TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SONER ŞENGÜLLER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/899)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Soner ŞENGÜLLER
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet Adnan TÜZÜN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/11/2012
tarihinde İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler
giderilmiş ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonu, 27/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar vermiştir.
4. Bölüm, 16/4/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 16/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 3/6/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 12/6/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 22/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek için
örgüt kurma, uyuşturucu madde ticareti yapma, sayı veya nitelik bakımından
vahim ateşli silah taşıma/bulundurma, patlayıcı maddelerin izinsiz olarak
bulundurulması ve sahtecilik suçlarıyla ilgili olarak 13/7/2007
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2007
tarih ve 2007/113 sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında, isnat
edilen suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/7/2007 tarihli iddianamesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine
kamu davası açılmıştır.
10. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2007/376 sayılı dosyasında tutuklu devam eden yargılamada, 4/9/2012 tarihli duruşmada tahliye talebi “iddianamede düzenlenen her bir suç için tutukluluk
süresinin bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın Ağır Ceza
Mahkemesi’nin görevine giren birden çok suçtan tutuklanmış olduğu” gerekçesiyle
reddedilerek, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
11. Bu karara yapılan itiraz
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2012 tarih
ve 2012/700 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
12. Başvuru tarihi itibarıyla
devam eden yargılama kapsamında, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2013 tarih ve E.2007/376, K.2013/157 sayılı kararıyla
başvurucunun, suç işlemek için örgüt kurma, uyuşturucu madde ticareti yapma,
sayı veya nitelik bakımından vahim ateşli silah taşıma/bulundurma, patlayıcı
maddelerin izinsiz olarak bulundurulması ve sahtecilik suçlarından toplam 29
yıl 24 ay 15 gün hapis ve ayrıca adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
13. Başvurucu vekili 24/7/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine,
18/7/2013 tarih ve E.2007/376, K.2013/157 sayılı mahkûmiyet kararını temyiz
ettiğini bildirmiş ve Mahkemeden gerekçeli kararın tebliğini talep etmiştir.
B. İlgili
Hukuk
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
16. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 9/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
28/11/2012 tarih ve 2012/899 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, 14/7/2007 tarihinde tutuklandığını ve 5271 sayılı Kanun’da
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına rağmen tahliye
talebinin reddedildiğini, birden fazla suç nedeniyle yürütülen yargılamada her
bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı değerlendirilemeyeceğini, kanuna
aykırı olarak tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
20. Başvurucunun şikâyetinin
esas itibarıyla kanunda öngörülen azami sürenin aşılması nedeniyle tutukluluğun
hukuki olmadığına ilişkin olduğu, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesi
çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
21. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının
tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu
tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Mahkemeye yapılan tahliye talebi ve
bu talebin reddi üzerine yapılan itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun
Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki şikâyetleri ile ilgili olarak derece mahkemelerine
başvurarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi ve aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca tazminat davası açması gerektiği
ileri sürülmüştür.
22. İkinci olarak, devam etmekte
olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi
için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olmadığı,
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarih ve
E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesi uyarınca devam etmekte olan bir davada da tazminat talep
edilebilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Başvurucu Adalet
Bakanlığının bu görüşüne karşı, ihlalin devam ettiği ve bu yola başvurmanın
ihlali önleme bakımından etkili olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
26. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B.
No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).
27. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz
olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı
şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek
başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en
azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28-29).
28. Adalet Bakanlığının
görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin
düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen
koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar
verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama
mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen
kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine
ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
29. 5271 sayılı Kanun’un
tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında tutukluluğunun devamına karar verilen” kişilerin, maddî ve
manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebileceklerine ilişkin
düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmekle birlikte,
aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarını düzenleyen 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği
düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine bildirilen görüşte,
somut olayla ilgili olarak, başvurucunun tutukluluğu devam etmekte iken,
tutukluluğu ile ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre tazminat
talebinde bulunabileceği ifade edilmiştir.
30. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde
tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru sadece
maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
31. Ancak başvurucunun başvuru
tarihi itibaryla istemi tazminat değildir. Başvurucu,
Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle
tahliyesine karar verilmesini talep etmektedir. 5271 sayılı Kanun’un koruma
tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında,
başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir.
Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini
teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye
serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun
esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu
yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi
gerekmez.
32. Bununla birlikte başvurucu
hakkındaki davanın karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen
tutukluluğa dönüştüğü, başvurucun talebi tahliye ise de, kararla birlikte bunun
mümkün olamaması dikkate alındığında şikâyet konusu anayasal hakkın ihlalinin
tespiti ile tazminata hükmedilmesi mümkün olabilecektir. Bu durumda 5271 sayılı
Kanun’un 141. ve devamı maddelerinde belirtilen yola öncelikle başvurulmasının
zorunlu olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
33. Bu konuya ilişkin bazı
Yargıtay kararları belli durumlarda tazminat talebi için asıl hükmün
kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E. 2011/15700, K. 2012/9187; 15/5/2012
tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları). Tutukluluk süresinin
verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği, bu nedenle tazminata
hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da mümkündür (Yargıtay
12. Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E. 2012/20277,
K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1 sayılı kararları).
Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu yolun etkili olduğunu
göstermemektedir. Diğer bir anlatımla, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
aynı dosya kapsamındaki suçlarla ilgili olarak tutukluluğun kanunda öngörülen
azami sınırının değerlendirilmesi yönünden etkili bir başvuru imkânı
bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle Adalet
Bakanlığının, başvurucunun tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve
başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez. Başvurucunun
iddialarının dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul
edilemezlik nedeni de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
35. Başvurucu, 14/7/2007 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılandığı
dava kapsamında Kanun’da öngörülen azami beş yıllık sürenin aşılması nedeniyle
tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
36. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün
gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim
altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın
yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir
kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen
esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı
şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut
geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri
dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
37. Adalet Bakanlığı, başvurucunun
beş yıldan fazla tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi kapsamında tutmanın hukuki
sayılabilmesi için birinci fıkranın (a) ve (f) bentleri arasındaki
istisnalardan birinin karşılanması gerektiğini, tutmanın bu anlamda hukuki
olduğu anlaşıldıktan sonra, Sözleşmenin, “kanunda
düzenlenmiş bir prosedürün” izlenip
izlenmediği dâhil olmak üzere, esas ve usul kurallarına uyma yükümlülüğünü
ulusal hukuka bıraktığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin, Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında sanığın birden
fazla suç nedeniyle tek bir davada yargılandığı durumlarda, tutukluluk süresini
tek bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini belirtmiştir.
38. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşünde belirtilen hususlara aykırı olarak tutukluluğun devamına
karar verildiğini beyan etmiştir.
39. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
40. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 42).
41. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
42. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde
özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının
bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği
hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 44).
43. Tutuklamaya ilişkin hükümler
5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye
göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir.
Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 45).
44. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 46).
45. Somut olayda 13/7/2007 tarihinde gözaltına alınan ve 14/7/2007 tarihinde
tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri
uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye
talebinde bulunmuştur. Gerek davaya bakan, gerekse itirazı inceleyen mahkemeler
azami beş yıllık süre konusundaki gerekçelerini belirtmek suretiyle
tutukluluğun devamına karar vermişlerdir.
46. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun
yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve
somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
47. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin
yargılama kapsamında tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı
uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü
açısından sonuç doğuracağı daha önce belirtilmiştir (B. No: 2012/521, § 48, 2/7/2013).
48. Ayrıca suç ve sanık sayısı,
davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı
konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek etkenler olup kanuni tutukluluk
süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve
amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların
dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca
varmak mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/521, § 49, 2/7/2013).
49. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin, birden fazla suça ilişkin soruşturma ve
kovuşturmanın bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş
olması halinde kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı değerlendirilmesi
gerektiği yönündeki yorumu, kişilerin tutuklu yargılanabileceği azami süreyi
belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi
hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her
biri için ayrı değerlendirdiğinde kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu
hükmen sabit hale gelmemiş bir kişinin bu yorum nedeniyle belirsiz bir süre
özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
50. Başvurucu 13/7/2007
tarihinde gözaltına alınmış ve 14/7/2007 tarihli kararla tutuklanmıştır. Somut
olay bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen azami tutukluluk süresi 13/7/2012 tarihinde
dolmuştur. Bu tarihle mahkûmiyet kararının verildiği 18/7/2013
tarihi arasındaki tutukluluk hali kanunda aranan şekil ve şartlara
uymamaktadır.
51. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
52. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
54. Bu
aşamada ihlalin
tespiti dışında sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılabilecek bir işlem olmaması, kişi hürriyeti ve
güvenliğine yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararın varlığı ile somut olayın özellikleri dikkate alınarak
başvurucuya takdiren 7.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmiştir.
55. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 7.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
9/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.