Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
Eren Can BENAKAY
|
Başvurucu
|
:
|
Zeynel GÜR
|
Vekili
|
:
|
Av. Taylan GÖKMEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yargısal kesinlik kazanan vakıanın başka bir mahkeme tarafından dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/10/2022 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca diğer ihlal iddiaları yönünden başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. İstanbul ili Eyüpsultan ilçesi Göktürk Mahallesi'nde kâin 930 ve davaya konu 1016 parsel sayılı taşınmazların 1956 yılında yapılan kadastro çalışmaları kapsamında hazırlanan 8/5/1956 tarihli Tapulama Tutanağı'nda 26 sene önce H.A. tarafından ormandan açılarak tarla hâline getirildiği ve o günden beri nizasız kullanıldığı tespit edilmiştir. 930 ve 1016 parsel sayılı taşınmazlar 9/12/1974 tarihinde H.A.nın mirasçıları tarafından R.U.ya satılmıştır.
8. Maliye Hazinesi (Hazine) 8/5/1956 tarihli kadastro tespitine 16/6/2000 tarihinde itiraz etmiştir. Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 12/3/2002 tarihinde davayı reddetmiş ve kararda, R.U. lehine zilyetlikle iktisap şartlarının oluştuğunu ve taşınmaz üzerinde R.U.dan başkasının hakkının bulunmadığını ifade etmiştir.
9. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 1/5/2003 tarihinde kararı bozmuştur. Kararda, 1016 parsel sayılı taşınmazın gerek 1940 ve gerekse 1988 yıllarında yapılan orman tahdit çalışmaları sırasında orman sınırları dışına çıkarıldığı belirtilmiştir. 1016 parsel sayılı taşınmazın zilyetlik koşullarının oluşup oluşmadığının 930 parsel sayılı taşınmazla birlikte değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
10. Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 28/4/2005 tarihinde davayı kabul ederek 1016 parsel sayılı taşınmazın tespitinin iptaline ve zilyetlik şartları oluşmadığı gerekçesiyle arazinin Hazine adına tesciline karar vermiştir.
11. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 30/3/2006 tarihli kararıyla mahkeme kararı onanmıştır. Kararda 30/11/2001 tarihli kroki ve ekindeki uzman bilirkişi heyeti raporlarına göre taşınmazın 1956 yılında yapılan genel kadastro sırasında tespit harici bırakıldığı, daha sonra 1988 yılında yapılan ve kesinleşen 2/B uygulamasıyla da orman sınırı dışına çıkarıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Söz konusu tarih ile kadastro tespit tarihi arasında 20 yıllık sürenin geçmediği ifade edilmiştir.
12. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 31/6/2006 tarihinde karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Kararda, taşınmazın 1988 tarihinde yapılan 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/B maddesinin uygulamasından önce orman sayılan yerlerden kabul edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.
13. Başvurucu, 1016 parsel sayılı taşınmazın 2/B arazisi olup olmadığını netleştirmek amacıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğüne başvurmuştur. Müdürlüğün 8/12/2011 tarihli yazısında, 1016 parsel sayılı taşınmazın tamamının 2/B alanı olduğu belirtilmiştir. Yazı ekinde gönderilen güncelleme tespit cetvelinde 1016 parsel sayılı taşınmaz 2/B alanı olarak yer almıştır. Bunun üzerine başvurucu 5/11/2012 tarihli noter tasdikli muvafakatname ile R.U.nun 1016 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki hak ve yükümlülüklerini devralmıştır.
14. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde, 1016 parsel sayılı taşınmazın 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesine İlişkin Kanun kapsamında doğrudan satışı için başvurmuştur. Avrupa Yakası Millî Emlak Dairesince 30/4/2013 tarihinde başvuru reddedilmiştir. Gerekçe olarak 1016 parsel sayılı taşınmazın 2/B arazisi olmaması gösterilmiştir.
15. Başvurucu ret işleminin iptali istemiyle 1/7/2013 tarihinde dava açmıştır. İstanbul 2. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 27/10/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, uyuşmazlık konusu arsanın öteden beri orman sayılan yerlerden olmayıp orman vasfı ve niteliğinin bulunmadığı ve bu nedenle 6831 sayılı Kanun'un 2/B maddesi kapsamında olmadığı sonucuna varmıştır. Danıştay Sekizinci Dairesi (Danıştay) 10/4/2018 tarihinde kararı onamıştır.
16. Başvurucu gerek Yargıtay kararlarında gerekse Maliye ile Orman Bakanlığı ve Kadastro Müdürlükleri belgelerinde ve araziyle ilgili Kadastro Tutanağı'nda dava konusu arazinin 2/B arazisi olarak kesinleştiğini belirterek arazinin tapuya 2/B şerhinin işlenmesi ile satışının önlenmesi için tedbir konulması istemiyle 10/12/2018 tarihinde dava açmıştır.
17. İstanbul Kadastro Mahkemesi (Kadastro Mahkemesi) 26/11/2019 tarihinde davayı kabul etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 2/7/2020 tarihinde kararı kaldırarak görevsizlik kararı verilmek üzere dosyayı iade etmiştir. Kararda, kadastro tespit gününden sonra doğan haklara dair istekler ile mahkemeden yenilik doğurucu hüküm almayı gerektiren isteklerin kadastro mahkemelerinin görevi dışında olduğunu belirtmiştir. Bu karar uyarınca Kadastro Mahkemesi 15/9/2020 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.
18. Başvurucu 20/10/2020 tarihinde İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) davasını taşımıştır.
19. Mahkemece 12/2/2021 tarihinde davayı kabul edilmiştir. Kararda; konuya ilişkin alınan bilirkişi raporunda, 1956 yılında yapılan genel kadastro çalışmalarında dava konusu taşınmazın geçmişte orman olması nedeniyle kadastro harici bırakıldığı, bu nedenle dava konusu orman ve orman toprağının zilyetlikle kazanılmasının olanaksız olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Dava konusu araziyle ilgili olarak önceden açılan davalar neticesinde üç Yargıtay kararında arazinin geçmişte orman olduğu ve ormandan açıldığı, dolayısıyla zamanaşımı nedeniyle araziye zilyetlikle sahip olunamayacağının net şekilde hükme bağlandığı ifade edilmiştir. Son olarak dosya kapsamında bulunan Orman ve Su İşleri Bakanlığının 8/11/2012 tarihli yazı ve ekinde yer alan güncelleme listesinde dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın tamamının 2/B alanında olduğunun görüldüğü kararda yer almıştır.
20. Hazine 17/3/2021 tarihinde karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
21. Bölge Adliye Mahkemesince 10/6/2021 tarihinde istinaf başvurusu kabul edilerek mahkeme kararı kaldırılmış ve dava reddedilmiştir. Kararda;
i. Başvurucunun 6292 sayılı Kanun'a göre doğrudan satış için yaptığı başvurusunun taşınmazın 2/B kapsamında olmaması nedeniyle reddedildiği belirtilmiştir. Ret işlemine karşı açılan davanın idari yargı mercilerince reddedildiği ve karar gerekçesinde taşınmazın orman vasfı ve niteliğinin bulunmadığı, bu nedenle 6831 sayılı Kanun'un 2/B maddesi kapsamında olmadığının belirtildiği ifade edilmiştir.
ii. Taşınmazın ilk kez 1940 yılında 3116 sayılı Kanun'a göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosu içinde yer aldığı, daha sonra 1985 ve 1987 yıllarında 2/B'ye göre çalışmalar yapıldığı ve kesinleşmiş orman tahdit çalışmalarında orman sınırları dışında bırakıldığı belirtilmiştir. Taşınmazın ilk tahdit çalışmalarında orman sayılmayan yerlerden olduğunun belirlendiği, bu nedenle 2/B madde uygulamalarına da konu edilmediği ifade edilmiştir. Taşınmazın hükmen belirlenen ve kesinleşen niteliğine göre öncesi itibarıyla orman sayılan yerlerden olduğunun kabulünün mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
iii. Son olarak taşınmazın 2/B kapsamında olup olmadığının tespit işlemlerinin orman kadastro komisyonlarının görevi dâhilinde olması nedeniyle taşınmazın2/B arazisi olduğunun tespiti yönünde hüküm kurulmasının da doğru olmadığı kanaati bildirilmiştir.
22. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince (Yargıtay) 22/6/2022 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmıştır. Kararda, (kapatılan) Yargıtay17. Hukuk Dairesinin kararında taşınmazın 1988 yılında yapılan 2/B çalışmalarında orman dışına çıkarıldığına dair ibare bulunmakta ise de hiçbir zaman orman sınırları içine alınmayan bir taşınmazın orman sınırları dışına çıkarılmasının hukuken mümkün olmaması karşısında bu ibarenin taraflar yönünden bağlayıcılığının bulunmadığı ifade edilmiştir. Taşınmazın 6292 sayılı Kanun'a göre satışa konu edilmemesi işlemine karşı açılan davanın taşınmazın ormanla ve 2/B uygulamasıyla ilgisi olmadığı gerekçesiyle İdare Mahkemesince reddedildiği ve bu kararın Danıştay tarafından onandığı belirtilmiştir. Son olarak taşınmazın 2/B alanında kaldığını gösteren güncelleme listesinin dayanağının tespit edilemediği ve kullanım kadastrosu yapılmayan bir taşınmaza 2/B sınırları içinde kaldığına ve kullanıma dair şerh düşülmesinin mümkün olmadığı aktarılmıştır.
23. Nihai karar, başvurucuya 20/9/2022 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/10/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Tescil'' kenar başlıklı 705. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
25. 4721 sayılı Kanun'un ''Genel olarak'' kenar başlıklı 997. maddesi şöyledir:
"Taşınmazlar üzerindeki hakları göstermek üzere tapu sicili tutulur.
Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile plânlardan oluşur.
Sicilin örneği, nasıl tutulacağı ve yardımcı siciller Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir."
26. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Orman sayılan yerlerden:
...
B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına çıkartılır.
Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere; olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35).
29. AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM; kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM, bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM; keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).
30. AİHM objektif bir temelde bireyleri koruyan bir insan hakları antlaşması olarak Sözleşme’nin amacının ve hedeflerinin Sözleşme hükümlerinin onu işlevsel ve etkili kılacak şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını gerektirdiğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre taraf devletler, Sözleşme’ye uyumun en azından Avrupa kamu düzeninin temelini koruyacak düzeyde denetlenmesini sağlama yükümlülüğündedir. Avrupa kamu düzeninin temel unsurlarından biri hukukun üstünlüğü ilkesidir ve keyfîlik ise bu ilkeyi izale eder. AİHM, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması gibi ulusal otoritelerin geniş takdir yetkisine sahip olduğu alanlarda bile keyfîlik yasağı yönünden denetim yaptığını ifade etmektedir (El-Dulimi ve Montana Management İnc./İsviçre, B. No: 5809/08, 21/6/2016, § 145).
31. AİHM Büyük Dairesi Bochan/Ukrayna ([BD], B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında, AİHM'in daha önce verdiği ihlal kararını Yüksek Mahkemenin gerekçesinde aşırı derecede yanlış sunması, bu kapsamda belirttiği hususların açıkça yanlış olması, dolayısıyla gerekçesinin aşırı keyfî (grossly arbitrary) ve adaleti hiçe sayacak (denial of justice) şekilde olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Bochan/Ukrayna, § 64).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 13/3/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; taşınmazın 2/B kapsamında olduğuna ilişkin olarak Yargıtay 17. Dairesince verilen kararların Yargıtay 8. Dairesi tarafından yok sayıldığını, neden kabul edilmediğinin makul ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmadığını, bu nedenle usule ilişkin kazanılmış hakkının elinden alındığını belirtmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından kesin hükme saygı gösterilmediğini, kesinleşen kararda taşınmaz orman olarak kabul edilmesine rağmen Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bu kararın yok sayıldığını ifade etmiştir. Orman ve Su İşleri Bakanlığının 8/11/2012 tarihli yazısında taşınmazın 2/B arazisi olduğu açıkça ifade edilmesine ve yazı ekinde yer alan güncelleme listesinde de bu durum ortaya konulmasına rağmen haksız ve hukuka aykırı olarak belgenin kabul edilmediğini ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Bakanlık görüşünde, başvuruya ilişkin olarak ilgili Hazine ve Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünden temin edilen görüş ve ilgili belgelerin yapılacak incelemede dikkate alınmak üzere gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucunun temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
35. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda belirttiği hususları yinelemiştir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan [1. B.] , B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
39. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
40. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam [2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
41. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci, Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
42. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
43. Adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması yukarıda belirtildiği gibi derece mahkemelerinin takdirindedir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlarken Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen ve Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesini gözönünde bulundurmaları gerekir. Esasen hukuk devleti ilkesi Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanmasında dikkate alınması zorunlu olan bir ilkedir. Bu bağlamda Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğinin yorumlanmasında da hukuk devletinin gerekleri gözetilmelidir (M.B., § 84).
44. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
45. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu hâlde derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler. Özellikle hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı hükümlerin geniş yoruma tabi tutulması keyfîliğe ve bireylerin kendilerini hukuk karşısında güvensiz hissetmelerine yol açar (M.B., § 86).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Somut olayda dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın dava dışı 930 sayılı parsel ile birlikte 1956 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 8/5/1956 tarihli Tapulama Tutanağı'nda “26 sene önce H.A. tarafından ormandan açılarak tarla haline getirildiği o günden beri nizasız kullanıldığı" belirtilmiştir. Hazine tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespite itiraz davasında taşınmazın evveliyatta orman olduğu gerekçesiyle Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Kararda 1988 yılında yapılan ve kesinleşen 2/B uygulamasıyla taşınmazın orman sınırı dışına çıkarıldığı ve kadastro tespit tarihi itibarıyla 20 yıllık sürenin geçmediği ifade edilmiştir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 30/3/2006 tarihli kararıyla mahkeme kararını onamıştır. Kararda 30/11/2001 tarihli kroki ve ekindeki uzman bilirkişi heyeti raporlarına göre taşınmazın 1956 yılında yapılan genel kadastro sırasında tespit harici bırakıldığını, daha sonra 1988 yılında yapılan ve kesinleşen 2/B uygulamasıyla da orman sınırı dışına çıkarıldığının tespit edildiğini belirtmiştir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 31/6/2006 tarihinde karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Kararda, taşınmazın 1988 yılında yapılan 6831 sayılı Kanun'un 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/B maddesinin uygulamasından önce orman sayılan yerlerden kabul edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığını ifade etmiştir.
47. Başvurucu, dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğüne başvurmuş Müdürlük 8/12/2021 tarihli yazısıyla 1016 parsel sayılı taşınmazın tamamının 2/B alanı olduğunu belirtmiş, söz konusu yazı ekinde gönderilen güncelleme tespit cetvelinde de 1016 parsel sayılı taşınmaz 2/B alanı olarak yer almıştır. Başvurucu, idarenin verdiği bu resmî yazıya ve Yargıtayın dava konusu taşınmazın geçmişte 2/B arazisi olduğunu belirten kararlarına güvenerek 5/11/2012 tarihli ve noter tasdikli muvafakatname ile R.U.nun 1016 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki hak ve yükümlülüklerini noter senedi ile devralmıştır.
48. Başvurucu -taşınmaza ilişkin hakları devraldıktan sonra- 6292 sayılı Kanun kapsamında 1016 parsel sayılı taşınmazın doğrudan satışı için idareye başvurmuştur. Bu başvurunun taşınmazın 2/B arazisi olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine başvurucu; daha önce açılan ve Yargıtaydan geçerek kesinleşen, taşınmazın 2/B arazisi olduğunun belirtildiği kararlara ve idarenin verdiği resmî belgeye güvenerek taşınmazın tapu kaydına 2/B şerhinin işlenmesiyle satışının önlenmesi için taşınmaza tedbir konulması istemiyle dava açmıştır. Mahkeme; başvurucunun davasını dava konusu taşınmazın 2/B arazisi olduğunun belirtildiği mahkeme kararını, Yargıtay kararlarını, ayrıca idare tarafından daha önce verilen taşınmazın 2/B arazisi olduğuna ilişkin resmî belge niteliğindeki yazıları ve idare vekillerinin taşınmazın 2/B arazisi olduğuna ilişkin beyanlarını dikkate alarak davayı kabul etmiştir. Mahkeme özellikle dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın 2/B arazisi olduğuna ilişkin maddi olgunun Mahkemenin ve Yargıtayın kararlarıyla kesinleştiğini vurgulamıştır.
49. Bölge Adliye Mahkemesi ise mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararda, davaya konu taşınmazın 2/B uygulamalarına konu edilmediğini belirtmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ise Bölge Adliye Mahkemesinin verdiği kararı onarken Yargıtay 17. Hukuk Dairesi tarafından verilen kararları tekrar değerlendirmiş ve Yargıtay 17. Hukuk Dairesin tarafından taşınmazın 1988 yılında yapılan 2/B çalışmalarında orman dışına çıkarıldığı sonucuna varılsa da bunun doğru olmadığını, taşınmazın orman sınırlarına alınmadığını açıklanmıştır.
50. Somut olayda başvurucu, dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın 2/B arazisi olduğu hususunun Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin kararları ve mahkeme kararı ile kesinleştiği ve idarenin vermiş resmî belgede dahi taşınmazın 2/B arazisi olduğu gösterildiği hâlde daha sonra açılan davada Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından aynı taşınmaz ile ilgili kesinlik kazanan 2/B arazisi olduğu hususunun tekrar değerlendirmeye açılarak taşınmazın 2/B arazisi olmadığı yönünde değerlendirilmesinin hukuki belirlilik ve güvenlik ilkeleriyle bağdaşmadığından yakınmıştır.
51. Öncelikle Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/4/2005 tarihli, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 1/5/2003, 30/3/2006 ve 31/6/2006 tarihli kararlarıyla dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın öncesinde orman olduğu, daha sonra orman tahdit çalışmalarında orman sınırlarının dışına çıkarıldığı ve 2/B arazisi olduğu maddi vakıasının kesinleştiği not edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin önündeki mesele, bu vakıanın daha sonra açılan davalarda dikkate alınmamasının bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içerip içermediğinin ve bunun bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğinin tespit edilmesidir.
52. Diğer bir ifadeyle olaydaki sorun, Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/4/2005 tarihli, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 1/5/2003, 30/3/2006 ve 31/6/2006 tarihli kararlarıyla tespit edilen ve kesinleşen dava konusu 1016 parsel sayılı taşınmazın öncesinde orman olduğu, daha sonra orman tahdit çalışmalarında orman sınırları dışına çıkarıldığı ve 2/B arazisi olduğu vakıasını Mahkemenin yeniden tartışmaya açmasının bariz takdir hatası veya keyfîlik olarak değerlendirilmesinin mümkün olup olmadığıdır.
53. Mahkeme kararlarının sadece kararı uygulamakla yükümlü olan kamu otoritesi yönünden bağlayıcı olmadığının altı çizilmelidir. Mahkeme kararında tespit edilen ve hukuki manada kesinleşerek vakıa hâlini alan olguların aynı maddi olaydan kaynaklanan, tarafları ve sebebi aynı olan diğer yargılamalarda da dikkate alınması gerekir. Diğer bir ifadeyle taraflar arasında uyuşmazlıktaki bir olgu, yargı kararıyla kesinliğe kavuşturulmuşsa aynı taraflar arasında ve aynı maddi sebepten kaynaklanan başka bir uyuşmazlıkta bu olgunun yeniden tartışmaya açılması -yargılamanın yenilenmesi gibi istisnai bazı durumlar hariç- mahkeme kararlarının kesinliği ve bağlayıcılığı ilkesini zedeleyebilir. Bir mahkemece belli taraflar yönünden kesin hükme bağlanan bir olgunun aynı kişilerin taraf olduğu ve aynı maddi sebepten kaynaklanan diğer bir davada dikkate alınmaması hukuki belirlilik ve mahkeme kararına güven ilkelerini törpüler (Erhas Demir Çelik Oto Yedek Parçaları İthalat ve Ticaret Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2018/21083, 14/9/2021, § 55).
54. Mahkemeler, yargı kararına saygı gösterme yükümlülüğünden muaf değildir. Bir mahkeme kararının yanlış olduğunun düşünülmesi o kararla kesinleşen olguların yeniden tartışmaya açılmasına haklılık kazandırmaz. Maddi adalet ile şeklî adaletin çatıştığı bu gibi durumlarda Anayasa, tercihini şeklî adaletten yana koymuş ve aynı taraflar arasında yargı kararıyla kesinleşen vakıaların yeniden münakaşa edilmesine ve başka bir mahkemece görmezden gelinmesine izin vermemiştir. Önceki mahkeme kararının hukuken hatalı olduğu düşüncesiyle aynı taraflar arasında yeniden tartışmaya açılması mahkeme kararlarının kesinliğini anlamsız hâle getirir ve yargı kararının toplum nezdindeki değerini ve manevi gücünü zayıflatır (Erhas Demir Çelik Oto Yedek Parçaları İthalat ve Ticaret Ltd. Şti., § 56).
55. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi ile Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, yaptığı yorumla Yargıtay 17. Hukuk Dairesince kesinleştirilen olguları görmezden gelmiştir. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarını yorumlamak mahkemelerin görevinde olmakla birlikte bu durum, yargı kararıyla kesinleşen bir vakıanın görmezden gelinmesini gerektirmez. Kesinleşen yargı kararlarına saygı duyma yükümlülüğü mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin sınırını oluşturur. Bu sebeple taşınmazın öncesinde orman olduğu, daha sonra orman tahdit çalışmalarında orman sınırları dışına çıkarıldığı vakıalarının yargı kararlarıyla kesinleşmesine rağmen bireysel başvuru konusu yargılamada dikkate alınmaması yargı kararlarının bağlayıcılığı ve hukuk güvenliği ilkelerini zedelemenin yanında başvurucunun medeni hakkıyla ilgili olarak açılan davada usule ilişkin güvenceleri de anlamsız hâle getirmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ile Yargıtay 8. Hukuk Dairesi söz konusu yargı kararına saygı göstermekten uzak ve bariz takdir hatası teşkil eden tutumları başvurucu aleyhine karar verilmesinde belirleyici olmuştur. Dolayısıyla bunların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği değerlendirilmiştir.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
VI. GİDERİM
57. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
58. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine (E.2021/1081, K.2021/1397) iletilmek üzere İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2020/811, K.2021/119) GÖNDERİLMESİNE,
D. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.