TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN TOSUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/998)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan TOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde (TSK) uzman jandarma olarak görev yaparken resen emekliye sevk
edilmesine dair işlemin iptali talebiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi ile anayasal haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/12/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış
ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
18/3/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Bakanlık, yazılı görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı 14/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup,
başvurucu tarafından 16/9/2013 tarihinde Bakanlık görüşüne cevap dilekçesi
sunulmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1994 yılında Uzman
Jandarma Okulunu bitirerek TSK’da göreve başlamıştır.
9. Antalya 3. Piyade Er Eğitim
Tugay Komutanlığı Disiplin Mahkemesinin 25/8/2000
tarih ve E.2000/109, K.2000/107 sayılı kararı ile başvurucunun “asta hakaret” suçunu işlediği sabit
görülerek 25 gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. Ayrıca, Isparta Dağ Komando
Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 13/3/2001
tarih ve E.2001/283, K.2001/71 sayılı kararı ile ayrı ayrı 17 defa “asta müessir fiil” suçunu işlediği sabit
görülen başvurucunun 17 defa beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis
cezalarının paraya çevrilerek ertelenmesine karar verilmiştir.
11. Başvurucu hakkında 3/1/1999 tarihinde tevbih, 1/10/1999 tarihinde şiddetli
tevbih, 29/5/2000 tarihinde iki gün göz hapsi, 22/8/2000 tarihinde üç gün göz
hapsi, 10/8/2000 tarihinde 1/25 maaş kesintisi, 3/11/2000 tarihinde şiddetli
tevbih, 7/4/2005 tarihinde 1/20 maaş kesintisi ve uyarı, 2/9/2005 tarihinde
ikaz, 27/10/2006 tarihinde uyarı, 11/12/2007 tarihinde iki gün oda hapsi
disiplin cezaları uygulanmıştır.
12. Sinop İl Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gelen isimsiz bir
ihbarda, bir şahsın üzerinde uyuşturucu madde bulundurduğunun bildirilmesi
üzerine muhbirin tarif ettiği yerde kolluk görevlilerinin beklemeye başladıkları
ve ihbardaki tarife uyan şahsın kolluk görevlilerini fark etmesi üzerine
elindeki poşeti çöp kamyonuna attığı, çöp kamyonu durdurularak çöp poşetinin
muhafaza altına alındığı ve içerisinde 1,8 kg esrar yapımında kullanılan bitki
parçalarının bulunduğu, şüpheli şahsın kimlik kontrolü yapıldığında Sinop İl
Jandarma Alay Komutanlığında görevli bir uzman çavuş olduğu ve asker kişi
olması nedeniyle soruşturma işlemleri yapılmak üzere Garnizon Komutanlığına
teslim edildiği, askeri makamlarca alınan 9/1/2008
tarihli ifadesinde kendisine bu esrar maddesini aynı birlikte görev yapan
başvurucu ve bir üçüncü şahsın bıraktıklarını söylemesi ve alınan diğer
ifadeler üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır.
13. 14/1/2008 tarihinde sıralı sicil üstlerince
başvurucu hakkında Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği’nin 70. maddesinin
(b), (c) ve (e) bentleri gereğince “Silahlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir” kanaati içeren sicil belgesi
düzenlenmiş, aynı Yönetmeliğin 71. maddesi gereğince oluşturulan komisyon
tarafından ayırma işlemi yapılmasına karar verilmiş ve 1/2/2008 tarihinde
Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanarak ayırma işlemi tamamlanmıştır.
Ayırma işlemi başvurucuya 6/2/2008 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
14. Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının
14/2/2008 tarih ve E.2008/133, K.2008/12 sayılı
iddianamesi ile başvurucunun 8/1/2008 ve öncesi tarihlerde, “uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma veya
sağlama, gece vakti hırsızlık, rüşvet almak ve vermek, iftira”
suçlarını işlediği iddiası ile Sinop Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesince, yargılama dosyasının başvurucuya isnat
edilen “gece vakti hırsızlık ve iftira”
suçlarına ilişkin kısmı ayrılarak E.2008/30 sırasına kaydı yapılmış, belirtilen
dava dosyası görevsizlik kararı verilerek Sinop Asliye Ceza Mahkemesine
gönderilmiş ve eski dosya üzerinden diğer suçlar açısından yargılamaya devam
etmiştir.
15. Başvurucu, ayırma işlemi
tesis eden idareye yazdığı 22/2/2008 tarihli dilekçe
ile TSK’dan ayırılmasının sebepleri ile ilgili bilgi ve belge istemiştir.
Altında “(ad ve soyad)/J.Kurmay Albay/Personel Daire Başkanı” imza,
isim, rütbe ve unvanları bulunan başlıksız bilgi yazısı ile ayırma gerekçeleri
başvurucuya bildirilmiştir. Yazıda belirtilen ayırma gerekçeleri şöyledir:
“…
a. Müvekkilinizin ilişiğinin kesilmesine esas
olan ‘Asta Müessir Fiil (37 kez)’ ve ‘Asta Hakaret’ suçlarından sonuçlanmış
yargılamaları ile işlemiş olduğu (11) ayrı disiplin suç ve tecavüzü nedeniyle
(3) uyarı, (1) ikaz, (2) şiddetli tevbih, 1/25 maaş katı, 1/20 maaş katı cezası
ile toplam (5) gün göz ve (2) gün oda hapsi cezaları ile ‘Uyuşturucu veya
Uyarıcı Madde Ticareti Yapma veya Sağlama” suçundan ilişiğinin kesildiği tarih itibariyla devam eden soruşturmasının TSK’da görev
yapmasını engelleyici nitelik ve nicelikte olduğuna karar verilmesi nedeniyle
durumuna uyan ve Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliğinin 70’inci madde (b,
c ve e) fıkraları gereğince hakkında Disiplinsizlik ve Ahlaki Durum nedeniyle
TSK’den ilişik kesme işlemi tesis edilmiştir.”
16. Başvurucu, ayırma işleminin
iptali talebiyle 4/4/2008 tarihinde AYİM’de dava açmış ve bu dava kapsamında yürütmenin
durdurulmasını ve duruşma açılmasını talep etmiştir. Başvurucunun yürütmenin
durdurulması talebi AYİM Birinci Dairesinin 15/4/2008
tarih ve E.2008/1121, K.2008/484 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Yargılama sonucunda Ağır
Ceza Mahkemesi, 30/5/2008 tarih ve E.2008/27,
K.2008/50 sayılı kararı ile başvurucunun “uyuşturucu
ve uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, rüşvet almak ve vermek”
suçlarından delil yetersizliği nedeniyle beraatine
karar vermiştir. Bu karar 9/6/2008 tarihinde
kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:
“…
Sanık Ramazan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapmak,
rüşvet almak suçlarından cezalandırılması talep edilmiş olup; sanığın müsnet suçları işlediğine dair sanık …
sonradan kovuşturma aşamasında kabul etmediği
soruşturma evresindeki beyanları nedeniyle hakkında dava açıldığı, kum işi
nedeniyle rüşvet aldığı iddia edilen kişiler hakkında yakalama tutanaklarında
isminin bulunduğu, rüşvet alan birinin bu şekilde tutanak tutmasının mümkün
olmadığı, uyuşturucu madde ticareti konusunda da kendisinde herhangi bir
şekilde uyuşturucu madde ele geçmediği anlaşılmakla suçlamalarla ilgili yeterli
delil bulunmadığı,
…”
18. Başvurucu, kesinleşen beraat
kararını da ibraz ederek 20/6/2008 tarihinde ikinci
defa yürütmenin durdurulması talebinde bulunmuş ve bu talep de 1/7/2008
tarihinde AYİM Birinci Dairesi tarafından reddedilmiştir.
19. AYİM Birinci Dairesi, 17/3/2009 tarihinde duruşma açmıştır.
20. Öte yandan, “Gece vakti hırsızlık ve iftira” suçlarına
ilişkin yargılama sonucunda Sinop Asliye Ceza Mahkemesi 19/4/2012
tarih ve E.2008/98, K.2012/191 sayılı kararı ile başvurucunun sözü edilen
suçlardan delil yetersizliği nedeniyle beraatine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:
“…
Mahkememizce sabit kabul edilen oluşa göre, sanıklar Ramazan
Tosun, … hakkında her ne kadar iftira suçundan kamu davası açılmış ise de; sanık ... aşamalardaki beyanları ile tanık
… Sinop Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/27 esas sayılı yargılama
dosyasındaki beyanlarının somut delillerle desteklenmemesi nedeniyle tüm dosya
kapsamı itibariyle sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair her
türlü şüpheden uzak yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediğinden müsnet suçlardan ayrı ayrı beraatlerine;
Sanık Ramazan Tosun, … hakkında her ne kadar hırsızlık
suçundan kamu davası açılmış ise de; sanıklar …
hakkında deniz kıyısından kum altıklarından bahisle 20.12.2007, 08.06.2007,
16.10.2006, 29.06.2006, 17.06.2007, 29.06.2006 tarihli tutanakların
düzenlendiği, eylemin idari nitelikte para cezasını gerektirdiğinden sanık … hakkında idari nitelikte
para cezası düzenlendiği anlaşıldığından; sanıkların üzerlerine atılı kum
hırsızlığı suçunun yasal unsurları oluşmadığından müsnet
suçtan sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermek
gerekmiş …”
21. Başvurucu, Sinop Asliye Ceza
Mahkemesinin beraat kararının açıklandığı duruşma tutanağını 26/4/2012,
gerekçeli kararı ise 8/6/2012 tarihinde AYİM Birinci Dairesine ibraz etmiştir.
22. Cumhuriyet Savcısı, Asliye
Ceza Mahkemesinin beraat kararını, sanıkların iftira suçunu işledikleri sabit
olduğu gerekçesiyle sanıklar aleyhine 22/5/2012
tarihinde temyiz etmiştir. Bu kapsamda yargılama süreci, iftira suçu bakımından
henüz sona ermemiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
23. Yargılama sonucunda AYİM Birinci
Dairesi, 26/6/2012 tarih ve E.2011/484, K.2012/759
sayılı kararı ile başvurucunun ayırma işleminin iptaline yönelik talebini oy
çokluğu ile reddetmiş, karar başvurucuya 17/7/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Kararın
gerekçesi şöyledir:
“…
Davacı hakkında ‘uyuşturucu ticareti yapmak’, ‘rüşvet
almak’, ‘gece vakti hırsızlık’ ve ‘iftira’ suçlarından dolayı kamu davası
açıldığı ve yapılan ceza yargılaması sonucu tüm suçlardan beraat kararı
verildiği anlaşılmakta ise de; davacının üç suçtan delil yetersizliği nedeniyle
beraat ettiği, davacının toplumla yakın ilişki içinde bulunan bir jandarma
personeli olarak içinde bulunduğu eylemlerin dava konusu işlem ve idare hukuku
açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Söz konusu suçlara bağlı eylemler hakkında beraat
kararı verilen gerekçeli hükümler incelendiğinde, davacının içinde bulunduğu
eylemlerin nitelik ve nicelik olarak, göz ardı edilemeyecek özellikte olduğu,
tanık ifadeleri dikkate alındığında davacının bir TSK. personeli
ve kolluk görevlisi olması açısından kabul edilemeyecek seviyede eylemler
içinde bulunduğu, bu eylemler içinde bulunan davacının artık TSK.’de görev yapması olanağının ortadan kalktığı, davalı
idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde
kullanıldığı değerlendirilmekle, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
…”
Kararın
karşı oy gerekçesi şöyledir:
“… Yönetmeliğinin 70’inci maddesinde, ayırma işlemi
tesisinde, bulunduğu rütbe ve bir önceki rütbesine ait disiplinsizlik durumunun
dikkate alınması gerektiği açık olarak belirtilmiştir. Bu madde kapsamına göre,
davacının son iki rütbesinde, iki adet ‘uyarı’; bir adet ‘maaş kat’ı’; bir adet ‘ikaz’ ve ‘2 gün oda hapsi’ disiplin
cezalarıyla cezalandırıldığı, ayırma işlemi tesis tarihinde yargılaması devam
eden dört ayrı suçtan başka herhangi bir disiplinsizliğinin bulunmadığı
görülmektedir. Diğer yandan davacı hakkında tesis edilen ayrıma işleminin
sonradan beraatla sonuçlanan kamu davalarına dayandırıldığı tartışmasız bir
gerçektir.
Davacının, sicil safahatı olarak ‘iyi’ derece bir sicil
eğilimine sahip olduğu ve beş sicil döneminde belirtilen olumsuz kanaatlerin
de, nitelik olarak vahim olmadığı anlaşılmaktadır. 16 adet takdirle taltif
edilen davacının ayırma işlemine esas alınan dört ayrı suçtan da beraat ettiği,
herhangi bir mahkumiyetinin bulunmadığı görülmektedir.
Bu çerçevede davacı hakkında tesis edilen ayırma işleminin
ölçülülük ilkesi sınırları içinde kalmadığı, kamu yararı – birey yararı
dengesinin korunamadığı ve takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde
kullanılmadığı, hakkında beraat kararı verilen suçlar nedeniyle içinde
bulunduğu eylemlerin yorumlanarak davanın reddi cihetine gidilmesinin hukuken
tartışmalı bir konuya işaret ettiği, dolayısıyla dava konusu ayırma işleminin
iptaline karar verilmesi kanaatinde olduğumdan aksi yönde oluşan sayın çoğunluk
kararına katılamadım.”
24. Başvurucu, 18/7/2012 tarihinde, karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Bu
süreçte, AYİM Başsavcılığının 13/9/2012 tarihli
düşüncesi 25/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu, Başsavcılık
düşüncesine karşı beyanlarını 26/9/2012 tarihinde AYİM
Birinci Dairesine sunmuştur.
26. AYİM Birinci Dairesinin 19/10/2012 tarih ve E.2012/1340, K.2012/1106 sayılı kararı
ile başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiş ve bu karar başvurucuya
15/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucu 7/12/2012
tarihinde, Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
28. Uzman Jandarma Atama ve
Sicil Yönetmeliği’nin “Disiplinsizlik ve
ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 70.
maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî
durumları gereği Silâhlı Kuvvetlerde kalmaları,
bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile
anlaşılıp uygun görülmeyen uzman jandarmalar hakkında, hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır :
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz
ve cezalara rağmen ıslah olmaması,
b. Hizmetin
gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. Aşırı
derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
d. Nafaka, trafik kazası, doğal afet,
personelin öngöremediği şekilde ülke genelinde yaşanan olağanüstü ekonomik
dalgalanmalar, ani devalüasyonlar, sağlık ve tedavi giderleri ile kefillik ve
benzeri zorunluluk halleri hariç olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
itibarını zedeleyecek şekilde aşırı derecede borçlanmaya düşkün olması ve bu
borçlarını ödememeyi alışkanlık haline getirmesi,
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı
hareketlerde bulunması,
f. Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasî,
yıkıcı, bölücü, irticaî ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi
faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar.”
29. Uzman Jandarma Atama ve
Sicil Yönetmeliği’nin “Disiplinsizlik ve
ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller”
kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma
işlemine tabi tutulacak uzman jandarmalar hakkında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklindeki ayırma sicili, ancak askeri
sicil üstlerince düzenlenir. Uzman jandarmalar hakkında bu şekilde, sicil
belgesi düzenleyen sicil üstleri bilgilendirmek amacıyla durumu, sicil
tanziminden hemen sonra gizli, kişiye özel bir yazıyla uzman jandarmanın
birinci mülki sicil amirine bildirir.
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil
belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir.
Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki
kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 70 nci
maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate
vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri
ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını
sağladıktan sonra, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına
gönderirler.
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma
sicil belgesi düzenlenen bir uzman jandarma hakkında, bu görüşe katılmayan
sicil üstü, temel nitelikler hariç, niteliklere işaret koymaksızın sicil
belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine, gerekçeli olarak ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir Kanaatine
Katılmıyorum’ kanaatini yazar ve imza eder.
Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu
siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle
karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kurmay Başkanının başkanlığında personel,
istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve
gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve
adlî müşavir veya hukuk işleri müdüründen oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin
kanun ve yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği
yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil
üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde
bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda
almış olduğu kararı, bir tutanak ile Jandarma Genel Komutanının onayına sunar
ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Jandarma Genel Komutanı tarafından
emekliliği uygun görülenlerin derhal ilişikleri kesilir. Emekliliği uygun
görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların
görev yerleri değiştirilir. Kanaatlerin çoğunluğu ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde bulunmayan sicil sahipleri ile
kanaatlerin çoğunluğu veya tümü ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ şeklinde olmasına rağmen Jandarma Genel Komutanı
tarafından emekliliği uygun görülmeyenlere, o sicil yılı içerisinde yeni
atandığı görev yerindeki sıralı sicil üstleri tarafından normal sicil
düzenlenir. Bu durumda bulunan Uzman Jandarmaların, ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde düzenlenmiş sicilleri, ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatine (20),
bu hükme katılmama kanaatlerinin her birine (60) numara verilmek suretiyle
Personel Başkanlığınca nota çevrilir. Bu durumda bulunan uzman jandarmanın o
yıl ki sicil notu, her iki sicil belgesinde tespit edilen not ortalamalarının
ortalamasıdır. Bu Yönetmelikte belirtilen şartları sağlayamadığı için hakkında
sicil belgesi düzenlenemeyenlerin o yıl ki sicil notu, ayırma sicil
belgesindeki notudur. Sicil notunun yukarıdaki şekilde hesaplanması ile bulunan
sicil notuna göre o uzman jandarmanın o yıl kademe ilerlemesi yapıp
yapamayacağı, Personel Başkanlığınca saptanır.
Bu maddede yazılı fiillerden dolayı hakkında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi
gereken Uzman Jandarmalardan mevcut belgelerin ast kademelere intikali
sakıncalı görülenler hakkında, bu belgelere dayanarak en az Tugay/ Bölge/ Tümen
Komutanı veya eşidi birlik, karargah
ve kurum amiri ile Jandarma Genel Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu
şekilde düzenlenen sicillere yukarıda belirtilen esaslar doğrultusunda kesin
işlem yapılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
7/12/2013 tarih ve 2012/998 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
31. Türk Silahlı Kuvvetlerinde
uzman jandarma olarak görev yaparken resen emekliye sevk edilen başvurucu, bu
işlemin iptaline ilişkin davanın reddine karar verilmeden önce AYİM
Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ
edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını, bu şekilde Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Başvurucu ayrıca, davalı
İçişleri Bakanlığı lehine maktu vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin
Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia etmiştir. Anayasa’nın 13.
maddesinde temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın ilgili
maddelerde belirtilen nedenlere bağlı olarak ancak kanunla sınırlanabileceği,
bu sınırlamanın ölçülü olması gerektiği, Anayasa’nın 36. maddesinin de 13.
madde kapsamında kaldığı, 36. maddede ise sınırlamaya ilişkin bir hüküm
bulunmadığı ve bu çerçevede bu özgürlüğün kanunla dahi sınırlandırılamayacağı;
ayrıca Anayasa’nın kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini düzenleyen 91.
maddesinin birinci fıkrasında Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel hakların kanun hükmünde kararnamelerle
düzenlenemeyeceğinin hüküm altına alındığını, aksi düşünülse bile kanun
hükmünde kararname düzenlemesinin ölçülü olmadığını, bu şekilde hak arama
özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucu son olarak, açtığı
iptal davasını reddeden AYİM’ce, gerekçe olarak
beraat kararı ile sonuçlanan ceza davasına, bu kararın gerekçesine ve dosya
kapsamındaki tanık beyanlarına atıf yapılarak Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başsavcılık Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği
Şikayeti Yönünden
34. Başvurucu iptal davasının
reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı
düşüncenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle savunma hakkının
kısıtlandığını, bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
35. Bakanlık görüş yazısında,
silahların eşitliği ilkesinin adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olduğu, bu ilkenin davanın taraflarının usuli haklar
bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre
daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde
mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına geldiği, ceza
davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye riayet edilmesi
gerektiği belirtilmiştir. Görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), daha
önce konuya ilişkin verdiği Miran/Türkiye
kararında dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye
sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi
nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal
edildiğinin tespit edildiği, Anayasa Mahkemesinin 16/5/2013
tarih ve 2013/1134 no.lu bireysel başvuru kararında da, Başsavcılık
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve
karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesinin adil yargılanma hakkının bir
gereği olduğunu belirttiği bildirilmiştir. Bakanlık görüş
yazısında ayrıca, AİHM’in, ilk derece yargılaması
sırasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde
dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine dair başvurucu
tarafından herhangi bir açıklamada bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk
derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi
sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir
imkândan mahrum bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiği, başvuruya konu
olayda başvurucu tarafından ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü
kendisine tebliğ edilmiş olsaydı hangi ilave tezleri ileri süreceği yönünde
herhangi bir açıklamada bulunmadığı, başvurucunun Başsavcılığın görüşünün
kendisine tebliğ edilmeyerek silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama
ilkelerine yönelik ihlal iddialarının bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği
bildirilmiştir.
36. Başvurucu cevap
dilekçesinde, AİHM içtihatlarına göre AYİM’deki
davada Başsavcılık görüşünün davacıya tebliğ edilmemesinin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlali sonucunu
doğurduğunu, bu yönüyle AİHM kararlarının, iddialarındaki haklılığı ortaya
koyduğunu bildirmiştir.
37. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi,
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Bu ilke idari
nitelikli davalarda da geçerli olup, Başsavcılık görüşünün önceden taraflara
tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı
verilmesinin silahların eşitliği ilkesinin ve dolayısıyla adil yargılanma
hakkının bir gereğidir. AİHM de AYİM Başsavcısının görüşünün önceden taraflara
tebliğ edilmemesinin Sözleşmenin 6. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir (Miran/Türkiye, B.No:
43980/04, 21/4/2009). Bunu dikkate alan kanun koyucu
yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve
6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine
Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden
itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye
bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 32 - 36).
38. Başvuru konusu olayda
başvurucu, 18/7/2012 tarihinde, AYİM’in
davanın reddine dair kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Bu
talebe karşı AYİM Başsavcılığı 3/9/2012 tarihli yazı
ile düşüncesini bildirmiştir. Başsavcılık düşüncesi şöyledir:
“… davacının davasını açtığı
tarihte geçerli hukuki koşullara göre; MSB aleyhine açtığı davada haksız
çıkması halinde vekalet ücreti ödemesinin gerekli olmadığı gözetildiğinde;
davası görülürken 02.11.2011 tarihli ve 659 sayılı KHK ile getirilen
düzenlemelerin kendisine uygulanmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Bu
itibarla iptal davasının esastan reddedilmesi ile beraber davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmiş olması hukuka aykırıdır.
… ancak, davalı idare lehine
vekalet ücretine hükmedilmiş olması hukuka aykırı olduğundan karar düzeltme
isteminin bu yönüyle KABULÜNE karar verilmesinin gerektiği düşünülmektedir.”
39. Görüldüğü üzere vekalet
ücreti yönünden karar düzeltme talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği
yönünde olan ve bu itibarla başvurucunun kısmen lehine olan Başsavcılık
düşüncesi 25/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş ve başvurucu, Başsavcılık düşüncesine karşı beyanlarını 26/9/2012
tarihinde AYİM Birinci Dairesine sunmuştur. Bu çerçevede ilk derece
yargılamasındaki Başsavcılık görüşünün tebliğ edilmemesi ile doğduğu iddia
edilen usuli eksiklik, aynı daire tarafından yapılan
karar düzeltme incelemesi aşamasında giderilmiştir. Ayrıca Başsavcılığın bu
görüşünün ilk derece yargılaması sırasında verilen görüş ile uyumlu olduğu,
başvurucunun aleyhine ilave tez ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
başvurucu ilk derece yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile karar
düzeltme aşamasında aynı mahiyette olan Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş
ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve mahkemeye sunma imkânı bulmuştur.
40. Ayrıca başvurucu, ilk derece
yargılaması aşamasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı
mahkeme önünde dile getiremediği ve sonuca etki edebilecek mahiyette ilave tez
veya deliller konusunda herhangi bir açıklamada da bulunmamıştır.
41. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık
düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu
etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakılması söz
konusu olmadığından, başvuru konusu usuli eksikliğin
silahların eşitliği ilkesini ihlal ettiği söylenemez.
42. Açıklanan nedenlerle,
başvuru konusu AYİM yargılaması kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkelerinin ihlal edilmediği anlaşıldığından başvurunun, Başsavcılık
düşüncesinin tebliğ edilmediği şikâyeti yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Aleyhine Maktu Vekâlet Ücretine
Hükmedildiğine İlişkin Şikayet Yönünden
43. Başvurucu, dava açıldıktan
sonra yürürlüğe giren bir düzenlemeye dayanılarak aleyhine vekâlet ücretine
hükmedilmesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetini
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, hukuki
konularda mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkının
mahkemeye gitme hakkını da kapsadığını, AİHM içtihadına göre, mahkemeye erişim
hakkının mutlak bir hak olmadığı, bir takım sınırlamalara tabi tutulabileceği,
bununla birlikte bu sınırlamaların kişinin adalete erişim hakkının özünü
zedeleyecek noktaya ulaşmaması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca mahkemeye
erişim hakkına yönelik sınırlamaların ancak meşru bir amaç güttüğünde ve
özellikle ulaşılmak istenen amaç ile kullanılan araç arasında makul bir
orantılılık ilişkisi olduğu zaman 6. maddenin (1) numaralı fıkrası ile uyumlu
olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu çerçevede hukuk
yargılamalarında uygulanan ve AİHM kararlarında “kaybeden öder” kuralı olarak ifade edilen ilkenin
taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen
değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine
ilişkin düzenlemelerin muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler
getirmekten vazgeçirdiği için AİHM tarafından tek başına Sözleşme’nin 6.
maddesi ile çelişmeyeceği yönünde karar verildiği belirtilmiştir. Bununla
birlikte, belli bir davanın özel koşulları ışığında hesaplanan masraf
miktarının, kişinin mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin
tespitinde önemli bir faktör olduğu hatırlatılmıştır. AİHM’in
Türkiye aleyhine yapılan bazı başvurularda davanın özel koşulları dikkate
alınarak nispi usule göre hesaplanan yargılama giderlerinin Sözleşme’ye
aykırı olduğu yönünde karar verdiği ancak başvuru konusu olayda ise yargılama
masraflarından sayılan vekâlet ücretinin nispi esasa göre değil maktu esasa
göre, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde (AAÜT)
belirlenen miktarlar göz önüne alınarak belirlendiği, bu miktarın, AAÜT’deki diğer maktu rakamlarla karşılaştırıldığında,
onlarla uyumlu olduğunun gözlemlendiği, ayrıca hükmedilen vekâlet ücretine dayanak
teşkil eden 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe
Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin
Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (659 sayılı KHK) dava devam
ederken yürürlüğe girmiş olması olgusunun Anayasa Mahkemesince daha önce
2013/1134 no.lu bireysel başvuru kararında değerlendirilerek buna ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verildiği, ancak burada
üzerinde durulması gereken diğer bir hususun başvurucunun, dava açarken davası
reddedilse dahi aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmeyeceği inancıyla hareket
etmiş olması olduğu, dava devam ederken yürürlüğe giren bu düzenlemenin,
başvurucunun dava açmakla aldığı riski arttırdığı, söz konusu düzenlemenin dava
açılırken yürürlükte olması halinde, başvurucunun böyle bir vekalet ücretini
ödemeyi göze alamayacak olması ihtimalinin bulunduğu, bu çerçevede davanın
başlangıcında böyle bir yükümlülüğü olmayan başvurucuya, sonradan yürürlüğe
giren bu düzenlemenin, ileride davanın kısmen de olsa aleyhine sonuçlanması
durumunda muhtemel bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü getirdiği
bildirilmiştir.
45. Başvurucu cevap
dilekçesinde, aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin dayanağı olan 659 sayılı
KHK’nın 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girdiğini, AYİM’deki davanın ise 4/4/2008 tarihinde açıldığını,
vekalet ücretinin davanın açıldığı tarihte geçerli olan kurallara göre
değerlendirilmesinin gerektiğini, bu şartlar altında aleyhine vekalet ücretine
hükmedilmesinin Anayasa’da düzenlenen hukuk devleti ve ölçülülük ilkelerine ve
hak arama özgürlüğüne aykırı olduğunu bildirmiştir.
46. Başvuru konusu dava
açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvurucular
için belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek
kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava
açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Davanın açıldığı tarihte
öngörülmeyen ücretin dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağının belli
olamayacağı, dolayısıyla öngörülmesi gerekli gider olarak kabulünün olanaksız
olduğu, getirilen ücret yükümlülüğünün bir usul kuralı olduğu ve dava
aşamalarında uygulanmasını engelleyecek de bir hüküm olmadığı cihetle, davası
reddedilen başvurucuya vekalet ücretinin yükletilmesinde hukuka aykırı ve keyfi
bir uygulama tespit edilmediğinden, başvurucuya yüklenen maktu olarak
belirlenmiş vekâlet ücretinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale oluşturduğu
kabul edilemez (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 24; B.
No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38-40).
47. Açıklanan nedenlerle, hak
arama özgürlüğüne yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından
başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücreti hükmedildiğine ilişkin başvurunun diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü
ARSLAN bu görüşe katılmamıştır.
c. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği Şikayeti
Yönünden
48. Başvurucu, açtığı iptal
davasını reddeden AYİM tarafından, gerekçe olarak beraat kararı ile sonuçlanan
ceza yargılamasına, bu kararın gerekçesine ve dosya kapsamındaki tanık
beyanlarına atıf yapılarak Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Bakanlık, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
50. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51. Başvurucu, açtığı iptal
davasını reddeden AYİM’in, gerekçe olarak beraat
kararı verilen suçlara, bu kararın gerekçesine ve tanık beyanlarına atıf
yaparak Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2)
numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
52. Bakanlık görüş yazısında,
masumiyet karinesinin sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin
üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği önyargısıyla hareket etmemesini
ifade ettiği, ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen kişiye ilişkin bir
kararın, şahsın kanuna göre suçu kanıtlanmadan önce suçlu olduğu yönünde bir
görüşü yansıtması halinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı ifade
edilmiştir. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, masumiyet karinesinin, ceza
davalarında sadece usule ilişkin bir güvence olmadığı, kapsamının daha geniş
olduğu, devletin hiçbir temsilcisi ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme
tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektirdiği vurgulanmıştır. Bakanlık görüş yazısında, ceza davasında verilen bir beraat
kararından sonra aynı olaylara dayanılarak açılan ve daha hafif bir ispat yükü
gerektiren, tazminat davasında kişinin hukuki sorumluluğunun tespit
edilebileceğini, ancak hukuk mahkemesinin daha önce açılmış bir ceza davası ile
aynı maddi vakıalara dayanan bir davada, ceza davası sonucu verilmiş beraat
kararına uygun hareket etmesinin gerektiği bildirilmiştir. Bakanlığın
somut olaya ilişkin değerlendirmesinde, AYİM’in
başvuru konusu kararında ceza yargılamasında karara bağlanan maddi vakıaları
daha düşük ispat standardı gerektiren emekliye sevk konusunda yeniden ele
aldığı, beraat kararını sorgulamadığı, ceza hâkimi önünde alınan ve aksi sabit
oluncaya kadar geçerli ifadelerden delil olarak yararlandığı bildirilmiştir.
53. Başvurucu cevap
dilekçesinde, AYİM’deki davanın yargılaması devam
ederken ceza yargılamasının sonucu beklendiği halde, davacının yargılandığı
suçtan beraat etmesine rağmen davanın reddine karar verilmesinin Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğunu, beraat hükmünün lehine
dikkate alınmadığını ve ceza davasındaki tanık ifadelerinin kendi aleyhine
delil olarak kabul edildiğini bildirmiştir.
54. Ayırma işlemine yönelik
iptal davasının yargılaması sonucunda AYİM tarafından verilen kararın gerekçesinde,
başvurucu hakkında beraat kararı ile sonuçlanan yargılamalara, bu kapsamdaki
suçların nitelik ve nicelikleri ile tanık beyanlarına yer verilerek masumiyet
karinesinin ihlal edildiği iddiası başvurunun özünü oluşturmaktadır.
55. Öncelikle bireysel başvuru
incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz” kuralı gereğince, kanun yolu incelemesinde
olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir hukuki denetim
imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu çerçevede, başvurucunun açtığı iptal
davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka
uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği
sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu
açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde,
masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile
sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
56. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
57. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin
ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir.
58. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
59. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
60. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini
güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
61. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı
verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen ve
suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde
olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır.
Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit
olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle
sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda kişi hakkında masumiyet
karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları
anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz.
62. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya, B. No:
9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85,
7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen
beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük
ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma
tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
63. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecinde yer alan iddia kapsamındaki
olaylara dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet
karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil
etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan
veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve
dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından
yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate
alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat
ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
64. Öte yandan, Ceza ve Ceza
Muhakemesi Hukuku ile Disiplin Hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi
işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları
açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı
olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz
olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
65. Başvuru konusu olay
incelendiğinde başvurucunun niçin ayırma işlemine tabi tutulduğuna ilişkin
sorusuna idare tarafından verilen cevapta “…
suçundan ilişiğinin kesildiği tarih itibariyla devam eden soruşturmasının TSK’da görev
yapmasını engelleyici nitelik ve nicelikte olduğu…” ifadelerine yer
verilmiştir. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet
karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının
sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya
da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması
da disiplin işlemlerinin başlatılması veya disiplin yaptırımı uygulanması için
yeterli görülebilir. Dolayısıyla ilgili kişi hakkında başlatılan soruşturmalara
atıf yapan idarenin cevabındaki ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği
söylenemez.
66. Diğer taraftan ayırma
işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği AYİM kararının gerekçe kısmında “Davacı hakkında ‘uyuşturucu ticareti yapmak’, ‘rüşvet
almak’, ‘gece vakti hırsızlık’ ve ‘iftira’ suçlarından dolayı kamu davası
açıldığı ve yapılan ceza yargılaması sonucu tüm suçlardan beraat kararı
verildiği anlaşılmakta ise de; davacının üç suçtan delil yetersizliği nedeniyle
beraat ettiği, davacının toplumla yakın ilişki içinde bulunan bir jandarma
personeli olarak içinde bulunduğu eylemlerin dava konusu işlem ve idare hukuku
açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Söz konusu
suçlara bağlı eylemler hakkında beraat kararı
verilen gerekçeli hükümler incelendiğinde, davacının içinde bulunduğu
eylemlerin nitelik ve nicelik olarak, göz ardı edilemeyecek
özellikte olduğu, tanık ifadeleri dikkate
alındığında davacının bir TSK. personeli ve
kolluk görevlisi olması açısından kabul edilemeyecek seviyede eylemler içinde bulunduğu, bu eylemler
içinde bulunan davacının artık TSK.’de görev yapması
olanağının ortadan kalktığı,
davalı idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde
kullanıldığı değerlendirilmekle, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir.
67. Görüldüğü üzere AYİM
kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatle
sonuçlanan yargılamalara ve beraat kararlarının gerekçelerine, bu kapsamdaki
tanık beyanları ile yargılamaya konu suçların nitelik ve niceliklerine
dayanılmış ve başvurucunun beraat ettiği fiilleri işlediği kabulünü içeren
ifadelere yer verilmiştir. Başvurucunun disiplin durumu değerlendirilirken,
beraat kararlarına konu olan eylemler içinde yer aldığı kabul edilerek,
disiplinsizlik durumu da bu kabule dayandırılmıştır. Bu çerçevede başvuruya
konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme
kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu
inancının yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla idarenin ayırma işleminin
hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşırken Mahkeme, başvurucunun disiplin durumunu
ceza yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku ilkelerine göre
değerlendirmemiş, aksine ceza mahkemesinin beraat kararının gerekçesine ve
başvurucunun yargılandığı fiilleri işlediği kabulüne dayanarak kararını
vermiştir. Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerin başvurucunun masumiyet
karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
68. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkındaki beraatle sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta
bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun
yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı
anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.
…”
70. Başvuru konusu olayda tespit
edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2)
numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği
yönündeki başvurunun, “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal
edildiği yönündeki başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Zühtü ARSLAN’ın karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına
alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
D. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına
alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
7/11/2013 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
diğer hususlar yanında, yargılamanın sonunda idare lehine vekalet
ücretine hükmedilmesinin ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu ve hak arama
hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüş, Mahkememiz çoğunluğu ise bu yöndeki
iddianın “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar vermiştir.
Mahkememiz
Birinci Bölümü’nün 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru
numaralı kararındaki karşıoy gerekçesinde
ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, vekalet ücreti gibi yargılama giderlerinin
mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde kişiye ağır ekonomik yük
yüklememesi, ölçülü olması gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'nin konuya yaklaşımları da bu yöndedir. (Bkz. E.2011/54, K. 2011/142, K.T: 20.10.2011; E.2011/64,
2012/168, K.T: 1.11.2012; B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 66; Kreuz/Polonya (no.1), B.N: 28249/95, K.T: 19.6.2001, § 60; Apostol/Gürcistan, 40765/02, 28.11.2006, § 59; Bakan/Türkiye, B.N: 50939/99, K.T: 12.6.2007, § 70, 73; Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye, B.N: 52658/99, K.T: 17.7.2007; Stankov/Bulgaristan, B.N: 68490/01, K.T: 12.7.2007, § 54, 67; Klauz/Hırvatistan, B.N: 28963/10, K.T:
18.7.2013, § 97.)
Öngörülen
vekalet ücretinin başvurucu üzerinde ağır bir ekonomik
yük teşkil edip etmediğinin incelenmesi, idari yargıda görülen davalar
açısından özellikle önemlidir. İdarenin her türlü eylem ve işleminin
yargı denetimine açık olması hukuk
devletinin olmazsa olmaz unsurlarındandır. Nitekim, Anayasa’nın
125. maddesi hukuk devletinin bu önemli unsurunu
düzenlemiş, 40. ve
129. maddeleri de idarenin haksız işlemlerinden kaynaklanan zararların devlet tarafından karşılanacağını belirtmiştir. İdare karşısında bireye tanınan bu güvenceler,
birey-devlet ilişkisindeki eşitsizliğin doğal sonucudur. Anayasa, kamu gücünü kullanan idare karşısında bireyin yargı yoluyla
hakkını araması için gerekli mekanizmaları
öngörmüştür.
Ölçüsüz
vekalet ücreti, bu mekanizmaları ve sağladıkları
güvenceleri işlevsiz kılma potansiyeline sahiptir. Yüksek miktardaki vekalet ücreti idarenin muhtemel keyfi işlemleri karşısında
bireylerin haklarını aramalarını zorlaştırabilecek, özellikle ödeme gücü zayıf
olan kişiler üzerinde dava açma konusunda caydırıcı etki yaratabilecek, sonuçta
onları idare karşısında savunmasız bırakabilecektir.
Somut
başvuruda Mahkememiz çoğunluğu, orantılılık testi yapılmayan önceki kararlara
atıf yapmak suretiyle başvurucunun vekalet ücreti
ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin
olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Halbuki, başvurucu
aleyhine hükmedilen 2.400 TL tutarındaki maktu vekalet ücretinin ülkemiz
şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun aylık geliri, genel ekonomik
durumu, kısaca ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate
alınmak suretiyle bir orantılılık testinin yapılması gerekirdi. Aylık asgari
ücretin yaklaşık üç katına ulaşabilen bir miktarın hiçbir incelemeye tabi
tutulmadan daha ilk bakışta mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale teşkil
etmediği söylenemez.
Başvurucu
aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi, her durumda
mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahaledir. Bu müdahalenin bir ihlale yol
açıp açmadığı ise ancak somut başvurunun şartları dikkate alınarak yapılacak
bir orantılılık incelemesinin sonunda belirlenebilir. Bu inceleme yapılmadan
söz konusu müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez veya varsayılamaz.
Bu
gerekçelerle, çoğunluğun orantılılık testi yapmaksızın başvurucu aleyhine
hükmedilen vekalet ücretinin mahkemeye erişim hakkına
müdahale niteliğinde olmadığı ve başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun” olduğu
yönündeki kararına katılmıyorum.