TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HASAN ÖZLÜOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/19132)
Karar Tarihi: 11/12/2024
Başkan
:
Basri BAĞCI
Üyeler
Engin YILDIRIM
Kenan YAŞAR
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI
Raportör
Duygu KALUKÇU
Başvurucu
Hasan ÖZLÜOĞLU
Vekili
Av. Mustafa Ulaş KOCADAYI
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, maden işçisi olarak çalışmaktayken 30/3/2015 tarihinde emeklilik nedeniyle iş akdini feshetmiştir.
3. Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TTK) ile Enka İş Makinaları Maden Enerji İnşaat Gıda Orman Üretim Ticaret Limited Şirketi (Şirket) aleyhine Zonguldak 2. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işçilik alacaklarının tazmini talebiyle dava açan başvurucu, 23/2/2005 tarihinden bu yana TTK nezdinde ve en son davalı Şirket uhdesinde çalıştığını belirterek her iki davalının müştereken ve müteselsilen işçilik alacaklarından sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
4. Mahkeme 26/4/2018 tarihli kararı ile TTK yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine ve aleyhe 2.180 TL vekâlet ücreti ödenmesine; Şirket yönünden ise davanın kabulüne hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı TTK Genel Müdürlüğü ve davalının çalıştığı zirve madencilik ve enka madencilik şirketleri arasında alt işveren asıl işveren hukuki ilişkisinin bulunup bulunmadığı noktasında; Davalı TTK Genel Müdürlüğü ile diğer davalı şirket [T.] şirketi arasında Rödövans sözleşmesinin olduğu, davalı şirket aleyhine açılmış mahkememiz yargı çevresinde devam edip sonuçlanan Rödövans sözleşmesi ile maden işleten işyerlerine karşı açılanbenzer nitelikteki dosyalarda alınan tanık beyanlarındadavacının çalıştığıişyeri olanyer altı maden ocağında davalı şirketler işçileriyle birlikte çalışan TTK işçisin bulunmaması , davalışirketler işçileri üzerindeki yönetim hakkının TTK tarafından kullanılmadığı, TTK tarafından yapılan denetimlerin sürekli olmadığı ve bu itibarla yapılan üretime yönelik bir denetim olmasının mümkün olmadığı tanınan yetkilerin denetim ve koordinasyon sınırlarını aşmadığı aşikardır. Sözleşmenin içeriğine ve uygulamasına bakılarak yapılan açıklamalar karşısında davalılar arasında rödovans sözleşmesi olduğu alt işveren asıl işveren hukuki ilişkisinin bulunmadığı anlaşıldığından ,TTK Genel Müdürlüğü' ne kaşı açılan davanı Yargıtay 22 Hukuk Dairesi'nin2017/42075 E. 2017/24363 K . 08.11.2017 tarihli emsal karararında da belirtildiği üzere husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir."
5. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'na 10/6/2010 tarihli ve 5995 Sayılı Kanun'un 17. maddesi ile eklenen ek 7. maddesi gereği 10/6/2010 tarihi öncesi çalışmalarından TTK'nın da sorumlu tutulması gerektiğini hem Yargıtayın hem de Bölge Adliye Mahkemelerinin içtihadının bu yönde olduğunu, bu kapsamda davanın husumet yokluğundan reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
6. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi 20/1/2020 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde davalı Şirket'in rödovans sözleşmesine istinaden işlettiği maden sahasında başvurucuyu çalıştırdığını, başvurucunun çalıştığı maden sahasında TTK Genel Müdürlüğünün işçisinin bulunmadığını, Şirket işçileri üzerindeki yönetim hakkının TTK Genel Müdürlüğü tarafından kullanılmadığını, üretime yönelik denetim yapılmadığını, taraflar arasındaki ilişkinin alt işveren-asıl işveren ilişkisi olmadığı gerekçesiyle TTK yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin verilen kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirtmiştir.
7. Nihai karar başvurucu vekiline 27/2/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 17/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
II. DEĞERLENDİRME
8. Başvurucu 10/6/2010 tarihinde 3213 sayılı Kanun'da değişiklik yapılana kadar işçilik alacaklarına ilişkin açılan davalarda TTK'nın da müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihadına göre kanuni değişiklikten sonra dahi anılan tarihe kadar doğan alacaklar yönünden TTK'nın sorumluluğunun kabul edildiğini belirtmiştir. İlgili dosya türünün Yargıtay 22. Hukuk Dairesine devredilmesinden sonra bir müddet mevcut içtihadın devam ettirildiğini ancak sonrasında içtihat değişikliğine gidildiğini ve TTK yönünden açılan davaların husumet yokluğundan reddedildiğini ifade eden başvurucu, istinaf mahkemeleri açıldıktan sonra ise içtihadın tamamen karıştığını belirtmiştir. Başvuruya konu davayı yerleşik içtihada güvenerek açtığını ifade eden başvurucu, davanın reddi yönünde kurulan hüküm nedeniyle alacaklarına kavuşma imkânının yok edildiğini, zira özel şirketlerden alacakların tahsilinin mümkün olmadığını, ayrıca yerleşik içtihada güvenerek açtığı dava sonunda aleyhine vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu durumun hukuki güvenlik ilkesi ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
9. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetlerinin özünün TTK yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin hukuka aykırı olduğu hususuna ilişkin olduğu değerlendirildiğinden başvuru mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmiştir.
10. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
11. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
12. Başvurucunun muvazaa iddiasına dayalı olarak TTK ve Şirket'e karşı müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları iddiasıyla açtığı davanın TTK yönünden husumet nedeniyle reddinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.
13. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte sınırlandırmanın kanuna dayanması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
14. Başvurucunun davasının husumetten reddine dair kararın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı 114. maddesi ile "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı 115. maddelerine dayandığı görülmektedir. Buna göre tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları bir dava şartı olarak sayılmış ve dava şartı yokluğu halinde davanın usulden reddine karar verileceği düzenlenmiştir. Bu itibarla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
15. Davanın husumetten reddine ilişkin kuralın amacı, davanın doğru hasıma açılmasını sağlamak ve bu suretle yargılamanın gereksiz yere sürüncemede kalmasını önlemektir. Davanın husumetten reddine ilişkin bu düzenlemenin yargılamanın makul süre içinde tamamlanmasını temine yönelik bir çare olduğu açıktır. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır (Halil Güler, B. No: 2015/11002, 3/7/2018, § 37).
16. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı da incelenmelidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
17. Dava hakkının bağlandığı usul kurallarına uyulmaması nedeniyle uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez (Ahmet Erdem, B. No: 2018/34944, 6/10/2021, § 63). Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
18. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği yargı mercilerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda yargı mercilerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya yargı mercilerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
19. 3213 sayılı Kanun'a 10/6/2010 tarihinde eklenen ek madde 7 ile "Ruhsat sahipleri ile üçüncü kişiler arasında rödovans sözleşmeleri Genel Müdürlüğün iznine tabidir. İzin alınmaksızın yapılan rödovans sözleşmesi ile yürütülen madencilik faaliyetleri durdurulur." hükmü getirilmiştir. 5995 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemenin taslaktaki hali ise şu şekildedir: "Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödovans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödovansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.”Bu düzenleme daha sonra 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 22. maddesi ile ek 7. maddenin dördüncü fıkrası olarak 3213 sayılı Kanun'a eklenmiştir.
20. Anılan kanuni düzenlenmenin yorumlanmasına ilişkin başvurucu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 16/6/2018 tarihli ve E. 2017/14086, K. 2018/15806 sayılı kararı ile 20/12/2018 tarihli E.2017/21666, K.2018/27957 sayılı onama kararlarına işaret etmiştir. Anılan kararlarda Daire, ilk derece mahkemelerinin, 10/6/2010 tarihinde rödovans sözleşmesi ile işletilen madenlere yönelik yeni bir düzenleme getirilmiş ise de işçinin çalışma süresi değişiklik öncesi döneme denk geldiğinde TTK Genel Müdürlüğünün işcilik alacaklarından -rödovans sözleşmesindeki hükümler gereği kontrol yetkisi olduğundan- asıl işveren olarak sorumlu tutulması gerektiği yönündeki değerlendirmelerini isabetli bulmuştur. Öte yandan, Mahkeme ise yine Yargıtay 22. Hukuk Dairesine ait 19/6/2018 tarihli ve E. 2018/6969, K. 2018/15130 sayılı kararını gözeterek davanın TTK yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddine karar vermiştir. Anılan kararda Daire, somut olayda imzalanan sözleşmenin hükümlerini incelemiş, bilirkişi incelemesi yaptırmış; bu kapsamda TTK tarafından şirket işçileri üzerinde yönetim hakkının kullanılmadığını, yapılan işte kullanılan araç gereçlerin TTK'ya ait olmadığını, TTK tarafından yapılan denetimlerin sürekli olmadığı gibi yapılan üretime yönelik bir denetim de olmadığını, TTK'ya tanınan yetkilerin denetim ve koordinasyon sınırlarını aşmadığını tespit ederek TTK ile şirket arasındaki sözleşmenin rödovans sözleşmesi olduğunu, dolayısıyla geçerli bir rödovans sözleşmesinin varlığı durumunda, 10/06/2010 tarihi öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapılmaksızın, ruhsat sahibinin, rödovansçı işçilerinin işçilik alacaklarından sorumlu olmadığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2022 yılının Mayıs ayında önüne gelen pek çok uyuşmazlıkta, asıl işveren-alt işveren ilişkisi yönünden 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nda yer alan genel düzenlemelerin yanı sıra bu hükümlere istisna teşkil eder şekilde daha özel bir kanun hükmü bulunduğu takdirde bu ilişkinin koşulları ve kurulmuş sayılıp sayılmayacağı yönünden istisna teşkil eden özel kanun hükmünün uygulama önceliğine sahip olacağını belirtmiş; bu kapsamda 24/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle 3213 sayılı Kanun'un ek 7. maddesi ile yürürlüğe giren rödovans sözleşmelerine değinmiştir. Kanunî bir altyapıya kavuşturulmuş ve maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödovans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, malî ve hukukî sorumlulukların rödovansçıya ait olduğunu, ancak bu durumun ruhsat sahibinin Maden Kanunu'ndan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmayacağını belirtmiştir (çok sayıda karar arasından bkz. 31/5/2022 tarihli ve E.2022/439, K.2022/781 sayılı karar; 24/5/2022 tarihli ve E.2022/431, 2022/713 sayılı karar; 17/5/2022 tarihli ve E.2022/321, K.2022/650 sayılı kararı).
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihadına göre geçerli bir rödovans sözleşmesi mevcut ise artık asıl işveren-alt işveren ilişkisinden bahsedilemeyecektir. Somut olayda da yargılama mercilerince başvurucunun uhdesinde çalıştığı Şirket ile TTK arasındaki ilişkinin rödovans sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir. Mahkeme, gelen müzekkere cevaplarını, dinlenen tanık beyanlarını, bilirkişi raporu ve SGK kayıtları ile davalı TTK ile başvurucunun çalışmalarının geçtiği davalı ve dava dışı şirketler ile yapılan rödovans sözleşmelerini ve kapsamı sair taraf delillerini dosyaya getirerek belirtilen kanaate varmıştır. Başvurucunun aksi yönde ileri sürdüğü itirazlar, hem ilk derece mahkemesince hem de Bölge Adliye Mahkemesince ayrı ayrı incelenmiş veher bir iddiaya cevap verilmek suretiyle davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 4-6). Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarının somut olayın ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, gerekçeli kararlarda ise bariz takdir hatası yahut keyfilik teşkil eden bir durumun bulunmadığı görülmüştür.
23. Başvurucunun uhdesinde çalıştığı Şirket aleyhine dava açma imkânının olduğu, nitekim bu kapsamda açılan davaların da kabul edildiği, TTK yönünden husumet nedeniyle davanın reddine dair kararın ise katı ve şekilci bir değerlendirmeye dayanmadığı, öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla husumet yokluğundan davanın reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin elde edilmek istenen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında başvurucuya orantısız bir külfet yüklemediği, bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
24. Başvurucu, ayrıca aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
26. Somut olayda, başvurucunun açtığı dava neticesinde Şirket yönünden davanın kabulüne 22.598,61 TL kıdem tazminatı ile 9.734,63 TL yıllık izin ücreti alacağına ve lehe 3.879,99 TL vekâlet ücretine hükmedilmiş; TTK yönünde ise davanın reddine ve AAÜT uyarınca takdir ve tayin olunan 2.180 TL aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
27. Vekâlet ücreti, davaya hukuki katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir. Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, § 38).
28. Somut başvuru bu ilkeler kapsamında incelendiğinde, başvurucunun davasının reddedilmesi sonucunda davalı lehine vekâlet ücreti ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış müdahalenin ölçülü olmadığının söylenemeyeceği değerlendirilmiştir.
29. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/12/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.