TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
UĞUR HOŞGÖREN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/999)
Karar Tarihi: 9/1/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Mehmet ERTEN
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Raportör
Muharrem İlhan KOÇ
Başvurucu
Uğur HOŞGÖREN
Vekili
Av. Ahmet ALKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/11/2012 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler giderilmiş ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda, İçtüzük’ün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 31/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 3/10/2013 tarihinde bildirilmiştir.
7. Başvurucu bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 21/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüt faaliyeti içinde birden fazla silahla yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçları kapsamında 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve 19/11/2005 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/22 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/6/2007 tarihli iddianameyle, başvurucunun diğer şüphelilerle birlikte 2005 yılında silahlı suç örgütü kurma, ateşli silah bulundurma, birden fazla yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği iddiasıyla haklarında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucu gözaltına alındığı 16/11/2005 tarihinden mahkumiyet kararının açıklandığı 16/10/2012 tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
12. Başvurucu ve aynı dosyada yargılanan diğer sanıkların tutukluluğun kanunda belirlenen azami süreyi aştığı gerekçesiyle yaptıkları itirazlar İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarıyla reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın gerekçesinde, “…birlikte yargılama yapılmasının suçların bağımsızlığını etkilemeyeceği, sanıklara atılı suçların tutukluluk durumu da tutukluluk sürelerinin de ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği…” belirtilmektedir.
13. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2012 tarih ve E.2005/260, K.2012/267 sayılı kararıyla başvurucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220., 149., 109., ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13. maddeleri kapsamında toplam 32 yıl 31 ay hapis ve adli para cezasına mahkûm edilmiştir.
14. Hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
15. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
16. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 8. ve 9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
17. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. Aynı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. Anılan Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi şöyledir:
“Tazminat istemi
Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
20. Anılan Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 9/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/11/2012 tarih ve 2012/999 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, 19/11/2005 tarihinde tutuklandığını ve 16/10/2012 tarihine kadar devam eden yargılama sürecinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına karşın tahliye talebinin reddedildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Başvurucunun şikâyetinin esas itibarıyla kanunda öngörülen azami sürenin aşılması nedeniyle tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkin olduğu, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Adalet Bakanlığı, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia eden kişilerin derece mahkemelerinde tazminat talep etme hakkına sahip olduklarını, dolayısıyla kabul edilebilirlik konusundaki incelemede bu hususun göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir.
25. Başvurucu, tutukluluğa ilişkin yasal sürenin aşıldığını, başvurunun kabulüne ve tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).
29. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28-29).
30. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
31. Somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru sadece maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
32. Bununla birlikte başvurucu hakkındaki davanın karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen tutukluluğa dönüştüğü, başvurucun talebi tahliye ise de, kararla birlikte bunun mümkün olamaması dikkate alındığında somut olayda şikâyet konusu anayasal hakkın ihlaline dair bir tespit ve tazminata hükmedilmesi hâlinde ihlalin giderilmesi mümkündür.
33. Bu durumda 5271 sayılı Kanun’un 141. ve devamı maddelerinde belirtilen yola öncelikle başvurulmasının zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
34. Bu konuya ilişkin bazı Yargıtay kararları belli durumlarda tazminat talebi için asıl hükmün kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E. 2011/15700, K. 2012/9187; 15/5/2012 tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları). Tutukluluk süresinin verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği, bu nedenle tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da mümkündür (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E. 2012/20277, K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1 sayılı kararları). Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu yolun etkili olduğunu göstermemektedir. Diğer bir anlatımla, ağır ceza mahkemesinin görevine giren aynı dosya kapsamındaki suçlarla ilgili olarak tutukluluğun kanunda öngörülen azami sınırının değerlendirilmesi yönünden etkili bir başvuru imkânı bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
35. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
36. Başvurucu, tutukluluk süresinin Kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki dayanağının olmadığından şikâyet etmektedir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
...”
38. Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
39. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
40. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
41. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
42. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 45).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
44. Somut olayda 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınan ve 19/11/2005 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye talebinde bulunmuştur. Gerek davaya bakan, gerekse itirazı inceleyen mahkemeler azami beş yıllık süre konusundaki gerekçelerini belirtmek suretiyle tutukluluğun devamına karar vermişlerdir. Kararın gerekçesinde, “…tutukluluğun her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği…” ifade edilmiştir. Mahkemeler, tutukluluğa dayanak olan her bir suç için ayrı dava açılması ve bunların ayrı yargı mercilerinde görülmesi halinde sürenin ayrı hesaplanacağını, ağır cezalık birden fazla suça ilişkin olarak açılan bir dava ya da ayrı ayrı açılmış olmakla birlikte daha sonra birleştirilen davalarda da aynı yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini, bunun adalet ve eşitlik ilkeleri açısından daha uygun olduğunu değerlendirmişlerdir.
45. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
46. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü açısından sonuç doğuracağı daha önce belirtilmiştir (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).
47. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
48. Başvurucu 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve 19/11/2005 tarihinde çıkarılan bir müzekkereye istinaden tutuklanmıştır. Somut olay bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 16/11/2010 tarihinde dolmuştur. Bu durumda başvurucunun bu tarihle, hakkında mahkumiyet hükmünün kurulduğu 16/10/2012 tarihi arasındaki tutukluluk hali kanunda aranan şekil ve şartlara uymamaktadır.
49. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
51. Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
52. Başvurucu, ihlal iddiasıyla ilgili olarak tazminattan öte kanunun uygulanmasına yönelik bir karar verilmesini talep etmekle birlikte, sonrasında 8.700 Euro’dan az olmamak üzere bir tazminat verilmesini talep etmiştir.
53. Bu aşamada ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılabilecek bir işlem olmaması, kişi hürriyeti ve güvenliğine yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararın varlığı ile somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
54. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 9.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
9/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.