TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSA ERDEM VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1845)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet
ERTEN
|
|
|
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Erdal
TERCAN
|
|
|
Zühtü
ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan
ÖZBEY
|
Başvurucular
|
:
|
1)
Musa ERDEM
|
|
|
2)
Hacer ERDEM
|
|
|
3)
Serkan ERDEM
|
|
|
4)
Sema ERDEM
|
Vekilleri
|
:
|
Av.
Berrin DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, yakınları olan
Selin Erdem’in çalışma saatlerinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu
yaşamını yitirmesi üzerine, bünyesinde çalıştığı şirket ile kazaya karışan
aracın bağlı olduğu firma yetkilileri hakkında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmesi nedeniyle
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile 36. maddesinde güvence
altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 22/2/2013 tarihinde İstanbul
8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013
tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucular Musa Erdem ve Hacer Erdem’in kızı, diğer başvurucuların
kardeşi olan Selin Erdem, prodüksiyon şirketi olan B.
Limited Şirketi tarafından çekilmekte olan “Arka
Sıradakiler” adlı dizi filminde sanat asistanı olarak işe girmiştir.
6. Selin Erdem, 1/5/2012 tarihinde dizi
çekimine ara verildiği sırada, sigara içmek amacıyla set olarak kullanılan
binaya bitişik sokaktaki kaldırımda bulunduğu esnada, film setine yemek tedarik
eden A. C. adlı firmaya ait aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir.
7. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili olarak aynı
gün başlatılan soruşturma sonucunda 4/5/2012 tarihli
iddianame ile araç sürücüsü İ. F. hakkında “taksirle
öldürme” suçundan açılan kamu davası üzerine, İstanbul 28. Asliye
Ceza Mahkemesince 4/12/2012 tarihinde verilen kararla İ. F. 4 yıl hapis
cezasına mahkum edilmiştir.
8. Diğer yandan, Selin Erdem’in çalıştığı şirket ve kazaya neden
olan aracın bağlı olduğu firma sorumluları hakkında aynı Savcılıkça yürütülen
soruşturmada ise, söz konusu kişilerin eylem ve davranışları ile meydana gelen
ölüm olayı arasında cezai anlamda kişilere atfı kabil kasıt, kusur ve illiyet
bağı bulunmadığı gerekçesi ile 8/10/2012 tarihinde “kovuşturmaya yer olmadığına” karar
verilmiştir.
9. Başvurucular tarafından bu karara itiraz edilmesi üzerine,
Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince 22/11/2012
tarihinde itiraz reddedilmiş ve bu karar başvuruculara 24/1/2013 tarihinde
tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 22/2/2013 tarihli
dilekçeleri ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili
Hukuk
10. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar”
kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının
bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar,
suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye
bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
11. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Taksirle
bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
12. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucuların 22/2/2013 tarih ve 2013/1845 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
13. Başvurucular, yakınları olan kişinin iş saatleri içinde hayatını
kaybettiğini, olayın bir iş kazası olarak değerlendirilmesi gerekirken
Savcılıkça bu durumun göz ardı edildiğini, anılan firma sorumlularına yönelik
etkili bir soruşturma yapılmayarak gerekçesiz bir şekilde kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmesi ve sadece araç sürücüsü hakkında dava açılmış
olmasının Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde tanımlanan yaşam hakkı ile hak
arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın
17. Maddesi Yönünden
14. Başvurucular, yakınlarının ölümüyle sonuçlanan trafik kazasında
bir üçüncü kişinin kusurunun yeterince ve etkili bir şekilde soruşturulmaması
nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
15. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
16. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
17. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
18. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip
oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm
olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin anne, baba
ve kardeşleridirler. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).
19. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen
istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği
belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle
kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede
belirtilen istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını gerektirir.
Bu, devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı,
ikinci olarak devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin
hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi
bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını
korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam hakkından kaynaklanan
devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif
yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit
ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin bu madde
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma
yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 29).
20. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel
yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın
yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, §
30).
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da
belirtildiği gibi yürütülecek ceza
soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek
şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan
söz edebilmek için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü
aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri
toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin
ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme
kuralıyla çelişme riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 57). (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye,
2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
22. Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de, teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için, soruşturmanın veya
sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen
kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu
ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 58. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94,
4/5/2001, § 109).
23. İhmal nedeniyle meydana gelen
ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi
gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten
sebebiyet verilmemiş ise, “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 59. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa[BD],
53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96,
17/1/2002, § 51).
24. Diğer taraftan, etkili bir başvurudan söz edebilmek için,
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun bir hak ihlali
iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi halinde ancak
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali
iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli
güvencelerin sağlanması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez/Fransa, 59450/2000,
4/7/2006, §§ 157, 160;
Aksoy/Türkiye, 21987/93, 18/12/1996, § 95).
25. Somut olayda başvurucular, yürütülen soruşturmanın yetersiz
olduğunu, sadece kazaya karışan araç sürücüsü hakkında dava açıldığını, oysa
olayın trafik kazası kapsamında değil iş kazası kapsamında değerlendirilerek,
ölenin bağlı olduğu şirket ile aracın ait olduğu firma sorumluları hakkında da
ceza davası açılması gerektiğini, ancak Savcılıkça taleplerinin dikkate
alınmadığını iddia etmişlerdir.
26. Bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine
yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi
kapsamında olmayıp, suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin
görev ve yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik
müdahaleleri soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Mahkemece
incelenmelidir.
27. Savcılığın sonuç kararı bu açıdan değerlendirildiğinde; ölenin
dizi çekimi sırasında verilen ara esnasında sigara içmek amacıyla set olarak
kullanılan bina önündeki sokağa çıktığı, kaldırımda bulunduğu sırada film
setine yemek tedarik eden aracın kendisine çarpması sonucu hayatını kaybettiği,
başvurucuların iddiaları kapsamında “taksirle
öldürme” suçundan dolayı soruşturmanın derhal başlatıldığı, kazaya
sebebiyet veren araç sürücüsü hakkında davanın açıldığı ve yargılama sonucunda
mahkûm edildiği, öte yandan anılan firma yetkililerinin eylem ve davranışları
ile meydana gelen ölüm olayı arasında cezai anlamda bu kişilere atfı kabil
kasıt, kusur ve illiyet bağı tespit edilememesi gerekçesiyle haklarında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar
verildiği, bu bağlamda gerekli delillerin toplanarak soruşturmanın makul sürede
tamamlandığı ve başvurucuların soruşturmaya etkin bir şekilde katıldıkları
görülmüştür.
28. Diğer taraftan, haklarında etkili bir şekilde soruşturma yapılan
kişilerle ilgili mutlaka dava açılması ya da açılmışsa cezalandırılması
gerektiği yönündeki bir beklenti korunması gerekli olan bir hak değildir.
Ayrıca, her ne kadar söz konusu şirket temsilcilerinin cezai sorumlulukları
tespit edilmemiş ise de, anılan şirketler aleyhine iş hukukuna dayalı olarak
tazminat davası açılmasına hukuken bir engel de bulunmamaktadır. Nitekim AİHM
de, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet
verilmemiş ise, “etkili bir yargısal sistem” oluşturma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmediği ve
mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık
olmasının yeterli olabileceği sonucuna varmıştır (bkz. § 24).
29. Buna göre başvuru dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler dikkate
alındığında, sorumluların tespitine yönelik soruşturmanın yetersiz olduğundan
ve kararın somut kanıtlarla çelişecek biçimde ve açıkça hukuka aykırılık
oluşturacak şekilde gerekçesiz ve keyfi verildiğinden söz edilemeyeceği gibi,
bu konuda ihmali bir davranış veya yetkililere yüklenebilecek bir eksikliğin de
saptanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, kişinin yaşam hakkının korunması kapsamında
yürütülen cezai soruşturmanın etkisiz olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını
gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.
30. Açıklanan gerekçelerle, Cumhuriyet
Savcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda verilen karar nedeniyle
başvurucuların yaşam hakkına yönelik bir ihlal açıkça tespit
edilmediğinden, başvurunun “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.
Anayasa’nın 36. Maddesi Yönünden
31. Başvurucular, şikâyetlerinde belirttikleri firma sorumlularına
yönelik olarak Savcılıkça dava açılmayarak, kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verilmesi ve iddialarının bir yargı yeri önünde dinlenilmemesi suretiyle
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti ve adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
32. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre (§ 15), Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
33. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
34. AİHS’nin “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“1. Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
36. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını
düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların”
ve bir “suç isnadının”
esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu
ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel
başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle
ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı
hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
37. AİHM içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin
suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören,
şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma
alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine
imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın
hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (Perez/Fransa, 47287/99, 12/2/2004,
§ 70).
38. 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde
şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla
başvurucuların ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı
bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın etkileri ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup, hukuk mahkemeleri açısından
bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır.
39. Başvurucular, suç işlediğini düşündükleri
bir üçüncü kişi hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç
duyurusunda bulunmuş olup, talepleri üçüncü kişilerin cezalandırılmalarıyla
sınırlıdır. Başvurucular, üçüncü kişilerin fiilleri nedeniyle medeni haklarına
yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararının
giderilmesini istiyorlarsa, hukuk mahkemeleri önünde dava açma imkânları
vardır.
40. Sonuç itibarıyla,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddialarının konusu, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin
koruma alanı dışında kalmaktadır.
41. Açıklanan gerekçelerle
başvurunun bu kısmının da “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
A. Açıklanan nedenlerle;
1. Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaların “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise “konu bakımından yetkisizlik”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucular üzerinde bırakılmasına,
7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.