TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FAİK GÜMÜŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/603)
|
|
Karar Tarihi: 20/2/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Faik GÜMÜŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. İsa UYSAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kendisine ait olduğunu
iddia ettiği taşınmazın kadastro çalışması sonucu orman vasfında görülerek
Hazine adına tescil edilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı davada, karar
duruşmasından bir önceki duruşmada belirlenen ve Ulusal Yargı Ağı Projesi
(UYAP) üzerinde görünen tarihten iki gün önce Mahkemece duruşma açılarak karar
verildiğini, böylece görüşlerini sunmasına fırsat verilmeden davasının
reddedildiğini, ayrıca Yargıtay’a yaptığı karar düzeltme isteminin reddedilerek
kendisine para cezası verildiğini, bu nedenle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/11/2012 tarihinde
Salihli Kadastro Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 25/12/2012
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için 21/5/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 17/7/2013 tarihli görüş yazısı 25/7/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanlarını yasal süresinde sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Demirci İlçesinde 2008 yılında yapılan kadastro çalışması
sonucu sekiz farklı tutanakla birçok taşınmaz, tarla, bağ, ev, arsa, depo ve
ahır vasfıyla başvurucu adına tespit görmüştür.
8. Başvurucunun kendisi adına tespit gören taşınmazlar
dışında tarla olarak 30 yıldır zilyetliğinde bulundurduğunu iddia ettiği
Gülpınar Köyü 103 ada 1 numaralı parsel ve 104 ada 1 numaralı parsel içinde yer
alan taşınmazlar, 5/9/2008 tarihli kadastro uygulaması
ve 13/9/2008 tarihli kadastro tutanaklarıyla orman vasfında olmaları nedeniyle
Hazine adına tespit edilmiştir.
9. Başvurucu hakkında 2004 yılında, orman alanını yasa dışı
olarak işgal ettiği iddiasıyla ceza davası açılmıştır.
10. Başvurucu, 15/10/2008 tarihinde
bahsedilen taşınmazlardan bir kısmını 17/1/1963 tarihli tapu kaydına göre
taşınmazın maliki olan Ali Yıldırım isimli bir şahıstan satış senedi ile
aldığını, taşınmazların kendisi adına vergi kaydı bulunduğunu ve bahsedilen
taşınmazları zilyet olarak kullandığını iddia ederek, kadastro tespitinin
iptali ve taşınmazların kendi adına tarla vasfıyla tescili talebiyle Demirci
Kadastro Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
11. Demirci Sulh Ceza Mahkemesi, 19/10/2009
tarihinde, üzerine atılı suçla ilgili olarak başvurucu hakkında beraat kararı
vermiştir.
12. Mahkemece 12/05/2011 tarihinde
dava konusu taşınmazlarda fen, orman ve ziraat bilirkişisi refakatinde keşif
yapılmıştır. Başvurucu iki adet taşınmaz için dava açtığı halde keşif sırasında
mahkeme ve keşif heyetine üç adet taşınmaz göstermiştir. Bunlar Mahkemece 1, 2,
3 numaralı taşınmazlar olarak numaralanmıştır. Başvurucu 1 numaralı taşınmazın
dayanak tapusunu Mahkemeye sunmuştur.
13. Keşif sırasında dinlenen iki tanık
ve mahalli bilirkişi tapu kaydı kapsamında kaldığı iddia edilen 1 numaralı
taşınmazın kimden alındığını bilmediklerini, iki mahalli bilirkişi ve
başvurucunun gösterdiği üç tanıktan biri ise taşınmazı başvurucunun Hikmet Koç
isimli şahıstan satın alındığını ve başvurucunun dayandığı Ali Yıldırım adına
tapu kaydının 1 numaralı taşınmazı kapsamadığını beyan etmişlerdir. Tapu kaydına dayanılmayan 2
numaralı taşınmazla ilgili olarak ise mahalli bilirkişiler ve başvurucunun
gösterdiği tanıklar bu taşınmazı başvurucunun Hikmet Koç’tan aldığını ve
kullandığını ifade etmişlerdir. Tapu kaydına dayanılmayan 3 numaralı taşınmazla
ilgili olarak ise mahalli bilirkişiler ve başvurucunun gösterdiği tanıklar bu
taşınmazın kullanılmadığını belirtmişlerdir.
14. Mahkemece tapu evrakları üzerinde yapılan incelemede
başvurucunun sunduğu dayanak tapu kaydı maliklerinden Ali Yıldırım’ın,
taşınmazdaki hissesini başvurucu dışında üçüncü şahıslara sattığı görülmüştür.
15. Başvurucu ve vekili 13/10/2011
tarihli duruşmaya mazeretleri nedeniyle katılamamışlar, aynı tarihli Mahkeme
ara kararıyla, sundukları mazeret kabul edilmiş ve duruşma gününü UYAP üzerinden öğrenmelerine, sonraki duruşmanın
23/11/2011 tarihinde saat:10:15’te yapılmasına karar verilmiştir.
16. 18/10/2011 tarihli bilirkişi raporlarında,
dava konusu taşınmazlar üzerinde yer yer kapalılık teşkil eden, palamut, saçlı
meşe ve mazı meşe ağaçları bulunduğu, 2 numaralı taşınmazın sürüldüğü, 1
numaralı taşınmazın kısmen sürüldüğü, 3 numaralı taşınmazın ise sürülmediği ve
tarla olarak kullanılmadığı, memleket haritasında yeşil renkli alanda kaldıkları,
1953 ve 1970 tarihli hava fotoğraflarında meşe ağacı ve çalı ile kaplı
olduklarının göründüğü, ormana bitişik ve ormanın devamı oldukları, dolayısıyla
orman sayılan yerlerden oldukları ifade edilmiştir.
17. UYAP üzerinde de sonraki duruşma günü olarak 23/11/2011 tarihi görüldüğü halde duruşma 21/11/2011
tarihinde yapılmış ve bu duruşmada bilirkişi raporları okunarak birer örneği
davalı Hazine (İdare) temsilcisine verilmiş ve bilirkişi raporu hakkında görüşü
sorularak itirazları duruşma tutanağına kaydedilmiştir.
18. Mahkeme 21/11/2011 tarih ve
E.2008/47, K.2011/39 sayılı kararla taşınmazların tapu kayıtları, bilirkişi ve
tanık beyanlarına göre tapusuz oldukları ve orman niteliğinde olmaları
nedeniyle zilyetliğe değer verilemeyeceği gerekçesiyle taşınmazların tespiti
gibi tesciline karar vererek davayı reddetmiştir.
19. Başvurucu ilk derece mahkemesi karar duruşma gününün
kendisine yanlış bildirildiğini, duruşmanın yapılması öngörülen tarihten iki
gün önce yapıldığını da ileri sürerek temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz
talebini inceleyen Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 11/6/2012
tarih ve E.2012/2577, K.2012/8867 sayılı kararıyla, orman kadastrosunun 3402
sayılı Kanun’un 5304 sayılı Kanun ile değişik 4. maddesi hükümlerine göre
yapıldığı ve çekişmeli parsellerin orman sınırları içinde yer aldığı ve bu
nedenle özel mülkiyet konusu olmasına yasal olarak olanak bulunmadığı
gerekçesiyle talebi reddederek yerel mahkeme kararını onamıştır. Başvurucunun
belirlenen tarihten erken yapılması nedeniyle, bilirkişi raporlarının da
okunduğu duruşmada hazır bulunamadığı iddiasına ilişkin ise bir açıklamaya
kararda yer verilmemiştir.
20. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 25/9/2012 tarih ve 2012/10890, K. 2012/10723 sayılı kararı
ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Kesinleşen karar başvurucuya 10/10/2012
tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 7/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
22. 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun “Tescil” başlıklı 705.
maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille
olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”
23. 4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü
zaman aşımı” 713. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı
davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir”
24. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro
Kanun’un “Kadastro çalışma alanı, ilan ve
itiraz” kenar başlıklı 4. maddesinin 5304 sayılı Kanunla değişik
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Çalışma alanında orman bulunması ve 6831
sayılı Orman Kanununa göre orman kadastrosuna başlanılmamış olması halinde,
orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz
malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti kadastro ekibi
tarafından yapılır. Ancak, bu çalışmalarda kadastro ekibine, Orman Genel
Müdürlüğü taşra teşkilâtınca görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi
veya orman mühendisi ile tarım müdürlüklerince görevlendirilecek bir ziraat
yüksek mühendisi veya ziraat mühendisinin bildirimden itibaren yedi gün
içerisinde iştirak ettirilmesi zorunludur. Bu çalışmalara muhtar ve
bilirkişilerin katılmaması halinde çalışmalar re'sen
devam ettirilir. Ormanla ilgili yapılan itirazların incelenmesinde kadastro
komisyonuna da itiraza konu tespitlerde görev almayan Orman Genel Müdürlüğü
taşra teşkilâtınca görevlendirilecek bir orman yüksek mühendisi veya orman
mühendisi ile tarım müdürlüklerince görevlendirilecek bir ziraat yüksek
mühendisi veya ziraat mühendisi iştirak ettirilmesi zorunludur. Çalışma
alanındaki ormanların bu ekipçe sınırlandırma ve tespitleri yapılarak otuz günlük
kısmî ilâna alınır. Bu alanlarda orman kadastrosu yapılmış sayılır. Orman
kadastrosu kesinleşmiş yerlerde bu sınırlara aynen uyulur.”
25. 3402 sayılı Kanunu’nun “Kadastro
tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle
tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan
davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.”
26. 31/8/1956 tarih ve 6831 sayılı Orman
Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen
ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.”
27. 18/6/1937 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Tashihi karar talebi esbabı mezkureye mutabık görülmezse arzuhalin reddine ve mustedii tashihten yüz liraya kadar cezayı nakdi alınmasına
ve muvafık ise kabulüne karar verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 20/2/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/11/2012 tarih ve 2012/603 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, sunduğu deliller doğru
değerlendirilmeyerek kendisine ait olan taşınmazların Hazine adına tescil
edildiğini, duruşma tarihinin kendisine yanlış bildirildiğini, bahsedilen karar
duruşmasında sunulan bilirkişi raporu ve diğer delilleri değerlendirmesi
engellenerek iddia ve savunma hakkının kısıtlandığını, Yargıtay temyiz incelemesinde
usuli güvenceler ve temel haklar dikkate alınmadan
gerekçesiz karar verildiğini, ayrıca Yargıtay’a yaptığı karar düzeltme
isteminin reddedilerek kendisine para cezası verildiğini, bu nedenlerle
Anayasa’nın 35 ve 36. maddelerinde yer alan mülkiyet hakkı ve hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğini iddia ederek yeniden yargılama yapılmasına ve
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mahkemeye Erişim
Hakkı Yönünden
30. Başvurucu Yargıtay nezdinde yaptığı karar düzeltme
talebinin reddi üzerine kendisine 203,00 TL para cezası verilmesi nedeniyle
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Yargıtay’ca karar düzeltme isteminin reddi nedeniyle
verilen para cezası mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilecektir.
32. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
33. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp,
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38).
34. Devletlerin başvurucuların mahkemelere erişimiyle ilgili
yargının idaresini sağlamak ve iş yükünü azaltmak amacıyla getirdikleri, hakkın
kötüye kullanılmasını engellemeyi hedefleyen ceza niteliğinde düzenlemeler,
mahkemeye erişimi engelleyecek kadar yüksek olmadığı ve bariz bir takdir hatası
ya da açık keyfilik içermediği sürece mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maillard/Frasa, B. No: 35009 /02, 6/12/2005, §§ 35-37).
35. Somut olayda, başvurucular karar düzeltme isteminde
bulunmuşlar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince karar düzeltme istemleri
reddedilerek, başvurucular aleyhine toplam 203,00 TL para cezasına
hükmedilmiştir. Ancak başvurucunun savunmaları ve iddiaları, karar düzeltme
safhasından önce iki derecede incelenmiştir.
36. Gereksiz başvuruların önlenerek
dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla karar düzeltme
istemlerinin reddi halinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayan cezalar
başvurucular üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi, bu yola başvurulmasını
imkânsız hale getirmediği veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye
erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
37. Açıklanan nedenlerle derece Mahkemesi kararının
onanmasından sonra karar düzeltme isteminin reddine karar verilmesi üzerine,
başvurucular aleyhine para cezasına hükmedilmesinin açık bir ihlal niteliğinde
olmadığı anlaşıldığından, başvurucuların bu yöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan yoksun” bulunduğundan
başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Diğer Şikâyetler
Yönünden
38. Başvurucunun zilyetliğinde
bulundurduğu ve satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığını iddia ettiği
taşınmazların yapılan orman kadastro çalışmasıyla orman vasfıyla hazine adına
tescil edildiği, kararın verildiği duruşmaya Mahkemenin hatası nedeniyle
katılamadığı, bu duruşmada okunan bilirkişi raporlarına itirazlarını sunamadığı
ve temyiz itirazında dile getirdiği bu hususun Yargıtay Dairesince
incelenmediğinden ve adil yargılanması halinde davanın lehine
sonuçlanabileceğinden bahisle silahların eşitliği, çelişmeli yargılanma,
gerekçeli karar hakları ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer
kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne
ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
a. Adil Yargılanma
Hakkı Yönünden
39. Başvurucu, taşınmazın kendisi adına
tescili amacıyla açtığı davada karar duruşma tarihinin yanlış bildirildiğini,
bahsedilen duruşmada sunulan bilirkişi raporu ve diğer delilleri değerlendirmesi
engellenerek savunma ve iddia hakkının kısıtlandığını, Yargıtay temyiz
incelemesinde usuli ve temel haklar dikkate alınmadan
gerekçesiz karar verildiğini ve bu nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde yer
alan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. Adalet Bakanlığı görüş yazısında,
adil yargılama ilkesinde yer alan güvencelerden birinin de silahların eşitliği
ilkesi olduğu, bu ilke gereği davanın taraflarından birinin diğeri karşısında
zayıf duruma düşürülmemesi gerektiği, somut başvuruda başvurucunun karar
duruşmasına Mahkemenin hatası nedeniyle katılamadığı ve bu nedenle söz konusu
duruşmada okunan bilirkişi raporunu inceleme hakkından mahrum edildiği,
Yargıtay’ın başvurucunun bilirkişi raporunun kendisinin bulunmadığı bir
duruşmada incelendiği konusundaki itirazını tartışmadığı, ifade edilerek
silahların eşitliği ilkesinin ihlal edilip edilmediği incelenirken bu
hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
41. Başvuru konusu davada başvurucunun Mahkemenin hatası
nedeniyle katılamadığı duruşmada bilirkişi raporunun ele alınmasıyla bu raporu
incelemesinin engellendiği iddiası, silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılanma; Yargıtay’ın başvurucunun bu konudaki şikâyetini tartışmaksızın
karar verdiğine ilişkin iddiası ise gerekçeli karar hakları açısından
incelenecektir.
42. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
43. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
44. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
45. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede
yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,§
38).
46. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013,
§ 32). Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın
kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat
etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan
avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da
silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır. (Bkz.,
AİHM, Zagorodnikov/Rusya, B. No: 66941/01, 7/6/2007, § 30).
47. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan
çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm
taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma
ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. J.J./Hollanda,
B. No: 9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika, B.No:
19075/91, 20/2/1996, § 33). Bu çerçevede bilirkişi raporunun hazırlanma sürecine
başvuranların katılamaması ve başvuranlara delillerle ilgili görüş
bildirmelerine fırsat verilmemesi çelişmeli yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilmektedir (Bkz. Mantovanelli/Fransa, B. No: 21497/93, 18/3/1997, § 33).
48. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
49. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26) başvurucuların dile
getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara
ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usuli
haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde
tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir.
50. Başvuru konusu olaya benzer davalarda AİHM, duruşma günü
kendilerine duruşmadan sonra tebliğ edildiği için duruşmaya katılamayan
başvuranlarla ilgili olarak; hakların teorik olarak garanti edilmesinin yeterli
olmadığını, uygulamada da etkin biçimde garanti edilmeleri gerektiğini,
duruşmalı yargılamanın her zaman gerekli olmamakla beraber iç hukuktaki
duruşmada hazır bulunma hakkını kullanıp kullanmamaya karar verecek olan
davanın bir tarafına duruşmaya katılma imkânı verecek şekilde duruşmanın
bildirilmemesini, davanın diğer tarafının duruşmada yer alarak sözlü beyanlarda
bulunduğunu da göz önünde bulundurarak ve başvuranların karşı tarafın
beyanlarına karşı kendi beyanlarına sözlü olarak cevap veremediklerini
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Bkz. Yakovlev/Rusya, B. No: 72701/01, 15/3/2005, §§ 19 ve 21; Groshev/Rusya, B. No: 69889/01, 20/1/2006, §§ 29-31).
51. Somut olayda başvurucu vekili Demirci Kadastro Mahkemesinin
13/10/2011 tarihli duruşmasına mazeret dilekçesi
vermek suretiyle katılamamış, Mahkeme başvurucu vekilinin mazeretinin kabulüne
ve duruşma gününü UYAP portalı üzerinden öğrenmesine,
yeni duruşma gününün ise 23/11/2011 saat 10:15’te yapılmasına karar vermiştir.
52. Ancak Mahkeme son duruşmayı önceki duruşmada belirtilen
ve UYAP portalında görünen tarihten iki gün önce 21/11/2011 tarihinde, başvurucu vekilinin bulunmadığı,
davalı Hazine idaresinin vekili hazır olduğu halde yapmış ve bu duruşmada fen
ve orman bilirkişi raporları Mahkemeye ibraz edilerek davalı Hazine vekilinin
bilirkişi raporlarıyla ilgili görüşü sorulmuş ve itirazı tutanağa
geçirilmiştir. Başvurucu vekili bu duruşmaya katılamadığından bilirkişi
raporlarını inceleme ve bununla ilgili görüşlerini Mahkemeye sunma imkânı
bulamamıştır.
53. Ayrıca başvurucu vekili yaptığı temyiz başvurusunda
özellikle, Kadastro Mahkemesi’nin duruşmayı belirlediği tarihten önce yaptığı
ve bu nedenle karar duruşmasına katılamayarak bu duruşmada mahkemeye sunulan
bilirkişi raporları ve diğer delilleri değerlendirmelerinin engellendiğini
belirtmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 11/6/2012
tarihinde başvurucu vekilinin bahsedilen şikâyetini kararında tartışmaksızın
temyiz edilen kararı onamıştır.
54. Başvuru konusu davada başvurucunun, mahkemenin hatası
nedeniyle duruşmaya katılamayarak bilirkişi raporlarına itiraz edememesiyle
ilgili şikâyeti, başvurucunun katılamadığı duruşmada mahkeme karar verdiğinden
ilk derecede dile getirilememiştir. Başvurucunun bahsedilen şikâyeti somut bir
şikâyet olup, duruşmanın belirlenen günden önce yapıldığı, UYAP kayıtları ve
duruşma tutanaklarıyla sabittir. Başvurucunun usuli
haklarını kullanamadığı yönündeki somut şikâyetine temyiz dilekçesinde yer
vermesine rağmen bu durumun temyiz aşamasında hiç incelememesi veya gerekçede
bu hususun karşılanmaması ihlali ağırlaştırmaktadır.
55. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkı
Yönünden
56. Başvurucu, tarla vasfıyla otuz yıldır zilyetliğinde
bulundurduğu ve satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığını iddia ettiği
taşınmazların yapılan orman kadastro çalışmasıyla orman vasfıyla hazine adına tescil
edilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
57. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyet hakkının hâlihazırda sahip olunmayan varlığın
mülkiyetini kazanma hakkı vermediğini, başvurucunun bahsettiği mülkiyeti
ispatla mükellef olduğunu, ancak mahkeme önünde iddiasını ispat edemediğini
ifade ederek yapılacak incelemede bu hususların göz önünde bulundurulması
gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
58. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına
sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. (AYM, E.2011/58, K.2012/70, K. T. 17/5/2012).
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan
bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının
yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
59. Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun’da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence
kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını
kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2013/539, 16/5/2013, §§ 30,31).
60. 4721 sayılı Kanun’un 704.
maddesinde mülkiyet hakkının kapsamına arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfaya
kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar ile kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı
bağımsız bölümlerin girdiği, 705. maddesinde, taşınmaz mülkiyetinin
kazanılmasının kural olarak tescille gerçekleşeceği; miras, mahkeme kararı,
cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde,
mülkiyet hakkının tescilden önce kazanılacağı, ancak, bu hâllerde malikin
tasarruf işlemleri yapabilmesinin, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş
olmasına bağlı olduğu hükme bağlanmıştır.
61. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkının
ayni bir hak olduğu, tapu kütüğüne tescili gerektiği, taşınmaz mallardaki
mülkiyet hakkının 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesinin hükmü gereği kural
olarak tescille doğduğu, bu durumda kazandırıcı zamanaşımı koşullarının
oluşması ile taşınmaz üzerindeki zilyetliğin kendiliğinden mülkiyet hakkına
dönüşmeyip zilyet yararına "tescili
talep hakkı" doğurduğu, bu nedenle hâkimin tescil kararı ile
yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığı ve bu kararın kesinleştiği tarihten
ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğu ifade edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 7/2/2007 tarih ve E.2007/8-76, K. 2007/58,
sayılı kararı).
62. Başvuru konusu olayda başvurucu, dava konusu ettiği
taşınmazlardan birinde başkası adına tapu kaydına, diğer ikisinde ise
zilyetliğe dayanarak taşınmazların kendi adına tescil edilmesini ve mülkiyetini
kazanmayı talep etmiştir. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilgili
talebi, mevcut mülkiyetine yapılan müdahalenin önlenmesi değil, henüz maliki
olmadığı taşınmazların mülkiyetinin kendisine verilmesidir.
63. Mülkiyet hakkının varlığının tespiti yerel mahkemelere
bırakılmış olup; kanunlara göre hakkın kesin bir nitelik taşıdığını ve söz
konusu haktan yararlanma yetkisine sahip olunduğunu ortaya koyma yükü başvurucu
üzerindedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.,
AİHM, Agneessens/Belçika, B. No: 12164/86, 12/10/1998).
Başvuru konusu olayda, mülkiyet hakkını ispat yükümlüğü üzerinde bulunan
başvurucu, her ne kadar uyuşmazlık konusu taşınmazın orman sınırları içinde
kalmadığını, taşınmazlardan birini tapusu olan Ali Yıldırım’dan aldığını ileri
sürmüşse de iddiasını Mahkeme önünde ispatlayamamıştır.
64. Bununla beraber başvurucuya 23/11/2011
tarihinde yapılacağı bildirilen duruşmanın 21/11/2011 tarihinde yapıldığı, bu
duruşmada bilirkişi raporu okunarak rapora itirazların değerlendirildiği, başvurucunun
ise bu duruşmaya katılamadığından itirazlarını dile getiremediği, ayrıca
başvurucu temyiz aşamasında bu durumu ifade ettiği halde değerlendirmeye
alınmadığı göz önünde bulundurularak başvurucunun adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından başvuru konusu davada yapılan
yargılamanın adil olmadığı açıktır. Adil olmayan bir yargılama sonrası verilen
mülkiyet iddiasının reddi kararı üzerinden başvurucunun iddia ettiği mülkiyetin
var olduğu ya da olmadığı sonucuna ulaşılması mümkün değildir. Bu durumda önce
mülkiyet iddiasının başvurucuya bilirkişi raporuna itiraz edecek fırsatın
verildiği adil bir yargılamada tartışılarak sonuca bağlanması ve bu karar
üzerinden temyiz incelemesinin yapılması, daha sonra Anayasa Mahkemesi önünde dile
getirilmesi gerekmektedir.
65. Açıklanan nedenlerle, adil olmayan bir yargılamanın
sonucundan hareketle mülkiyet iddiası tartışılamayacağından mülkiyet hakkına
yönelik şikâyet konusunda bu aşamada karar verilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
66. Başvurucu, duruşmaya katılması yapılan hata sonucu
engellenerek bilirkişi raporlarını inceleme ve görüşlerini sunma imkânı
bulamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zararın giderilmesi için 16.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
67. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talebi
konusunda değerlendirme yapılmamıştır.
68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50.
maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.
…”
69. Başvuru konusu olayda tespit edilen
ihlal mahkemenin duruşmayı belirlediği günden
başka bir günde yapmasından kaynaklandığından ve başvurucuya bilirkişi raporlarına itiraz etme imkânı verilecek şekilde yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve
(2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun;
1- Mahkemeye erişim hakkına yönelik şikâyet yönünden “açıkça
dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2- Adil yargılanma hakkına yönelik diğer şikâyetler ile mülkiyet
hakkına yönelik şikâyetler
yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına adil yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Mülkiyet hakkına yönelik şikâyet
konusunda bu aşamada KARAR VERİLMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/2/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.