TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HAMİT KAYA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/338)
Karar Tarihi: 2/7/2013
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Hamit KAYA
Vekili
Av. Şerafettin ÖZCAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren işlerle ilgili olarak öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 13. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 23/10/2012 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 12/2/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 15/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 16/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 24/4/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu görüşünü 9/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1952 doğumlu olup İzmir Aliağa 3 No.lu T Tipi Cezaevinde hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır.
9. Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçlamasıyla 12/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Şanlıurfa 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15/6/2007 tarih ve 2007/132 sorgu numaralı kararı ile tutuklanmış ve hakkında kamu davası açılmıştır.
10. Başvurucu hakkında, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/9/2009 tarih ve E.2008/144, K.2009/445 sayılı ilamıyla uyuşturucu ticareti yapmak suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir.
11. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 17/3/2011 tarih ve E.2010/38341, K.2011/2873 sayılı ilamıyla bozulmuştur.
12. Bozma kararının ardından yapılan yargılama neticesinde, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/3/2012 tarih ve E.2011/391, K.2012/107 sayılı ilamıyla başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları ile 52. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 13 yıl 6 ay hapis ve 27.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
13. Başvurucu, 4/10/2012 tarihinde Yargıtay 10. Ceza Dairesine başvurarak beş yıl üç ay 15 gündür tutuklu bulunduğunu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca azami tutukluluk süresinin 5 yıl olduğunu ileri sürmüş ve tahliye edilmeyi talep etmiştir.
14. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 5/10/2012 tarih ve K.2012/14 sayılı ara kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir.
15. Başvurucu, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin tutukluluk hâlinin devamına dair kararına itiraz etmiş, itiraz Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 17/10/2012 tarih ve K.2012/7 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 22/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Dava, başvuru tarihi itibariyle Yargıtay’da temyiz aşamasında derdest iken Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/21781, K.2012/17756 sayılı ilamıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 23/10/2012 tarih ve 2012/338 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren işlerle ilgili olarak öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini belirterek Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ilkesi ile 19. maddesinde yer alan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Bakanlığın Ön İtirazı Hakkında
23. Adalet Bakanlığı görüşünde, ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Yargıtay 10. Ceza Dairesine yapılan tahliye talebinin ve bu talebe karşı Yargıtay 11. Ceza Dairesine yapılan itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki şikâyetleri ile ilgili olarak derece mahkemelerine başvurarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ve aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca tazminat davası açması gerektiği ileri sürülmüştür.
24. İkinci olarak, devam etmekte olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olduğu sonucunun çıkarılmaması gerektiği, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarih ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre devam etmekte olan bir davada da tazminat talep edilebilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
25. Başvurucu Adalet Bakanlığının bu görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
27. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
29. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir.
30. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
31. Adalet Bakanlığının, başvurucunun tazminat davası açılmamış olması nedeniyle başvuru yolunu tüketmediği yönündeki itirazı ile ilgili olarak: 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar dışında … tutukluluğunun devamına karar verilen” ve (d) bendinde “Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede … hakkında hüküm verilmeyen” kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebileceklerine ilişkin düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmekle birlikte aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir. Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine bildirilen görüşte, somut olayla ilgili olarak, başvurucunun tutukluluğu devam etmekte iken, tutukluluğu ile ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre tazminat talebinde bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
32. Somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir. Ancak başvurucu hakkındaki davanın ilk derece mahkemesince karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen tutukluluğa dönüştüğü (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67), dolayısıyla mahkemesince tahliyesinin mümkün olmadığı dikkate alındığında şikâyet konusu Anayasal hakların ihlalinin tespit edilerek tazminata hükmedilmesi hâlinde şikâyetin telafi edilebileceği söylenebilir. Ancak 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde belirtilen yolun hüküm kesinleşmeden önce tutuklamanın hukukiliği ve tutukluluğun makul süreyi aştığı şikâyetleri açısından etkili olduğuna yönelik uygulamada bir örnek bulunmamaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının, başvurucunun tazminat davası açmadığı ve başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez.
2. Anayasa’nın 19. Maddesi Hakkında
34. Başvurucu, tutukluluk için Kanun’da öngörülen azami 5 yıllık sürenin aşılması nedeniyle tutukluluğunun hukuki olmadığını ve makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
35. Adalet Bakanlığı, başvurucunun 5 yıldan fazla bir süredir tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde temyiz aşamasında geçen sürenin kanuni tutukluluk süresinin hesabında dikkate alınamayacağını belirtmiş ve başvurucunun ilk derece mahkemesi önünde yargılaması devam ederken 3 yıl 2 ay 18 gün tutuklu kaldığı ve 5 yıllık azami sürenin aşılmadığını ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı ayrıca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan sonra başvurucu hakkındaki kararın Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/21781, K.2012/17756 sayılı ilamıyla onandığını ifade etmiştir.
36. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, 5271 sayılı Kanun’a göre tutukluluğun hükmün kesinleşmesine kadar devam eden süreyi ifade ettiğini, hükmün kesinleşmesinden sonra ise hükümlülük döneminin başladığını, Bakanlığın ceza kanunlarını birey aleyhine genişletici bir yoruma tabi tuttuğunu, demokratik devletlerde kişi hak ve özgürlüklerini koruyan normların açık ve yorum gerektirmeyen bir tarzda hazırlandığını ve bu normların kişiler aleyhine yorumlanmadığını, ceza hukukunda genişletici yorum yapılamayacağını, tutukluluğun yerel mahkemelerce kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün infazı gibi değerlendirildiğini, 5271 sayılı Kanun’da belirtilen 5 yıllık azami süreye dair emredici kuralın yoruma tabi tutularak Yargıtay’da temyiz incelemesinde geçen sürelerin bu süreden sayılmadığını ileri sürerek Bakanlığın görüşünü ve kabul edilebilirliğe ilişkin ön itirazına dayanak olarak gösterdiği Yargıtay kararlarını kabul etmemiştir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
…”
38. Anayasa’nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiçbir bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir. 19. maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği kuralı yer almaktadır.
39. Buna göre, kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında belirlenen durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Bir bireyin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanacağı durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Bu çerçevede 19. maddenin üçüncü fıkrasına göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ve değiştirilmesini önlemek maksadıyla hâkim kararıyla tutuklanabilir. Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olması gerekir.
40. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiş olup, madde metninde uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami 5 yıl olabileceği öngörülmektedir (bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
41. Bu sürenin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz: Solmaz/Türkiye, B. No. 27561/02, 16/1/2007, §§ 23-24; Şahap Doğan / Türkiye, B. No.29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve 12 Nisan 2011 tarihli E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararda, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir.
42. Somut olayda başvurucu 12/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında ilk derece mahkemesince 8/9/2009 tarihinde mahkumiyet kararı verilmiştir. Bu karar Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından 17/3/2011 tarihinde bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde ilk derece mahkemesi 6/3/2012 tarihinde yeniden mahkumiyete hükmetmiş ve bu karar da Yargıtay tarafından 29/11/2012 tarihinde onanmıştır. Buna göre temyiz aşamasında geçen süreler hariç ilk derece mahkemesi önünde yargılanırken başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3 yıl 2 ay 18 gündür.
43. Buna göre başvurucunun toplam tutukluluk süresinin Kanun’da öngörülen 5 yıllık azami süreyi aşmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
44. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca tutukluluk süresinin makul olmadığını ileri sürmüştür.
45. Somut olayda başvurucu, hakkındaki dava Yargıtay’da temyiz aşamasındayken 23/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Ancak Bakanlığın görüşünde, başvurucu hakkında temyiz aşamasında derdest olan davanın Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/21781, K.2012/17756 sayı ilamıyla onandığı bildirilmiştir. Buna göre, başvurucu hakkındaki mahkumiyet hükmü Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir.
46. Tutukluluk hâli sona erdikten sonra tutuklama süresinin makul olmadığını iddia eden bir başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise bu yolu tüketmesi gerekir (bkz: Gavril Yossifov/Bulgaristan, B. No:74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan, B. No: 20116/08, 10/5/2012, § 66; Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
47. Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde öngörülen tazminat yolunun başvurucunun şikâyetleri açısından tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığının incelenmesi gerekir.
48. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, makul sürede hakkında hüküm verilmeyen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (bkz: Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 33).
49. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 29/11/2012 tarihinden itibaren 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
50. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurmadığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun;
A. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
B. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası yönünden “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.