TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN ÖZÇOBAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/949)
|
|
Karar Tarihi: 2/10/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin ÖZÇOBAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mahir IŞIKAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında
yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet
karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek
Anayasa’nın 2., 6., 9., 11., 19., 36., 37., 38. ve 40.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 3/12/2012
tarihinde Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 1965 doğumlu olup
Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır.
6. “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife
görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010
tarih ve 2010/185 soruşturma, 2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesince kabul edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu
davası açılmıştır.
7. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini
gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu,
sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların
henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK.100. maddesinde belirtilen katalog
suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının
yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla
tutuklanmasına karar verilmiştir.
8. Başvurucu, müteaddit defalar
tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu
talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir.
9. Başvurucunun, İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283
sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men
etmeye teşebbüs etmek” suçundan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga
Türk Ceza Kanunu’nun 147. ve 61. maddeleri uyarınca 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara verilen hürriyeti bağlayıcı
cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza miktarına göre kaçma
şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı”
gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
10. Başvurucu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul 11.
Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737
Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 28/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
12. Başvurucu hakkında isnat
olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un 147.
maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları
teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezası hükmolunur …”
13. Aynı Kanun’un 61. maddesi,
işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun
teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“Tutuklama nedenleri
Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304,
307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 260.
maddesi şöyledir:
“Kanun yollarına başvurma hakkı
Madde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet
savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile
katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek
surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları,
mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza
mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı
çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde
bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı
kanun yollarına başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun
yollarına başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 2/10/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
3/12/2012 tarih ve 2012/949 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu;
i. Masumiyet karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın
tutuksuz olarak yapılması gerektiğini, yargılanmakta olduğu davanın sanıkları
hakkında toplu olarak verilen tutuklama kararının suç ve tedbirlerin şahsiliği
ilkesini ihlal ettiğini, kuvvetli suç şüphesine mesnet olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayan belgelere dayanılarak şablon ve kalıplaşmış gerekçelerle
tutuklandığını, tutukluluğun devamına karar verilirken kullanılan şablon
gerekçelerin bu tedbiri adeta bir cezalandırma aracına dönüştürdüğünü, uzun bir
süreden beri tutuklu olduğunu, tutukluluk açısından bu sürenin makul
olmadığını, hakkında adlî kontrol hükümlerinin uygulanması yoluna
başvurulmadığını, tutuklamaya itiraz kararlarının şablon ve kalıplaşmış
gerekçelere dayanılarak reddedildiğini, tutukluluğu için makul şüphenin
bulunmadığını, kendisi hakkında karar verilmeden kısa bir süre önce terör
örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanan sanıkların tahliye edilmesine rağmen
kendisinin tahliye edilmediğini, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne dayanılarak
tutukluluk halinin devamına karar verildiğini,
ii. Hakkında verilen hükmün gerekçesiz olarak açıklandığını,
kovuşturma aşamasında hiçbir şekilde bilirkişi raporlarına yer verilmediğini,
bu yöndeki taleplerinin reddedildiğini, bilirkişilerin ve diğer tanıkların
dinlenilmesi taleplerinin reddedildiğini, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin
ihlal edildiğini, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi aşamasının
atlandığını, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediğini ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini,
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun,
masumiyet karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın tutuksuz olarak
yapılması gerektiği, yargılanmakta olduğu davanın sanıkları hakkında toplu
olarak verilen tutuklama kararının suç ve tedbirlerin şahsiliği ilkesini ihlal
ettiği, tutukluluğun devamına karar verilirken kullanılan şablon gerekçelerin
bu tedbiri adeta bir cezalandırma aracına dönüştürdüğü, uzun bir süreden beri
tutuklu olduğu, tutukluluk açısından bu sürenin makul olmadığı, hakkında adlî
kontrol hükümlerinin uygulanması yoluna gidilmediği, kuvvetli suç şüphesine
mesnet olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan belgelere dayanılarak şablon ve
kalıplaşmış gerekçelerle tutuklandığı, tutuklamaya itiraz kararlarının şablon
ve kalıplaşmış gerekçelere dayanılarak reddedildiği, tutukluluğu için makul
şüphenin bulunmadığı, hakkında karar verilmeden kısa bir süre önce terör
örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanan sanıkların tahliye edilmesine rağmen
kendisinin tahliye edilmediği, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne dayanılarak
tutukluluk halinin devamına karar verildiği yönündeki şikâyetlerinin “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı”;
hakkında verilen hükmün gerekçesiz olarak açıklandığı, kovuşturma aşamasında
hiçbir şekilde bilirkişi raporlarına yer verilmediği, bilirkişilerin ve diğer
tanıkların dinlenilmesi taleplerinin reddedildiği, “şüpheden sanık yararlanır”
ilkesinin ihlal edildiği, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi
aşamasının atlandığı, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediği ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin “adil yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı Yönünden
19. Başvurucu, masumiyet
karinesinin gereği olarak hakkındaki yargılamanın tutuksuz olarak yapılması gerektiğini,
kuvvetli suç şüphesine mesnet olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan belgelere
dayanılarak şablon ve kalıplaşmış gerekçelerle tutuklandığını, tutukluluğun
devamına şablon gerekçelerle karar verildiğini, uzun bir süreden beri tutuklu
olduğunu, tutukluluk açısından bu sürenin makul olmaktan uzak olduğunu,
hakkında adlî kontrol hükümlerinin uygulaması yoluna başvurulmadığını, hakkında
karar verilmeden kısa bir süre önce terör örgütüne yardım ve yataklıktan
yargılanan sanıkların tahliye edilmesine rağmen kendisinin tahliye
edilmediğini, kesinleşmemiş bir mahkeme hükmüne dayanılarak tutukluluk halinin
devamına karar verildiğini ileri sürmüştür.
20. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
21. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla
Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu
düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş
nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi
mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
22. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun
yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun
olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla
belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma
amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
23. Ancak başvurucu hakkında ilk
derece mahkemesinde hüküm kurulmuş ise bireysel başvuru açısından talebi,
hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata
hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları
bakımından varsa olağan kanun yolları denendikten sonra bireysel başvuru
yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
24. Ne var ki başvurunun kabul
edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya
kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş
olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce
kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı
yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
32).
25. Ancak kişi serbest
bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu
durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır.
Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun
sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı
cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin
kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali
sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca
gerekmez. Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”), gerekse
Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir
sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz: Solmaz/Türkiye, 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı
yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12
Nisan 2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı
suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra
tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle,
temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir
(B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
26. Somut olayda başvurucu 11/2/2011 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince
tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 21/9/ 2012
tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir.
27. 21/9/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun
devamına ilişkin karara karşı başvurucu 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiş ve
itirazı İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737
Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra verilmiş olsa bile, kişi
hakkındaki tutmanın niteliği üzerinde bu kararın herhangi bir etkisi yoktur.
Zira başvurucunun tutukluluk hali 21/9/2012 tarihinde
davanın esasına ilişkin kararın açıklanmasıyla birlikte ve bu tarih itibarıyla
sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 16
yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Dolayısıyla, hükmen
tutukluluğa itiraz ve incelemesinin 23/9/2012
tarihinden sonra gerçekleştirilmiş olmasının Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.
28.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı”nın
ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai
kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
29.
Başvurucu, hakkında verilen hükmün
gerekçesiz olarak açıklandığını, kovuşturma aşamasında hiçbir şekilde bilirkişi
raporlarına yer verilmediğini, bilirkişilerin ve diğer tanıkların dinlenilmesi
taleplerinin reddedildiğini, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin ihlal
edildiğini, muhakeme esnasında delillerin değerlendirilmesi aşamasının
atlandığını, lehe delillerin mahkemece kabul edilmediğini ve bu nedenle
çekişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
32. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17,
18). Başvurucu hakkındaki dava derdest olup, temyiz aşamasındadır. Bu şikâyet
bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A.
Açıklanan nedenlerle;
1. “Kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı”nın
ihlal edildiğine yönelik iddiaların “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. “Adil yargılanma hakkı”nın
ihlal edildiğine yönelik iddiaların “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
2/9/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.