logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mehmet Orhan ve diğerleri [1.B.], B. No: 2012/1258, 19/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET ORHAN VE DİĞERLERİ

(Başvuru Numarası: 2012/1258)

 

Karar Tarihi: 19/11/2014

R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

1) Mehmet ORHAN

 

 

2) Nurhan ORHAN

 

 

3) Merve ORHAN

Vekilleri

:

Av. Recep SELÇUK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, ebeveynleri ve kardeşi oldukları Durmuş Orhan’ın askerlik görevini yerine getirdiği Ağrı/Doğubayazıt 5. Hudut Komutanlığında, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaralanarak aynı gün yaşamını yitirmesinden dolayı kendilerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtıkları davada, Mahkemece, bilirkişi raporunda tespit edilen miktardan daha düşük oranda tazminata karar verilmesi ve reddolunan kısım üzerinden de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, ayrıca karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203,00 TL para cezası verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 20/12/2012 tarihinde Edirne İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından, 10/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 11/10/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı görüşü, başvuruculara 12/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular, karşı görüşlerini 24/12/2013 tarihinde sunmuşlardır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular Mehmet Orhan ve Nurhan Orhan’ın oğlu, Merve Orhan’ın ise kardeşi olan Durmuş Orhan, Ağrı/Doğubayazıt 5. Hudut Alay Komutanlığı emrinde er olarak askerlik görevini yapmakta iken, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaşamına son vermiştir.

9. Müteveffa Durmuş Orhan’ın intihar etmesi olayına ilişkin olarak, Ağrı Askeri Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda, sorumlulukları tespit edilen iki askeri personel hakkında görevi kötüye kullanma ve asta müessir fiil suçlarından 3/6/2011 tarih ve E.2011/130, K.2011/196 sayılı iddianame ile kamu davası açılmıştır.

10. Başvurucular, olaydan dolayı kendilerine maaş bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmiş olup, anılan kurumdaki işlemler devam etmekte iken destekten yoksun kalmaya bağlı maddi ve manevi zararlarının telafi edilmesi istemiyle 28/12/2010 tarihinde de Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuşlardır.

11. Anılan Bakanlık tarafından süresinde herhangi bir yanıt verilmeyerek talebin reddedilmesi üzerine, başvurucular tarafından 10/3/2011 tarihli dilekçeyle AYİM’de dava açılarak, olay nedeniyle kendilerine henüz maaş bağlanmamış olması ve hiçbir sosyal güvencelerinin bulunmaması gerekçesiyle 140.000 TL maddi ve 110.000 TL manevi tazminat ödenmesi talep edilmiştir.

12. Yapılan yargılama ve başvurucuların uğradıkları zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, AYİM İkinci Dairesinin 8/2/2012 tarih ve E.2011/500, K.2012/203 sayılı kararı ile; idare tarafından başvuruculardan Nurhan Orhan’a 27.150 TL maddi, 7.250 TL manevi tazminat ödenmesine, Mehmet Orhan’a 25.384 TL maddi, 7.250 TL manevi tazminat ödenmesine, Merve Orhan’a 3.500 TL manevi tazminat ödenmesine ve başvurucuların fazlaya ilişkin istemlerinin reddine, hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 8.189 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvuruculara verilmesine, ayrıca 659 sayılı KHK gereğince reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 11.207 TL avukatlık ücretinin de başvuruculardan alınarak davalı idareye verilmesine hükmolunmuştur.

13. Mahkeme kararında şu gerekçeye yer verilmiştir:

“Devlet adına kamu hizmetini yürüten idarenin halin icaplarına ve ihtiyaçlarına göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde topluma arz etmesi, hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramaması için gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir… Ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle davacıların uğradıkları zararlarının müterafik kusur da dikkate alınarak hizmet kusuru ilkesi gereğince davalı idarece karşılanması gerektiği kararlaştırılmıştır.”

14. Başvurucular tarafından 9/4/2012 tarihli dilekçeyle karar düzeltme kanun yoluna gidilmesi üzerine, anılan Mahkemenin 26/9/2012 tarih ve E.2012/422, K.2012/1033 sayılı kararıyla bu istemleri reddedilmiş ve 203 TL para cezasına hükmedilmiştir. Bu karar başvuruculara, 10/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucular, 20/12/2012 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

16. 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:

 “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.

Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”

17. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:

“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

18. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

19. 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 20/12/2012 tarih ve 2012/1258 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular, ebeveynleri ve kardeşi oldukları Durmuş Orhan’ın askerlik görevi sırasında intihar etmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtıkları 140.000 TL maddi, 110.000 TL manevi tazminat davası sonucunda, mahkeme tarafından kendileri lehine toplam 52.534 TL maddi, 18.000 TL manevi tazminata hükmedildiğini, oysa bilirkişi raporunda daha yüksek miktarda tazminat oranının belirlendiğini, ancak Mahkemece müteveffanın kusuru da nazara alınarak tazminat miktarının indirildiğini ve reddolunan maddi ve manevi tazminatlar üzerinden 659 sayılı KHK uyarınca idare lehine 11.207 TL vekâlet ücretinin hesaplandığını belirterek, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı KHK gereğince davalı idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin ve karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203,00 TL para cezası verilmesinin adil yargılanma hakkı ile hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Devletin, yaşamı koruma hususunda negatif ve pozitif sorumluluğu bulunmaktadır. Devlet, bu yönden yapılmış olan bir şikâyete makul bir yanıt vermek ve sorumluluğu kapsamında bir mağduriyet oluşmuş ise bunu uygun ve adil bir tatmin ile gidermekle yükümlüdür. Bu nedenle başvurucuların hükmedilen tazminatın yetersiz olduğu yönündeki iddiaları Anayasa’nın 17. ve vekâlet ücreti ile para cezasının verilmesi yönündeki iddiaları ise Anayasa’nın 36. maddesi ile ilişkili görülerek, anılan şikâyetler yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası

23. Başvurucular, Mahkeme tarafından, bilirkişi raporunda tespit edilen miktardan daha düşük bir tazminat miktarına hükmedilmiş olmasının adil olmadığını ileri sürmüşlerdir.

24. Bakanlığın görüş yazısında; başvurucuların bu yöndeki iddiaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ve Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında incelenmiş, ayrıca AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına işaret edilerek, delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle yerel mahkemeleri ilgilendirdiği, dava sürecinde başvurucuların tazminat miktarı hakkındaki görüşlerini Mahkemeye ilettikleri ve bu taleplerin Mahkemece değerlendirildiği, takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

25. Başvurucular karşı görüşlerinde, bireysel başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmişlerdir.

26. Başvurucuların bu yöndeki iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelemesi gerekir. Ancak, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından öncelikle başvurucuların mağdur sıfatını taşıyıp taşımadıklarının belirlenmesi ve bunun için de devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.

27. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

28. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).

29. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).

30. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, § 70; Ataman / Türkiye, B. No: 46252/99, 27/4/2006, § 54). Zorunlu askerlik hizmeti için de tartışmasız bir şekilde geçerli olan bu yükümlülüğün (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Alvarez Ramon / İspanya, B. No: 51192/99, 3/7/2001) ortaya çıkması için askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi ya da fiziksel bütünlüğüne zarar vermesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 53; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B.No: 40145/98, 7/7/2005 § 40–42; Ömer Aydın/Türkiye, B. No: 34813/02, 25/11/2008, § 46-48; Kasım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 49). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askeri yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Abdullah Yılmaz/Türkiye, B. No: 21899/02, 17/6/2008, § 57; Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 59.

31. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasında ve buna dâhil insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Bu yükümlülük aynı zamanda devletin, sade vatandaşları askere alma kararı vermesi nedeniyle söz konusu insan unsurundan da kaynaklanmaktadır. Zira devlet, askerlik görevini zorunlu kılıyorsa, özellikle silah kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 40145/98, 7/7/2005, § 41; Lütfi Demirci ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28809/05, 2/3/2010, § 31).

32. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin duruma uygun koşullarda yapılması büyük önem taşımaktadır (bkz. Kılınç ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 40145/98, 7/7/2005, § 41).

33. Yaşam hakkının korunması, silah altındaki bir askerin, askeri makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç Anayasa’nın 17. maddesinin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıları cezasız bırakmamalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Feyzi Yıldırım/Türkiye, B. No: 40074/98, 19/7/2007; Okkalı / Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006; Abdullah Yılmaz / Türkiye, B. No: 21899/02, 17/7/2008, § 58).

34. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137; Jasinskis/Letonya, 21/12/2010, B. No: 45744/08, § 72).

35. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin öngörmüş olduğu devletin usul yükümlülüğü bağlamında, ölüm olayının kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelmesine ilişkin davalar ile ihmal sonucu ölüm olayının meydana gelmesiyle ilgili olan davalar arasında bir ayrım yapılması gerekir. Dolayısıyla usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir.

36. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55). Esasen, devlet görevlilerince mağdurun ölümüne sebebiyet verecek şekilde kasten kötü muamele uygulandığı durumlarda, yetkililerin olaya ilişkin sorumluları kovuşturmaksızın ve cezalandırmaksızın sadece tazminat ödemekle sınırlı kalması halinde; bu görevliler bazı durumlarda cezalandırılmayarak fiilen kendi kontrollerine tabi kişilerin haklarını ihlal edebileceklerdir. Aynı zamanda işkence ile insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelelerin yasal olarak yasaklanması da özel önemine rağmen bütün anlamını kaybedecektir (bkz. Fatma Yüksel / Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, § 51; Nikolova ve Velitchkova / Bulgaristan, B. No: 7888/03, 20/12/2007, § 55; Yaşa / Türkiye, B. No: 63/1997/847/1054, 2/9/1998, § 74; Kaya / Türkiye, B. No: 22729/93, 19/2/1998, § 105; Velikova / Bulgaristan, B. No: 41488/98, 18/5/2000, § 89; Salman / Türkiye, [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 83; Gül / Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 57; Kelly ve diğerleri / Birlesik Krallık, B. No: 30054/96, 4/5/2001, § 105).

37. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir. Diğer bir ifadeyle sorumlulukların belirlenmesi ve gerektiğinde tazminat ödenmesi gibi uygun olan her türlü hukuki yaptırımın uygulanması amacıyla, söz konusu hukuki sistem ile ilgililere yalnızca hukuk mahkemelerine başvurma imkânı ya da bununla birlikte ceza mahkemelerine başvurma imkânı da sunulduğu takdirde, benzer yükümlülük yerine getirilebilmektedir. Dolayısıyla ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda, hukuki veya idari bir prosedür aracılığıyla tazminat ödenmesi, zararın uygun şekilde telafi edilmesini sağlayabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa, [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96, 17/1/2002, § 51).

38. Bununla birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60).

39. Diğer taraftan, bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda, kural olarak başvurucudan aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi beklenemez (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kozacıoğlu/Türkiye, B. No: 2334/03, 19/2/2009, § 40; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, §§ 50 ve 53-54). Ancak ilke olarak ihmaller sonucu gerçekleşen olaylara ilişkin şikayetler konusunda temel başvuru yolu hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96, 17/1/2002, § 51-54; Vo/Fransa, [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2014, § 90; Karakoca/Türkiye, B. No: 46156/11, 21/5/2013; B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).).

40. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).

41. Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde öncelikli olarak askeri yetkililerin Durmuş Orhan’ın intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.

42. Başvuru konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık kontrolünde Durmuş Orhan’ın herhangi bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir tespit bulunmadığı, ancak askerlik sırasında yapılan mülakat ve anketlerde kendisinin bu konuda sorunu olduğu, kendini öldürmeye teşebbüs ettiğine, kendisi ve ailesinin maddi sıkıntıları olduğuna, hiç parası olmadığına dair bildirimde bulunduğu, dağıtım izninde olduğu esnada Niğde Devlet Hastanesine dört kez başvuruda bulunduğu ve anksiyete bozuklukları, diğer” tanısı konulduğu, bu süre zarfında çok sayıda hap alarak intihara teşebbüs ettiği, Kayseri Askeri Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinin 17/5/2010 tarihli raporunda nevrotik kişilik örüntüsü” tanısı konularak, kıtasına katılmasının uygun olduğuna karar verildiği, müteveffanın 21/5/2010 tarihinde birliğine katıldığı, aynı gün Tabur Tabibi F. K. tarafından yapılan muayenede “MKK, major depresyon” tanısı konularak Ağrı Askeri Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevki ve RDM ile görüşmesinin uygun olduğunun ortaya konulduğu, müteveffanın 22/5/2010 tarihinde Bölüğüne geri katıldığı anlaşılmaktadır. Yine Durmuş Orhan’ın 23/5/2010 tarihinde kendisini vuracağından bahsetmesinin ardından Komutanı olan İ. Y.’nin kendisine boş bir silah verdiği ve müteveffanın herhangi bir tereddüt yaşamaksızın silahın namlusunu çenesinin altına dayadığı ve tetiğe bastığı, aynı gün bu ağır psikolojik durumu dikkate almayan ve amirlerine bildirmeyen Komutanlar İ.Y. ve M. H. K.’nın müteveffayı disiplinsiz davranışlarından dolayı darp ettikleri, askeri Savcılığın yürüttüğü soruşturma dosyasından ve anılan amirler hakkında açılan iddianameden saptanmıştır.

43. Bir askerin ağır psikolojik ve maddi sorunlarının bulunması veya kendisine yüklenilen sorumlulukların ağırlığı nedeniyle yoğun kaygılar yaşamasına bağlı olarak intihar edeceğini söylemesi ve buna fiilen de teşebbüs etmesi durumunda, ortada açık ve ciddi yaşamsal bir risk olduğunu gözeterek, bu duruma vakıf olan idarenin intiharı önlemeye yönelik gerekli tedbirleri alması gerekir.

44. Nitekim AYİM’in başvurucular tarafından açılan tazminat davası sonucunda verdiği kararda bu konuda şu değerlendirmelere yer verilmiştir:

“Devlet adına kamu hizmeti yürüten idarenin halin icaplarına ve ihtiyaçlarına göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde topluma arz etmesi, hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramaması için gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir… Kayseri Asker Hastanesince hakkında ‘Nevrotik kişilik örüntüsü A/16 F1’ tanısı konularak ‘Kıtasına katılımı uygundur’ kararı verilmesine rağmen, 16/4/2010 tarihinde RDM’de yapılan görüşme sonucunda ‘Ön görüşme yapıldı. Şu an bir psikolojik problem gözlenmedi’ şeklinde kayıt bulunması, idare ajanlarınca; psikolojik rahatsızlığı olan ve kıta anket formu ile en kısa sürede tekrar hastaneye sevk edilmesi gereken müteveffanın ‘psikolojik problem gözlenmedi’ tespiti ile birliğine sevk edilmesi nedeni ile hizmet kusurları olmakla birlikte, ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle davacıların uğradıkları zararlarının müterafik kusur da dikkate alınarak hizmet kusuru ilkesi gereğince davalı idarece karşılanması gerektiği kararlaştırılmıştır.”

45. Yukarıda yer verilen kararda da açıkça tespiti yapıldığı üzere, başvuru konusu olayın özel koşulları göz önünde bulundurulduğunda, müteveffanın intihar edebileceği konusunda uyarıcı nitelikteki belirtiler ortaya çıkmasına ve kendisine bildirilmesine rağmen idarenin gerekli önlemleri aldığı söylenemeyecektir. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiği ortaya konulmaktadır.

46. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (B. No:2013/841, 23/1/2014, § 83; B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 61 ve 74).

47. Aynı şekilde AİHM de, ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde, ilgili tarafın, Sözleşme'nin 34. maddesi anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğini belirtmektedir (bkz. Fatma Yüksel / Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, § 44). AİHM, bunun ardından, cezanın hafifletilmesi veya ulusal makamlarca başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması doğrultusunda ihlalin alenen kabul edilmesi veya en azından yeterli ve uygun ölçüde giderilmesi neticesinde mağdur sıfatının kaybedileceğini kabul etmektedir (bkz. Scordino / İtalya, No 1, [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, §§ 178 ve devamı). AİHM’e göre bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, Sözleşme ile düzenlenen koruma mekanizmasının ikincil niteliği sayesinde Mahkemenin inceleme yapması engellenmiş olacaktır (bkz. Eckle / Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, §§ 64-70; Jensen / Danimarka, kabul edilebilirlik kararı, B. No: 48470/99; Cataldo / İtalya, kabul edilebilirlik kararı, B. No: 45656/99; Göktepe / Türkiye, kabul edilebilirlik kararı, B. No: 64731/01, 26/4/2005; Fatma Yüksel / Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, § 46).

48. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, § 68, 9/2/2006). Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (B. No:2013/841, 23/1/2014, § 84; ayrıca bkz. Fatma Yüksel / Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, §§ 48-49; Gafgen / Almanya, [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116).

49. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara uğradıkları maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan yararlanılarak toplam 70.534 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir.

50. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı ve hükmedilen tazminat miktarının belirli bir tatmin sağladığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz bir takdir hatası veya keyfilik tespit edilmediğinden, Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 87).

51. Anayasa Mahkemesinin daha önce bu konuda aldığı kararda, açılan tam yargı davasında hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 47–67). Aynı yöntemle, başvuru konusu olayda, hükmedilen tazminatın başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığı konusunda karar verilirken davanın tüm koşullarının göz önünde bulundurulması gerekmekle birlikte, başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı kapsamında ayrıca incelenecek ve başvurucularının mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı değerlendirmesinde dikkate alınmayacaktır.

52. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi açısından, AYİM’in idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesi başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu sonuca ulaşabilmek için bu konuda etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesi gerekmektedir (§ 46).

53. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çiçek/Türkiye, B.No: 67124/01, 18/1/2005, Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 63). Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57).

54. Benzer davalarda AİHM, başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda, askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik bulunmadığına karar vermekte, bunların yetersiz veya çelişkili olduklarının iddia edilemeyeceğini belirtmektedir (bkz. Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 63, Kasım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 50).

55. Anılan başvuruda, Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın etkili, caydırıcı ve sorumluları cezalandırıcı nitelikte olmadığı yönünden başvurucular tarafından ileri sürülen bir şikâyet bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Durmuş Orhan’ın intihar etmesi olayına ilişkin olarak, intihar eyleminin gerçekleştiği gün Ağrı Askeri Savcılığı tarafından resen soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı, şüpheli, tanık ve müteveffanın kanuni temsilcilerinin ifadelerinin alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı, müteveffaya ait tüm askeri bilgi, belge ve hastane raporlarının alındığı, tüm bu hususlar değerlendirilerek Durmuş Orhan’ın intihar etmesi olayında sorumlu görülen iki askeri görevli hakkında ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak ve asta müessir fiil suçlarından dava açıldığı, birisinin olay nedeni ile tutuklandığı, başvuru tarihi itibariyle yargılamanın devam ettiği, diğer amirler hakkında ise nedensel bağ tespit edilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından Askeri Mahkemeye yapılmış bir itirazın bulunup bulunmadığının başvuru dosyasından saptanamadığı, akabinde AYİM’de açılan tam yargı davasında idarenin sorumluluğunun tespit edilerek tazminata hükmedildiği, yine başvurucuların, olaydan dolayı kendilerine maaş bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatta bulundukları ve anılan kurumdaki işlemlerin devam ettiği görülmektedir.

56. Bütün bu hususlar dikkate alındığında, yaşanan intihar sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında, yukarıda yer verilen ilkeler (bkz. §§ 53-54) yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez. Mevcut başvuruda, gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu veya yürütülen idari ve ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphe”lenilmesini gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır. Ancak olayın meydana gelmemesi için gerekli önlemlerin alınmadığı da görülmüş olup, bu konuda ön soruşturma aşamasını aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütüldüğü belirlenmiştir. Dolayısıyla, yürütülen ceza soruşturmasında gelinen aşama itibariyle yaşam hakkının usuli boyutunun ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmamaktadır.

57. Buna göre, başvuru konusu olayda yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip, ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup, yaşam hakkına yapılan müdahale bu yolla uygun bir tazminat ile giderilmiş olduğundan başvurucuların mağdur sıfatı ortadan kalkmıştır.

58. Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkı yönünden başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün “kişi bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

59. Başvurucular, karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203,00 TL para cezası verilmesinin ve reddolunan maddi ve manevi tazminatlar üzerinden, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı KHK gereğince davalı idare lehine 11.207 TL vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı ile hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

 i. Karar Düzeltme Talebinin Reddedilmesi Sonucunda Para Cezasının Verilmesi Şikâyeti

60. Başvurucular, karar düzeltme talebiyle yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine, ayrıca aleyhlerine para cezasına hükmedilmiş olmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini söylemişlerdir.

61. Anılan şikâyet konusu, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince, hükmolunan bu miktarın, gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak açısından orantılı olduğu ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı, dolayısıyla söz konusu yaptırımın mahkemeye erişim hakkına bir engel teşkil etmediği kabul edilerek, bu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (B. No: 2013/2507, 6/3/2014, § 36-42; B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38, 39; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maillard/Fransa, B. No: 35009/02, 6/12/2005, §§ 35, 37; Topaloğlu/Türkiye, B. No: 38388/04, 3/7/2012; Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 52). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Aleyhe Vekâlet Ücretine Hükmedildiği Şikâyeti

62. Başvurucuların, aleyhlerine hükmedilen vekâlet ücretinin çok yüksek olduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmayıp, başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından, bu şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

63. Başvurucular, ıslah imkânının ve haksız çıkan tarafa nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtıklarını ve dava açarlarken o dönemin şartlarına göre dava konusu miktarı belirlediklerini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’deki düzenleme ile öngörmedikleri bir şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiklerini, bu durumun hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmişlerdir.

64. Bakanlık görüşünde, benzer konunun daha önceden Anayasa Mahkemesi önüne getirildiği, Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun görülerek kabul edilemezlik kararı verildiği, ancak burada üzerinde durulması gereken hususun; başvurucuların, dava açarken davası reddedilse dahi aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmeyeceği inancıyla hareket etmesi olduğu, zira dava devam ederken yürürlüğe giren bu düzenleme ile başvurucuların dava açmakla aldıkları riskin arttığı, Anayasa Mahkemesince bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

65. Başvurucular, 24/12/2013 tarihli cevap dilekçelerinde, başvuru dilekçelerindeki görüşlerini tekrarlamışlardır.

66. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

67. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

68. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 61-62).

69. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup, davanın reddi halinde idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

70. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 54).

71. Başvurucuların tam yargı (tazminat) davasını açtıkları 10/3/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine, reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödemesini öngören bir düzenlemenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

72. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneklerinin olmadığı görülmektedir.

73. Başvurucular da bu nedenle, AYİM’e açtıkları davada uğradıkları zarar için toplam 140.000 TL maddi ve 110.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. AYİM önündeki davalarda haksız çıkan davacı aleyhine ve davalı idare lehine vekalet ücreti ödenmesine ilişkin 659 sayılı KHK’nin 14. maddesindeki düzenleme, 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu düzenlemeyi dikkate alan AYİM, başvurucular lehine toplam 70.534 TL maddi ve manevi tazminata ve 8.189 TL vekâlet ücretine hükmettikten sonra, başvurucuların reddedilen fazlaya ilişkin tazminat talepleri üzerinden de davalı idare lehine 11.207 TL vekalet ücreti ödemesine karar vermiştir.

74. Buna göre, başvurucuların dava açtıkları sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla taleplerini yüksek tuttukları, hak kazandıkları 78.723 TL tazminat ve vekâlet ücreti karşısında 11.207 TL de bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü altına girdikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, başvurucuların dava açtıkları tarihten sonra, 659 sayılı KHK’nin 14. maddesi ile yapılan düzenleme uyarınca, reddedilen dava konusu miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödeme zorunluluğu ile karşı karşıya kaldıkları görülmektedir.

75. Dava devam ederken başvurucuların aleyhine yapılan bu değişikliğin, başvurucular tarafından önceden öngörülmesi beklenilemez. Bununla birlikte, anılan bu düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği de söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup olmadığının da incelenmesi gerekir.

76. Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde, başvurucuların, dava açtıkları sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için taleplerini yüksek tuttukları ve önceden öngöremedikleri bir düzenleme uyarınca da yargılama sonucunda hak kazandıkları tazminatın yaklaşık %15’ine denk gelen kısmını vekâlet ücreti olarak davalı idareye geri ödemek zorunda kaldıkları görülmüştür. Böylece başvurucuların, tazminat alacağının az kabul edilmeyecek bir kısmından mahrum bırakıldıkları ve bu miktarın ölçülü olmadığı saptandığından, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

77. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara takdiren net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

80. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucuların,

1. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının, mağdur sıfatları ortadan kalktığından “kişi bakımından yetkisizlik”,

2. Karar düzeltme talebinin reddedilmesi sonucunda para cezası verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ilişkin iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmiş olmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle başvuruculara net 3.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

19/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Mehmet Orhan ve diğerleri [1.B.], B. No: 2012/1258, 19/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı MEHMET ORHAN VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2012/1258
Başvuru Tarihi 20/12/2012
Karar Tarihi 19/11/2014
Resmi Gazete Tarihi 7/3/2015 - 29288

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucular, ebeveynleri ve kardeşi oldukları Durmuş Orhan’ın askerlik görevini yerine getirdiği Ağrı/Doğubayazıt 5. Hudut Komutanlığında, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaralanarak aynı gün yaşamını yitirmesinden dolayı kendilerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtıkları davada, Mahkemece, bilirkişi raporunda tespit edilen miktardan daha düşük oranda tazminata karar verilmesi ve reddolunan kısım üzerinden de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, ayrıca karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203, 00 TL para cezası verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Yaşam hakkı Kişinin intihar riskine karşı korunması Kişi Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 1602 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu 43
46
6459 İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 1
6098 Türk Borçlar Kanunu 49
KHK 659 Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 14
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi