
(Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99; Murat Ulusoy, B. No:
2018/2652, 13/1/2022, § 53) gerekir.
İlkelerin Olaya Uygulanması
24. Başvurucu 2016 yılında kalp krizi geçirdiğini, uzun
süre kalp ritmini düzenleyici ve kanı sulandırıcı ilaç kullandığını, bu
kapsamda kalp rahatsızlığına bağlı şikâyetlerinin artması üzerine sevk edildiği
hastanede holter takılması işlemi sırasında gerekli olmamasına rağmen
kelepçelerinin açılmadığını, kelepçeli şekilde muayene yapılmasını kabul
etmemesi sebebiyle de tedavisinin tamamlanamadığını beyan etmiştir. Başvurucu
ayrıca holterin takılacağı odanın küçük olmasına ve yeteri kadar güvenlik
görevlisi bulunmasına rağmen kelepçesinin keyfî olarak açılmadığını ileri
sürmüştür.
25. Kolluk görevlilerinin düzenlediği birinci tutanağa
göre kolluk görevlileri, kelepçenin kazağın çıkarması için çözüleceğini ve
holter cihazının yerleştirilmesinden sonra yeniden takılacağını başvurucuya
tebliğ etmiş, başvurucunun bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle tedavisi
tamamlanamamıştır. Tutanakta başvurucunun aktif bir DHKP-C üyesi olduğuna,
şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde
tutulması gerektiğine vurgu yapılmış ancak şüpheli tavır ve hareketler
tanımlanmamıştır. Tutanak bir jandarma üst çavuş, iki jandarma er ve bir infaz
koruma memuru tarafından imza altına alınmıştır (bkz. § 10).
26. İkinci tutanağa göre ise holterin takılacağı odada
bulunan sağlık görevlisinin onayını alan kolluk görevlileri, kelepçenin kazağını
çıkarması için çözüleceğini ve sonra yeniden takılacağını başvurucuya tebliğ
etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11).
İkinci tutanağa göre kazağını çıkaran başvurucuya yeniden kelepçe takılacak ve
holter bu şekilde yerleştirilecektir.
27. Bununla birlikte Ü.A. ve Z.T.nin beyanlarının yer
aldığı 3/5/2023 tarihli ifade tutanaklarına göre başvurucunun kazağını
çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin
yerleştirilmesinden sonra kelepçelerin yeniden takılacağı bildirilmiştir.
Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi üzerine odadaki
sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesini
engelleyip engellemeyeceği sorulmuş ve sağlık görevlisi muayeneye engel
olmayacağını ifade etmiştir (bkz. § 12).
28. Öncelikle olayın meydana geliş şekli ve inceleme
kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar birinci tutanakta, kolluk
görevlilerinin kelepçenin holterin yerleştirilmesinden sonra yeniden takılacağını
bildirdikleri ifade edilmişse de ikinci tutanakta kelepçenin sadece kazağın
çıkarılması için açılacağının tebliğ edildiğinin belirtilmesi, kolluk
görevlilerinin sağlık görevlisine, kelepçenin takılı olmasının holterin
yerleştirilmesine engel olup olmayacağını sorduklarına dair ifadeleri ve
başvurucunun iddiaları dikkate alındığında başvuru konusu olayın aşağıdaki
şekilde meydana geldiği değerlendirilmiştir.
29. Başvurucu 3/2/2020 tarihinde kalp rahatsızlığına
bağlı şikâyetlerinin artması üzerine Köroğlu Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve
başvurucuya holter takılması istenmiştir. Holterin yerleştirilmesi işlemi
sırasında, kolluk görevlileri sadece üstünü çıkarması içinkelepçenin
açılacağını ve sonra yeniden takılacağını başvurucuya tebliğ etmişlerdir.
Başvurucunun üstünde giysi olmadan kelepçe takılmasını ve bu hâldeyken holterin
yerleştirilmesini kabul etmemesi sebebiyle muayene ve tedavi işlemleri
tamamlanamamıştır.
30. Hükümlüler kural olarak kelepçe takılmaksızın muayene
ve tedavi edilmelidir. Bu kapsamda ortaya çıkan kelepçesiz muayene ve tedavi
hakkı, belli şartların varlığı hâlinde gerekli olması ve orantılı şekilde
uygulanması kaydıyla sınırlanabilir. Bu sınırlama yapılırken hükümlünün her
hasta gibi kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık
hizmetlerinden faydalanma hakkının bulunduğu unutulmamalıdır. Aksi hâlde
muayene ya da tedavinin kelepçeli şekilde yapılması kötü muamele olarak
nitelendirilebilir.
31. Hükümlünün kelepçeli hâldeyken muayeneye/tedaviye
zorlanması sebebiyle tıbbi yardıma ulaşamaması durumunda da kelepçesiz şekilde
muayene olma ve tedavi edilme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir. Bu
müdahalenin kötü muamele niteliğinde olup olmadığının tespiti için öncelikle
bir tedbir olarak kelepçe takılmasını gerektiren nedenlerin bulunup
bulunmadığının belirlenmesi gerekir.
32. 3/2/2020 tarihli tutanakta başvurucunun aktif bir
DHKP-C üyesi olduğuna ve şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik
tedbirlerinin üst düzeyde tutulması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Her ne kadar
şüpheli tavır ve hareketleri açıklanmamış olsa da tutanaktaki belirlemelere
göre başvurucunun kaçmasının önlenmesi ya da kendisine veya başkasına zarar
verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kelepçe kullanıldığı
anlaşılmaktadır.
33. Başvurucu, ceza infaz kurumunun dışındaki bir sağlık
kuruluşunda bulunmasına rağmen firara yönelik engellerin bulunduğu bir hükümlü
servisinde değildir. Başvurucunun bir silahlı terör örgütünün aktif üyesi
olduğu yönündeki belirleme ve şüpheli hareketlerinin bulunduğuna dair
değerlendirme de dikkate alındığında somut olayda güvenlik riskinin oluştuğu
kabul edilmiştir. Bu aşamada kelepçe takılmasından önce güvenlik riskinin
bertaraf edilebilmesi için uygulanabilir farklı seçeneklerin bulunup bulunmadığı
belirlenmelidir.
34. Başvurucu, holterin küçük bir odada takılacağını ve
yeterince kolluk görevlisinin bulunduğunu ifade etmiştir. 3/2/2020 tarihli
tutanakta üç jandarma personelinin ve bir infaz koruma memurunun imzası vardır.
İmzası bulunan kolluk görevlilerinin tutanağa konu olaya şahit oldukları kabul
edilmiştir. Dolayısıyla holterin takılacağı odada dört kolluk görevlisinin
bulunduğu anlaşılmaktadır.
35. Tutanakta; holterin takılacağı odanın bulunduğu kat,
pencere sayısı ve benzeri özellikleri nedeniyle ayrıca bir güvenlik riski
tanımlanmamıştır. Odada dört kolluk görevlisinin bulunduğu dikkate alındığında
farklı yol ve yöntemler belirlenerek güvenlik tedbirlerinin alınabileceği
değerlendirilmiştir.
36. Ayrıca tutanağa göre kolluk görevlileri başvurucuya
kazağını çıkarması için kelepçelerin çözüleceğini tebliğ etmiştir. Buna göre
kolluk görevlileri, başvurucu kazağını çıkarana kadar kelepçe kullanmaksızın
güvenlik tedbirlerini alabildiklerini kabul etmiştir. Başvurucunun kazağına
kadar var olan şartların holterin takılması sırasında da devam ettiği dikkate
alındığında kolluk görevlilerinin bu sürede başvurmayı planladıkları güvenlik
tedbirlerine cihazın takılması sırasında da başvurabilecekleri açıktır. Buna
göre güvenlik risklerinin bertaraf edilmesi için uygulanabilecek farklı
seçenekler bulunmasına rağmen başvurucunun kelepçeli olarak muayeneye
zorlandığı değerlendirilmiştir.
37. Kaldı ki devlet, gözetimi altında bulunan hükümlünün
hastalığının tespiti ve tedavisi için gerekli tıbbi yardımı sağlamakla da
yükümlüdür. Bu kapsamda hükümlü, hastalıklarının tespiti için muayene ve tedavi
imkânlarından ve tıbbi araçlardan yararlanmayı talep edebilir. Kelepçe
kullanıldığında muayene ve tedavi olanaklarından ve tıbbi araçlardan yararlanma
imkânı azalıyor ya da ortadan kalkıyorsa şartları bulunsa dahi hükümlüye
kelepçe takılması orantılı bir tedbir olarak görülemez. Aksi hâlde devletin
gözetimi altındaki hükümlüye tıbbi yardım sağlama yükümlülüğü yerine
getirilmemiş olur.
38. Kelepçe kullanımının muayene ve tedavi imkânından ve
tıbbi araçlardan yararlanma durumunu ortadan kaldırıp kaldırmadığını belirleme
yetki ve görevi ilgili hekime aittir. Dolayısıyla muayene, teşhis ve tedavi
işlemleri sırasında hükümlüye kelepçe takılırken hekimin bu husustaki görüşü
alınmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre, 5275 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki "... Kelepçe ve bedensel hareketleri
kısıtlayıcı araçlar; ... Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî
nedenlerle ... Kullanılabilir." hükmü de bunu sağlamak amacıyla
getirilmiştir. Zira güvenlik risklerinin belirlenmesinde hekimin herhangi bir
ehliyeti ya da görevi olmadığı gibi kolluk görevlilerinin de kelepçe
kullanılmasının muayene ve tedavi imkânını ortadan kaldırıp kaldırmayacağını değerlendirmede
herhangi bir ehliyeti bulunmamaktadır.
39. Holterin işlevi dikkate alındığında başvurucunun kalp
ritim bozukluklarının tespit edilmeye çalışıldığı açıktır. Holter cihazı,
birçok eloktrottan oluşur ve bunlar kişinin vücuduna yapıştırılır. Cihazın ana
kısmı da bir çanta veya kemer ile kişinin beline takılmalıdır. Holter cihazının
işlevini yerine getirebilmesi için manyetik alanlardan uzak tutulması ve
kaydını etkileyecek normal yaşantının dışındaki aktivitelerden kaçınılması gibi
bazı hususlara dikkat edilmesi gerekir. Buna göre holterin takılması sırasında
ve sonrasında kelepçenin cihazın işlevini yerine getirmesine engel bir durum
oluşturup oluşturmayacağı ancak uzman hekimce açıklanabilir. Buna rağmen
holterin takılması sırasında başvurucunun kelepçesinin çıkarılmamasına karar
verilirken hekimin görüşüne başvurulmamıştır (bkz. § 10). Dolayısıyla hekim
görüşü alınmak suretiyle muayeneden, tedaviden ve tıbbi araçlardan yararlanma
imkânını ortadan kaldırıp kaldırmadığı değerlendirilmeden başvurucuya kelepçe
takılmasına karar verilmesi orantılı bir tedbir olarak görülemez.
40. Öte yandan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda
Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri
Yönergesi'nde geçen "tedaviyi engellemediği ve doktor tarafından talep
edilmediği müddetçe hükümlünün kelepçesinin açılamayacağına" dair hükme
yer verilmiştir (bkz. § 14). Bu hükmün 5275 sayılı Kanun, İnfaz Yönetmeliği,
Protokol ve uluslararası belge ve sözleşmelerdeki hükümlere aykırı olduğu da
açıktır.
41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamındaki negatif yükümlülüğe aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Başvurucunun maruz kaldığı eylem değerlendirildiğinde müdahalenin küçük
düşürücü ve aşağılayıcı bir etki doğurabilmesi, bu nedenle insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele kapsamında nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.
42. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde sorumluların
belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmasını sağlamaya elverişli, etkili bir
soruşturmanın yapılması gerekmektedir.
43. Bakanlık görüşünün ekinde gönderilen ve kolluk
görevlileri tarafından düzenlenen tutanağa göre, kelepçenin sadece kazağı
çıkarması için çözüleceği ve holterin yerleştirilmesi sırasında yeniden
takılacağı kolluk görevlilerince başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine
başvurucu, tedavi olmak istememiştir (bkz. § 11). Buna göre başvurucunun insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında bulunduğu değerlendirilen
iddiaları tutanakta açıklandığı şekliyle kamu makamlarınca da kabul edilmiştir.
44. Somut olay hakkında yürütülen soruşturmada toplanması
gereken temel deliller; şüphelinin savunması, mağdurun ve varsa tanıkların
beyanı ve kamu görevlilerince tutulan tutanaklardır. Soruşturma kapsamında
Başsavcılık ne başvurucunun beyanını almış ne tanık olabilecek kişilerin
ifadelerine başvurmuş ne de tutanakta adı geçen kolluk görevlilerinin
beyanlarını tespit etmiştir. Bununla birlikte soruşturmaya konu olayla ilgili
evrakın tespiti ve incelenmesi için kamu kurumlarından bilgi ve belge talebinde
de bulunulmamıştır. Neticede ceza soruşturması herhangi bir delil toplanmadan
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandırılmıştır. Buna göre
başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında bulunduğu
değerlendirilen iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini
sağlayabilecek özenli ve yeterli bir soruşturma yürütüldüğü söylenemez.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının usul boyutunun ihlal edildiği gerekçesiyle sayın çoğunluğun görüşüne
katılmadım