TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BURAK DÖNER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/521)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Mustafa BAYSAL
|
Başvurucu
|
:
|
Burak DÖNER
|
Vekili
|
:
|
Av. Halit KARABUL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğunun
Kanun’da öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini,
bu nedenle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/11/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/2/2013
tarihinde yapılan toplantıda, İçtüzük’ün 28. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas
hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 12/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 8/5/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve davaya
bakan Mahkeme’den temin edilen belgelerdeki olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 7/1/2007 tarihinde Zeytinburnu 1. Sulh Ceza Mahkemesince
tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/6/2007 tarihli
iddianameyle kasten öldürme, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, suç örgütüne
yarar sağlama amacıyla yağma ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılması
talebiyle dava açılmıştır. Yargılama İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde
görülmüştür.
10. Tutukluluk halinin sona
erdirilmesi talebiyle 25/9/2012 tarihli dilekçeyle
Mahkemesine yapılan başvuru 17/10/2012 tarihli kararla reddedilmiştir.
Gerekçede, “…somut olayda başvurucunun,
mahkemenin görevine giren ‘6136 sayılı Kanun’a muhalefet ve silahlı örgüte
(silah temin etmek ve suçlarda kullanılan silahları saklamak) suretiyle yardım
ve yataklık etmek’ suçlarına yönelik olarak tutuklanmasına karar verilen sanık
hakkında her ne kadar sanık sayısınca tutuklama müzekkeresi düzenlendiği
anlaşılmakla, tutuklama kararında sayılan suçlardan hangileri için tutuklama
kararı verilmiş ise ilgili tutuklama müzekkerelerindeki her bir suça ilişkin
ayrı ayrı infaza verilmesinde zorunluluk bulunması, anılan nedenle beş yıllık
zorunlu sürenin ağır cezalık her suç için tutuklama kararında belirtilen bu
suçlardan her birisi açısından mahkemece beş yıllık tutukluluk süresine ayrı
ayrı riayet edilmesinin CMK’nun 101. maddesi
içeriğinden anlaşılması…bağlantı nedeni ile birden
fazla ağır cezalık suçların bir mahkemede ve tek tutuklama müzekkeresine bağlı
olarak infaz edilen tutukluluk hallerinin
her bir suç için ayrı ayrı
değerlendirilmesinde zaruret bulunmaktadır…” ifadelerine yer
verildiği görülmüştür.
11. İtiraz üzerine 13. Ağır Ceza
Mahkemesi aynı tarihte itirazı reddetmiştir. Ret gerekçesinde, işlenen birden fazla suçun her birinin bağımsız
nitelikte olduğu, CMK’nın 102. maddesinin (2)
numaralı fıkrasındaki sürenin her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesinin
gerektiği, kanun koyucunun amacının da bu yönde olduğu, başvurucunun CMK’nın 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasının a) bendinde
sayılan suç işlemek amacıyla silahlı örgüte üye olmak, adam öldürmek, 6136
sayılı Kanun’a muhalefet, korku kaygı ve panik yaratabilecek tarzda ateş etmek
suçlarından tutuklandığı, tutukluluk ile ilgili azami beş yıllık sürenin
kategorik her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği.., bu suçların katalog suçlardan olması ve öngörülen ceza
ile dosyadaki deliller dikkate alınarak sanığın kaçma şüphesinin devam ettiği,
diğer koruma tedbirlerinin de yetersiz kalabileceği, dolayısıyla kararda usul
ve yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Davaya Bakan İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesi, 4/4/2013 tarih ve E.2011/89, K.
2013/80 sayılı kararla, başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 220/1, 220/5 (6 kez), 106/1-d maddeleriyle 6136 sayılı Kanun’un 13/1
maddesi uyarınca neticeten yaklaşık 58 yıl 9 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar vermiştir.
13. Kararda ayrıca, başvurucunun
diğer suçlardan mahkumiyeti de gözetilerek, suç örgütü kurmak ve yönetmek,
müştekiler O.T., H.Ç., B.Ç., G.Ç. ve N.S.’ye yönelik adam öldürmeye teşebbüs eylemleri nedeniyle
hakkında 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve
müteakip maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmasına, hakkında her bir suç
için ayrı ayrı tevkif müzekkereleri çıkarılmasına da karar verilmiştir.
14. Başvurucu hakkındaki dava
temyiz aşamasındadır.
B. İlgili
Hukuk
15. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 8. ve 9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık
olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa
bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik
mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle
yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
16. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
17. Aynı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
18. Anılan Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi
şöyledir:
“Tazminat istemi
Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
19. Anılan Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
8/11/2012 tarih ve 2012/521 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’daki tutukluluk süresinin
aşılması ve dolayısıyla tutukluluk hâlinin kanuna aykırı hale gelmesi nedeniyle
Anayasa’nın 19. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde
belirtilen hakkının ihlal edildiğini, bu durumun eşitlik ve âdil yargılama
ilkeleriyle de bağdaşmadığını ileri sürmüş ve tutukluluğa ilişkin kararlar ile
bu kararlara temel teşkil eden Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K. 2011/42 sayılı ilâmının
iptalini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın anılan maddesinin söz konusu fıkrasının
devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olmasının şart olduğu; aynı maddenin dördüncü fıkrasında da, bireysel başvuruda
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı
belirtilmiştir.
23. Başvurucunun şikâyetinin
esas itibariyle Kanun’da öngörülen üst sınırın aşılması nedeniyle tutukluluğun
hukuki olmadığına ilişkin olduğu, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesi
çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
24. Adalet Bakanlığı, 5271
sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia
eden kişilerin tazminat talep etme hakkına sahip olduklarını, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Demir/Türkiye ve Balca/Türkiye kararlarına atfen, bu yola
öncelikle başvurulması gerektiğini, Yargıtay kararlarına atıfla bazı durumlarda
tazminat talebinin incelenebilmesi için ilk derece mahkemesinde görülen davanın
esasıyla ilgili kararın kesinleşmesinin şart olmadığını, dolayısıyla kabul
edilebilirlik konusundaki incelemede bu hususların göz önünde bulundurulması
gerektiğini ifade etmiştir.
25. Başvurucu, başvurunun kabul
edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne katılmamıştır.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
29. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve
tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı
tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir.
30. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı
Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını
Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru
mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
31. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde
tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru maddi
ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir. Ancak başvurucunun
başvuru tarihi itibariyle istemi tazminat değildir. Başvurucu, Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin dolmuş olduğunun tespitiyle tahliyesine
karar verilmesini talep etmektedir.
32. 5271 sayılı Kanun’un koruma
tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında,
başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir.
Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini
teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye
serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun
esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu
yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi
gerekmez.
33. Bununla birlikte başvurucu
hakkındaki davanın karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen
tutukluluğa dönüştüğü, dolayısıyla her ne kadar başvuru anındaki talebi tahliye
ise de, kararla birlikte bunun mümkün olamaması dikkate alındığında şikâyet
konusu anayasal hakların ihlaline dair bir tespit ve tazminata hükmedilmesi
hâlinde ihlalin giderilmesi mümkündür. Bu durumda 5271 sayılı Kanun’un 141. ve
devamı maddelerinde belirtilen yola öncelikle başvurulmasının zorunlu olup
olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
34. Bakanlık, bu yola öncelikle
gidilmesi gerektiğini bir kısım kararlara atıfla ileri sürmüştür. Bakanlığın
görüşünde bahsettiği Yargıtay kararları belli durumlarda tazminat talebi için
asıl hükmün kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir (Yargıtay 12. Ceza
Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E. 2011/15700, K.
2012/9187; 15/5/2012 tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları).
Tutukluluk süresinin verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği,
bu nedenle tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da
mümkündür (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17/12/2012
tarih ve E. 2012/20277, K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1
sayılı kararları). Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu
yolun etkili olduğuna örnek teşkil etmemektedir.
35. Açıklanan nedenlerle
Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği yönündeki görüşü kabul edilemez.
Başvurucunun iddiaları dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
36. Başvurucu, tutukluluk
süresinin Kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki dayanağının
olmadığından şikâyet etmektedir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim
huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim
önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim
kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.
Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal
bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin
uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”
38. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
39. Adalet Bakanlığı, görüşünde,
keyfiliğe kaçmamak şartıyla mahkemelerin kanunları yorumlamada tam takdir
yetkisine sahip olduklarını, İstanbul 12. ve 13. Ağır Ceza Mahkemelerinin beş yıllık
üst sınırı somut olayda her bir suç için ayrı ayrı dikkate aldıklarını; bununla
birlikte AİHM’in birden fazla suç isnadına dayalı
tutukluluğu tek bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini ifade etmiştir.
40. Başvurucu, görüşün, birden
fazla suç isnadına dayalı tutukluluğun tek bir tutukluluk olarak
görülebileceğine ilişkin kısmının, haklılığının kabulü anlamına geldiğini ifade
etmiştir.
41. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir.
42. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur.
43. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi
keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
44. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir.
45. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde
gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı
geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk
süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (bkz:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011 tarih ve
E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
46. Somut olayda 7/1/2007 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami
sürenin dolmuş olduğu iddiasıyla tahliye talebinde bulunmuştur. Gerek davaya
bakan, gerekse itirazı inceleyen mahkemeler azami beş yıllık süre konusundaki
gerekçelerini belirtmek suretiyle tutukluluğun devamına karar vermişlerdir (§§
12 ve 13). Her iki kararın gerekçesinde, “ağır
cezalık suçlar için çıkarılan tek bir tutuklama müzekkeresi infaz edilirken
tutukluluğun her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği…”
ifade edilmiştir. Mahkemeler, tutukluluğa dayanak olan her
bir suç için ayrı dava açılması ve bunların ayrı yargı mercilerinde görülmesi
halinde sürenin ayrı hesaplanacağını; ağır cezalık birden fazla suça ilişkin
olarak açılan bir dava ya da ayrı ayrı açılmış olmakla birlikte daha sonra
birleştirilen davalarda da aynı yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini, bunun
adalet ve eşitlik ilkeleri açısından daha uygun olduğunu değerlendirmek
suretiyle bu sonuca varmışlardır.
47. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla
incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
48. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin
ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki
düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması
hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün
görünmemektedir.
49. Diğer taraftan, Anayasa'nın
19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına
almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar
makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir
şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine,
üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi
aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.
50. Anayasa’nın 36. maddesinde
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede
yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması da Anayasa'nın 141. maddesinde yargıya bir görev
olarak yüklenmiştir. Azami sürenin, suç sayısı gerekçesiyle uzatılmasına dair
yorumlarla veya gerekçe gösterilmeden genel ifadelerle uzatılması, muhtemel
özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak, makul sürede yargılanma hakkı
açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek niteliktedir. Böyle bir
uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse otomatik, makul sürede
yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hale getirebileceğinden kabul
edilemez.
51. Diğer yandan, özgürlük ve
güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil
ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Dolayısıyla kanunun
metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama
nedenleri ve süreleri konusunda belli bir açıklık ve kesinlikte
öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla
uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede
öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri
göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu
metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve
büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip
kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
52. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde
azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk
devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin
benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun
bırakılması düşünülemez.
53. Başvurucu 7/1/2007
tarihinde çıkarılan bir müzekkereye istinaden tutuklanmıştır. Tutuklamaya dayanak olan ve başvurucuya isnat olunan suçlar
bağlamında davaya bakan mahkeme “6136 sayılı
Kanun’a muhalefet ve silahlı örgüte (silah temin etmek ve suçlarda kullanılan
silahları saklamak) suretiyle yardım ve yataklık etmek”; itirazı
inceleyen mahkeme ise “suç işlemek amacıyla
silahlı örgüte üye olmak, adam öldürmek, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, korku,
kaygı ve panik yaratabilecek tarzda ateş etme” iddialarına yer
vermiştir. Kovuşturmaya konu bu kadar suç olmasına rağmen tutukluluğun
bunlardan biri üzerinden devam edeceğini, kanuni sürenin dolmasıyla birlikte
bir diğerinin devreye girerek yeni bir beş yıllık sürenin başlayacağını kabul
etmek tedbirin tabiat ve mahiyetiyle bağdaşmaz. Somut olay bakımından 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami
tutukluluk süresi 7/1/2012 tarihinde dolmuştur. Bu
durumda başvurucunun bu tarihle, hakkında mahkumiyet hükmünün kurulduğu 4/4/2013 tarihi arasındaki tutukluluk hali kanunda aranan
şekil ve şartlara uymamaktadır.
54. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
56. Başvuruda Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu
tazminat talebini saklı tutmuştur. Başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı
verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gereken bir husus bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan
172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.