TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SALİH AKKUŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1017)
|
|
Karar Tarihi: 18/9/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Salih AKKUŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Bülent AKBAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, motosikleti ile seyir
halinde iken eşi R. A.’nın da arkasında yan bir
şekilde oturduğunu, daha önceden aralarında husumet bulunan S. K.’nın da aynı yönden kendilerini geçtiği sırada eşinin dizine
çarparak düşmesine ve ölümüne sebebiyet verdiğini, olayla ilgili olarak
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili soruşturma yapılmayarak kovuşturmaya
yer olmadığına karar verildiğini, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde
İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/6/2013
tarihinde başvurunun çözümünün ilke kararını gerektirmesi nedeniyle Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 24/1/2012 tarihinde
sevk ve idaresindeki 31 KF 894 plakalı motosikletiyle arka kısımda oturan eşi
R. A. ile birlikte Üçgüllük Beldesinden İskenderun
istikametine seyir halinde iken, R. A. motosikletten düşerek yaralanmış ve
İskenderun Devlet Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi görmekte iken,
1/2/2012 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
6. Başvurucu, aralarında husumet bulunan S. K.’nın, yönetimindeki kamyonet ile yanlarından geçerken
kendilerini sıkıştırıp, eşinin dizine dokunarak düşmesine ve ölmesine sebebiyet
verdiğini belirterek, 27/1/2012 tarihinde İskenderun
Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuş, Cumhuriyet Savcılığınca aynı gün
soruşturma başlatılmıştır.
7. 1/2/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısı
huzurunda doktor tarafından yapılan ölü muayenesinde, R. A.’nın
başının sağ tarafında çökme kırığı oluştuğu, bilek ve dirseklerinde sürtünmeye
bağlı yüzeysel deri kaybı olduğu, sol diz kapağının dış yan tarafında ekimoz ve sıyrık, sol baş parmakta ise lezyon bulunduğu,
kesin ölüm sebebinin trafik kazası ile gerçekleşmesi mümkün kafa travmasına
bağlı beyin içi kanaması olduğu, klasik otopsi yapılmasına gerek bulunmadığı
tespit edilmiştir.
8. 24/1/2012 tarihli kaza tespit tutanağında
başvurucunun, motosikleti; hız, görüş, yol, hava ve teknik durumun gerektirdiği
şartlara uygun şekilde kullanmayarak tali kusurlu olduğu, S. K.’nın ise motosiklete çarptığına dair herhangi bir bulguya
rastlanmadığından kusurunun bulunmadığı saptanmıştır.
9. 24/1/2012 tarihli olay yeri inceleme
raporunda, motosikletin park halinde olduğu yerden itibaren geriye 20 metre 40
cm kan lekeleri ve fren izi bulunduğu, motosiklet üzerinde çarpmaya bağlı
herhangi bir izin olmadığı, kamyonetin üzerinde de silinme, kırılma ve kazınma
gibi izlerin bulunmadığı, ayrıca sürücü ve yolcuya ait kaskların olmadığı
belirlenmiştir.
10. Cumhuriyet Savcılığınca 15/2/2012
tarihinde başvurucunun da katılımıyla gerçekleşen keşifte, olayın meydana
geldiği yerin tek gidiş ve tek gelişli asfalt yol olduğu, yolda kısmen tamirat
ve yamalar bulunduğu, asfaltın bittiği yer ile banket arasındaki kısmın çimenli
olduğu belirlenmiş ve hazırlanan bilirkişi raporunda olayın oluşumunda
başvurucunun asli kusurlu olduğu, S. K.’ya, illiyet
bağı kurabilecek herhangi bir iz, emare ve somut bir delil bulunmadığından
kusur izafe edilemeyeceği tespit edilmiştir.
11. Keşif yerinde tanık olarak dinlenen
A. D. “kazadan sonra olay yerine gittiğini,
başvurucunun kendilerini S. K.’nın sıkıştırdığını
söylediğini, motosikletin 5-6 metre ilerde devrilmemiş vaziyette park halinde
bulunduğunu”, N. K. ise “kaza
anını görmediğini, müteveffanın düştüğü yerden 5-6 metre geride fren izleri
olduğunu, izlerin yol hizasında dümdüz olarak asfalttaki çukurlardan itibaren
başladığını, motosikletin nizami bir şekilde iki tekerleği üzerinde park
edilmiş vaziyette durduğunu” ifade etmişlerdir.
12. Keşifte dinlenen başvurucu da, “eşinin, arkasında yan vaziyette oturduğunu, 50 km civarında bir hızla
gittiğini, S. K.’nın arkadan gelerek sıkıştırdığını,
ancak eşine çarpıp çarpmadığını görmediğini, sıkıştırması nedeniyle asfalttan
çıktığını, eşinin düştüğünü görünce de motosikletini durdurduğunu, kazaya
sebebiyet veren S. K.’dan
şikayetçi olduğunu” söylemiştir.
13. Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 28/3/2012 tarihli raporuna göre başvurucunun tali kusurlu
olduğu, R. A.’nın kasksız bir şekilde düşerek kafa
travmasına bağlı beyin kanaması sonucu hayatını kaybettiği, sıkıca tutunmayıp
dengesini kaybederek düşmesi ve ölmesi olayında asli kusurlu olduğu, S. K.’nın ise, başvurucunun yönetimindeki motosiklete herhangi
bir teması saptanmadığından kabul edilebilir illiyet bağı olmayıp, atfı kabil
kusuru bulunmadığı belirtilmiştir.
14. S. K. ifadesinde, “olay
günü kamyoneti ile seyir halinde iken, başvurucu ile arkasında oturan eşine
rastladığını, kendilerini düzgün bir şekilde sollayarak geçtiğini, motosikletle
herhangi bir temasının olmadığını, başvurucu ile aralarında husumet
bulunduğunu, ancak olayla hiçbir ilgisinin olmadığını, kazayı sonradan
öğrendiğini” söylemiştir.
15. Diğer taraftan, başvurucunun şikayetçi, S. K. ve diğer
beş kişinin de şüpheli olarak bulunduğu dosyada, her iki tarafın akraba
oldukları, şüphelilerin tehdit ve hakaret suçlarını işledikleri belirtilerek 3/10/2012 tarihli iddianameyle haklarında dava açılmıştır.
16. Cumhuriyet Savcılığınca 2012/1073 sayılı dosya üzerinden
somut olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda 18/7/2012
tarih ve 2012/4025 sayılı kararda “her ne
kadar müşteki Salih Akkuş, şüpheli S. K.’nın eşinin
hayatına kastederek ölmesine neden olduğunu iddia etmişse de, kaza tespit
tutanağı, olay yeri inceleme tutanağı, ölü muayene tutanağı, mahalde yapılan
keşif sonucu hazırlanan trafik bilirkişi raporu, Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik
İhtisas Dairesi raporu ve tüm dosya kapsamı incelendiğinde, şüpheli S. K.’nın sevk ve idaresindeki pikapla, aynı istikamette seyir
halinde olan müştekinin motosikletinin arka koltuğunda oturan eşi R. A.’ya dokunarak yere düşmesine neden olup motosikletin
devrilmemesi şeklindeki iddiasının, hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı,
soyut kaldığı, şüphelinin savunmasının aksine müştekinin iddialarını doğrular
şekilde dava açmayı gerektirir somut kanıt veya emare bulunmadığı”
gerekçe gösterilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
17. Buna karşı başvurucunun 20/9/2012
tarihinde yaptığı itiraz, Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2012 tarih ve
2012/1526 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve bu karar başvurucuya
27/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 7/12/2012
tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi
sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde
edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer
olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi
alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı,
süresi ve mercii gösterilir.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu
davası açılamaz.
(3) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459
S.K./19. md) Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma
yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla
tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep
edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.”
19. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesi
şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının
yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza
mahkemesine itiraz edebilir.
(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının
açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.
(3) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353
S.K./26.mad) Mahkeme, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek
görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer sulh ceza hâkimini
görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa,
istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı
Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve
şüpheliye bildirir.
(4) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353
S.K./26.mad) Mahkeme istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame
düzenleyerek mahkemeye verir.
(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının
açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu Madde hükmü
uygulanmaz.
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet
savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden
verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta
karar vermesine bağlıdır.”
20. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar
başlıklı 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis
cezası ile cezalandırılır.”
21. 5237 sayılı Kanun’un “Taksirle
öldürme” kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi,
iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 18/9/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/12/2012 tarih ve 2012/1017 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, motosikleti ile seyir
halinde iken aynı yönden kamyoneti ile giden S. K.’nın
kendisini sıkıştırarak ve arkasında oturan eşinin dizine çarpmak suretiyle
ölümüne neden olduğunu, adı geçen şahısla aralarında daha önceden husumet
bulunduğunu, söz konusu olayın kaza olmadığını, kasten öldürmeden soruşturma
yapılması gerekirken, iddialarının dikkate alınmadığını, tüm deliller
araştırılıp toplanmadan Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda “kovuşturmaya yer olmadığına” karar
verildiğini ve buna karşı yaptığı itirazın da Mahkemece reddedildiğini
belirterek, yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve soruşturmanın
yenilenmesi ile birlikte uygun görülecek bir miktar tazminata da hükmedilmesini
talep etmiştir.
B. Değerlendirme
24. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurunun; trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayından
dolayı, başvurucunun da iddialarını karşılayacak yeterlikte etkili bir şekilde
yürütülmeden sonuçlanan soruşturma ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların gerçekliğinin hukuki tavsifini kendisi takdir
eder. Bu nedenle başvurucunun tüm iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ile
ilişkili görülerek bu kapsamda değerlendirilmiştir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
26. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
28. Başvurucu, eşinin ölümüyle sonuçlanan trafik kazasında
bir üçüncü kişinin kusurunun yeterince ve etkili bir şekilde soruşturulmaması
nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen
istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği
belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle
kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede
belirtilen istisnalar dışında öldürmemelerini gerektirir. Bu, devletin yaşam
hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı, ikinci olarak
devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin hayatını
korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi bir
tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını
korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, devletin yaşam hakkından
kaynaklanan pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif
yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit
ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin bu madde
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini soruşturma
yükümlülüğü oluşturmaktadır.
30. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da
özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini
ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir
iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Devletin
pozitif yükümlülüğü kapsamında hiç soruşturma yapılmaması ya da yapılan soruşturmanın
yeterli olmaması bazen tek başına yaşam hakkının ihlalini teşkil edebilir. Bu
bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi
olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir.
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, 33097/96 -
57834/00, 3/6/2004, § 133, 134)
31. Somut olayda başvurucu, Savcılıkça gerekli delillerin
toplanmadığını, kasten öldürme fiilinden işlem yapılmadığını, taleplerinin
dikkate alınmadığını iddia etmiş ve adı geçen kişinin tutuklanarak
soruşturmanın yenilenmesini istemiştir.
32. Bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların
incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp,
suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve
yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik müdahaleleri
soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Mahkemece
incelenmelidir.
33. Savcılığın kararı bu açıdan
değerlendirildiğinde; başvurucunun iddiası kapsamında “kasten öldürme” suçundan dolayı
soruşturmanın derhal başlatıldığı, olaylar kısmında belirtildiği şekliyle
gerekli delillerin toplanarak, soruşturmanın makul sürede tamamlandığı, haksız
eylemde bulunduğu iddia edilen kişinin meydana gelen kazada bir rolünün olup
olmadığının tespiti amacıyla uzman bilirkişilere inceleme yaptırıldığı, bu
incelemeler sonucunda söz konusu kişiye bir kusur izafe edilemediği gibi
başvurucunun da söylemlerinde çelişkiye düştüğü (bkz. § 12) ve iddiasını destekleyen
somut deliller sunamadığı, ayrıca başvuru dosyasında yer alan belgeler dikkate
alındığında, soruşturmanın yetersiz olduğuna ilişkin ihmali bir davranış veya
yetkililere yüklenebilecek bir eksikliğin de saptanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, kişinin yaşam hakkının
korunması kapsamında yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğuna ilişkin bir
sonuca varılmasını gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.
34. Açıklanan gerekçelerle, Cumhuriyet
Savcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda verilen karar nedeniyle
başvurucunun yaşam hakkına yönelik bir ihlal tespit edilmediğinden
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 18/9/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.