TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN ARAS BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/239)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Mustafa BAYSAL
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan ARAS
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğunun
kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini,
ayrıca makul süreyi de aştığını, bu nedenle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/10/2012
tarihinde Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde eksiklikler giderilerek
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm, 12/2/2013
tarihinde yapılan toplantıda, İçtüzük’ün 28.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve
esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 12/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 8/5/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve
Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 4/2/2007
tarihinde gözaltına alınmış ve 8/2/2007 tarihinde Sultanbeyli Sulh Ceza
Mahkemesince tutuklanmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, 25/6/2007 tarihli iddianameyle başvurucu
ve beş kişi hakkında dava açmıştır. İddianamede, başvurucunun çıkar amacı ile
silahlı suç örgütü kurma ve yönetme, nitelikli yağma, hırsızlık ve mala zarar
verme, konut dokunulmazlığını ihlal ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından
cezalandırılması talep edilmiştir.
10. Başvurucu, 27/9/2012 tarihinde tutukluluk hâlinin beş yılı aştığını
ileri sürerek tahliye talebinde bulunmuştur.
11. Mahkeme, müşteki beyanları
ve ceraim evrakı dikkate alındığında kuvvetli suç
şüphesini gösteren olguların bulunması, tutuklama tarihi, atılı suçun 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan katalog
suçlardan olması, tutuklama nedenlerinin devam etmesi gerekçeleriyle bu talebi
reddetmiştir.
12. Başvurucu 2/10/2012
tarihli dilekçe ile bu karara itiraz etmiştir. Mahkeme, tutukluluk halinin
devamına ilişkin kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle
itirazın yerinde olmadığına karar vererek dilekçe ve dava dosyasının itirazı
incelemeye yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
13. İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesi, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, ceraim
evrakı, delil durumu, müşteki beyanları birlikte değerlendirildiğinde atılı
suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin olması ve tutuklama tarihlerini
dikkate alarak itirazın reddine karar vermiştir.
14. Davaya bakan İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesi'nin 25/12/2012 tarih ve
E.2007/346, K.2012/300 sayılı kararıyla, başvurucunun 27 ayrı suçtan toplam 76
yıl 8 ay 10 gün hapis ve 16.000 Türk Lirası adli para cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 5271 sayılı Kanun’un 8. ve
9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık
olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa
bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik
mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle
yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
16. Aynı Kanun’un 102. Maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez..”
17. Aynı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
18. Anılan Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi şöyledir:
Tazminat istemi
“Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
19. Anılan Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/10/2012 tarih ve 2012/239 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, uzun süreden beri tutuklu olduğunu, 5271
sayılı Kanun’daki tutukluluk süresinin aşıldığını, Kanun’daki açık düzenlemeye
rağmen üst sınırın aşılmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, bu nedenle anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın anılan maddesinin söz konusu fıkrasının
devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olmasının şart olduğu; aynı maddenin dördüncü fıkrasında da, bireysel başvuruda
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı
belirtilmiştir.
23. Başvurucunun şikâyetinin
Kanun’da öngörülen üst sınırın aşılması nedeniyle tutukluluğun hukuki olmadığı
ve makul sürenin aşıldığına ilişkin olduğu, bu nedenle incelemenin Anayasa’nın
19. maddesi çerçevesinde yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
24. Adalet Bakanlığı, 5271
sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia
eden kişilerin tazminat talep etme hakkına sahip olduklarını, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Demir/Türkiye ve Balca/Türkiye kararlarına atfen, bu yola
öncelikle başvurulması gerektiğini, Yargıtay kararlarına atıfla bazı durumlarda
tazminat talebinin incelenebilmesi için ilk derece mahkemesinde görülen davanın
esasıyla ilgili kararın kesinleşmesinin şart olmadığını, dolayısıyla kabul
edilebilirlik konusundaki incelemede bu hususların göz önünde bulundurulması
gerektiğini ifade etmiştir.
25. Başvurucu, başvurunun kabul
edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru dilekçesinde
ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamış ve bunlar dışında yeni herhangi bir görüş
dile getirmemiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
29. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve
tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı
tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir.
30. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı
Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını
Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru
mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
31. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddia edilmektedir. Buna göre,
yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise
madde kapsamında bunun mağduru maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava
açabilecektir. Aynı şekilde makul süreyi aşan tutukluluk da tazminat istemi
nedenlerinden biridir.
32. Ancak başvurucunun başvuru
tarihi itibariyle istemi tazminat değildir. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami
tutukluluk süresinin dolmuş olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini
talep etmektedir. Bundan başka uzun süren tutukluluk hâlinden de şikâyetçidir.
33. 5271 sayılı Kanun’un koruma
tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında,
başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir.
Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini
teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye
serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun
esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu
yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi
gerekmez.
34. Bununla birlikte başvurucu
hakkındaki davanın karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen
tutukluluğa dönüştüğü, dolayısıyla her ne kadar başvuru anındaki talebi tahliye
ise de, kararla birlikte bunun mümkün olamaması dikkate alındığında şikâyet
konusu anayasal hakların ihlaline dair bir tespit ve tazminata hükmedilmesi
hâlinde ihlalin giderilmesi mümkündür. Bu durumda 5271 sayılı Kanun’un 141. vd.
maddelerinde belirtilen yola öncelikle başvurulmasının zorunlu olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekir.
35. Bakanlık, bu yola öncelikle
gidilmesi gerektiğini bir kısım kararlara atıfla ileri sürmüştür. Bakanlığın
görüşünde bahsettiği Yargıtay kararları belli durumlarda tazminat talebi için
asıl hükmün kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir (Yargıtay 12. Ceza
Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E. 2011/15700, K.
2012/9187; 15/5/2012 tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları).
Tutukluluk süresinin verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği,
bu nedenle tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da
mümkündür (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17/12/2012
tarih ve E. 2012/20277, K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1
sayılı kararları). Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu
yolun etkili olduğuna örnek teşkil etmemektedir.
36. Açıklanan nedenlerle
Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği yönündeki görüşü kabul edilemez.
Başvurucunun iddiaların dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
37. Başvurucu, tutukluluk
süresinin Kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle tutulmasının hukuki
dayanağının olmadığından ve aşırı uzun bir süredir tutuklu olduğundan şikâyet
etmektedir.
38. Anayasa’nın 19. maddesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim
huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim
önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim
kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.
Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal
bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin
uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”
39. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası, tutukluluk süresinin makullüğü ile ilgili şikâyetinin ise yedinci
fıkrası açısından değerlendirilmesi gerekir.
a. Anayasa’nın
19. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucu, öncelikle,
Kanun’daki azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu iddia etmiştir.
41. Adalet Bakanlığı, görüşünde,
keyfiliğe kaçmamak şartıyla mahkemelerin kanunları yorumlamada tam takdir
yetkisine sahip olduklarını, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin somut olayda
beş yıllık üst sınırı her bir suç için ayrı ayrı dikkate aldığını, bununla
birlikte AİHM’in birden fazla suç isnadına dayalı
tutukluluğu tek bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini ifade etmiştir.
42. Başvurucu, başvurunun esası
hakkındaki Bakanlık görüşüne katılmadığını belirterek bireysel başvuru
dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamıştır.
43. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir.
44. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur.
45. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi
keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, kanunun hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek
için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
46. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir.
47. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011
tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
48. Somut olayda başvurucu 4/2/2007 tarihinde İstanbul’da gözaltına alınmış ve 8/2/2007
tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen
hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin dolduğu iddiasıyla
tahliye talebinde bulunmuştur. Davaya bakan mahkeme ile itiraz mercii, azami
beş yıllık süre konusunda herhangi bir değerlendirme yapmadan diğer
gerekçelerle talebi reddetmiş ve tutukluluğun devamına karar vermişlerdir (§§11-13).
49. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla
incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
50. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin
ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki
düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması
hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün
görünmemektedir.
51. Diğer taraftan, Anayasa'nın
19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına
almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar
makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir
şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine,
üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal
hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.
52. Anayasa’nın 36. maddesinde
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede
yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması da Anayasa'nın 141. maddesinde yargıya bir görev
olarak yüklenmiştir. Azami sürenin, suç sayısı gerekçesiyle uzatılmasına dair
yorumlarla veya gerekçe gösterilmeden genel ifadelerle uzatılması, muhtemel
özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak, makul sürede yargılanma hakkı
açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek niteliktedir. Böyle bir
uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse otomatik, makul sürede
yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hale getirebileceğinden kabul
edilemez.
53. Diğer yandan, özgürlük ve
güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil
ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini
ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde
kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel
etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla
birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman
beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği,
düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi
faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı
zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
54. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir.
Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk
süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu
açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu
sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz
bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez.
55. Başvurucunun 4/2/2007 tarihinde göz altına alındığı ve 8/2/2007 tarihinde
tutuklandığı anlaşılmaktadır. Sultanbeyli Sulh Ceza Mahkemesinin tutuklama
kararında başvurucuya isnat olunan fiiller hırsızlık, silahlı yağma, çıkar
amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek olarak sayılmıştır. Soruşturma ve
kovuşturma bir bütün olarak yürütülmüştür. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 4/2/2012 tarihinde dolmuştur. Bu durumda başvurucunun bu
tarihle hüküm tarihi olan 25/12/2012 arasındaki 10 ay
21 gün süren tutukluluk halinin kanunda öngörülen şekil ve şartlara uymadığı
sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının
İhlal Edildiği İddiası
57. Başvurucu ayrıca tutukluluk
süresinin uzunluğundan şikâyet etmiştir.
58. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun diğer beş sanıkla birlikte suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı suç
örgütü kurma, hırsızlık ve yağma suçlarından yargılandığını, suçlamaların ciddi
ve ağır olduğunu, başvuran hakkında dokuz kez hırsızlık, iki kez yağma ve yine
çok sayıda konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme suçlarından
yargılandığını, çok sayıda delil bulunduğunu, bu itibarla, davanın karmaşık
olduğunu belirtmiş ve AİHM’in, tutuklamanın veya
tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak “delillerin durumu” ifadesini ciddi suç göstergelerinin
mevcudiyeti ve devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirdiğini, başvuranın
suçlandığı suçun ciddiyetini ve suçlu bulunması halinde çarptırılacağı cezanın
ağırlığını kaçma riskinin değerlendirilmesinde ilgili bir unsur olarak
gördüğünü, ancak belirli bir süre sonra birbirine benzer gerekçelerin
tutuklamaların haklılığını ortaya koymayacağını ifade ettiğini (Getiren/Türkiye, No. 10301/03, 22/7/2008; Cahit
Demirel/Türkiye, No. 18623/03, 7/7/2009), belirtmek suretiyle başvuranın
tutukluluk süresinin uzunluğuna ilişkin şikâyeti konusunda takdiri Anayasa
Mahkemesine bırakmıştır.
59. Başvurucu, Bakanlığın
görüşünde belirtilen dosyanın karmaşık olduğu görüşüne karşı çıkmıştır.
60. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
61. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir
(bkz: Labita/İtalya
[BD], B. No: 26772/95, 6 Nisan 2000, § 119).
62. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm
olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir.
63. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanısıra
bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için
yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya
ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle
birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü takdirde,
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir.
64. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş
olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
65. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye
kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir.
66. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir.
67. Ancak kişi serbest
bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu
durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır.
Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun
sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı
cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin
kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali
sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca
gerekmez. Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası
tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM,
ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet
kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası
tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında
dikkate almamaktadır (Bkz. Solmaz / Türkiye,
no. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23,24; Şahap Doğan / Türkiye, no.29361/07, 27
Mayıs 2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu
tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51,
K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme
tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı
mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin
tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir.
68. Somut olayda başvurucu
gözaltına alındığı 4/2/2007 tarihi ile ilk derece
mahkemesinin hükmünü açıkladığı 25/12/2012 tarihi arasında tutuklu kalmıştır.
Buna göre süre 5 yıl 10 ay 21 gün olarak tespit edilmektedir. Ancak bu sürenin
beş yılı aşan kısmının kanunda öngörülen şekil ve şarta uygun olmadığına karar
verildiğinden, makul sürenin beş yıl üzerinden değerlendirilmesi gerekmektedir.
69. Dava toplam altı sanık
hakkında çok sayıda suç isnadına dayalı olarak görülmüştür. Yargılama boyunca
18 duruşma yapılmıştır. Bu itibarla davanın nispeten karmaşık olduğu
söylenebilir.
70. Ancak, kuvvetli suç şüphesi
ile birlikte devamını gösteren haklı nedenlerin gösterilmesi şartıyla
soruşturma veya kovuşturmanın tutuklu sürdürülmesi mümkün olabilir. Buna dair gerekçelere mahkeme kararları ve Bakanlık görüşünde yer
verilmediği gibi ilk tutuklama müzekkeresi dışında dosyaya herhangi bir karar
örneği de sunulmamıştır. Dahası, beş yıllık süre dolmasına rağmen, kanundaki azami
sürenin dolmuş olduğu iddiasıyla başvurucu tahliye talebinde bulunmuş, davayı
gören ve itirazı inceleyen mahkemeler kararlarında tahliye talebini
reddetmişler fakat beş yıllık azami süre konusundaki iddiaya hiçbir şekilde
değinmemişlerdir (§§ 12-14). Beş yılı hayli aşan
bir tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli
olduğu söylenemez.
71. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması
72. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik
denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği
hüküm altına alınmıştır.
73. Başvuruda Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Başvurucu uzun tutukluluk nedeniyle AİHM’e
başvurduğunu, tazminat talebinde bulunmadığını belirtmiştir. Hakkında
mahkûmiyet kararı verilmekle başvurucunun tutukluluk hali sona ermiştir. Bu
durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. “Tutukluluğun
makul süreyi aşmış olması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. 172,50 TL başvuru harcının
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.