TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAĞIZ TEKS. VE GIDA ÜRÜNLERİ
|
PAZ. TAAH. SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2012/650)
|
Karar Tarihi: 5/12/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Yağız Teks. ve
Gıda Ürünleri Paz. Taah. San. Ve Tic. Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
Ediz ERKOVAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali TÜPTÜK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 2001 yılında
açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2., 5., 10., 36., 40., 90. ve
148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin
tespitiyle 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini
talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/11/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 16/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 19/6/2013 tarihli görüş yazısı 24/6/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı
beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu tarafından 18/6/2001 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde
menfi tespit davası açılmıştır.
8. Mahkemenin E.2001/411 sayılı
dosyası üzerinde yürütülen yargılamada ilk duruşma 2/10/2001
tarihinde yapılmıştır.
9. Başvuru yapılmasını takiben, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12/12/2012 tarihli ve
E.2001/411, K.2012/554 sayılı kararı ile, başvurucunun
davasının reddine karar verilmiştir.
10. Ankara 8. Asliye Ticaret
Mahkemesinin 29/12/2012 tarihli müzekkeresinde,
kararın tebligat işlemleri nedeniyle halihazırda kesinleşmemiş olduğu
bildirilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 5/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
15/11/2012 tarih ve 2012/650 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, 18/6/2001
tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/141 sayılı dosyası
üzerinde menfi tespit davası açtığını, Mahkemenin 5/7/2002 tarihli ihtiyati
tedbir kararı uyarınca Mahkeme veznesine 2.070.000,00 TL nakdi teminat
yatırdığını, davanın ilk duruşmasının 2/10/2001 tarihinde yapıldığını ve
başvuru tarihi itibariyle davanın halen derdest olduğunu, bu nedenle
yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
makul sürede yargılanma hakkının, ayrıca Anayasa’nın 2.,
5., 10., 40., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
Yönünden
14. Başvurucu, somut başvuruya
ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut
olmadığını, AİHM kararlarında da belirtildiği üzere makul sürede yargılama
yapılmaması iddiasına dayanan başvurular açısından başvuru yollarının
tüketilmesi şartının aranamayacağını, zira başvurunun esasen yargılamanın
nihayete ulaştırılamaması nedenine dayandığını ve böyle bir şartın aranmasının
başvurucunun mağduriyetini artıracağını belirtmiştir.
15. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman
bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar
başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıl üç aydır devam ettiğinin ve
12/12/2012 tarihinde ilk derece Mahkemesi nezdinde sonuçlandığının kabul
edilebilirlik incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
16. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
17. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk
güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir.
18. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 15/11/2012 itibarıyla derdest olduğu
anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi dâhilindedir.
19. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
21. Belirtilen hükümler
uyarınca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,§ 19, 20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26). Ancak, başvuru yollarının tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde
uygulanması temel hak ve özgürlüklerin etkin kullanımını ve korunmasını
engelleyecek olup, devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi
şartının aranması, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı
davranılması nedeniyle meydana gelen sonuçları ortadan kaldırmayacağından, bu
durum başvuru yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil
etmektedir. Makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği
iddiasını içeren başvurular açısından, yalnızca yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile yargılamanın
uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması
sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari
veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel başvuruda
bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak
hukuk sistemimizde, belirtilen etkiye sahip etkin bir başvuru yolu bulunmadığı
anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir
niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 27, 28).
22. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
23. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın
2., 5., 10., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.
25. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu
tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla
birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve
kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
26. Başvurucu, 2001 yılında
açmış olduğu hukuk davasına ilişkin olarak Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesin
E.2001/411 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamanın makul sürede
tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den
sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin
de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak
şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM
tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu
on yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi yönünde
beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
29. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
31. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
32. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
33. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
34. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
35. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
36. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
37. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
38. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu
yargılamanın, bir kambiyo senedinin iptali ve menfi tespit talebine ilişkin
olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
39. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 18/6/2001
tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara
ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren
başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı
bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52).
40. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve
olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere
karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın
kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu yargılamanın,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi
itibarıyla yaklaşık on bir yıl beş aydır devam ettiği ve belirtilen tarih
itibarıyla halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak
yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı,
davanın ikame edildiği tarih olan 18/6/2001 tarihidir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 51).
41. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun bir adet kambiyo senedinin
iptali ve menfi tespit talebine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. İlgili davanın
bir davacısı ve iki davalısı bulunmaktadır. 18/6/2001
tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip
zaptının tanzimi sonrasında, davanın reddi kararı ile neticelenen yargılama
diliminde toplam kırk altı duruşma yapılmıştır. Belirtilen celseler arasında üç
ilâ dört aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
42. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 21/6/2001 tarihli tensip duruşması
ara kararı gereğince istenilen İcra Müdürlüğü dosyasının 2/10/2001 ve 7/11/2007
tarihli celselerde yeniden talep edildiği, benzer şekilde Ankara 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının 17/9/2002 tarihli celse ara kararı
uyarınca talep edilmesine karar verilmesine rağmen, belirtilen dosyanın
istenilmesi hususunda 26/11 2002 tarihinde yeniden ara karar tesis edildiği, 26/11/2002
tarihli celsede Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının
sonucunun beklenilmesine karar verildiği ve 16/12/2003 tarihli celsede davacı
vekilince başvuruya konu yargılamayla ilgisi olmadığı iddia edilerek belirtilen
ceza davası sonucunun beklenilmemesi talep edilmesine rağmen 24/2/2004 tarihli
celseye kadar belirtilen dosyanın akıbetinin beklenildiği, daha önce talep
edilmesi hususunda iki defa ara karar tesis edilen İcra Müdürlüğü dosyasının
ise 1/7/ 2003 tarihli celsede yeniden talep edildiği anlaşılmaktadır.
43. 24/2/2004 tarihli celse sonrası
Ankara Barosu Hakem Kurulunun 2003/154 sayılı dosyasına gönderildiği anlaşılan
başvuruya konu yargılama dosyasının, 4/5/2004 ilâ 19/4/2005 tarihli celseler
arasında ve yaklaşık bir yıllık bir süreçte Mahkemeye iadesinin teminine
çalışıldığı ve bu süreçte davacı vekili mazeretlerinin kabul olunduğu,
19/4/2005 tarihli celse zaptı itibariyle bu defa Denizli 1. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderildiği anlaşılan yargılama dosyasının 6/12/2005 tarihli
celseye kadar ve yaklaşık sekiz ay süreyle Mahkemeye iadesinin teminine
çalışıldığı, 6/12/2005 tarihli celsede Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2002/142 sayılı dosyasının sonucunun beklenilmesi hususunda yeniden ara karar
tesis edildiği ve 29/2/2012 tarihli celseye kadar toplam altı yıl üç ay süreyle
belirtilen ceza dosyası sonucunun beklenildiği ve bu süreçte davacı vekili
mazeretlerinin kabul olunmaya devam edildiği anlaşılmaktadır.
44. Belirtilen ceza mahkemesi
dosyasının Yargıtaydan dönmesi akabinde başvuruya
konu yargılamanın 29/2/2012 tarihli celsesinde
incelendiği, aynı celsede davanın esası hakkında beyanda bulunmak üzere davacı
vekiline süre verildiği ancak 4/4/2012 tarihli celsede davacıya ait ticari
defterler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek 6/6/2012
tarihli celse ara kararı uyarınca bilirkişi raporu sonucunun beklenildiği,
19/9/2012 tarihli celsede raporların incelenmesi hususunda davacı vekiline süre
verilerek 7/11/2012 tarihli celsede davanın esası hakkında beyanda bulunmak
üzere taraf vekillerine yeniden süre verildiği ve 12/12/2012 tarihli celsede
davanın reddine dair hüküm kurulduğu, ancak Ankara 8. Asliye Ticaret
Mahkemesinin 29/11/2012 müzekkeresi kapsamında, kararın tebligat işlemleri
nedeniyle halihazırda kesinleşmemiş olduğu anlaşılmaktadır.
45. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu davanın taraflarında toplamda iki gerçek, bir tüzel
kişinin bulunduğu, dava sırasında başvurucunun delilleri arasında yer verilen
ve dava dilekçesi içeriğinde de belirtilen icra müdürlüğü dosyasının tensip ara
kararı uyarınca istenilmesine karar verilmesine rağmen talep edilmeyerek üç ayı
aşkın süre sonra yapılan celsede yeniden bu hususta ara karar tesis edildiği,
ayrıca yargılamanın iki farklı celse ara kararı uyarınca gerekçe
gösterilmeksizin yeniden talep edildiği, başvuruya konu davanın davalılarının
sanık ve müşteki sanık konumunda olduğu ve sanıklar hakkında verilen berat
kararıyla neticelendiği anlaşılan Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142
sayılı dosyasının kesinleşmesi hususunda yedi yıl altı aylık bir süre boyunca
beklenildiği, belirtilen kararın kesinleştiğinin tespit edilmesi üzerine
başvuruya konu yargılamanın esası hakkında beyanda bulunulması hususunda
taraflara üç ayı aşkın bir süre verilmesine rağmen 4/4/2012
tarihli celsede bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek usul
işlemlerinin kısım kısım yerine getirildiği, ayrıca
belirtilen bu süreçlerde taraf vekili mazeretleri kabul olunmakla birlikte,
celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama
makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).
46. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanunun 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
47. Her ne kadar belirtilen usul
hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca
hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede
neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler
nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle
yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz.
48. Yargılama sürecinde başvurucular
dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları
kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise
de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları
kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.
49. Somut yargılama açısından
Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının akıbetinin yedi
yıl altı aylık bir süre boyunca beklenildiği ve gerekçeli kararda bu dosyaya
ilişkin değerlendirmelerde bulunulduğu görülmekle beraber, yargılama
faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken
ilgili makamların tutumu kapsamında sadece yargı makamlarının tutumu dikkate
alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir
gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara
atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda
gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve
organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile
Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir. Belirtilen ceza dosyası sonucunun beklenilmesi noktasındaki
takdir ilgili usul hükümleri uyarınca derece Mahkemelerine ait olmakla beraber,
belirtilen ceza davası akıbetinin yedi yıl altı ay boyunca beklenilmesinin
somut yargılamanın süresi üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır.
50. Belirtilen hususların yanı
sıra, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında bilirkişi raporunda
başvurucunun ticari defterlerinde davalılar adına herhangi bir kayda ve bu
kapsamda dava konusu çek kaydına rastlanmadığının tespit edildiğinin ve karar
gerekçesinin takip eden kısmında dava konusu çekin başvurucunun ticari
defterlerinde kayıtlı olmamasının çekin bedelsiz olduğunun kanıtı
sayılamayacağının belirtilmesi karşısında, bilirkişi incelemesi için geçen yedi
ayı aşkın bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç
olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, dosya aslının farklı yargı mercilerine gönderilmesi
neticesinde, yargılama dosyasının ilgili mahkemeye iadesinin sağlanması
hususunda yaklaşık bir yıl sekiz aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir.
Yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin
müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve belirtilen tüm bu hususların
yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
51. Başvurucu vekilince
yargılama süresince dört defa mazeret dilekçesi sunulduğu görülmekle birlikte,
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilmemiştir.
52. Yapılan bu tespitler
çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, başvuruya konu on iki yıl beş
aylık yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
53. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucunun Anayasa’nın 40.
maddesine yönelik iddialarının ise, başvurunun makul sürede yargılanma hakkı
açısından değerlendirilerek, somut başvuru açısından bu hakkın ihlal edildiği
tespit edilmiş olmakla, ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
55. Başvurucu, uzun yargılama
nedeniyle maruz kaldığı manevi zararın giderilmesi için 10.000,00 TL manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
56. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucuların tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucu tarafından
10.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, başvurucunun tarafı
olduğu uyuşmazlığa ilişkin on iki yıl beş aylık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucunun
talebi de nazara alınmak suretiyle, başvurucuya takdiren
10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık on iki yıl beş ay sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan
bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun Anayasa’nın 2., 5., 10.,
90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
5/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.