TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT NARMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1137)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Murat NARMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Dönüş AYDIN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
Kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini ayrıca
makul süreyi aştığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/12/2012
tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/2/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 12/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 3/5/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini 3/6/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla kurulan örgüte üye olmak, birden fazla kişi tarafından birlikte yağma,
ruhsatsız silah mermileri satın alma veya bulundurma suçu isnadıyla 24/9/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesinin 28/9/2007 tarih ve 2007/118 sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
9. Başvurucu, hakkında
düzenlenen iddianame sonrasında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde E. 2008/74
sayılı dosya kapsamında yargılanmaya başlamıştır.
10. Başvurucu, Kanunda öngörülen
azami beş yıllık tutukluluk süresini 28/9/2012
tarihinde doldurduğu gerekçesiyle 8/10/2012 tarihinde tahliye talebinde
bulunmuştur.
11. Başvurucunun tahliye talebi,
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince “iddianamede
düzenlenen her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak
değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevine giren
birden çok suçtan tutuklanmış olduğu” gerekçesiyle 9/10/2012 tarihinde reddedilmiştir.
12. Başvurucu karara 10/10/2012 tarihinde itiraz etmiş, itiraz İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesince 22/10/2012 tarihinde reddedilmiştir
13. İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin ret kararı, 11/12/2012 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Dava ilk derece mahkemesi
önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
15. 5271 sayılı Kanun’un 8. ve
9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık
olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa
bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik
mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle
yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
16. Aynı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
17. Anılan Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli
veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
18. Anılan Kanun’un “Tazminat
istemi” başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri
ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre
içinde hakkında hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
19. Anılan Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/12/2012 tarih ve 2012/1137 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 5271 sayılı
Kanunda öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini 28/9/2012
tarihinde doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini, tutuklanma tarihinden
itibaren beş buçuk yıl geçmesine rağmen hakkındaki yargılamanın bitmediğini,
kanun koyucunun yaptığı bu düzenlemelerin uzun yargılamaların önüne geçme
amacını taşıdığını, uygulamada yargıçların kanun maddelerini yanlış
yorumladığını, birden fazla suçtan yargılanıyor olmanın tutukluluk süresinin
azami beş yıl olması gerektiği gerçeğini değiştirmediğini, gayri kanuni olarak
tutuklu bulundurulmanın mağduriyetine yol açtığını ileri sürerek Anayasa’nın
19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın anılan maddesinin söz konusu fıkrasının
devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olmasının şart olduğu; aynı maddenin dördüncü fıkrasında da, bireysel başvuruda
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı
belirtilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
23. Adalet Bakanlığı görüşünde,
5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre kanuna aykırı
tutulduğunu iddia eden kişilerin tazminat talep etme hakkına sahip olduğu
belirtilerek başvurucunun bu yola başvurmaması nedeniyle başvuru yollarını
tüketmediği ileri sürülmüştür.
24. Başvurucu, başvurunun kabul
edilebilirliği hakkındaki Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, bireysel başvuru
dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve bunlar dışında yeni
herhangi bir görüş dile getirmemiştir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
27. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, aslolan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı
gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan
yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda
öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı
durumlarda gidilebilir.
28. Ancak
tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede
makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer
verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının
gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir.
29. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı
Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını
Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru
mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
30. Somut
olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun
yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddia
edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun
devamına karar verilmiş ya da tutuklulukta makul süre aşılmışsa anılan madde
kapsamında tazminat istemiyle dava açmak mümkündür.
31. Ancak
başvurucunun başvuru tarihi itibariyle istemi tazminat değildir. Başvurucu,
Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin dolmuş olduğunun tespitiyle
tahliyesine karar verilmesini talep etmektedir. Ayrıca uzun süren tutukluluk
hâlinden de şikâyetçidir.
32. Ancak
5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine
bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği
görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların
giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit
edilse dahi kişiye serbest bırakılma imkânı sunmamaktadır. Bireysel başvurunun
esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu
yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi
gerekmez.
33. Başvurucu
ayrıca, 5271 sayılı Kanun’da belirlenen azami beş yıllık sürenin aşılmış
olmasının Anayasa’da yer alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal
ettiğini iddia etmiştir. Adalet Bakanlığı ise Anayasa’nın 38. maddesinde yer
alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddiaların,
Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialar çerçevesinde
değerlendirilmesi gerektiği yönünde görüş beyan etmiştir.
34. Başvurucunun
Anayasa’nın 38. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin,
tutuklamanın kanuniliğinin değerlendirilmesi yönünden, kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.
35. Açıklanan
nedenlerle Adalet Bakanlığının başvuru yollarının tüketilmediği yönündeki
görüşü kabul edilemez. Başvurucunun iddiaları dayanaktan yoksun olmadığı,
ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
36. Başvurucu, tutukluluk
süresinin yasada öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle yasal olmadığından ve
aşırı uzun bir süredir tutuklu olduğundan şikâyet etmektedir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim
huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim
önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim
kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.
Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal
bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin
uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”
38. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası, tutukluluk süresinin makullüğü ile ilgili şikâyetinin
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası açısından değerlendirilmesi gerekir.
a. Anayasa’nın
19. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
39. Başvurucu, öncelikle,
Kanun’daki azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu iddia etmiştir.
40. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerle ilgili olarak, yasaları yorumlama görevinin keyfilik içermedikçe
ilke olarak derece mahkemelerine ait olduğu, İstanbul 10. ve 11. Ağır Ceza
Mahkemelerinin somut olayda 5271 sayılı Kanun’da öngörülen tutukluluk
sürelerinin her bir suç için ayrı ayrı dikkate alınması gerektiği yönünde
değerlendirmede bulundukları, bununla beraber Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin (AİHM) özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında birden fazla suç
nedeniyle tutuklu kişilerin tutukluluk durumunu tek bir tutukluluk olarak
değerlendirebileceği ifade edilmiştir.
41. Başvurucu, başvurunun esası
hakkındaki Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, bireysel başvuru dilekçesinde
ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve bunlar dışında yeni herhangi bir görüş
dile getirmemiştir.
42. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir.
43. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur.
44. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine
aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına
uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir
şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun
bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince,
başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
45. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda
kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar
bir liste halinde belirtilmiştir.
46. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır
47. Somut olayda başvurucu 24/9/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve 28/9/2007 tarihinde
tutuklanmıştır. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri
uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin 28/9/2012
tarihinde dolduğu gerekçesiyle 8/10/2012 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesine tahliye talebinde bulunmuştur. Davaya bakan mahkeme ile itiraz
mercii, iddianamede düzenlenen her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız
olarak değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın ağır ceza mahkemesinin görevine
giren birden çok suçtan tutuklanmış olduğu gerekçesiyle bu talebi reddetmiş ve
tutukluluğun devamına karar vermişlerdir.
48. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla
incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
49. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin
ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki
düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması
hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün
görünmemektedir.
50. Diğer taraftan, Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır.
Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin
aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu
süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın
aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa,
anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.
51. Anayasa’nın 36. maddesinde
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede
yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması da Anayasa'nın 141. maddesinde yargıya bir görev
olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk süresinin, suç sayısı gerekçesiyle
uzatılması muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak, makul sürede
yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek
niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse
otomatik, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hale
getirebileceğinden kabul edilemez.
52. Diğer yandan, özgürlük ve
güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil
ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini
ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde
kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel
etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla
birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman
beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği,
düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi
faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı
zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
53. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde
azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk
devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği
yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması
düşünülemez.
54. Başvurucunun 24/9/2007 tarihinde gözaltına alındığı dikkate alındığında
5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza
mahkemesinin görevine giren işler için uzatma süreleri dâhil azami beş yıllık
tutukluluk süresi 24/9/2012 tarihi itibariyle dolmuştur. Başvurucunun bu
tarihten sonraki tutuklu bulundurulmasının hukuki dayanağı bulunmayıp
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanuni”lik şartını karşılamamaktadır.
55. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Anayasa’nın
19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
56. Başvurucu tutukluluk
süresinin uzunluğundan da şikâyet etmiştir.
57. Adalet Bakanlığının
görüşünde, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği
yönündeki şikâyetlerle ilgili iddialar değerlendirilirken AİHM’in
tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş; davanın kapsamı,
dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği,
sanıkların sayısı gibi durumların tutukluluk süresinin makul olup olmadığının
tespitinde dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. AİHM’in
davanın karmaşık olması durumunu tutukluluk süresinin makul olup olmadığının
değerlendirmesinde dikkate aldığı, özellikle organize suçlar bakımından dört
yıl üç güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul süre olarak kabul ettiği
belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca olayın istisnai koşullarının,
karmaşıklığının, başvurucunun soruşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının,
başvurucunun kaçma ihtimalinin de AİHM tarafından dikkate alındığı dile
getirilmiştir.
58. Bakanlık ayrıca başvurucunun
diğer 49 sanıkla birlikte yakalandığını, atfedilen suçların ciddi ve ağır
olduğunu belirtmiştir. Bakanlık görüşünde, diğer taraftan
somut olayda, başvurucu hakkında 13 kez çıkar amaçlı silahlı suç örgütü üyesi
olma, bir kez nitelikli yağma, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen adam
öldürme suçuna iştirak, bir kez tehdit etme, bir kez kişiyi hürriyetinden
yoksun bırakma ve bir kez ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılama
yapıldığını, delillerin sayı ve niteliği özellikle yargılanan eylemlerin sayısı,
sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık
düzeyinin dikkate alınması gerektiği, AİHM tarafından tutukluluk ve
tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak “delillerin durumu” ifadesinin ciddi suç göstergelerinin
varlığı ve devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği
belirtilmiştir.
59. Başvurucu, başvurunun esası
hakkındaki Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, bireysel başvuru dilekçesinde ileri
sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve bunlar dışında yeni herhangi bir görüş dile
getirmemiştir.
60. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
61. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir.Bir sanığın tutuklu
olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet
karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (bkz: Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6 Nisan
2000, § 119).
62. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların
derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir.
63. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanısıra
bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için
yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya
ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle
birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü takdirde,
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı,
organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin
işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu
unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda
bir sonuca ulaşılabilir.
64. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
65. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye
kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir.
66. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk
derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir.
67. Dava dosyası incelendiğinde,
başvurucu 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini 24/9/2012
tarihinde doldurmuş olup İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine 8/10/2012 tarihinde
tahliye dilekçesi vermiştir.
68. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi, başvurucunun talebini “başvurucunun
üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların
var olduğu, atılı suçların 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında sayılan suçlardan olduğu, tutuklama nedenlerinin var olduğu,
tutuklama nedenlerine göre adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı,
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluk süresinin en çok 2 yıl olduğu, bu sürenin zorunlu hallerde
gerekçesi gösterilmek suretiyle 3 yıl daha uzatılabileceği, diğer suçlarda
tutuklama süresinin 1 yıl olduğu, zorunlu hallerde 6 ay daha uzatılabileceğinin
düzenlendiği, sanıklara atılı suçların her birinin sübutu halinde ayrı cezayı
gerektirdiği, 5271 sayılı Kanun’a göre her
suç ayrı bir kamu davasına konu olup, kişisel, hukuki ve fiili bağlantılar
nedeniyle kamu davalarının birleştirilerek görülmesinin mümkün bulunduğu, dava
konusu olayda da sanıklara atılı suçların fiili, kişisel ve hukuki bağlantı
nedeniyle birlikte kamu davasına konu edildiği ve aynı dosyada da
yargılamaların sürdürüldüğü, davaların birleştirilmesi halinde de suçlar
bağımsızlıklarını koruduğundan her suç için tutukluluk süresinin bağımsız
olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edilerek bu nedenle sanıkların birden
çok ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan tutuklanmış olmaları ve
kamu davasının kapsamı, sanık sayısı dikkate alınarak yargılamanın alacağı
zaman nedeniyle kanunda belirtilen tutukluluk sürelerinin uzatılmasında
zorunluluk bulunduğu, her suç yönünden gerekli olan tutukluluk sürelerinin
dolmadığı” gerekçeleriyle
reddetmiştir.
69. Başvurucu karara itiraz etmiş, itiraz
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/10/2012 tarih ve 2012/735 Değişik
İş sayılı kararıyla “mağdur beyanları,
raporlar ve tutanaklar göz önüne alındığında kuvvetli suç şüphesinin var
olduğu, suçlar için öngörülen cezaların alt ve üst sınırına göre kaçma
şüphesinin varlığını gösteren olguların var olduğu” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
70. Görüldüğü gibi başvurucunun
tahliye talebi, üzerine atılı suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması ve birden fazla suçtan dolayı
hakkındaki davaların devam ediyor olması gerekçesiyle, bu karara karşı yapılan
itiraz da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk
süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam
edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen
işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
71. Somut olayda başvurucu 24/9/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesinin 28/9/2007 tarih ve 2007/118 sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
İnceleme tarihi itibariyle başvurucunun tutukluluğu devam etmektedir. Buna göre
başvurucu beş yıl dokuz ayı aşan bir süre boyunca özgürlüğünden mahrum
kalmıştır. Ancak bu sürenin beş yılı aşan kısmının kanunda öngörülen şekil ve
şartlara uygun olmadığına karar verildiğinden, makul sürenin beş yıl üzerinden
değerlendirilmesi gerekmektedir.
72. Başvurucu hakkındaki ceza
davası henüz ilk derece mahkemesi önünde derdesttir. Derece mahkemelerince
verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri
incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek içerikte
olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Beş yılı hayli aşan
bir tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli
olduğu söylenemez. Ayrıca Bakanlık tarafından ileri sürülen görüş, başvurucunun uzun bir
süredir tutuklu bulundurulmasının meşru ve ölçülü olduğunu haklı çıkaracak
nitelikte değildir. Bu çerçevede başvurucunun ilk derece mahkemesi önündeki
yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak
değerlendirilemez.
73. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması
74. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
75. Başvuruda Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Başvurucu, herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu nedenle bu hususta
hüküm tesisine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
76. Başvurucu hâlâ tutuklu
olarak yargılanmaktadır. Mahkemenin, başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin makul
olmadığı ve kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı yönündeki tespitleri dikkate
alınarak 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre
gereğinin yerine getirilmesi için kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin
aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. “Tutukluluğun makul süreyi aşmış olması”
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen
172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde,
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
F.
Kararın bir örneğinin yargılamayı yapan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine,
2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.