TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAMİT KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/338)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Hamit KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Şerafettin ÖZCAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görev alanına
giren işlerle ilgili olarak öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini
doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 13. ve 19.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 23/10/2012
tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 12/2/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 15/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 16/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 24/4/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu görüşünü 9/5/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1952 doğumlu olup
İzmir Aliağa 3 No.lu T Tipi Cezaevinde hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır.
9. Başvurucu, uyuşturucu madde
ticareti yapmak suçlamasıyla 12/6/2007 tarihinde
gözaltına alınmış, Şanlıurfa 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15/6/2007 tarih ve
2007/132 sorgu numaralı kararı ile tutuklanmış ve hakkında kamu davası
açılmıştır.
10. Başvurucu hakkında,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/9/2009 tarih ve
E.2008/144, K.2009/445 sayılı ilamıyla uyuşturucu ticareti yapmak suçundan
mahkûmiyet kararı verilmiştir.
11. Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin kararı Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 17/3/2011
tarih ve E.2010/38341, K.2011/2873 sayılı ilamıyla bozulmuştur.
12. Bozma kararının ardından
yapılan yargılama neticesinde, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/3/2012 tarih ve E.2011/391, K.2012/107 sayılı ilamıyla
başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları ile 52. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca 13 yıl 6 ay hapis ve 27.000 TL adli para cezasıyla
cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu
bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
13. Başvurucu, 4/10/2012 tarihinde Yargıtay 10. Ceza Dairesine başvurarak
beş yıl üç ay 15 gündür tutuklu bulunduğunu, 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca azami tutukluluk süresinin 5 yıl
olduğunu ileri sürmüş ve tahliye edilmeyi talep etmiştir.
14. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 5/10/2012 tarih ve K.2012/14 sayılı ara kararıyla
başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir.
15. Başvurucu, Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin tutukluluk hâlinin devamına dair kararına itiraz etmiş, itiraz
Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 17/10/2012 tarih ve
K.2012/7 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 22/10/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Dava, başvuru tarihi
itibariyle Yargıtay’da temyiz aşamasında derdest iken Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/21781,
K.2012/17756 sayılı ilamıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
17. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
23/10/2012 tarih ve 2012/338 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görev
alanına giren işlerle ilgili olarak öngörülen azami beş yıllık tutukluluk
süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini belirterek Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ilkesi ile 19.
maddesinde yer alan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Bakanlığın
Ön İtirazı Hakkında
23. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının
tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu
tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Yargıtay 10. Ceza Dairesine yapılan
tahliye talebinin ve bu talebe karşı Yargıtay 11. Ceza Dairesine yapılan
itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki
şikâyetleri ile ilgili olarak derece mahkemelerine başvurarak 5271 sayılı
Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ve aynı Kanun’un
142. maddesi uyarınca tazminat davası açması gerektiği ileri sürülmüştür.
24. İkinci olarak, devam etmekte
olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi
için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olduğu sonucunun
çıkarılmaması gerektiği, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012
tarih ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un
141. maddesine göre devam etmekte olan bir davada da tazminat talep
edilebilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
25. Başvurucu Adalet
Bakanlığının bu görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
29. Ancak
tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini
gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu
yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili
olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış
olması gerekir.
30. Adalet Bakanlığının
görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin
düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen
koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar
verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama
mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen
kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebileceklerine
ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
31. Adalet Bakanlığının,
başvurucunun tazminat davası açılmamış olması nedeniyle başvuru yolunu
tüketmediği yönündeki itirazı ile ilgili olarak: 5271 sayılı Kanun’un tazminat
isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
… tutukluluğunun devamına karar verilen” ve (d) bendinde “Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede … hakkında hüküm verilmeyen”
kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebileceklerine ilişkin düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması
öngördüğü görülmekle birlikte aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının
düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği
ifade edilmiştir. Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine bildirilen görüşte,
somut olayla ilgili olarak, başvurucunun tutukluluğu devam etmekte iken,
tutukluluğu ile ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre tazminat
talebinde bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
32. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddia edilmektedir. Buna göre,
yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise
madde kapsamında bunun mağduru maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava
açabilecektir. Ancak başvurucu hakkındaki davanın ilk derece mahkemesince
karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen tutukluluğa
dönüştüğü (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67),
dolayısıyla mahkemesince tahliyesinin mümkün olmadığı dikkate alındığında
şikâyet konusu Anayasal hakların ihlalinin tespit edilerek tazminata
hükmedilmesi hâlinde şikâyetin telafi edilebileceği söylenebilir. Ancak 5271
sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde belirtilen yolun hüküm kesinleşmeden
önce tutuklamanın hukukiliği ve tutukluluğun makul süreyi aştığı şikâyetleri
açısından etkili olduğuna yönelik uygulamada bir örnek bulunmamaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle Adalet
Bakanlığının, başvurucunun tazminat davası açmadığı ve başvuru yollarını tüketmediği
yönündeki ön itirazı kabul edilemez.
2. Anayasa’nın
19. Maddesi Hakkında
34. Başvurucu, tutukluluk için
Kanun’da öngörülen azami 5 yıllık sürenin aşılması nedeniyle tutukluluğunun
hukuki olmadığını ve makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
35. Adalet Bakanlığı,
başvurucunun 5 yıldan fazla bir süredir tutuklu bulundurulduğu iddialarına
ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) ve Yargıtay içtihatları
çerçevesinde temyiz aşamasında geçen sürenin kanuni tutukluluk süresinin
hesabında dikkate alınamayacağını belirtmiş ve başvurucunun ilk derece
mahkemesi önünde yargılaması devam ederken 3 yıl 2 ay 18 gün tutuklu kaldığı ve
5 yıllık azami sürenin aşılmadığını ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı ayrıca
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan sonra başvurucu hakkındaki
kararın Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih
ve E.2012/21781, K.2012/17756 sayılı ilamıyla onandığını ifade etmiştir.
36. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı, 5271 sayılı Kanun’a göre tutukluluğun hükmün
kesinleşmesine kadar devam eden süreyi ifade ettiğini, hükmün kesinleşmesinden
sonra ise hükümlülük döneminin başladığını, Bakanlığın ceza kanunlarını birey
aleyhine genişletici bir yoruma tabi tuttuğunu, demokratik devletlerde kişi hak
ve özgürlüklerini koruyan normların açık ve yorum gerektirmeyen bir tarzda
hazırlandığını ve bu normların kişiler aleyhine yorumlanmadığını, ceza
hukukunda genişletici yorum yapılamayacağını, tutukluluğun yerel mahkemelerce
kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün infazı gibi değerlendirildiğini, 5271
sayılı Kanun’da belirtilen 5 yıllık azami süreye dair emredici kuralın yoruma
tabi tutularak Yargıtay’da temyiz incelemesinde geçen sürelerin bu süreden
sayılmadığını ileri sürerek Bakanlığın görüşünü ve kabul edilebilirliğe ilişkin
ön itirazına dayanak olarak gösterdiği Yargıtay kararlarını kabul etmemiştir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
…
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
…”
38. Anayasa’nın 19. maddesinde
özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiçbir bireyin
özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir. 19.
maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip
olduğu, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise bireylerin bu haktan şekil ve
şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği
kuralı yer almaktadır.
39. Buna göre, kişinin özgürlük
ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında
belirlenen durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Bir bireyin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanacağı durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Bu çerçevede 19. maddenin üçüncü fıkrasına göre suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
ve değiştirilmesini önlemek maksadıyla hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olması gerekir.
40. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiş olup, madde metninde uzatma süreleri dâhil
toplam tutukluluk süresinin azami 5 yıl olabileceği öngörülmektedir (bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011
tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
41. Bu sürenin hesabında ilk
derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması
gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla
mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir
suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve
tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline
dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini
tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi
tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz:
Solmaz/Türkiye, B. No. 27561/02, 16/1/2007, §§ 23-24; Şahap Doğan / Türkiye, B. No.29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı
yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve 12 Nisan 2011 tarihli
E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararda, “hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından
sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü
olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk
süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir.
42. Somut olayda başvurucu 12/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında ilk derece
mahkemesince 8/9/2009 tarihinde mahkumiyet kararı verilmiştir. Bu karar
Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından 17/3/2011
tarihinde bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde ilk derece
mahkemesi 6/3/2012 tarihinde yeniden mahkumiyete
hükmetmiş ve bu karar da Yargıtay tarafından 29/11/2012 tarihinde onanmıştır.
Buna göre temyiz aşamasında geçen süreler hariç ilk derece mahkemesi önünde
yargılanırken başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3 yıl 2 ay 18 gündür.
43. Buna göre başvurucunun
toplam tutukluluk süresinin Kanun’da öngörülen 5 yıllık azami süreyi aşmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
44. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın
19. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca tutukluluk süresinin makul olmadığını
ileri sürmüştür.
45. Somut olayda başvurucu,
hakkındaki dava Yargıtay’da temyiz aşamasındayken 23/10/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Ancak Bakanlığın
görüşünde, başvurucu hakkında temyiz aşamasında derdest olan davanın Yargıtay
10. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/21781,
K.2012/17756 sayı ilamıyla onandığı bildirilmiştir. Buna göre, başvurucu
hakkındaki mahkumiyet hükmü Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29/11/2012
tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir.
46. Tutukluluk hâli sona
erdikten sonra tutuklama süresinin makul olmadığını iddia eden bir
başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, iddia edilen
ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut
ise bu yolu tüketmesi gerekir (bkz: Gavril Yossifov/Bulgaristan,
B. No:74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan,
B. No: 20116/08, 10/5/2012, § 66; Şefik
Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
47. Bu çerçevede 5271 sayılı
Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde öngörülen tazminat yolunun başvurucunun
şikâyetleri açısından tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığının incelenmesi
gerekir.
48. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, makul sürede hakkında hüküm
verilmeyen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanınmaktadır. Bu yol bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk
süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini
imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile
öngörülen hukuk yolu başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve
elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (bkz: Şefik Demir/Türkiye,
B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 33).
49. Başvurucu, hakkındaki
mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 29/11/2012 tarihinden
itibaren 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat talebinde
bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk
yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi,
bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
50. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna
başvurmadığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun;
A. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
B. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası yönünden “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.