TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DURSUN ÇİÇEK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/1108)
Karar Tarihi: 16/7/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Dursun ÇİÇEK
Vekili
Av. İrem ÇİÇEK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hukuka uygun olmayan delillere dayanılarak tutuklandığını, tutukluluk halinin kuvvetli suç şüphesine dayanmadığını, Mahkemece tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, duruşma sırasında kendisine söz verilmeksizin tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19., 36., 37., 38., 138. ve 139. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 5/12/2012 tarihinde İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 26/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 4/10/2013 ve 6/11/2013 tarihlerinde iki ayrı dilekçe ekinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
1. Başvuru Dilekçesinde İfade Edildiği Şekliyle
7. Başvurucu hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak, açıklanması yasaklanan gizli belgeleri temin etmek, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etmek, amacı dışında kullanmak, hile ile almak-çalmak, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın almak veya taşımak veya bulundurmak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, kayda alınan konuşmaların basın yoluyla yayınlanması, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek” suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/04/2010 tarih, 2008/1756 soruşturma, E.2010/373, K.2010/264 sayılı iddianame düzenlenmiştir.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29/04/2010 tarih ve E.2010/106 sayılı tensip tutanağı ile başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/4/2010 tarihli yakalama kararına aynı tarihte itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK.100/3’de yazılı tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle 30/4/2010 tarihinde reddedilmiştir.
10. Hakkında yürütülen kovuşturma kapsamında 30/4/2010 tarihli birinci celsede “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında, sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK’nın100/3 maddesinde sayılan tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu, kendisine izafe edilen eylemlerin, asker kişi olması nedeniyle askeri mahal olan Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı içinde işlendiği ileri sürüldüğünden, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca davanın askeri mahkemede görülmesini 25/5/2010 tarihinde talep etmiş, ancak söz konusu talepten bir sonuç elde edememiştir.
12. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/6/2010 tarih ve 2010/421 Değişik İş sayılı kararı ile “2010/106 Esas sayılı dosyası İle Erzurum 2010/108 esas sayılı dosyası arasında hukuki ve fiili İrtibat bulunması nedeniyle 2010/106 esas sayılı dosyası üzerinde birleştirilmesine, Mahkememiz ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla 2010/1 Esas sayılı dava dosyasını yürütmekte olan Yargıtay 11. Ceza Dairesi arasında dolaylı olarak olumlu birleştirme konusunda uyuşmazlık oluştuğundan bu uyuşmazlığın giderilmesi için CMK.16/3 maddesi uyarınca yukarıda belirtilen gerekçeler dikkate alınarak, birleştirilen her iki dosya ile ilgili olarak merci tayini için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına dosyanın gönderilmesine, Yargıtay 11.Ceza Dairesine verilen kararla ilgili olarak bilgi verilmesine dair sanık ve sanık vekillerinin yokluğunda” savunma ve iddianın hiçbir talebi olmadığı halde ve savunmanın beyanı alınmaksızın başvurucu hakkındaki davaların birleştirilmesine karar verilmiştir.
13. Başvurucu 23/1/2012 tarihinde, hakkındaki her iki davanın suç tarihi ve suç iddialarının bire bir aynı olması gerekçesiyle 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca “aynı suç tarihlerini kapsayacak şekilde ve aynı suç iddiaları ile duruşma salonları arasında sadece 100 metre olan hukukken eşit statüdeki iki ayrı mahkemede dava açılması ve kovuşturma yapılması”na itiraz etmiş ve birbiriyle bağlantılı iki davanın birleştirilmesini talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir.
14. Başvurucu, Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame kapsamında, 20/7/2010 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde yapılan duruşma sırasında, hakkında askeri mahkemede dava açılmasını talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir.
15. Başvurucunun, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde açılan ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde 29/04/2010 tarihinde kabul edilen iddialarla aynı eylemleri içeren her iki davanın Uyuşmazlık Mahkemesine taşınması yönündeki talebi de sonuçsuz kalmıştır.
16. Son olarak “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu sanıklar hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
17. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararına başvurucu tarafından 24/9/2012 tarihinde itiraz edilmiş, ancak itiraz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarih ve 2012/738 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
18. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1266 Değişik İş sayılı kararıyla“Dosya kapsamı incelendiğinde, atılı olan suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunduğu, bu suçların CMK.100/3 Maddesinde sayılması sebebiyle tutuklama nedenlerinin bulunduğu kabul edildiğinden, suçların niteliği ve yüklenen suçlar için öngörülen ceza miktarlarına göre adli kontrol uygulamalarının sanık açısından yetersiz kalacağı ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin sanık hakkında verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle reddetmiştir. Karar aynı tarihte başvurucuya tebliğ edilmiştir.
2. Adalet Bakanlığının Görüşünde İfade Edildiği Şekliyle
a. Ergenekon Soruşturma Süreci
19. 12/6/007 tarihinde, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’na telefonla yapılan bir ihbar üzerine, İstanbul’un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama yapılmıştır. Bu arama esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası bulunmuştur. Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.’nin babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu sandığı eve getiren kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli olmuş bir astsubay olan O.Y. olduğunu belirtmişlerdir.
20. Bu ifadeler üzerine O.Y’nin işyeri ve evinde 13/6/2007 tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve mermiler ile bir bıçak ve bilgisayar belleği ile bir adet flaş belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede “Lobi, Çok Gizli-Aralık 1999/İstanbul” isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin “Giriş” bölümünde, “… Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak ‘Sivil Unsurların’ örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir” ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir.
21. O.Y’de ele geçirilen söz konusu belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir.
22. Soruşturmaya konu bir başka şahsın evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT kalıpları ve diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler bulunmuştur.
23. Yine bir kısım yerlerde yapılan aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller arasında, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile Yargıtay binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği bir kroki bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı şüphelilerde ele geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir.
24. “Ergenekon Soruşturması”nın başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında “Sarıkız”, “Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışığı”, “Kafes” ve “İrtica ile Mücadele” isimli eylem planları bulunmaktadır.
25. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
26. Dönemin kuvvet komutanları olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı M.Ş.E. tarafından hazırlandığı iddia edilen “Sarıkız” isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin, sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede gösteriler yapılmasını da öngörmektedir.
27. Kafes Eylem Planı’nda, Türkiye’deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar “operasyon” olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade edilmiştir. Hazırlık aşamasında, Türkiye’deki gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin tespiti için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone listesinin internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının açılacağı, İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının yazılacağı ifade edilmiştir. Kamuoyu oluşturma safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu eylemlerin sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar konusunda vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul’da özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS Gazetesi’nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması, gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev, işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir.
28. İrtica ile Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları) kullanılarak, halkın iktidardaki AK Parti’ye olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon soruşturmasında tutuklanan askerlerin masum olduğu yönünde propaganda yapılarak, kara propaganda yoluyla halkın iktidar partisine olan desteğinin yok edilmesi amaçlanmıştır.
29. Ayışığı isimli eylem planı ise, öncelikle, her türlü anti demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin Genelkurmay Başkanı H.Ö.’nün etkisiz hale getirilmesini veya görevinden ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, AK Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da amaçlamıştır. Ayrıca, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için Cumhurbaşkanı’nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı da hedeflemiştir.
30. Yakamoz isimli eylem planına gelince, bu plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir.
31. Eldiven eylem planı, planlanan askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkindir. Bu eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, bazı kamu kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve dış politikanın yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir.
32. “Ergenekon Soruşturması” olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast planları ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast olay veya planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de dayanılarak, savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir.
33. Soruşturmada elde edilen delillere dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili sanıklar, halen Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde yargılanmaya devam etmektedir.
34. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2009 tarihli İddianamesinde (s. 78) soruşturma kapsamında elde edilen delillerden Ergenekon isimli davada yargılanan bazı sanıkların özellikle PKK, DHKP-C ve Hizbullah isimli terör örgütleriyle ilişkilerinin olduğunun saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın sanıkları tarafından kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia edilmiştir
35. Bazı sanıklarda ele geçirilen “Ergenekon-Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi” isimli belgede, medyanın işlevi ve toplum üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya kuruluşlarını oluşturması ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına alması gerektiği ifade edilmiştir.
36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/8/2011 tarihli iddianamesinde (s. 5) bazı sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen “Ulusal Medya 2001” isimli belgenin, yukarıda ifade edilen amacın gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia edilmiştir.
b. Başvurucunun Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Açılan Davanın Seyri
37. Başvurucu hakkında, 30/6/2009 ve 11/11/2009 tarihlerinde ifadesini alan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 13/4/2010 tarihli iddianamesiyle iddia edilen Ergenekon Terör Örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından kamu davası açılmıştır.
38. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan ve toplam yedi şüphelinin yer aldığı 13/4/2010 tarihli iddianame ile Savcılık, başvurucuyu iddia edilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün üyesi olmakla ve örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayıp bir suretini bir örgüt üyesine teslim etmekle itham etmiştir. Savcılığa göre; söz konusu belgede yer verilen planlar ülke genelinde uygulamaya konulmuş ve bu kapsamda, Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev yapan örgüt üyelerinin belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar başlattıkları iddia edilmiştir. Örgütün talimatı ile başvurucunun hazırladığı ve sonrasında uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kaos ortamı oluşturmaya, böylece cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmiştir. Bu cümleden olarak; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin ibadet görüntülerinin ve bazı parti mensuplarının lüks yaşam tarzları medyaya taşınarak kara propaganda yoluyla iktidardaki AKP Hükümetinin yıpratılması, halkta yürütme organına karşı infial uyandırılması ve yürütme organının güçsüz ve etkisiz duruma düşürülerek çalışamaz hale getirilmesi planlanmıştır. Öte yandan; kamuoyunda Fethullah Gülen Cemaati olarak adlandırılan topluluğa ait ev ve yurtlara silah yerleştirilmesi ve ardından yapılacak aramalarla söz konusu grubun hukuken silahlı terör örgütü olarak tescilinin sağlanması ve kara propaganda ile kamuoyunda grubun PKK terör örgütü ile irtibatı varmış kanaatinin uyandırılması hedeflenmiştir.
39. Bu iddiaları desteklemek için Savcılık, Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurucunun imzasını taşıdığına ilişkin Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nın raporları bulunan “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi, bilirkişi raporlarını, tanık beyanlarını, ihbar mektuplarını, arama ve inceleme tutanaklarını, DVD ve bilgisayar kayıtlarını delil unsurları olarak sunmuştur.
40. Başvurucu hakkındaki iddianameyi 29/4/2010 tarihinde kabul ederek başvurucunun yargılamasına başlayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin aynı tarihli yakalama kararına istinaden başvurucu 30/4/2010 tarihinde yakalanmıştır. Aynı gün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti huzuruna çıkarılan başvurucu sorgusunun yapılıp savunmasının alınmasının ardından tutuklanmıştır.
41. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkındaki iddianamenin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29/4/2010 tarihinde kabul edilmesinin ardından söz konusu dava dosyasının, “Ergenekon” ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle 30/3/2012 tarihinde birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına devam edilmiştir.
42. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2008/191 Esas sayılı “Ergenekon” ana dosyası ile aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunan 22 ayrı iddianameyle açılan davalar ile hali hazırda yürüyen bir kısım diğer dava dosyaları birleştirilmiştir.
43. Başvurucunun yargılamasının devam ettiği dava dosyasının 5/8/2013 tarihli 321. celsesinde mahkeme, başvurucuyu “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan mahkûm ederek başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
44. 30/4/2010 tarihinde gözaltına alınmış olan başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin hakkında mahkûmiyet kararı verdiği 5/8/2013 tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
3. 5/8/2013 Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar
45. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru tarihi itibariyle ilk derece mahkemesi önünde derdest olan davada, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihili kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği öğrenilmiştir. UYAP vasıtasıyla elde edilen 5/8/2013 tefhim tarihli kısa kararda başvurucunun;
“a. Hakkında 5237 sayılı TCK 314/2, ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK 312/1 maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın eylemine uyan “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçunu işlemiş olduğu sabit olduğundan TCK 312/1 maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına,
b. Verilen cezanın miktarı dikkate alınarak, TMK 5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına,
c. Yargılama sürecindeki olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle TCK 62. maddesi gereğince takdiri indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına,
d. Başkaca artırım ve indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına,
e. Sanığın kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı mahkum olduğu hapis cezasının sonucu olarak TCK 53. maddesinin 1., 2., 3. fıkralarının uygulanmasına,
f. TCK 58/9 maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre ve infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına,
g. TCK 63. Maddesi gereğince hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş sürelerin hükmolunan hapis cezasından mahsubuna”
karar verilmiştir.
46. Başvurucu hakkındaki davanın temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
47. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
48. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
49. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
…”
50. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
51. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)
(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen karar verir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
52. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/12/2012 tarih ve 2012/1008 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
53. Başvurucu;
i. 30/4/2010 tarihinden bu yana tutuklu olarak yargılandığını, tutuklamaya dayanak teşkil eden delillerin ve bilirkişi raporlarının hukuka uygun olmadığını, tutukluluk halinin devamına dair Mahkemece verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, tutukluluk halinin kuvvetli suç şüphesine dayanmadığını, 18/9/2012 ve 17/10/2012 tarihli duruşmalarda duruşma savcısının tutuklama talebine karşılık kendisine ve müdafilerine söz verilmeden tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin,
ii. Lehine olan delillerin toplanmadığını, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediğini, aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda bırakıldığını ileri sürerek Anayasa’nın 36., 37. ve 38. maddelerinin,
iii. Yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın davaya bakmakla görevli olan askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiğini, mahkemenin bağımsız olmadığını, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim - mahkeme hakkının bu yolla ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 138. ve 139. maddelerinin,
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
54. Başvurucu, lehine olan delillerin toplanmadığını, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediğini, aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda bırakıldığını, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiğini, mahkemenin bağımsız olmadığını, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim - mahkeme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurunun kabul edilebilirliği ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfla, makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddiaları hariç, adil yargılanma hakkına dair şikâyetlerin, ancak söz konusu yargılamanın bir kesin hükümle sona ermesinden sonra incelenmesinin mümkün olabileceğini, tarafsızlık ve bağımsızlık, aleni karar ve tabii hâkim ilkeleri, mahkemeye erişim hakkı gibi adil yargılanma hakkının gereklerinden her birine ilişkin ihlal iddialarının bir sonraki yargılama aşamasında ya da üst bir yargı organı tarafından düzeltilme ihtimalinin her zaman mevcut olduğunu, adil yargılanma hakkına dair şikâyetler konusunda kanun yollarının henüz tüketilmediğini belirtmiştir.
56. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, Bakanlıkça verilen emsal kararların ve örneklerin çelişkili ve kendi konumu ile bağlantılı olmadığını, ihlal edilen özgürlük ve güvenlik hakkı iade edilmeden adil yargılanma hakkının tartışılmasının hukuki ve vicdani olmadığını, tutuklama kararlarının yarattığı hak ihlalinin ortadan kaldırılmasının başta Adalet Bakanlığı olmak üzere akıl ve vicdan sahibi her kişi ve kurumca istemesi gerektiğini, bu konuda hukuka ve yasaya aykırı mazeret ileri sürülmesinin, gerçeğe aykırı emsal ve örnekler gösterilmesinin iyi niyet ve yargı etiği ilkelerine aykırı olduğunu, masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde olduğunu, kendisi ile ilgili olmayan iddiaların polis tutanaklarından alıntılar yapılarak dile getirildiğini, Bakanlık görüşünde çarpıtma ve çelişkilerin bulunduğunu belirtmiş ve bu görüşe katılmamıştır.
57. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği, aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği, mahkemenin bağımsız olmadığı, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
59. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
60. Zira temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18). Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir. Bu şikâyet bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
61. Açıklanan nedenlerle, başvurunun “lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği, aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği, mahkemenin bağımsız olmadığı, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının ihlal edildiği” yönündeki şikâyetlerinin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. 18/9/2012 ve 17/10/2012 Tarihli Duruşmalarda Başvurucuya Söz Verilmeden Tutukluluk Halinin Devamına Karar Verildiği İddiası
62. Başvurucu, 18/9/2012 ve 17/10/2012 tarihli duruşmalarda kendisine ve müdafilerine söz verilmeden tutukluluk halinin devamına karar verildiğini ileri sürmüştür.
63. Adalet Bakanlığı, söz konusu duruşmalarda verilen tutukluluğun devamına dair kararların 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre mahkemesince resen yapılan değerlendirme neticesinde verildiğini belirtmiştir.
64. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne katılmamış ve tutukluluğun devamı kararlarının bahsi geçen duruşmalar sırasında kendisince yapılan itirazlara rağmen alındığını ifade etmiştir.
65. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
66. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.”
67. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
68. Tutukluluk incelemesinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, kovuşturma evresinde tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.
69. Başvurucunun yargılandığı dosya kapsamında, 18/9/2012 tarihli 232. ve 17/10/2012 tarihli 247. celselerin duruşma tutanaklarının incelenmesinde tutukluluk halinin devamına ilişkin başvurucu ya da vekili tarafından herhangi bir itirazda bulunulmadığı görülmektedir. Başvurucunun itirazı 18/9/2012 ve 17/10/2012 tarihli duruşmaları müteakiben ilgili itiraz mahkemeleri nezdinde yapılmıştır.
70. Kovuşturma aşamasında 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre tutukluluk halinin devamına ilişkin yapılacak değerlendirme resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32).
71. Açıklanan nedenlerle, “5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre mahkemesince resen gerçekleştirilen incelemede başvurucuya söz verilmeksizin tutukluluk halinin devamına karar verildiği” yönündeki şikâyetin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Kuvvetli Suç Şüphesi ve Tutuklama Nedenleri Bulunmadığı Halde Özgürlükten Mahrum Bırakılma İddiası
72. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını ileri sürmüştür.
73. Adalet Bakanlığı görüşünde, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre bir ceza yargılaması çerçevesinde bir kişinin ancak hakkında suçu işlediğine dair makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin bulunması halinde mahkeme önüne çıkarılması amacıyla tutuklanmasına karar verilebileceğinin düzenlediğini, tutukluluk kararının dayandırılması gereken “makul şüphe” kavramının Sözleşme’nin ilgili bendi ile getirilen korumanın temel unsuru olduğunu, makul şüphe olarak kabul edilebilecek durumların somut olayın kendine özgü koşullarının tamamına bağlı olduğunu belirtmiştir.
74. Adalet Bakanlığı, soruşturmayı yapan görevlilerin, yakalandığı anda kişiyi suçla itham etmek için yeterli delilleri toplamış olmasının gerekmediğini, dolayısıyla tutma şüphesine dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiğini, tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
75. Adalet Bakanlığı, somut olayda, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan kişilerce aynı gerekçelerle ve özellikle tutuklanmalarının ulusal mevzuata ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine aykırılık iddiası ile yaptıkları başvurularda AİHM’in, söz konusu başvurucuların haklarında isnat olunan suçu işlediklerine dair inandırıcı nedenler olmadığı halde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları yönündeki şikâyetlerini “açıkça dayanaktan yoksun” bularak reddettiğini, başvurucunun iddialarının da benzer nitelikte olduğunu belirtmiştir. Bakanlık, başvurucunun tutukluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikâyetinin dayanaktan yoksun olup olmaması da dâhil tüm kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden incelenmesinde, başvurucunun isnat edilen suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler olup olmadığı ve bu suretle başvurucunun tutuklanmasına yetecek makul şüphe oluşturacak inandırıcı nedenler bulunup bulunmadığının AİHM’in konuyla ilgili kararları da göz önüne alınmak suretiyle Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu belirtmiştir.
76. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşünde, kendisi ile hiçbir illiyet bağı olmayan konulara yer verildiğini, olay ve olgular hakkında Bakanlıkça yapılan değerlendirmelere katılmadığını, başvurunun olay ve olgular kısmında dile getirilen hususların somut ve yasal delillere dayanmadığını, tutarsız ve çelişkili ifadeler içerdiğini, kendisi ile hiçbir illiyet bağı olmayan olaylardan bahsedilerek şüphe yaratılmasının hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlükler adına düşündürücü olduğunu, kendisi ile aynı dosya kapsamında yargılaması devam eden ancak kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan kişilerin AİHM nezdindeki başvurularına atıf yapılmasının kabul edilemez olduğunu, Adalet Bakanlığının emsal gösterdiği dava dosyalarındaki delil durumu ile kendisine yönelik iddiaların çok farklı olduğunu, hakkındaki iddialara yönelik yasal delil olmadığından kendisine isnat olunan suçların işlenemez suç niteliğinde olduğunu, suç unsurlarının bulunmaması nedeniyle üç kez yetkili mahkeme tarafından tahliye edilerek tutuklanma talebinin reddedildiğini, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/4/2010 tarihli iddianamesi kaynak gösterilerek, kendisine yönelik hiçbir yasal delil ve somut olguya dayanmayan ithamlarda bulunulmasının masumiyet karinesini ihlal ettiğini belirtmiştir.
77. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
78. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
79. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
80. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
81. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
82. Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
83. Somut olayda başvurucu, hakkında somut bir delil olmaksızın gözaltına alınarak tutuklanmasının hukuki olmadığını ileri sürmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/4/2010 tarihli iddianamesine göre başvurucu, iddia edilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün üyesi olmakla ve örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayıp bir suretini bir diğer örgüt üyesine teslim etmekle itham edilmiştir. İddianameye göre, söz konusu belgede yer verilen planlar ülke genelinde uygulamaya konulmuş, bu kapsamda Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev yapan örgüt üyeleri belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını gerçekleştirmek amacıyla çalışma başlatmış, örgütün talimatı ile başvurucu tarafından hazırlanan ve uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kargaşa ortamı oluşturulmaya çalışılmış, böylece cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmiştir.
84. İddianameye göre ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin ibadet görüntülerinin ve bazı parti mensuplarının lüks yaşam tarzları medyaya taşınarak menfi propaganda yoluyla iktidardaki AK Parti Hükümeti’nin yıpratılması, halkta yürütme organına karşı infial uyandırılması ve yürütme organının güçsüz ve etkisiz duruma düşürülerek çalışamaz hale getirilmesi planlanmıştır. Öte yandan, kamuoyunda Fethullah Gülen Cemaati olarak adlandırılan topluluğa ait ev ve yurtlara silah yerleştirilmesi ve ardından yapılacak aramalarla söz konusu grubun hukuken silahlı terör örgütü olarak tescilinin sağlanması ve menfi propaganda ile kamuoyunda grubun PKK terör örgütü ile irtibatı varmış kanaatinin uyandırılması hedeflenmiştir.
85. Başsavcılık iddianamesinde, başvurucuya isnat edilen eylemlerin değerlendirildiği ve hakkındaki suçlamalara ilişkin delillere yer verildiği görülmektedir. Söz konusu iddianame ile Başsavcılık, başvurucunun, eylemlerine uyan 5237 sayılı Kanun’un 312/1, 314/2, 53, 58/9 ve 63. maddeleri ile 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasını istemiştir.
86. Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen kovuşturma kapsamında 30/4/2010 tarihli birinci celsede “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında, sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK’nın 100/3 maddesinde sayılan tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır.
87. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak koşuluyla, hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla tutulabilir. Tutmanın amacı ayrıca kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir.
88. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yargılandığı dosyada, esas hakkındaki mütalaasını 18/3/2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunmuştur. Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasında; “Sanık Dursun Çiçek’in Ergenekon Terör Örgütünde ara yönetici konumunda olduğu, örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayıp, bir suretini örgüt üyesi sanık S. Ö’e teslim ettiği, daha sonra belgede yer verilen planların ülke genelinde uygulamaya konulduğu, bu kapsamda, Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev yapan örgüt üyelerinin, belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar başlattıkları, aşağıda internet andıcına ilişkin ayrıntılı açıklamalarımızda izah edilen eylemleri gerçekleştirmek, örgütün talimatı ile sanığın hazırladığı ve uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kaos ortamı oluşturma faaliyetinde bulunmak suretiyle cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu işlediği yapılan yargılama ve toplanan delillerle sabit olduğundan” şeklindeki görüşlerini bildirmiş ve başvurucunun “Cebir ve şiddet yöntemleri ile Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
89. Yargılamayı yürüten İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 5/8/2013 tarihli 321. celsede başvurucunun “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
90. Başvurucunun yargılandığı davanın niteliği, kapsamı ve sanık sayısı dikkate alındığında isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı bir bütünlük içerisinde yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı gören mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Yargılama dosyasından, başvurucunun “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayarak bu belgede yer alan planları ülke genelinde uygulamaya koymak, ülkede kargaşa ortamı oluşturma faaliyetinde bulunmak suretiyle cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve bunu destekler nitelikteki delil ve bulgular çerçevesinde tutuklandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun yargılanması neticesinde derece mahkemesince verilen karar da bu bulguları teyit etmektedir.
91. Dava dosyasının incelenmesinden, başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu iddialarının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
92. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Tutukluluğunun Uzun Sürdüğü İddiası
93. Başvurucunun, tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
94. Başvurucu, tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiğini ve uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
95. Adalet Bakanlığı, tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararların gerekçelerinin yetersizliğine ilişkin şikâyet ile ilgili olarak, yetkili mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması” şeklindeki gerekçelere dayandığını, ancak 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin yargılama dosyasının kapsamındaki diğer sanıklardan ayrı olarak değerlendirildiğini, bu tarihten sonraki tutuklulukla ilgili değerlendirmelerde derece mahkemesinin 27/7/2012 tarihli kararına atıfla başvurucunun tutukluluk gerekçelerinin devam ettiğinin belirtildiğini, adli kontrol tedbirlerinden herhangi birine başvurmanın yerinde olup olmayacağının da mahkemece incelendiğini belirtmiştir.
96. Başvurucu, hakkında verilen yakalama, tutuklama ve tutukluluk halinin devamı yönündeki çok sayıdaki kararın kelimesi kelimesine aynı ve yasa maddesinin tekrarı niteliğinde olduğunu, hakkındaki suçlama ve delil durumu farklı olan birçok sanık için tek maddelik bir gerekçe yazılmasının mahkeme kararlarının ve özellikle tutuklama kararlarının mutlaka gerekçeli olmasını düzenleyen amir kanun ve Anayasa hükümlerine aykırı olduğunu, 27/7/2012 tarihli 210. celsede İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince tutukluluk hali ile ilgili yapılan değerlendirmenin tutukluluğun devamı açısından yeterli olmadığını ifade etmiştir.
97. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
98. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
99. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
100. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
101. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63). Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 43).
102. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
103. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
104. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 79).
105. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
106. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66-67).
107. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
108. Somut olayda başvurucu 30/4/2010 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 kararı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Buna göre başvurucu yaklaşık 3 yıl 3 ay boyunca bir suç isnadına bağlı olarak özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
109. 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucu hakkında:
“a- Sanık hakkında 30.04.2010 tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa atılı suçun CMK100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu, bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili inceleme raporları, uzman incelemesi raporları, ihbar mektupları, genelkurmay başkanlığınca gönderilen yazı ve belgeler, telefon kayıtları, sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına”
şeklinde karar vermiştir.
110. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/9/2012 tarihli 232. celsede, 27/7/2012 tarihli karara atıfla “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu sanıklar hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçesiyle başvurucunun tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
111. Mahkemece 18/9/2012 tarihinde gerçekleştirilen tutukluluk incelemesi, 27/7/2012 tarihinde gerçekleştirilen incelemeden 52 gün sonra yapılmıştır.
112. Başvurucu, 18/9/2012 tarihli duruşmada İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara 24/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, ancak itirazı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarih ve 2012/738 Değişik İş sayılı kararı ile “tutukluluk halinin devamına ilişkin kararda usul ve yasaya aykırılık olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
113. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiş, ancak itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1266 Değişik İş sayılı kararıyla “Dosya kapsamı incelendiğinde, atılı olan suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunduğu, bu suçların CMK.100/3 maddesinde sayılması sebebiyle tutuklama nedenlerinin bulunduğu kabul edildiğinden, suçların niteliği ve yüklenen suçlar için öngörülen ceza miktarlarına göre adli kontrol uygulamalarının sanık açısından yetersiz kalacağı ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin sanık hakkında verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle reddetmiştir.
114. Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
115. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
116. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
117. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki şikâyetleri ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
118. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
119. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
120. Başvurucu, uğradığı zarar karşılığında tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucuya, özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini dikkate alarak takdiren 3.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
121. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
122. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. “Lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği, aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği, mahkemenin bağımsız olmadığı, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının ihlal edildiği” yönündeki şikâyetlerinin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre mahkemesince resen gerçekleştirilen incelemede başvurucuya söz verilmeksizin tutukluluk halinin devamına karar verildiği” yönündeki şikâyetin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı” yönündeki şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. “Tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki şikâyetleri ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya takdiren 3.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.