TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
AYSUN YURT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/19964)
Karar Tarihi: 4/10/2023
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
İrfan FİDAN
Raportör
Soner GÖÇER
Başvurucular
1. Aysun YURT
2. Başak TAY
3. Burcu YURT
4. Burçak YURT
5. Özgür YURT
Başvurucular Vekili
Av. Yavuz KUZUCU
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; işyerinde mesai sırasında öldürülme olayı meydana gelmesi neticesinde açılan tazminat davasının reddi nedeniyle yaşam hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Başvurucuların yakını olan S.Y. (işçi), Karayolları Genel Müdürlüğüne (İdare) bağlı bakım istasyonunda gece bekçisi olarak çalışmakta iken E.P. (zanlı) tarafından 10/6/2010 tarihinde işyerinde ve S.Y.nin mesaisi devam ederken silahla vurularak öldürülmüştür.
3. Yapılan ceza yargılaması sonucunda zanlı, Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/5/2013 tarihli kararla kasten öldürme, hırsızlık, 10/7/1953 tarihli ve 6136 Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından mahkûm edilmiş; karar Yargıtay incelemesinden geçerek 15/9/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkûmiyet kararında yaptıkları ortak bir iş nedeniyle S.Y. ile zanlı arasında sorun yaşandığı, olay günü zanlının S.Y.nin işyerine gittiği, aralarında tartışma çıktığı, tartışma sırasında zanlının ateşli silahla vurmak suretiyle S.Y.yi öldürdüğü, daha sonra S.Y.nin aracıyla cesedi taşıyarak baraj köprüsünün ayağına bıraktığı, S.Y.ye ait aracı sattığı kabul edilmiştir.
4. Başvurucular 23/5/2014 tarihinde Kırıkkale 2. İş Mahkemesi nezdinde, İdare ve zanlı aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucular özetle yakınları olan S.Y.nin İdareye ait bakım istasyonunda gece bekçisi olarak çalışmaktayken işyerine hırsızlık kastıyla gelen zanlı tarafından öldürüldüğünü, Ağır Ceza Mahkemesince zanlının mahkûmiyetine karar verildiğini, olayının aynı zamanda bir iş kazası olduğunu, İdarenin işveren sıfatıyla işyerinde çalışan işçisini korumak için gerekli iş güvenliği tedbirlerini almadığını, gece nöbet tutan işçisine silah temin etmediğini, tehlikelere karşı savunmasız bıraktığını, bu nedenle kusurlu olduğunu ileri sürmüştür.
5. İş Mahkemesi nezdinde yapılan yargılama sırasında iş güvenliği uzmanlarından oluşan üç kişilik heyetten bilirkişi raporu alınmıştır. Raporda özetle S.Y.nin bina ve mal bakıcısı pozisyonunda gece bekçisi olarak görev yaptığı, gece bekçisi olarak yalnız çalışılması gereken durumlarda ve güvenliği sağlamakla görevli kişilere daha detaylı eğitim ve talimat verilmesi, bu eğitim ve talimatlara uygun çalışıp çalışmadığının düzenli olarak denetlenmesi gerekliliğinin ihmal edildiği, İdarenin/işverenin iş kazasının meydana gelmesinde %10 kusurlu olduğu, buna karşılık S.Y.nin gece bekçisi olarak görevlendirildiği bakımevinde kendi güvenliğini tehlikeye atacak şekilde talimatlara aykırı davranması nedeniyle %10 oranında, S.Y.yi silahla vurarak öldüren zanlının ise %80 oranında kusurlu olduğu mütalaa edilmiştir.
6. Yapılan yargılama neticesinde Kırıkkale 2. İş Mahkemesinin 15/10/2015 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne, maddi ve manevi tazminatın zanlı ve işveren sıfatı ile İdare tarafından müteselsilen ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 21. Hukuk Dairesi (Daire) 14/10/2018 tarihli kararla davanın İdare/işveren yönünden reddedilmesi gerekirken müteselsilen sorumlu tutulması gerekçe gösterilerek bozulmuştur. Kararın gerekçesinde özetle olayın iş kazası olduğu, ne var ki bir olayın iş kazası olarak nitelendirilmesinin işverenin her durumda bu kazadan sorumlu tutulmasını gerektirmeyeceği, işverenin iş kazasından sorumlu tutulabilmesi için kusurunun kanıtlanmış olması, ayrıca işverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında uygun bir illiyet bağının bulunması gerektiği, olay gecesi S.Y.nin bina ve mal güvenliğini sağlaması gerekirken şahsen husumetli olduğu zanlı ile işyerinde görüşüp tartışmaya girdiği, olayın üçüncü kişinin kasti hareketi sonucu gerçekleştiği, şu durumda üçüncü kişinin kasti hareketinin işverenin kusuru ile olay arasındaki illiyet bağını kestiği hususlarına dayanılmıştır. Karara muhalif kalan bir üye özetle ilgili mevzuat uyarınca İdarenin/işverenin işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin gerekli tedbirleri almadığı, işyerindeki denetim ve gözetim görevini tam olarak yerine getirmediği, bu nedenle işverenin de sorumlu olduğu gerekçesi ile çoğunluk görüşüne katılmamıştır.
7. Bozma sonrası yapılan yargılamada Kırıkkale 2. İş Mahkemesi 28/3/2019 tarihli kararla Dairenin bozma ilamına uyarak İdare/işveren yönünden davanın reddine karar vermiştir. Bu karar aleyhine başvurucuların yaptığı temyiz başvurusu Dairenin 30/1/2020 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar onanarak kesinleşmiştir.
8. Başvurucular Yargıtay onama ilamını Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 23/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 25/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur (COVID-19 tedbirleri kapsamında yargı alanındaki sürelerin 26/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun ile 30/4/2020 tarihli ve 2480 sayılı Cumhurbaşkanı kararı ile 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar durdurulduğu dikkate alındığında başvurunun süresinde yapıldığı anlaşılmıştır.).
9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Başvurucular, yakınlarının çalıştığı işyerinde ve mesai saati içinde öldürülmesi olayı ile ilgili olarak işveren sıfatı ile İdareye karşı açtıkları tazminat davasının reddedildiğini, yakınlarının sürekli olarak gece bekçisi sıfatıyla çalıştığını, ulusal ve uluslararası mevzuat gereğince işverenin eğitim vermek, denetlemek, gerekli araç ve gereçleri sağlamak, işçinin sağlık ve güvenliğini sağlamak noktasında ödevleri bulunduğunu oysa yakınlarına gece bekçiliği hususunda hiçbir eğitim verilmediğini, silah tedarik edilmediğini, işyerinin güvenliğinin sağlanmadığını, kısacası işverenin özen yükümlülüğüne aykırı davrandığını ve bu sebeple yakınlarının cinayete kurban gittiğini, bütün bunlara rağmen ilgili mevzuat ve somut olayın özellikleri dikkate alınmaksızın işveren sıfatı ile İdareye karşı açtıkları tazminat davasının reddedildiğini, dahası yargılamanın çok uzun sürdüğünü, bu suretle yaşam hakkının, kişinin dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, kişi güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
11. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; ölüm olayının üçüncü kişilerin eyleminden kaynaklandığı, olayın gerçekleşmesinde idareye izafe edilebilecek bir kusurun bulunmadığı, somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı, başvuru formundakine benzer yönde beyanlarda bulunmuştur.
12. Başvuru formunda ileri sürülen hak ihlali iddiaları, dile getirilen yakınmalar bağlamında değerlendirildiğinde yaşam hakkı ve makul sürede yargılanma hakkı yönünden inceleme yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
13. Başvurucular, yakınlarının çalıştığı işyerinde ve mesai saati içinde öldürülmesi olayında İdarenin işveren sıfatı ile özen yükümlülüğüne aykırı davrandığını, buna rağmen açtıkları tazminat davasının İdare bakımından reddedildiğini, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
14. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri -başvurucunun şikâyetlerini dikkate alarak- devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri bakımından ayrı ayrı incelemektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58; Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 82; Coşkun Gül ve diğerleri, B. No: 2019/11609, 22/2/2022, § 33).
15. Pozitif yükümlülükler kapsamında devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu yükümlülük, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Coşkun Gül ve diğerleri, § 34). Dolayısıyla kamu işvereni konumundaki idareler de, iş yerlerinde çalışan işçilerin yaşamı belirli bir kişinin suç teşkil eden fiilinin gerçek ve yakın sonucunun tehdidi altında olmasa bile, işçilerin yaşamına yönelik bilinen veya bilinmesi gereken tehditlere karşı makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem almalıdır. Bu bakımdan sözü edilen işverenlerin, iş yerinde bulunan işçilerinin yaşamını olası şiddete karşı korumakla sorumlu olduğu da söylenebilir (Okul yetkililerinin özellikle yaşlarından kaynaklanan savunmasızlıkları da dikkate alındığında öğrencilerin sağlıklarını koruma ve iyiliklerini temin yönünde temel sorumlulukları bulunduğuna ve bu bağlamda okullara verilen bu sorumluluğun, kendi gözetimlerinde bulundukları süre boyunca öğrencileri olası her türlü şiddete karşı korumak amacıyla güvenliklerini gözetmek gibi temel bir ödevi de içerisinde barındırdığına ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı için bkz. Kayak/Türkiye,B. No: 60444/08, 10/7/2012, § 59). Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülükler idare üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Besi Aslan ve diğerleri, B. No: 2015/7382, 21/2/2019, § 47).
16. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Buna göre ölümle veya ölüm tehlikesiyle sonuçlanan olayın sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 97; Coşkun Gül ve diğerleri, § 35). Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmemekte; mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Coşkun Gül ve diğerleri, § 36).
17. Bireysel başvuruların konusu Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ile Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme’ye ek protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğine ilişkin iddialardır. Somut başvuruda işveren konumundaki Karayolları Genel Müdürlüğü, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığa bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli bir kamu kurumudur (15/7/2018 tarihli ve 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi mad. 210). Bu durumda -başvurucuların ileri sürdüğü iddialar da dikkate alındığında- inceleme, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında yapılacaktır (benzer yöndeki bir yaklaşım için bkz. Ayşe Çilek ve diğerleri, B. No: 2018/34924, 29/6/2022, § 29; Tuğçe Dağdemir Muslu, B. No: 2019/34996, 26/7/2022, § 53).
18. Somut başvuruda maddi boyut ile yaşamı koruma şeklindeki pozitif yükümlülük bağlamında incelenmesi gereken ilk husus; idari makamların iş kazasına ilişkin yürütülen yargılamada İdareye atfedilen ihmaller bakımından İdareye bağlı bakım istasyonunda gece bekçisi olarak çalışan S.Y.nin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir riskin varlığını bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin (öngörülebilirliğin) ortaya konulması, böyle bir durum söz konusu ise kamu görevlilerinin yetkileri çerçevesinde kendilerinden makul olarak beklenebilecek etkin ve pratik tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulmasıdır (benzer yöndeki bir yaklaşım için bkz. Ayşe Çilek ve diğerleri, § 36). Eğer İdarenin S.Y.nin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehdidin söz konusu olduğunu düşünmesine yol açabilecek bir neden varsa ve bu konuda bir ihmal gösterilmiş ise bu ihmal ile S.Y.nin öldürülmesi arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi bulunup bulunmadığı irdelenmelidir.
19. Başvurucular, İş Mahkemesi nezdindeki davada yakınlarını öldüren zanlının işyerine hırsızlık kastı ile geldiğini öne sürmüş iseler de bireysel başvuru formunda bu yönde bir iddiada bulunmamıştır. Bu durumda İş Mahkemesinin, zanlının S.Y. ile olan şahsi husumetini konuşmak üzere işyerine geldiği ve akabinde cinayeti işlediği şeklindeki kabulünden ayrılmayı gerektirir bir bulgu yoktur. Yani zanlının eylemine bağlı olarak meydana gelen ölüm olayının başvurucuların yakını olan S.Y.nin göreviyle bir bağlantısı olmadığının altı çizilmelidir. Bu durumda, somut olayda; yaşama yönelen gerçek ve yakın bir riskin varlığının İdare tarafından bilinip bilinmediğinin veya bilinmesi gerekip gerekmediğinin incelenmesi gerekir.
20. S.Y. İdareye bağlı bakım istasyonunda gece bekçisi olarak çalışmakta iken işyerine gelen ve yaptıkları ortak bir iş nedeniyle aralarında sorun olan zanlı tarafından öldürülmüştür.
21. İş Mahkemesi nezdinde yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda; gece bekçisi olarak yalnız çalışılması gereken durumlarda ve güvenliği sağlamakla görevli kişilere daha detaylı eğitim ve talimat verilmesi, bu eğitim ve talimatlara uygun çalışıp çalışılmadığının düzenli olarak denetlenmesi gerekliliğinin ihmal edildiği, İdarenin/işverenin iş kazasının meydana gelmesinde %10 kusurlu olduğu mütalaa edilmiştir (bkz. § 5). Ancak yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin güvenceler perspektifinden değerlendirildiğinde olumsuz neticenin İdarenin eğitim ve talimat verilmesi, bu eğitim ve talimatlara uygun çalışıp çalışılmadığının düzenli olarak denetlenmesi gerekliliği biçimindeki fiilinin doğrudan ve uygun sonucu olduğu söylenemeyecektir. Yaşam hakkı bağlamında bir ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için yaşama yönelik gerçek, yakın bir riskin öngörülebilir olması, bunun yanında makul önlemlerin alınmamış olması şarttır (Ayşe Çilek ve diğerleri, § 39).
22. Bu noktada devletin yaşamı koruma yükümlülüğünün tehlikeye karşı aşırı tedbirsiz davranan kişiler bakımından sınırsız bir şekilde söz konusu olmayacağı, her durumda ve koşulda tehlikeye karşı mutlak bir güvenlik sağlamayacağı da ifade edilmelidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 75; Enes Besli ve diğerleri, B. No: 2017/27841, 4/11/2020, § 52).
23. Aksinin kabulü, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki her yerde ve koşulda devletin sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek anlamına gelir ki modern yaşamın gerçekleri ile insan davranışlarının öngörülemezliğini ve idarenin öncelikleri ile kaynaklarını gözetmeden kamu makamları üzerine aşırı yük yükleyen bir yoruma meydan verir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Eren Kayaalp ve diğerleri, B. No: 2014/2433, 4/10/2017, § 62; Enes Besli ve diğerleri, § 53).
24. Bu perspektif bağlamında gece bekçiliği hususundaki eğitim ve denetim noktasında gösterilen idari ihmalin S.Y.nin şahsi husumeti olan zanlı tarafından öldürülmesi ve buna yönelik riskin öngörülebilirliği ile doğrudan ve uygun bir bağlantı teşkil etmediği değerlendirilmiştir. Bir başka ifadeyle gece bekçiliği hususundaki eğitim ve denetim noktasında gösterilen idari ihmal ile -öngörülemez insan davranışlarına bağlı olarak görev dışında/kişisel husumetten kaynaklanan- ölüm arasında doğrudan bağlantı kurulmasının kamu makamlarına aşırı külfet yüklenmesi anlamına geleceği değerlendirilerek maddi boyut ile yaşamı koruma şeklindeki pozitif yükümlülük bağlamında bir ihlal bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
25. Somut başvuruda usul boyutu ile etkili soruşturma yürütme şeklindeki pozitif yükümlülük bağlamında incelenmesi gereken husus; hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına İş Mahkemesi nezdinde açılan tazminat davasında derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadığıdır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 33; Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).
26. Yapılan yargılama neticesinde İş Mahkemesince dava "üçüncü kişinin kasti hareketinin işverenin kusuru ile olay arasındaki illiyet bağını kestiği" gerekçesi ile reddedilmiştir (bkz. §§ 6, 7).
27. Öncelikle İş Mahkemesi zanlının başvurucuların yakını ile olan şahsi husumetini konuşmak üzere işyerine geldiğini, akabinde cinayeti işlediğini kabul etmiştir. Başvurucular, İş Mahkemesi nezdindeki davada yakınlarını öldüren zanlının işyerine hırsızlık kastı ile geldiğini öne sürmüş iseler de bireysel başvuru formunda bu yönde bir iddia ileri sürmedikleri gibi bu iddiaları ya da daha ötesinde olayın nasıl meydana geldiğinin şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılması noktasında eksik inceleme yapıldığı, delillerin tam toplanmadığı yönünde bir şikâyet de dile getirmemiştir. Başvurucular esasen İdarenin işveren sıfatı ile özen yükümlülüğüne aykırı davranmasına rağmen davanın reddedilmesinden yakınmıştır.
28. Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda (bkz. § 5) ortaya konan İdare/işveren kusuru hem İş Mahkemesince hem Yargıtayca kabul edilmesine rağmen "zanlının kasti hareketinin işverenin kusuru ile olay arasındaki illiyet bağını kestiği" gerekçesi ile dava İdare/işveren bakımından reddedilmiştir.
29. Somut başvuru bakımından yaşam hakkının usul boyutu kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak noktasında yargılama, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle sürdürülmüştür. Gerek İş Mahkemesinin gerek Yargıtayın kararlarının keyfî olduğundan söz edilemez. Başvurucular, yargılamaya etkin bir şekilde katılıp iddia ve itirazlarını dile getirebilmiştir. Dolayısıyla mevcut yargısal sistemin somut olayda etkisiz bir şekilde işlediğinden söz edilemeyeceği, yaşam hakkı kapsamında etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif yükümlülük yönünden bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
30. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın bir bütün olarak açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürdüğünü, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif yükümlülük yönünden bir ihlalin olmadığı tespit edildiğinden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının ayrıca incelenmesi gerekir.
32. Anayasa Mahkemesi Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
33. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/10/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.