TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
UĞUR HOŞGÖREN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/999)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Uğur HOŞGÖREN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet ALKAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/11/2012
tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
giderilmiş ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 24/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda, İçtüzük’ün 28.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve
esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 31/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/9/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 3/10/2013
tarihinde bildirilmiştir.
7. Başvurucu bakanlık görüşüne
karşı beyanlarını 21/10/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla örgüt kurma, örgüt faaliyeti içinde birden fazla silahla yağma ve
kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçları kapsamında 16/11/2005
tarihinde gözaltına alınmış ve 19/11/2005 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2005/22 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca 13/6/2007 tarihli iddianameyle,
başvurucunun diğer şüphelilerle birlikte 2005 yılında silahlı suç örgütü kurma,
ateşli silah bulundurma, birden fazla yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçlarını işlediği iddiasıyla haklarında İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucu gözaltına alındığı
16/11/2005 tarihinden mahkumiyet kararının açıklandığı
16/10/2012 tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
12. Başvurucu ve aynı dosyada
yargılanan diğer sanıkların tutukluluğun kanunda belirlenen azami süreyi aştığı
gerekçesiyle yaptıkları itirazlar İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
kararlarıyla reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın gerekçesinde, “…birlikte yargılama yapılmasının suçların
bağımsızlığını etkilemeyeceği, sanıklara atılı suçların tutukluluk durumu da
tutukluluk sürelerinin de ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği…” belirtilmektedir.
13. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 16/10/2012 tarih ve E.2005/260, K.2012/267 sayılı kararıyla
başvurucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220., 149.,
109., ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında
Kanun’un 13. maddeleri kapsamında toplam 32 yıl 31 ay hapis ve adli para cezasına
mahkûm edilmiştir.
14. Hükümle birlikte
tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
15. Başvurucu hakkındaki dava
temyiz aşamasındadır.
B. İlgili
Hukuk
16. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 8. ve 9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık
olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa
bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik
mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle
yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
17. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. Aynı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. Anılan Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi
şöyledir:
“Tazminat istemi
Madde 141 – (1)
Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
20. Anılan Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 9/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
15/11/2012 tarih ve 2012/999 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, 19/11/2005 tarihinde tutuklandığını ve 16/10/2012 tarihine
kadar devam eden yargılama sürecinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına karşın tahliye
talebinin reddedildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Başvurucunun şikâyetinin
esas itibarıyla kanunda öngörülen azami sürenin aşılması nedeniyle tutukluluğun
hukuki olmadığına ilişkin olduğu, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesi
çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
24. Adalet Bakanlığı, 5271
sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia
eden kişilerin derece mahkemelerinde tazminat talep etme hakkına sahip
olduklarını, dolayısıyla kabul edilebilirlik konusundaki incelemede bu hususun
göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir.
25. Başvurucu, tutukluluğa
ilişkin yasal sürenin aşıldığını, başvurunun kabulüne ve tazminata karar
verilmesini talep etmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine
rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 27).
29. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve
tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı
tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28-29).
30. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı
Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını
Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru
mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat isteminde
bulunulabileceği ifade edilmiştir.
31. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde
tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru sadece
maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
32. Bununla birlikte başvurucu
hakkındaki davanın karara bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen
tutukluluğa dönüştüğü, başvurucun talebi tahliye ise de, kararla birlikte bunun
mümkün olamaması dikkate alındığında somut olayda şikâyet konusu anayasal
hakkın ihlaline dair bir tespit ve tazminata hükmedilmesi hâlinde ihlalin
giderilmesi mümkündür.
33. Bu durumda 5271 sayılı
Kanun’un 141. ve devamı maddelerinde belirtilen yola öncelikle başvurulmasının
zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
34. Bu konuya ilişkin bazı
Yargıtay kararları belli durumlarda tazminat talebi için asıl hükmün
kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E. 2011/15700, K. 2012/9187; 15/5/2012
tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları). Tutukluluk süresinin
verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği, bu nedenle tazminata
hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da mümkündür (Yargıtay
12. Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E. 2012/20277,
K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1 sayılı kararları).
Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu yolun etkili
olduğunu göstermemektedir. Diğer bir anlatımla, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren aynı dosya kapsamındaki suçlarla ilgili olarak tutukluluğun kanunda
öngörülen azami sınırının değerlendirilmesi yönünden etkili bir başvuru imkânı
bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
35. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
36. Başvurucu, tutukluluk
süresinin Kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki dayanağının
olmadığından şikâyet etmektedir.
37. Anayasa’nın 19. maddesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi;
usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır
dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya
tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
...”
38. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
39. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu
olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
40. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
41. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde
özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle
Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının
bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği
hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
42. Tutuklamaya ilişkin hükümler
5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye
göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir.
Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 45).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
44. Somut olayda 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınan ve 19/11/2005
tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen
hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla
tahliye talebinde bulunmuştur. Gerek davaya bakan, gerekse itirazı inceleyen
mahkemeler azami beş yıllık süre konusundaki gerekçelerini belirtmek suretiyle
tutukluluğun devamına karar vermişlerdir. Kararın gerekçesinde, “…tutukluluğun her bir suç için ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerektiği…” ifade edilmiştir. Mahkemeler,
tutukluluğa dayanak olan her bir suç için ayrı dava açılması ve bunların ayrı
yargı mercilerinde görülmesi halinde sürenin ayrı hesaplanacağını, ağır cezalık
birden fazla suça ilişkin olarak açılan bir dava ya da ayrı ayrı açılmış
olmakla birlikte daha sonra birleştirilen davalarda da aynı yaklaşımın
benimsenmesi gerektiğini, bunun adalet ve eşitlik ilkeleri açısından daha uygun
olduğunu değerlendirmişlerdir.
45. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil
değerlendirmesinde bariz takdir hatası halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
46. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı
dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı
uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü
açısından sonuç doğuracağı daha önce belirtilmiştir (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).
47. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni
tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki
yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve
öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden
fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı
hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez
bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale
gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre
boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
48. Başvurucu 16/11/2005
tarihinde gözaltına alınmış ve 19/11/2005 tarihinde çıkarılan bir müzekkereye
istinaden tutuklanmıştır. Somut olay bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 16/11/2010 tarihinde dolmuştur. Bu durumda başvurucunun bu
tarihle, hakkında mahkumiyet hükmünün kurulduğu 16/10/2012
tarihi arasındaki tutukluluk hali kanunda aranan şekil ve şartlara
uymamaktadır.
49. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
51. Başvuruda Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu
hakkında mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu
durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
52. Başvurucu,
ihlal iddiasıyla ilgili olarak tazminattan öte kanunun uygulanmasına yönelik
bir karar verilmesini talep etmekle birlikte, sonrasında 8.700 Euro’dan az
olmamak üzere bir tazminat verilmesini talep etmiştir.
53. Bu
aşamada ihlalin
tespiti dışında sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılabilecek bir işlem olmaması, kişi hürriyeti ve
güvenliğine yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararın varlığı ile somut olayın özellikleri dikkate alınarak
başvurucuya takdiren 9.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmiştir.
54. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 9.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
9/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.