TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
KORCAN PULATSÜ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/726)
Karar Tarihi: 2/7/2013
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Mustafa BAYSAL
Başvurucu
Korcan PULATSÜ
Vekili
Av. Ali Fahir KAYACAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı halde 17/6/2011 tarihinden beri tutuklu kaldığını, 18 yıl hapis cezasına mahkum edildiği davada adil yargılanmadığını, bu nedenlerle anayasal haklarının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 20/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/2/2013 tarihinde yapılan toplantıda, İçtüzük’ün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 12/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 15/5/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleriyle Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle başvuruya ilişkin olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, bir soruşturma kapsamında 17 Haziran 2011 tarihinde tutuklanmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvuranın da aralarında bulunduğu 143 kişi hakkında 11/11/2011 tarihli iddianame ile dava açmıştır.
10. İddianamede başvurucunun Oraj Hava Harekât Planı kapsamında görevlendirilecek özel personel olarak belirlendiği, aynı dava kapsamında yargılanan Halil İbrahim Fırtına'nın verdiği emir doğrultusunda, Harekât Planını hazırlama grubunu oluşturarak plan kapsamında personel görevlendirmesi yaptığı, Planda yer alacak hususları belirlediği, diğer görevlilerce yapılan istihbarat, lojistik, eğitim ve diğer konulardaki faaliyetlerin, başvurucunun plan kapsamındaki üst düzey konumu gereği kendisine iletildiği iddia edilmiştir.
11. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 23/11/2011 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verirken dosya üzerinden ve izleyen tarihlerdeki duruşmalarda başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
12. Başvurucu kararlardan bir kısmına itiraz etmiş; 11. Ağır Ceza Mahkemesi değişik tarihlerde verdiği kararlarla itirazları reddetmiştir.
13. Redde ilişkin gerekçelerde genel olarak tutuklama için ana unsur olan kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedenleri, katalog suçlar ve bu bağlamda anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar konusunda değerlendirmelere yer verilmiş, yapılan değerlendirme ile davanın sonucuna ilişkin kanaat açıklar tarzda görüş beyan etmenin yasal olmayacağının da altı çizilerek yeni elde edilen deliller de vurgulanarak delillere etki etme tehlikesinin devam ettiği, henüz tanıkların tamamının dinlenmediği, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı vurgulanmıştır.
14. 21 Eylül 2012 tarihinde açıklanan ilk derece mahkemesi kararıyla başvurucunun mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. ve 61. maddeleri gereğince 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
15. Hükümle birlikte verilen tutukluluk halinin devamı kararına karşı başvurucu 25/9/2012 tarihli dilekçeyle itiraz etmiş; İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde dosya üzerinde yaptığı incelemede itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 16/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu hakkında görülen dava temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
17. İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …”
18. Aynı Kanun’un 61. maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.
19. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve 260. maddeleri şöyledir;
“Tutuklama nedenleri
Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.
Kanun yollarına başvurma hakkı
Madde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/11/2012 tarih ve 2012/726 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, Anayasanın 10., 19., 36. ve 38. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5., 6. ve 13. maddelerine dayanarak;
i) Kuvvetli suç şüphesi sayılmayan imzasız dijital belgelere dayanılarak şablon ve kalıplaşmış gerekçelerle tutuklandığını, tutukluluğun devamına karar verilirken şablon gerekçelerle bu tedbirin adeta bir cezalandırma aracına dönüştürüldüğünü ve dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkının,
ii) Yaklaşık 17 aydır tutuklu yargılandığını, temyiz aşaması da dikkate alındığında bu sürenin daha da uzayacağını, tutukluluk açısından bu sürenin makul olmaktan uzak olduğunu, zorunlu ikametinde kalma gibi adlî kontrol tedbirine başvurularak tutuklamadan beklenen amacın bu şekilde gerçekleştirilebileceğini, ancak adlî kontrole başvurulmadığını, bu durumun henüz kesinleşmemiş olan hükmün peşin infazı niteliğinde olduğunu, dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesiyle AİHS’in 5. maddesinde belirtilen haklarının,
iii) Tutukluluğa itirazlarının savcılık görüşü kendisine tebliğ edilmeden ve bu konuda kendi görüşü alınmadan incelenerek şablon ve kalıplaşmış gerekçelere dayanılarak reddedildiğini; duruşmasız gerçekleştirilen bu incelemelerde çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmediğini; bütün bunlara bağlı olarak Anayasa’nın 19. ve 36. maddeleriyle AİHS’in 5. maddesinin 3. ve 4. fıkralarındaki haklarının,
iv) Nihayet, üzerine atılı suçlara dayanak oluşturan imzasız dijital belgelerin gerçek olmadığını, sahte ve düzmece olduğunu ve bu durumun kanıtlandığını; işbu şaibeli delillere dayanılarak, tarafsız olmayan bir yargı organı tarafından 18 yıl hürriyeti bağlayıcı bir cezaya çarptırıldığını ileri sürerek adil yargılanma hakkının,
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olmasının şart olduğu, dördüncü fıkrasında ise bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir.
1. Tutukluluğa İlişkin Şikâyetler
23. Başvurucu, hakkında kuvvetli suç şüphesi olmadığı halde tutuklandığından, tutukluluğun makul süreyi aştığından, tutukluluğa itirazlarının duruşmasız ve çekişmeli yargılama ilkesine riayet edilmeden incelenmiş olmasından şikâyet etmektedir.
24. Adalet Bakanlığı bu şikâyetlerden, “tutukluluğun uzunluğu” ve “tutukluluğa itiraz taleplerinin savcılık görüşü kendisine tebliğ edilmeden ve bu konuda kendi görüşü alınmadan incelenerek şablon ve kalıplaşmış gerekçelere dayanılarak reddedildiği”ne ilişkin olanlar bakımından Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisiz olduğunu ileri sürmüştür. Bakanlığa göre tutukluluk süresinin uzunluğu ile hürriyetten yoksun bırakmanın hukukiliğini denetlemek için etkili bir başvuru yolunun bulunmadığına yönelik iddialar 23 Eylül 2012 tarihinden önce kesinleşmiş kararlara ilişkindir. Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisinin başlamadığı döneme ilişkin olan bu şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. Başvurucu, hükümle birlikte tutukluluğun devamına da karar verildiğini ve bu karara itiraz ettiğini, itirazın da Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları almaya başladığı tarihten sonra incelendiğini, bu nedenle görüşün isabetli olmadığını ifade etmiştir.
26. Her ne kadar Bakanlık görüşünde şikâyetlerden ikisi hakkında zaman bakımından yetkisizlik iddiası ileri sürülmüş ise de, şikâyetlerin mahiyetine bakıldığında tutukluluğa ilişkin tüm şikâyetlerin zaman bakımından yetki açısından incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
27. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
28. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, § 14, 12/2/2013).
29. Tutuklulukla ilgili şikâyetlerin bir bütün olarak başvurucunun tutukluluk döneminde alınan kararlara ilişkin olduğu açıktır. Başvurucu ilk tutuklama kararı sonrası 5271 sayılı Kanun’da öngörülen itiraz kanun yolunu kullanmış, yargılamanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında da gerek tahliye talebinin reddi üzerine, gerekse re’sen yapılan incelemelerde tutukluluğun devamına karar verilmesi üzerine, aynı yola başvurmuştur (Bkz: §§ 13-15, 18-21).
30. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür.
31. Ancak başvurucu hali hazırda tahliye olmuş ya da hükümlü hale gelmiş ise bu takdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Bu durumda talep, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun yolları denendikten sonra ve gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır.
32. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür.
33. Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz. Solmaz / Türkiye, no. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23,24; Şahap Doğan / Türkiye, no.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir.
34. Somut olayda başvurucu 17/6/2011 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 21/9/ 2012 tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir.
35. 21/9/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara karşı başvurucu 25/9/2012 tarihinde itiraz etmiş ve itirazı bir başka mahkeme tarafından incelenerek 23/10/2012 tarihinde reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra verilmiş olsa bile, kişi hakkındaki tutmanın niteliği üzerinde bu kararın herhangi bir etkisi yoktur. Zira başvurucunun tutukluluk hali 21/9/2012 tarihinde davanın esasına ilişkin kararın açıklanmasıyla birlikte ve bu tarih itibariyle sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Dolayısıyla, hükmen tutukluluğa itiraz ve incelemesinin 23/9/2012 tarihinden sonra gerçekleştirilmiş olmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.
36. Başvurucunun tutukluluğa ilişkin şikâyetlerine konu olan kararların tamamının Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önce kesinleştiği anlaşıldığından, başvurunun “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
37. Başvurucu, üzerine atılı suçlara dayanak oluşturan imzasız dijital belgelerin gerçek olmadığını, sahte ve düzmece olduğunu; bu delillere dayanılarak tarafsız olmayan bir yargı organı tarafından 18 yıl hürriyeti bağlayıcı cezaya çarptırıldığını ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
38. Bakanlık, başvurucu aleyhine açılan kamu davasının 21/9/2012 tarihli ilk derece mahkemesi kararıyla esastan karara bağlandığını, adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetler konusunda kanun yolları henüz tüketilmediği için başvurunun bu aşamada dinlenemez olduğunu ve bu nedenle 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) ve 48. maddesinin (3) numaralı fıkraları uyarınca kabul edilemez bulunması gerektiğini belirtmiştir.
39. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
40. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
41. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, § 17, 18, 26/3/2013). Başvurucu hakkındaki dava derdest olup, temyiz aşamasındadır. Bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
42. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun;
A. Kuvvetli suç şüphesi olmadığı halde tutuklama kararı verildiği ve tutukluluğun sürdürüldüğü, şablon gerekçelerle uzatılan tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğun devamına dair kararlara yapılan itirazların duruşmasız incelendiği, savcılık görüşünün tebliğ edilmediği ve bu nedenle çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetler yönünden, “zaman bakımından yetkisizlik”,
B. Yargılamayı gerçekleştiren mahkemenin tarafsız olmadığı ile yargılamanın adil görülmediği iddiaları yönünden ise “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.