TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KAMİL KOÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/660)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Kamil KOÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Geçirdiği kaza sonucu uzun süre
tedavi gören başvurucu, tedavisi devam ederken başka bir ilde bulunan göreve
atanması işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açtığı
davada, dava açma süresinin işlemin kendisine tebliğinden başlamasına ve süresi
içinde davasını açmasına rağmen davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar
verildiğini, yargılama sırasında bazı bilgi ve belgelerin kendisine tebliğ
edilmediğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 16/11/2012 tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012
tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/3/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu
olay ve olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiş ve Bakanlık görüşünü 3/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
5. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 5/6/2013 tarihinde bildirilmiş ve
başvurucu görüşünü 28/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Özel Kuvvetler Komutanlığı Ankara Gölbaşı Doğal Afet
Kurtarma (DAK) Tabur Komutanlığında subay olarak çalışan başvurucu, 12/6/2009 tarihinde Ankara’da 2009 yılı “zorunlu paraşüt atlayışları” kapsamında
yapılan paraşütle atlama sırasında geçirdiği kaza sonucu sağ dizinden
yaralanmıştır.
8. Çeşitli askeri hastanelerde tedavi görüp istirahat
raporları alan başvurucu 5/4/2010 tarihinde Gülhane
Askeri Tıp Akademisinde (GATA) atroskopi ameliyatı
geçirmiştir.
9. Başvurucu 2010 yılı Eylül ayı Subay Genel Atamaları ile
Ağrı Doğubayazıt 1. Mknz. P. Tug. 2. Mknz. P. Tb. Muh. Des. Bl. Komutanlığına atanmıştır.
10. Geçirdiği ameliyat sonrası birçok defa istirahat raporu
alan başvurucu 31/5/2011 tarihinde Ankara’da özel bir
hastanede tekrar ameliyat olmuştur.
11. 22/9/2011 tarihinde GATA ortopedi servisinde
yapılan muayene sonucu “B 61 F4 sınıfı
görevini yapamaz” kararı ile GATA Sağlık Kuruluna sevk edilen
başvurucuya 2/2/2012 tarih ve 971 sayılı sağlık kurulu raporu ile “61/B/4 36/A/1 sınıfı görevini yapamaz. TSK SYY’nin K.K.K.na ait 2 nolu
sınıflandırma çizelgesindeki (+) işaretli sınıflarda sınıflandırılması uygundur.”
kararı verilmiştir.
12. Verilen rapor nedeniyle başvurucunun yeni sınıfının
belirlenmesi için Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açılırken sınıflandırma
işlemleri devam etmektedir.
13. 3/2/2012 tarihinde özel bir hastanede
tekrar ameliyat geçiren başvurucu toplam 4 aylık süre için istirahat raporu
almıştır. Başvurucunun tedavi süreci devam etmektedir.
14. 2010 Eylül Subay Atamaları kapsamında başvurucunun Ağrı
Doğubayazıt’a atanmasına ilişkin işlem 21/3/2012
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, 11/4/2012 tarihinde
atama işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava
açmıştır. AYİM Birinci Dairesi davayı süre aşımı nedeniyle 6/6/2012
tarih ve E.2012/577, K.2012/722 sayılı kararı ile reddetmiştir. Ret kararının
gerekçesinde, atama işlemi başvurucuya 21/3/2012
tarihinde tebliğ edilmiş ise de, atamaların 17/9/2010 tarihinde KARANET
Personel Yönetim Bilgi Sistemi (PYBS) üzerinden kişisel ve kurumsal
kullanıcılara yayımlandığı, davacının bu işlemi kişisel sayfasında tebellüğ
ettiği, akabinde atama memnuniyet anketi doldurduğu, KARANET kullanıcı
raporundan davacının duyurular bölümünden atamasını gördüğünü ve çeşitli
tarihlerde tayin dairesinde görevli subaylarla görüşme yaptığı, başvurucunun
atama işlemine 17/9/2010 tarihinde muttali olduğu, işlemin iptali için altmış
gün içerisinde dava açılması gerekirken davanın yaklaşık 1,5 yıl sonra
11/4/2012 tarihinde açıldığı ifade edilmiştir.
16. Başvurucu, 9/7/2012 tarihinde,
atama işleminin kendisine tebliğinden itibaren süresi içinde davasını açmasına
rağmen davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu
ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi aynı
Mahkemece 9/10/2012 tarih ve E.2012/2535, K.2012/1027
sayılı karar ile reddedilmiştir. Ret kararı 18/10/2012
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
17. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun
"Dava açma süresi"
başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma
süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı
süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür. Adresleri belli olmayanlara özel
kanunlardaki hükümlere göre ilan yolu ile bildirim yapılan hallerde, özel
kanunda aksine hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra başlar.”
18. 1602 sayılı Kanun’un "Dava dosyalarının Başsavcılığa verilmesi " başlıklı 47.
maddesi şöyledir:
“Dilekçeler
ve savunmalar alındıktan veya cevap süreleri geçtikten sonra, dava dosyaları
Genel Sekreterlikçe Başsavcılığa verilir. Başsavcılığın düşüncesi alındıktan
sonra dosyalar Genel Sekreterliğe geri gönderilir. Başsavcılık düşüncesi Genel
Sekreterlikçe taraflara tebliğ edilir. Taraflar tebliğden itibaren yedi gün
içerisinde cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilirler. Bu süre
uzatılamaz. Tarafların cevapları alındıktan veya cevap süresi geçtikten sonra
dosyalar görevli daireye Genel Sekreterlik aracılığı ile gönderilir.”
19. 1602 sayılı Kanun’un "Dosya dışında inceleme" başlıklı 52. maddesinin
dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları şöyledir:
“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve
vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece
gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel
bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin
soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine
incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava
konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek
nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine
açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine
incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak
ayrıca gönderilir.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya
verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu
iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından
incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha
önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa
incelettirilebilir.
(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20
md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik
derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde,
diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili
kanun hükümleri saklıdır.”
20. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun
" Göreve atanmada başlama süresi " başlıklı 120. maddesi
şöyledir:
“Subay ve astsubayların ilk ve görev süresi
içinde atanmalarında:
a) Aynı belediye hudutları içinde veya aynı
garnizon dahilinde bulunanlar, atanma emrini tebellüğ
ettiği günün takibeden 24 saat içinde, bu süre resmi
tatil gününe rastlıyorsa hizmetin başladığı gün mesai saati içinde,
b) Belediye hudutları dışında veya başka bir
garnizona atanmalarda yollukları hakkındaki özel kanunda belirtilen seyahat
süresi dışında 15 gün içinde
Atandıkları göreve katılmak zorundadırlar.
Bu süreler dahilinde
mazeretsiz göreve katılmıyanlar hakkında özel
kanunlar gereğince işlem yapılır.
(Ek: 29/7/1983 -
2870/9 md.) Yer değiştirme suretiyle yapılan
atamalarda personelin izinli veya raporlu olması tebligata engel olmaz. Ancak
(a) ve (b) bentlerindeki süreler, izin veya rapor müddetinin bitiminde başlar.”
21. 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe
Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin
Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve
dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil
adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk
birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların
idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen
dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden
idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/11/2012 tarih ve 2012/660 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, tedavisi sürmekte iken yapılan atamasının
iptali istemiyle açtığı davada, dava açma süresinin işlemin kendisine
tebliğinden itibaren başlamasına ve süresi içinde davasını açmasına rağmen
davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiğini, davalı idare tarafından
sunulan gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ edilmediğini, davası
reddedilirken başsavcının ve raportörün düşüncesinin
kendisine bildirilmediğini ve 659 sayılı KHK hükümlerine dayanılarak vekâlet
ücretine hükmedilmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 36.
maddesi ile tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Hakkında
a. Konu
Bakımından Yetki:
24. Öncelikle başvurunun konu bakımından Anayasa Mahkemesinin
yetki alanına girip girmediğinin tespiti gerekir. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı esas alınmaktadır (B. No:
2012/1049, § 18, 26/3/2013).
25. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma” hakkının kapsamı Anayasa’da
açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir.
27. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilke olarak kamu
görevlileri ile ilgili uyuşmazlıkların adil yargılanma hakkı kapsamında ele
alınabileceğini kabul etmektedir. Ancak devlet ile ona özel bir güven ve
sadakat bağı ile bağlı olan kamu görevlileri (asker, polis vb.) açısından
konuyu ayrı değerlendirmektedir. Bu çerçevede kamu görevlileri ile devlet
arasındaki uyuşmazlıkların adil yargılanma hakkının kapsamı dışında
tutulabilmesi için şu iki koşulun birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. İlk
olarak devlet, söz konusu uyuşmazlığa ilişkin iç hukukunda mahkemeye başvuru
hakkını tanımamış olmalıdır. İkinci olarak bu yoksun bırakma devletin
menfaatiyle ilgili objektif sebeplerle haklı kılınmalıdır. Başka bir ifadeyle,
devlet uyuşmazlık konusunun kamu gücünün icrası ve devlete özel bir sadakat ve
güven bağı ile alakalı olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (Bkz.Vilho Eskelinen/Finlandiya, B. No:
63235/00, 19/4/2007, § 62). Nitekim AİHM ulusal
makamların mahkemeye başvuru hakkı tanıdığı, başvurucunun asker olduğu ve
yargılamanın askeri mahkemede görüldüğü bir uyuşmazlığı adil yargılanma hakkı
kapsamında incelemiştir (Bkz. Pridatchenko ve
Diğerleri/Rusya, B. No: 2191/03, 3104/03, 16094/03, 24486/03, 21/6/2007,
§ 47).
29. Dolayısıyla, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
içinde yer alan başvuru konusu uyuşmazlığa yönelik ihlal iddiaları Anayasa
Mahkemesinin konu bakımından yetki alanı içerisinde yer almaktadır.
30. Başvuruda şikâyet konusu yapılan hususların diğer kabul
edilebilirlik kriterleri açısından farklı
niteliklerinin bulunması nedeniyle her bir şikâyete ilişkin değerlendirmenin
ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
b. Davanın
Süre Aşımından Reddi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurunun atama işleminin başvurucuya tebliğinden
itibaren süresi içinde davasını açmasına rağmen davanın süre aşımı nedeniyle
reddine kararının verilmesi suretiyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir nitelikte olduğuna
karar verilmesi gerekir.
c. Gizli
Belgelerin Sunulmadığı İddiası
32. Başvurucu, ek olarak davalı idare tarafından sunulan
gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu suretle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
33. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye
uyulması gerekir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
34. Başvuru konusu yargılama sonucunda
verilen kararda davanın süresinde açılmaması yönünden reddi ile birlikte bir
adet gizli zarfın iadesine de karar verildiği, bu kararın davanın esasının
tartışılması sonucu verilmiş bir karar olmadığı, gerekçeli kararda gizli olduğu
belirtilen zarftaki belgelerin mahkemece değerlendirildiğine ve karara esas
teşkil ettiğine ilişkin açık bilgilerin yer almadığı anlaşılmaktadır.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
36. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
37. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil
nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural
olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
38. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı
takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece
mahkemelerine başvurulmalıdır.
39. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz
(B. No: 2012/1049, 16/4/2013, § 32).
40. Başvuru konusu olayda, başvurucunun 9/7/2012
tarihinde yaptığı karar düzeltme talebi (§16) incelendiğinde, başvurucunun
davalı idare tarafından sunulan gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ
edilmediği ve bu bilgilerin hükme esas alındığına ilişkin herhangi bir iddiayı
ileri sürmediği görülmektedir.
41. Başvurucu tarafından ihlal iddiasına konu idari işlem
için öngörülmüş olan kanun yollarında başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal
iddialarının ileri sürülmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu
anlaşıldığından, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin bu
kısma ilişkin iddiaların “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Başsavcının
ve Raportörün Görüşünün Bildirilmediği İddiası
42. Başvurucu, ayrıca, AYİM tarafından davanın reddine karar
verilmeden önce Başsavcılık tarafından hazırlanan yazılı düşünce ile raportörün düşüncesinin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu
suretle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
43. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak
görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının görüşünün önceden taraflara tebliğ
edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkelerinin
ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Miran/Türkiye,
B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık
görüşünün önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı
görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir
(B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
44. Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı
Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara
tebliği ve tebliğden itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı
olarak Mahkemeye bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 34).
45. Raportör hâkimin görevi ve yargılama sürecindeki
pozisyonu ise savcılık makamı ile aynı nitelikte değildir. Raportör hâkimler,
mahkeme veya daire başkanı gözetiminde kendilerine havale edilen davaları
incelemekte, karar taslaklarını ve tutanakları hazırlamakta iken savcılar
mahkeme başsavcısının maiyeti altında çalışmaktadırlar. Genel olarak raportör hakimler soruşturma yapmayıp daha önce soruşturması
tamamlanmış bir dosya hakkında yazılı veya sözlü olarak görüşlerini
açıklamaktadırlar. Bu şekilde mahkeme üyelerini etkileyebilecek kanaatler ileri
sürmeleri mümkün olmakla birlikte bu görevi mahkeme veya daire başkanını
temsilen yerine getirmektedirler (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02,
27/11//2007, § 40-42).
46. Dosyanın incelenmesinden ilk derece yargılaması sırasında
Başsavcılık ve Raportörün görüşünün önceden taraflara tebliğ edildiği
anlaşılamamaktadır. AYİM Birinci Dairesinin davanın süre aşımı nedeniyle reddi
kararında Başsavcılık ve Raportör görüşüne yer verilmemiştir. Başvurucu 9/7/2012 tarihli karar düzeltme istemli dilekçesinde Başsavcılık
ve Raportör görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini de ileri sürmemiştir. Karar
düzeltme incelemesi sırasında alınan Başsavcılık görüşünün ise başvurucuya
tebliğ edilerek başvurucunun bu görüşlere cevap verdiği görülmektedir.
Dolayısıyla başvurucu ilk derece yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa
bile karar düzeltme aşamasında Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş ve buna
yönelik görüşlerini hazırlama ve mahkemeye sunma imkânı bulmuştur.
47. Diğer taraftan başvurucu eğer ilk derece yargılaması
sırasında başsavcılık ve raportörün görüşü tebliğ
edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri
süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Ayrıca AYİM’nin kararını verirken Başsavcılık ve raportörün görüşüne dayanmadığı da görülmektedir. Bu nedenle
başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık ve raportörün
düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu
etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı
söylenemez. Sonuç olarak somut olayda silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edilmediği anlaşılmaktadır.
48. Açıklanan nedenlerle, AYİM’in
kararlarında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine yönelik açık
bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. 659
Sayılı KHK Hükümlerine Dayanılarak Vekalet Ücretine Hükmedilmesinin Anayasa’ya
Aykırılığı İddiası
49. Başvurucu son olarak, vekâlet ücreti ile ilgili yapılan
düzenlemenin hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, temel hakların 659 sayılı KHK
ile düzenlenmesinin Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiğini, bu düzenlemenin
ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir.
50. Aynı konuya ilişkin aynı gerekçelerle ileri sürülmüş olan
ihlal iddiaları, 2/10/2013 tarih ve B. No:2013/1613
sayılı kararda incelenmiştir. Söz konusu kararda, başvuruya konu davada, 659
sayılı KHK ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet ücretine
hükmedildiği, dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü hükümlerin
davaya uygulandığının anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan
değerlendirilmesi gerektiği öncelikle ifade edilmiştir. Kararda daha sonra,
vekâlet ücretinin bir yargılama gideri olduğu, kural olarak bu tür giderlerin
mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edeceği, ancak, gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara
belli yükümlülükler öngörülebileceği, bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemenin
kamu otoritelerinin takdir yetkisi içinde olduğu, öngörülen yükümlülükler dava
açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğinin söylenemeyeceği, dolayısıyla davayı
kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücretinin bu çerçevede
değerlendirilmesi gerektiği, somut başvuru bu ilkeler kapsamında
incelendiğinde, başvurucunun davasının reddedilmesi sonucunda idare lehine
vekâlet ücreti ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış
bir müdahalenin olduğunun söylenemeyeceği belirtilerek, ihlal iddiasının kabul
edilemez olduğuna karar verilmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 35-41).
51. Açıklanan nedenlerle, yukarıda değinilen başvurudan
farklı bir yönü bulunmayan başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir. Zühtü ARSLAN bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas
Bakımından İnceleme
52. Başvurucu, tedavisi sürmekte iken yapılan atamasının
iptali istemiyle açtığı davada, dava açma süresinin işlemin kendisine
tebliğinden itibaren başlamasına ve süresi içinde davasını açmasına rağmen
davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiğini belirterek Anayasa'nın
36. maddesi ile tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, AİHM’nin adil
yargılanma hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, dava açma
sürelerinin, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana
gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek
adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmekte
olduğu, bu sürelerin adaletin sağlanmasını ve özellikle hukuki güvenliğe
saygının temin edilmesini amaçladığı ifade edilmiştir.
54. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşünde
yer alan, gizli belgelerde yer alan bilgilerin hükme esas alınmadığı yönündeki
ifadelere katılmamış, aksine tarafına iletilmeyen gizli belgelerdeki bilgilere
dayanılarak davanın süre yönünden reddedildiğini ileri sürmüştür.
55. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
56. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa
ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
57. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
58. Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak, bireysel
başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından
getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru
incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece
mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
59. Bununla beraber, mahkemeye erişim hakkı, adil yargılanma
hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede
zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013,
§ 27).
60. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında Devletin
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir.
61. Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında da idarî
işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden
başlayacağı açık bir şekilde hükme bağlanmıştır.
62. Kanun koyucu bu doğrultuda, 1602 sayılı Kanun’un 40.
maddesinin birinci fıkrası ile AYİM’de dava açma
süresinin her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren, kanunlarda
ayrı süre gösterilmeyen hallerde, altmış gün olduğunu hükme bağlamıştır.
63. 926 sayılı Kanun’un 120. maddesinde ise subay ve
astsubayların yer değiştirme suretiyle yapılan atamalarında, personelin izinli
veya raporlu olmasının atama işleminin tebliğine engel olmayacağı, ancak
atandıkları göreve katılmaları için kabul edilen sürelerin izin veya rapor
müddetinin bitiminde başlayacağı hükme bağlanmıştır.
64. Başvurucu, dava açma süresine ilişkin hükümlerin
yorumlanması ve uygulanmasından şikâyet etmektedir. Dava konusu işlem
başvurucuya 21/3/2012 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiş
olmasına rağmen AYİM’in dava açma süresinin işlemeye
başladığı tarih olarak, atama işleminin başvurucu tarafından öğrenildiğini
kabul ettiği (2010 Eylül atamalarının ilan edildiği) 17/9/2010 tarihini esas
aldığı görülmektedir.
65. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan
davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan,
kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar
aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Walchli / Fransa, B. No. 35787/03, § 29).
66. İdari işlemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi
altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla
düzenlenmiş; Anayasa’nın 125. ve çeşitli usul kanunları uyarınca bu sürelerin
işlemeye başlaması yazılı bildirime bağlanmıştır.
67. Yazılı bildirim esasının anayasal kural olarak
düzenlenmesinin temel amacı, idari işlemler karşısında kişilerin hak ve
çıkarlarının yargısal yolla korunması; bunun sağlanması için de dava açma
hakkının kullanılmasının anayasal güvence altına alınmasıdır. Başka bir ifade
ile yazılı bildirim, özellikle kişilerin menfaatlerini ihlal eden idari
işlemlere karşı dava açma hakkının kullanılmasında ortaya çıkmaktadır (Danıştay
10. Daire, E. 2010/7934, K. 2010/6948, 28/9/2010).
68. Usul kurallarının, hukuki
güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu
adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir
mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri
durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Efstathiou ve Others/Yunanistan,
B. No: 36998/02, § 24).
69. AYİM’in davanın süre bakımından reddi
kararında (başvurucu aksini iddia etmekle birlikte) başvurucunun atama işlemini
çeşitli şekillerde öğrendiği ayrıntılı olarak açıklanmış olsa da 1602 sayılı
Kanun’un 40. maddesinde idari işlemlere karşı dava açma süresinin işlemin
tebliğinden itibaren altmış gün olduğu açık bir şekilde kurala bağlanmış ve 926
sayılı Kanun’un 120. maddesinde izinli veya raporlu iken atama işlemine ilişkin
tebligat alınsa dahi atanılan göreve katılma
zorunluluğuna ilişkin sürelerin izin veya rapor müddetinin bitiminde
başlayacağı belirtilmiştir. Başvurucu da atama işlemi sırasında ve başvuru tarihine
kadar sürekli sağlık raporları ile izinli sayılması nedeniyle yeni görev yerine
katılmamıştır.
70. Mahkemeye erişim hakkının
kullanılması idari işlemler açısından kanunda belirtilen süreye ve bu sürenin
de yazılı bildirime bağlanması karşısında, AYİM’in
kanunen başvurucuya tebliğ edilmeyen ve başvurucu açısından yerine getirme
yükümlülüğü doğurmayan atama işlemine yönelik dava açma süresini, uyuşmazlık
konusu açık kuralı göz ardı ederek, başvurucunun atama işlemini öğrendiği tarih
olarak esas alması ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar
vermesi, başvurucunun idari işleme yönelik iddialarının esasının mahkemece
incelenmesine engel olmuştur.
71. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre
düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki
yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir
bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir.
Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok
kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı
olan yoruma açık formüller içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01, §
83).
72. Başvuru konusu olayda dava açma süresinin başlangıcına
ilişkin açık bir kanun hükmü vardır. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir
ve başvurucu buna göre kendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak
derece mahkemesi, açık olan kanun hükmüne olağanın dışında farklı bir anlam
verip buna göre uygulama yapmıştır. Bu uygulama yönünde yerleşmiş içtihat
olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri
sürülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun dava açarken (hukuki yardımdan yararlansa
bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muamele edileceğini
beklemesini gerektiren bir durum eldeki belgelere göre bulunmamaktadır. Buna
göre derece mahkemesinin yorumu öngörülemez niteliktedir.
73. Sonuç olarak, başvurucunun açık kanun hükmüne
verilebilecek olağan anlama göre süresinde açtığı dava, bu başvurunun koşulları
içinde derece mahkemesinin önceden öngörülemeyecek şekilde açık kanun hükmünü
olağanın dışında ve oldukça esnek yorumlaması neticesinde reddedilmiş ve
mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiştir.
74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun adil yargılanma
hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkının, dava açma
süresine ilişkin açık usul kurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın
dışında yorumlanması suretiyle, ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
75. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
76. Başvuru konusu
olay açısından davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği gözetilerek, 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin
Askeri Yüksek İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığı kanaatine varılması halinde atama işlemi nedeniyle uğradığı zararlar
için 1.403 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklandığı ve ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilmesi gerektiği için tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
78. Başvurucu,
vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar
verilmesi suretiyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY
BİRLİĞİYLE,
B. Başvurucunun vekâlet ücretine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA, Zühtü ARSLAN’ın karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin diğer
şikâyetlerinin KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
D. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
E. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE, OY
BİRLİĞİYLE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,
H. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve
(2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesine
gönderilmesine, OY BİRLİĞİYLE,
7/11/2013 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, diğer hususlar yanında,
yargılamanın sonunda idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesinin
hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüş, Mahkememiz çoğunluğu ise bu
yöndeki iddianın “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar vermiştir.
Mahkememiz Birinci Bölümü’nün 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararındaki karşıoy gerekçesinde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere,
vekalet ücreti gibi yargılama giderlerinin mahkemeye erişim hakkının özünü
zedeleyecek şekilde kişiye ağır ekonomik yük yüklememesi, ölçülü olması
gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin konuya
yaklaşımları da bu yöndedir. (Bkz. E.2011/54, K.
2011/142, K.T: 20.10.2011; E.2011/64, 2012/168, K.T: 1.11.2012; B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 66; Kreuz/Polonya (no.1), B.N: 28249/95, K.T: 19.6.2001, § 60; Apostol/Gürcistan, 40765/02, 28.11.2006, § 59; Bakan/Türkiye, B.N: 50939/99, K.T: 12.6.2007, § 70, 73; Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye, B.N: 52658/99, K.T: 17.7.2007; Stankov/Bulgaristan, B.N: 68490/01, K.T: 12.7.2007, § 54, 67; Klauz/Hırvatistan, B.N: 28963/10, K.T: 18.7.2013,
§ 97.)
Öngörülen vekalet
ücretinin başvurucu üzerinde ağır bir ekonomik yük teşkil edip etmediğinin
incelenmesi, başka bir ifadeyle orantılılık testinin yapılması, idari yargıda
görülen davalar açısından özellikle önemlidir. Zira ölçüsüz vekalet
ücreti, kamu gücünü kullanan idare karşısında bireye tanınan anayasal
güvenceleri işlevsiz kılma potansiyeline sahiptir. Yüksek miktardaki vekalet ücreti idarenin muhtemel keyfi işlemleri karşısında
bireylerin haklarını aramalarını zorlaştırabilecek, özellikle ödeme gücü zayıf
olan kişiler üzerinde dava açma konusunda caydırıcı etki yaratabilecek, sonuçta
onları idare karşısında savunmasız bırakabilecektir.
Somut başvuruda Mahkememiz çoğunluğu,
başvurucu aleyhine hükmedilen 1.200 TL tutarındaki maktu vekalet
ücretinin öngörülen amaçla orantılı olup olmadığını değerlendirmemiş, bunun
yerine orantılılık testinin yapılmadığı 2013/1613 başvuru numaralı karara atıf
yapmak suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin olmadığı sonucuna
ulaşmıştır.
Başvurucu aleyhine vekalet
ücretine hükmedilmesi her durumda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
müdahaledir. Bu müdahalenin bir ihlale yol açıp açmadığı ise öngörülen miktar,
başvurucunun aylık geliri, genel ekonomik durumu, kısaca ödeme gücü ve davanın
özel şartları gibi hususlar dikkate alınarak yapılacak bir orantılılık
incelemesinin sonunda belirlenebilir.
Bu gerekçelerle, çoğunluğun orantılılık testi
yapmaksızın başvurucu aleyhine hükmedilen vekalet
ücretinin mahkemeye erişim hakkına müdahale niteliğinde olmadığı ve başvurunun
“açıkça dayanaktan yoksun” olduğu yönündeki kararına katılmıyorum.