TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAVAŞ ÇETİNKAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1303)
|
|
Karar Tarihi: 21/11/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Savaş ÇETİNKAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Tahsin AYÇIK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucu 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami 5
yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri
sürerek Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru,
28/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde
başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru
konusu olay ve olgular 26/6/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/8/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet
Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı
beyanlarını 6/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru
dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu, 20/5/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve
24/5/2005 tarihinde basit yaralama, tanınmamak için tedbir alarak hırsızlık,
nitelikli yağma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlamasıyla
tutuklanmıştır.
9.
Başvurucunun, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2010 tarih ve
E.2005/141, K.2010/144 sayılı kararı ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 149., 61. ve 62. maddeleri uyarınca
337 yıl 171 ay hapis ve 371 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
10.
Başvurucu hakkında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar Yargıtay
6. Ceza Dairesinin 29/6/2011 tarihli ilamıyla
bozulmuştur.
11. Bozma
kararı üzerine, yargılaması devam eden başvurucu, 5271 sayılı Kanunun 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan azami 5 yıllık tutukluluk süresini
doldurduğu gerekçesiyle tahliye talebiyle İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine
başvurmuştur. Mahkeme, 2/11/2012 tarih ve 2012/1082
Değişik İş sayılı kararıyla; farklı mahallerde ya da farklı şahıslara karşı
işlenen birden fazla ağır cezalık suçlar yönünden yargılamanın aynı mahkemede
yapıldığı, ayrı ya da aynı yargı çevresinde yapılacak yargılama için
tutuklanmalarına karar verilen sanıkların tutuklanmasına ilişkin sevklerine
göre “suçun vasfına, suçların ağır cezalık suçlardan oluşuna göre verilecek
cezanın üst sınırına ve haklarındaki delil durumuna göre tutuklanmalarına”
yönelik verilen tutuklama kararının hangi suçlar yönünden verilmiş ise her suç
açısından ayrı ayrı uygulanması gerektiği, sanık hakkında tutuklama kararında
sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmişse tutuklama
müzekkeresindeki her bir suç için 5 yıllık sürenin ayrı ayrı değerlendirilmesi
gerektiği, atılı suçların toplum düzeni ve Anayasa’da güvence altına alınan hak
ve özgürlükleri tehdit ettiği, temyiz aşamasında hükmen tutuklu olarak geçen
sürelerin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51,
K.2011/42 sayılı kararı gereğince toplam tutukluluk süresinin hesabına
katılamayacağı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (“AİHM”) içtihadının da bu
yönde olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini reddederek tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
12.
Başvurucu İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararına itiraz etmiş, itiraz
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/12/2012 tarih
ve 2012/918 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilerek başvurucunun tutukluluk
halinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin kararı başvurucuya 26/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Dava
ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
14. 5271
sayılı Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
“(1) Bir
kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun
birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma,
suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.”
15. 5271
sayılı Kanun’un 9. maddesi şöyledir:
“(1)
Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar
hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
16. 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
…”
17. 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza
mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu
süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi
toplam üç yılı geçemez.”
18. 5271
sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma
ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini
isteyebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19.
Mahkemenin 21/11/2013 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda, başvurucunun 28/12/2012 tarih ve 2012/1303 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, 5271 sayılı Kanunda öngörülen azami 5 yıllık tutukluluk
süresini doldurması üzerine yaptığı tahliye talebinin Mahkemece gerekçe
gösterilmeksizin reddedildiğini, kendisi ile benzer durumda olan mahkûmların
birçoğunun 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesi gereğince azami tutukluluk
süresini doldurmaları üzerine tahliye edildiğini, yaklaşık 8 yıldır tutuklu
olduğunu, birden fazla suçtan yargılanıyor olmanın tutukluluk süresinin azami
beş yıl olması gerektiği gerçeğini değiştirmediğini, bu durumun eşitlik ilkesi
ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırılık teşkil ettiğini ileri sürerek,
Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
21. Adalet
Bakanlığı ve başvurucu görüşlerinde; başvurunun kabul edilebilirliği ile ilgili
herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
22.
Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir
kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
23.
Başvurucu, tutukluluk süresinin yasada öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle
yasal olmadığından ve aşırı uzun bir süredir tutuklu olduğundan şikâyet
etmektedir.
24.
Başvurucu ayrıca, kendisi ile benzer durumda olan mahkûmların birçoğunun 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesi gereğince azami tutukluluk süresini doldurmaları
üzerine tahliye edildiklerini, ancak kendisinin yaptığı tüm başvurulara rağmen
tahliye edilmediğinden bahisle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
25. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
Başvurucunun şikâyetleri esas olarak tutukluluk halinin kanuni olmaması ve
süresinin uzunluğuna ilişkindir. Başvurucunun
kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası, tutukluluk süresinin makul olmadığı yönündeki
şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası açısından değerlendirilmesi
gerekir.
a. Anayasa’nın
19. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
26.
Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmasına rağmen
tutulmaya devam edilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.
27. Adalet
Bakanlığı görüşünde; başvurucunun, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk
süresinin aşılmasına rağmen tutulmaya devam edilmesinin hukuka aykırı olduğu
yönündeki iddiası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 2/7/2013
tarih ve B. No: 2012/1137 sayılı kararına göre, kişinin yargılandığı tüm suçlar
için tutukluluk süresinin azami 5 yıl olması gerektiği, tutuklama tedbirinin
dosya kapsamındaki her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilemeyeceği, dosya
kapsamındaki sanık sayısı, davanın karışıklığı gibi etmenlerin tutukluluk
değerlendirmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde karar verdiğini
belirtmiştir.
28.
Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Adalet Bakanlığının görüşüne karşı,
bireysel başvuru dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve bunlar
dışında yeni herhangi bir görüş dile getirmemiştir.
29.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra, ikinci ve üçüncü
fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak
Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin
varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
30.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
31. Kişi
hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve
usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi
keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu
nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten
yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince,
başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 44).
32. 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin
görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin
zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin
toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil
toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (B. No:
2012/338, 2/7/2013, § 40).
33. Somut
olayda başvurucu 20/5/2005 tarihinde gözaltına alınmış
ve 24/5/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda
belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen 5 yıllık azami sürenin
dolması üzerine tahliye talebiyle İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine
başvurmuştur.
34. Mahkeme, başvurucunun tahliye talebini; farklı mahallerde ya
da farklı şahıslara karşı işlenen birden fazla ağır cezalık suçlar yönünden
yargılamanın aynı mahkemede yapıldığı, ayrı ya da aynı yargı çevresinde
yapılacak yargılama için tutuklanmalarına karar verilen sanıkların
tutuklanmasına ilişkin sevklerine göre “suçun
vasfına, suçların ağır cezalık suçlardan oluşuna göre verilecek cezanın üst
sınırına ve haklarındaki delil durumuna göre tutuklanmalarına”
yönelik verilen tutuklama kararının hangi suçlar yönünden verilmiş ise her suç
açısından ayrı ayrı uygulanması gerektiği, sanık hakkında tutuklama kararında
sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmişse tutuklama
müzekkeresindeki her bir suç için 5 yıllık sürenin ayrı ayrı değerlendirilmesi
gerektiği, aksi halde daha nitelikli ve ağır sonuçları olan bağlantılı suçlarda
basit suçlara göre daha kısa süreli tutukluluk halinin eşitlik ilkesine,
yasanın ruhuna ve kamu vicdanına aykırı düşeceği, yasanın lafzına, ruhuna ve
eşitlik ilkesine uygun olarak yorumlanması gerektiği, buna aykırı bir yorumun
toplum vicdanında telafisi imkânsız yaralara neden olacağı, hukukun özüne ve
adalet anlayışına uygun düşmeyeceği vicdani kanaatine varıldığını belirterek
reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
35.
Başvurucunun, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararına karşı itirazı da
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
36.
Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara
dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk
konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz
şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak
ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda
incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla
bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 48).
37. 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin
tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza
mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma
gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve
kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş
olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde
yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin
soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu
nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm
suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama
tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için
azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık
sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni
tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun
lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve
5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik
sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine
bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 49).
38. Diğer
taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi
güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen
üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir
ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına
gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda
tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna
varılacaktır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 50).
39.
Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu
kapsamda makul sürede yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması da Anayasa’nın 141. maddesinde
yargıya bir görev olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk süresinin, suç sayısı
gerekçesiyle uzatılması muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak,
makul sürede yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek
niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse
otomatik, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hale
getirebileceğinden kabul edilemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 51).
40. Diğer
yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması
ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir.
Kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle,
tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte
öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla
uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli
derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve
etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz
konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin
statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu
özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da
gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 52).
41. 5271
sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından
uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin
öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin kanuni
tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki
yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve
öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden
fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı
hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez
bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı
açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin
mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden
yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 53).
42. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi
önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve
tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline
dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini
tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk
süresinin hesabında dikkate almamaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Solmaz/Türkiye, B.
No: 27561/02,
16/1/2007, §§ 23-24;
Şahap Doğan/Türkiye, B.
No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca da benimsenmiş ve 12 Nisan 2011 tarihli E. 2011/1-51, K. 2011/42
sayılı kararda, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı
suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra
tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin
tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir. Bu bakımdan
temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz
önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç
isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre
değerlendirmede dikkate alınacaktır.
43. Somut
olayda başvurucu, 20/5/2005 tarihinde gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesinin 19/4/2010 tarihli kararı ile hapis cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 4 yıl 10 ay 29 gün“bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
44.
Başvurucu, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk derece
mahkemesinin 19/4/2010 tarihli kararı, Yargıtay
tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 29/6/2011 tarihinde
bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın
bozma kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme
bağlı olarak” tutulmuştur.
Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı sonrasında yeniden
“bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmiş ve 30/7/2011
tarihi itibariyle “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutulduğu süre 5 yılı doldurmuştur.
45.
Başvurucunun, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre 30/7/2011 tarihi itibariyle 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami süreyi
doldurmuştur. Başvurucunun bu tarihten sonraki tutuklu bulundurulmasının hukuki
dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanuni”lik şartını karşılamamaktadır.
46.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın
19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
47. Başvurucu
ayrıca tutukluluk süresinin uzunluğundan şikâyet etmiştir.
48. Adalet Bakanlığının görüşünde, başvurucunun uzun bir süredir
tutuklu olduğu yönündeki iddiaları ile ilgili olarak: Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve AİHM içtihatlarına göre, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakıldığı
tarih ile derece mahkemesi kararı ya da Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi
arasındaki toplam süreden, temyiz aşamasında geçen sürelerin çıkarılması
sonucunda bulunacak sürenin tutukluluk süresinin değerlendirmesinde esas
alınması gerektiğini, temyiz aşamasında geçen sürelerin tutukluluk süresinin
hesabında dikkate alınmaması gerektiğini ifade etmiştir.
49. Başvurucu,
Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, bireysel başvuru dilekçesinde ileri sürdüğü
iddialarına ek olarak Anayasa Mahkemesinin 2/7/2013
tarih ve B. No: 2012/1137 sayılı kararında ortaya konan ilkeleri dile getirerek
taleplerini tekrarlamıştır.
50. Anayasa’nın
19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan
kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya
kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence
altına alınmıştır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 60).
51. Tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu
sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre
değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61; Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz: Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 152).
52. Bir
davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini
etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya
konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
53. Tutuklama
tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra
bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli
bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların
birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
54. Dolayısıyla
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından
yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde
kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
55. Öte
yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde
kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak
belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir.
56. Makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp
gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise
tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı
ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir.
57.
Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini 30/7/2011
tarihinde doldurmuş olup (bkz: §§ 43-44) İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesine 8/10/2012 tarihinde tahliye dilekçesi vermiştir. Mahkeme,
başvurucunun talebini, suç işlemek için örgüt kurma suçunun toplum düzenini
tehlikeye soktuğu, suç işlemede kolaylık sağladığı, kamu güvenliği ve barışını
tehdit ettiği, bireyin Anayasa’da güvence altına alınan hak ve özgürlüklerini
tehdit ettiği, suç işleme amacıyla bir araya gelen bireylerin daha nitelikli,
planlı ve toplum vicdanında derin yaralar açan eylemleri planlayıp
işleyebileceklerinin dikkate alınması gerektiği, temyiz aşamasında hükmen
tutuklu olarak geçen sürelerin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011
tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı gereğince toplam tutukluluk
süresinin hesabında dikkate alınmaması gerektiği, AİHM içtihadının da bu yönde
olduğu gerekçesiyle reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
58. Başvurucu
tarafından Mahkemenin kararına karşı yapılan itiraz da benzer gerekçelerle
reddedilmiştir.
59. Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok
edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler.
Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının
hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla
birlikte bu durumun devam edip etmediğinin “ilgili”
ve “yeterli” gerekçelerle ortaya
konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
60. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi
önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir (bkz: § 42).
61. Somut
olayda başvurucu 20/5/2005 tarihinde gözaltına
alınmış, 24/5/2005 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
19/4/2010 tarihli kararı ile hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. İlk defa özgürlüğünden mahrum bırakıldığı 20/5/2005
ile Mahkemesince hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği 19/4/2010
tarihleri arasında başvurucu “bir suç
isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
62.
Başvurucu, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk derece
mahkemesinin karar tarihi olan 19/4/2010 ile temyiz
incelemesi neticesinde Yargıtay tarafından bu kararın bozulduğu 29/6/2011
arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucunun, ilk derece mahkemesinin
mahkûmiyet kararı sonrasında tutulması, tutukluluk olarak nitelendirilemez.
Temyiz aşamasında geçen süre, tutukluluk süresinin hesabında dikkate
alınmamalıdır.
63. İlk
derece mahkemesi önünde yargılaması devam eden başvurucunun tutukluluk hali, Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunduğu tarih itibariyle devam etmektedir. Buna göre
başvurucu, özgürlüğünden mahrum bırakıldığı ilk tarih olan 20/5/2005
ile Anayasa Mahkemesince işbu kararın verildiği 21/11/2013 tarih arasında,
Yargıtay’da temyiz aşamasında geçen 1 yıl 2 ay 10 günlük süre çıkarıldıktan
sonra, toplam 7 yıl 3 ay 21 gün boyunca özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
64. Derece
mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların
gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı
ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki
tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun
özgürlüğünden beş yılı hayli aşan bir süre boyunca mahrum bırakıldığı dikkate
alındığında tutukluluk süresinin makul olduğu söylenemez.
65. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
66. 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67.
Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesince hükmolunan hak ihlalinin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğini ilgili mahkemesine
gönderilmelidir.
68.
Başvurucu, uğradığı zararların tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur.
Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa
Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi
tazminata hükmedebilmesi için, başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar
ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa
Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi
reddedilmelidir.
69.
Başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut
olayın özelliklerini dikkate alarak başvurucuya takdiren
19.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
70.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen
172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin
aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. “Tutukluluğun makul süreyi aşmış olması” nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D.
Başvurucuya 19.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
E. Başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
F.
Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde,
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
H. Kararın
bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için ivedilikle gereği
yapılmak üzere ilgili mahkemesine gönderilmesine,
21/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.