TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
TUANA DİDEM KOÇUK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2021/38414)
Karar Tarihi: 7/2/2024
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Çağlar ÖNCEL
Başvurucu
Tuana Didem KOÇUK
Vekili
Av. Oytun SÜLLÜ
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu 26/12/2009 tarihinde Bodrum Devlet Hastanesinde (Hastane) dünyaya gelmiştir. Hastanede yeni doğan ünitesi bulunmaması nedeniyle doğumun akabinde solunum sıkıntısı yaşayan başvurucunun şehir dışındaki bir hastaneye sevkine karar verilmiştir. Sevk işlemi sonrasında yoğun bakım ünitesinde yapılan müdahalelerin başarıya ulaşamaması üzerine düzenlenen İzmir Ege Üniversitesi Hastanesinin 11/10/2011 tarihli sağlık kurulu raporu uyarınca başvurucunun %98 engelli hâle geldiği belirlenmiştir.
3. Başvurucunun annesi Ş.K. ve babası M.K., başvurucunun idarenin hizmet kusuru nedeniyle engelli hâle geldiği iddiası ile Sağlık Bakanlığından (idare) başvurucuya velayeten tazminat talebinde bulunmuş, idare 4/12/2012 tarihinde talebi reddetmiştir.
4. Başvurucunun anne ve babası 8/9/2020 tarihinde yeniden idareye müracaat ederek tazminat talebinde bulunmuştur. İdarenin anılan talebi zımnen reddi üzerine 4/1/2021 tarihinde Muğla 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya velayeten tam yargı davası açan aile, maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkemece 14/1/2021 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Gerekçede; Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." hükmü bulunduğu ayrıca davaya konu iddiaların ciddi görülmesine rağmen belirtilen hususların esastan önce gelen usûl hükümlerini tamamen bertaraf edecek şekilde geniş yorumlanamayacağı belirtilmiştir. Somut olayda başvurucunun zararı öğrendiği 2012 yılında yaptıkları başvurunun reddi üzerine altmış günlük yasal dava açma süresinin geçmesinden çok sonra -8/9/2020 tarihinde- tekrar yapılan başvurunun zımnen reddi nedeniyle açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
5. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; idarenin 4/12/2012 tarihli cevap yazısında hangi kanun yoluna ve hangi süre içinde başvurulması gerektiği hususunun belirtilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 40. maddesine aykırı şekilde hareket edildiği belirtilmiştir. Bu itibarla anılan cevap yazısının akabinde dava açma süresinin işlemeye başlamadığı ifade edilerek davanın zımnen ret kararından itibaren yasal süre içinde açıldığı vurgulanmıştır. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 6. İdare Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 2/6/2021 tarihinde mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir.
6. Başvurucu, nihai kararı 13/7/2021 tarihinde öğrenmesinin ardından 5/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
7. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
8. Başvurucu; doğumdan sonra yapılan sevk işleminin yeterli donanımı bulunmayan ambulans ile yapıldığını, sağlık görevlilerinin gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını belirterek idarenin hizmet kusurunun sonucu olarak %98 oranında engelli hâle geldiğini beyan etmiştir. Ayrıca idarenin Anayasa'nın 40. maddesine aykırı şekilde hareket ederek ret kararına karşı hangi kanun yoluna ne kadar süre içerisinde başvurulması gerektiği konusunda bilgi vermemesine rağmen tam yargı davasının süre yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu vurgulayarak sağlık hakkının, mahkemeye erişim hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
9. Bakanlık görüşünde; idarenin Anayasa'nın 40. maddesine aykırı işlem tesis ettiği ileri sürülmesine rağmen 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesi gereğince, başvurucunun idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine ya da başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içerisinde idareden haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği belirtilmiştir. Görüşte, anılan süreler içerisinde yapılan başvuruların kısmen veya tamamen reddi halinde idare aleyhinde dava açılabileceği, başvurucunun 8/9/2020 tarihinde yaptıkları başvurunun sona eren bir hakkı yeniden canlandırmayacağı, dolayısıyla süre yönünden ret kararının hukuka uygun olduğu bildirilmiştir.
10. Başvuru, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
11. Somut olayda başvurucunun şikayetlerinin özü, tam yargı davasında hatalı değerlendirme yapılarak davanın süre yönünden reddedilmesine ilişkindir.
12. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65). Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46).
13. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
14. Somut olayda başvurucunun tıbbi ihmal iddiası kapsamında idareden 22/8/2012 tarihinde tazmin talebinde bulunduğu ve anılan talebin 4/12/2012 tarihinde reddedildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun bu aşamada dava açtığına ya da açtığı davanın reddedildiğine ilişkin bir iddiası bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucunun 8/9/2020 tarihinde idareden yeniden tazmin talebinde bulunduğu ve idarece bu talep hakkında bir karar verilmemesi üzerine tam yargı davası açtığı görülmüştür.
15. Başvurucunun, Mahkemece süre aşımı gerekçesiyle verilen ret kararının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürdüğü ve söz konusu ihlal iddiasının Anayasa'nın 40. maddesine dayandığı anlaşılmıştır. Buna karşın 2577 sayılı Kanunu'nun 13. maddesi gereğince, ilgililerin idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine yada başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içerisinde idareye başvurmaları, idarenin ret kararı vermesi halinde ise anılan kararın tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde dava açmaları gerektiği açıkça düzenlenmiştir. Nitekim Mahkemenin ret gerekçesinde, Anayasa'nın 40. maddesindeki düzenlemeye ve başvurucunun tıbbi ihmal iddiası kapsamında ileri sürdüğü olguların ciddiliğine rağmen 2577 sayılı Kanun'da yer verilen usul hükümlerini tamamen bertaraf edecek şekilde yapılacak genişletici yorumun hukuka aykırılık teşkil edeceği belirlenmiştir. Öte yandan başvurucunun 4/12/2012 tarihli ret kararının ardından geçen yaklaşık sekiz yıllık sürede başvuru konusu olay nedeniyle hareketsiz kalmalarına neden olan hususlarla ilgili hiçbir açıklama yapmadığı görülmüştür.
16. Dolayısıyla somut olayın koşulları içerisinde Mahkemenin süre aşımı kararına dayanak teşkil eden tespitlerinin aşırı şekilci olduğu söylenemeyeceği gibi davayı ayakta tutmayı amaçlayan yaklaşım ile çelişmediği değerlendirilmiştir. Aksi durumun kabulü hâlinde, idarenin 4/12/2012 tarihli ret kararında hangi merciye ne kadar süre içerisinde başvurulması gerektiğinin gösterilmemesinin sonucu olarak başvurucunun hiçbir süre sınırı ile bağlı olmaksızın -uygun gördüğü bir zamanda- dava açabileceği gibi bir yoruma ulaşılabilir ki bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkının sınırlarını ölçüsüz şekilde genişleterek hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile arasındaki dengeyi bozacağı gözetilmelidir. Sonuç olarak başvuruya konu olayda açık ve görünür bir ihlal saptanmamıştır.
17. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
18. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Yıldız SEFERİNOĞLU'nun KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 7/2/2024 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
1. Başvurucu; doğumdan sonra yapılan sevk işleminin yeterli donanımı bulunmayan ambulans ile yapıldığını, sağlık görevlilerinin gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını belirterek idarenin hizmet kusurunun sonucu olarak %98 oranında engelli hâle geldiğini beyan etmiştir. Ayrıca idarenin Anayasa'nın 40. maddesine aykırı şekilde hareket ederek ret kararına karşı hangi kanun yoluna ne kadar süre içerisinde başvurulması gerektiği konusunda bilgi vermemesine rağmen tam yargı davasının süre yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu vurgulayarak sağlık hakkının, mahkemeye erişim hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Çoğunluk görüşünde "...... mahkemenin süre aşımı kararına dayanak teşkil eden tespitlerinin aşırı şekilci olduğu söylenemeyeceği gibi davayı ayakta tutmayı amaçlayan yaklaşım ile çelişmediği değerlendirilmiştir. İdarenin ret kararında hangi merciye ne kadar süre içerisinde başvurulması gerektiğinin gösterilmemesinin sonucu olarak başvurucunun hiçbir süre sınırı ile bağlı olmaksızın dava açabileceği gibi bir yoruma ulaşılır ki bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkının sınırlarını ölçüsüz şekilde genişleterek hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile arasındaki dengeyi bozacağı gözetilmelidir. Sonuç olarak başvuruya konu olayda açık ve görünür bir ihlal saptanmamıştır. Açıklanan nedenlerle başvurunun "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir" şeklindeki kararına katılmıyorum. Şöyle ki;
3. Anayasa'nın 125. maddesi;
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır."
4. Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrası;
"Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır."
Anayasa'nın 40. maddesine eklenen bu hükmün gerekçesi "Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır." şeklindedir.
5. Anayasa'nın "Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü" başlıklı 11. maddesi; "Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır." şeklindedir.
6. Anayasa Mahkemesinin 2004/84 E. ve 2004/124 K. sayılı 08/12/2004 tarihli kararı "Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasıyla Devlet'e verilen görev, somut olaylarda ilgili kişiler hakkında tesis edilen işlemlere karşı başvurulacak kanun yolları ve merciler ile sürelerin belirtilmesi zorunluluğu olup, bu hususlara ilişkin olarak her yasada özel bir düzenleme yapma yükümlülüğü içermemektedir." şeklindedir.
7. Sonuç olarak; Anayasa'nın 11. ve 40/2 maddesi ile Anayasa Mahkemesinin yukarıda bahsettiğimiz tespiti karşısında, Devlet'e verilen görev tüm işlemlerde başvurulacak kanun yolları ve merciler ile sürelerin belirtilmesi anayasal bir zorunluluktur. Anayasa'nın 40/2 maddesinin açık düzenlemesi karşısında, ilgili mevzuat hükümlerinde Anayasa'nın bu hükmüne uygun/paralel düzenlemelerin yapılmamış olması da sonucu değiştirmeyecektir. Başka bir deyişle Anayasa'nın 40/2 maddesi somut olayda direkt uygulanabilmesi söz konusudur.
8. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Üye