TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
BAYRAM ÖZKAPTANOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1015)
|
|
Karar Tarihi: 8/4/2015
|
R.G.Tarih-
Sayı: 8/7/2015-29410
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Bayram ÖZKAPTANOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin PEHLİVAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, iş akdinin
feshedilmesi üzerine feshin geçersizliği ve işe iade istemiyle İzmir 10. İş
Mahkemesinde açtığı dava sonunda verilen hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiğini, işyerine aynı görevde
başka işçilerin alındığını, Yargıtayın, İlk Derece
Mahkemesinin yerine geçerek nihai karar vermesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının, davanın reddine karar vermesi nedeniyle çalışma ve sosyal güvenlik
haklarının, benzer konularda davanın kabulüne karar verildiği halde açtığı
davanın reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/1/2013
tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 11/11/2013 tarihli görüş yazısı 12/12/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal
süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Birinci Bölümün 11/3/2015 tarihinde yaptığı toplantıda, başvurunun niteliği
itibarıyla Genel Kurul
tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula
sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2/7/1997 tarihinden 31/10/2011 tarihinde kadar THY DO&CO
İkram Hizmetleri A.Ş.’de (Şirket) aşçı olarak
çalışmış, 1/11/2011 tarihinde iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir.
9. Başvurucu, 22/11/2011 tarihinde Şirket aleyhine İzmir 10. İş
Mahkemesinde açtığı davada, “davalıya ait
işyerinde 2/7/1997 ilâ 1/11/2011 tarihleri arasında aşçı olarak çalıştığını,
1/11/2011 tarihinde davalı tarafından iş akdinin feshedildiğini, fesih
bildiriminde, THY (Türk Hava Yolları) tarafından İzmir ilinde yapılan ikram
yüklemelerinin kaldırılması ve yalnızca İstanbul'da yükleme yapılması kararının
alındığı, dolayısıyla İzmir'de yapılan ikram işlerinin önemli miktarda azaldığı
ve işgücü fazlasının ortaya çıktığı, fazla işgücüne ihtiyaç kalmadığı
gerekçesiyle iş akdinin feshedildiğinin belirtildiğini, feshin haklı ve geçerli
bir nedene dayanmadığını, aşçı olarak çalıştığı için ikram yüklemesi ile bir
ilgisinin olmadığını, başka bir yerde çalışması için teklifte bulunulmadığını”
belirterek, iş akdinin feshinin geçersizliğine ve işe iadesine karar
verilmesini talep etmiştir.
10. Mahkemece yargılama sürecinde, tarafların tanıkları
dinlenmiş ve bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır.
11. Üç kişilik bilirkişi heyeti
tüm delilleri değerlendirerek, takdirin Mahkemeye ait olduğunu, feshin geçerli
nedene dayandığının kabulü halinde davanın reddine, geçerli bir neden
olmadığının tespiti halinde ise feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe
iadesine karar verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
12. Mahkemece, 24/7/2012 tarihli ve E.2011/866, K.2012/395 sayılı kararla “Davalı Şirketin 20/10/2011 tarihinde, işyerindeki
tüm çalışanlara duyuru şeklinde fesih bildiriminde bulunarak şirketin İstanbul
ünitesinde çalışmak isteyenlerin başvuruda bulunmaları gerektiğini bildirdiği,
ancak davacının İstanbul'da çalışması için davalı tarafından teklifte
bulunulmadığı gibi, davacının niteliğine uygun bir işte çalışması konusunda
herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığının da anlaşılamadığı, davacı ve iş
akdine son verilen diğer işçilere iş akdinin feshinden sonra daha düşük ücretle
çalışmaları teklifinde bulunulduğu, davacının üyesi olduğu Sendika ile davalı
arasında yapılan Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine uyulmadığı, davacı ve diğer
işçilerin toplu halde işten çıkarılmasına rağmen 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 29. maddesine uygun bildirim yapılmadığı, davalının, iş
akdinin feshinin geçerli nedene dayandığını ispatlayamadığı” gerekçesiyle
davanın kabulüne, davalı tarafından yapılan feshin geçersizliğine ve davacının
işe iadesine karar verilmiştir.
13. Davalının temyizi üzerine,
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ve
E.2012/23578, K.2012/23992 sayılı ilâmıyla “davacının
iş akdinin 1/11/2011 tarihinde, THY tarafından bazı illerde ikram
yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun
sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması
gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul'da görev alma konusunda
davacının başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda istihdam edilmesinin de
mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18. maddeleri uyarınca
feshedildiği, davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011
tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru
neticesinde İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin
olduğu, davacının bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir
şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda
belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu
kapsamda davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı
ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir
şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin
geçerli bir sebebe dayandığı gerekçeleriyle davanın reddi yerine kabulüne karar
verilmesinin hatalı olduğu ve bozmayı gerektirdiği” belirtilerek,
4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca hükmün bozularak
ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
14. Karar başvurucuya 24/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 21/1/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 4857 sayılı Kanun'un 20.
maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep
gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile
fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde
dava açabilir. (İptal bölüm: Anayasa mah. 2003/66 E,
2005/72 K. ve 19.10.2005 tarihli iptal kararı ile) ... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık
aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü
işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği
takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
17. 4857 sayılı Kanun’un 22.
maddesi şöyledir:
“İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki
niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri
uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu
işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak
yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler
işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse,
işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir
geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak
suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde
hükümlerine göre dava açabilir.
Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman
değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe
konulamaz.”
18. 4857 sayılı Kanun’un 29.
maddesi şöyledir:
“İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme,
işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az
otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge
müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirir.
İşyerinde çalışan işçi sayısı:
a) 20 ile 100 işçi arasında ise, en az 10 işçinin,
b) 101 ile 300 işçi arasında ise, en az yüzde on oranında
işçinin,
c) 301 ve daha fazla ise, en az 30 işçinin,
İşine 17 nci madde uyarınca ve bir
aylık süre içinde aynı tarihte veya farklı tarihlerde son verilmesi toplu işçi
çıkarma sayılır.
Birinci fıkra uyarınca yapılacak bildirimde işçi çıkarmanın
sebepleri, bundan etkilenecek işçi sayısı ve grupları ile işe son verme
işlemlerinin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin bilgilerin
bulunması zorunludur.
Bildirimden sonra işyeri sendika temsilcileri ile işveren
arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın önlenmesi ya da
çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler açısından
olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır. Görüşmelerin
sonunda, toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir.
Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi çıkarma isteğini
bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.
İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve devamlı suretle
faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az otuz gün önceden
ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek ve işyerinde ilan
etmekle yükümlüdür. İşveren toplu işçi çıkarmanın kesinleşmesinden itibaren
altı ay içinde aynı nitelikteki iş için yeniden işçi almak istediği takdirde
nitelikleri uygun olanları tercihen işe çağırır.
Mevsim ve kampanya işlerinde çalışan işçilerin işten
çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin niteliğine bağlı olarak
yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler uygulanmaz.
İşveren toplu işçi çıkarılmasına ilişkin hükümleri 18, 19,
20 ve 21 inci madde hükümlerinin uygulanmasını engellemek amacıyla kullanamaz;
aksi halde işçi bu maddelere göre dava açabilir.”
19. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o
kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen
işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden
veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk
uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş
mahkemeleri kurulur.”
20. 5521 sayılı Kanun'un geçici
1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve
başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları,
kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında
İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize
ilişkin hükümleri uygulanır.”
21. 5521 sayılı Kanun'un 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklikten önceki 8. maddesi şöyledir:
“İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim
tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.
İş Mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.
Yargıtay'ın bu kararlarına karşı karar tashihi
istenemez.”
22. 5521 sayılı Kanun'un 15.
maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316. maddesi şöyledir:
“(1) Basit
yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda
uygulanır:
…
d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar.
…
g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü
dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler.”
24. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Diğer kanunların sözlü yahut seri
yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile
ilgili hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
21/1/2013 tarihli ve 2013/1015 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, İzmir 10. İş
Mahkemesinde açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davası sonunda
davanın kabulüne hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
İlk Derece Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılarak davanın reddine kesin
olarak karar verildiğini, Yargıtayın, İlk Derece
Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının adil yargılanma hakkını ihlal
ettiğini, bu kararın esas yönünden de doğru olmadığını, İzmir ilinde çalıştığı
sırada işverenin İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş
şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı Kanun’un 22.
maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı
olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle
yapılan feshin geçerli olmayacağını, Yargıtayın bu
durumu dikkate almadığını ve kanuna aykırı karar verdiğini, tanık H.G.’nin beyanlarını değerlendirmediğini, işyerine aynı
nitelikte işçi alınmadığı iddiasının da gerçeğe uygun olmadığını, iş akdinin
feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığını, ayrıca fesihten sonra on
beş yeni işçinin daha düşük ücretlerle işe başlatıldığını, işverenin amacının
ücretleri düşürmek olduğunu, davalı şirketin işletmesel
karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda
yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857
sayılı Kanun’un 29. maddesine de aykırı olduğunu, feshin esas amacının
ücretleri düşürmek olduğunu, ayrıca benzer davalarda Yargıtay tarafından, ilk
derece mahkemelerince verilen işe iade davalarının kabulüne dair kararların
onanmasına rağmen, açtığı dava sonunda verilen kararın ortadan kaldırılmasına
ve davanın reddine karar verildiğini belirterek, adil yargılanma, çalışma ve
sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı davanın kabulüne
ve işe iadesine karar verildiği halde Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, farklı
davacılar tarafından açılan davalarda verilen davanın kabulüne dair kararlar
onandığı halde, Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine
karar verilmesinin, çalışma, sosyal güvenlik ve adil yargılanma hakları ile
eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi kendisi yapar. Başvurucunun anılan iddiaları, Yargıtay
tarafından verilen kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiası kapsamında kabul edilerek bu yönden değerlendirme
yapılmıştır. Başvurucunun, Yargıtay tarafından davanın kesin olarak reddine
karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Nihai Kararın Yargıtay Tarafından Verilmesi
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
28. Başvurucu, İzmir 10. İş
Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın temyizi üzerine Yargıtay 22.
Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılarak davanın
kesin olarak reddine karar verildiğini, Yargıtayın,
İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
29. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, iş mahkemelerinde ayrı bir yargılama usulü uygulandığını, bu
davaların yazılı yargılama usulünden farklı olarak 4857 sayılı Kanun'a göre
seri yargılama usulüne göre yapıldığını, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesinden sonra basit yargılama usulünün uygulanmaya başlandığını, diğer
davalara göre işçinin mağduriyetinin kısa sürede bitirilmesi amacıyla farklı
yargılama usulünün uygulandığını, bu amaca uygun olarak 4857 sayılı Kanun'un
20. maddesine göre Yargıtay tarafından uyuşmazlığın kesin olarak karara
bağlanması gerektiğini, bu durumun tabi hâkim ilkesini de ihlal etmediğini, işe
iade davalarının daha kısa sürede sonuçlandırılmasının amaçlandığını,
dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğinin, bu hususlar
dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
30. Başvurucu, Adalet Bakanlığı
görüşüne katılmadığını, Yargıtay tarafından davanın kesin olarak reddine karar
verilmesi nedeniyle başvurabileceği hiçbir yol kalmadığını belirtmiş ve başvuru
dilekçesindeki ihlal iddialarını tekrar etmiştir.
31. Anayasa'nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
32. Anayasa'nın 141. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
33. Anayasa'nın 142. maddesi
şöyledir:
“Mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla
düzenlenir.”
34. 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
35. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa
Mahkemesi, adil yargılanma hakkının ihlaline yönelik açık ve görünür bir
belirti bulunmadığı hallerde, açık ve görünür bir ihlalin olmadığı gerekçesiyle
açıkça dayanaktan yoksunluk kararı verebilir.
36. Somut olayda, İzmir 10. İş
Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın temyizi üzerine Yargıtay 22.
Hukuk Dairesince, İlk Derece Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılmasına ve
davanın kesin olarak reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkının ihlali
iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
37. Anayasa’da, mahkemelerin
kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin
kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarının Anayasa’ya
uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır (Tufan Şahin, B. No: 2012/799, 26/3/2013, § 19).
38. Başvuru konusu olayda, iş
akdi feshedilen başvurucunun, feshin geçerli olmadığını ileri sürerek açtığı
bir iş uyuşmazlığı sorunu bulunmakta olup, Anayasa'nın 36. maddesi ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi uyarınca somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku bulunmamaktadır.
39. Adil yargılanma hakkı
Devlete uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını
garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdinin işveren
tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen bir çalışanın, bu işlemin hukuka
uygunluğu hakkında derhal bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel
yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden
bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir
bireyin geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz
bırakılması halinde bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina
göstermesi gerekir (Nesrin Kılıç, B.
No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
40. Bu nedenle kanun koyucu iş
hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate
alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve
iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve
ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Özellikle işe iade
davalarında yargılamanın uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin
devamına sebep olduğundan bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir
öneme sahiptir. Bu durum iş sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine
dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden
işçi açısından önemli olduğu gibi, sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir
işçi istihdam ederek iş organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da
önemlidir. Dolayısıyla iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa
sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem de işverenin yararınadır (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 60).
41. Kanun koyucu, feshe itiraz
davalarının özel önemini dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı
bir şekilde karara bağlanması için 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinde özel
hükümlere yer vermiştir. 4857 sayılı Kanun'un “Fesih bildirimine itiraz ve usulü” kenar
başlıklı 20. maddesine göre, iş güvencesi hükümlerine tabi işçinin belirsiz
süreli iş sözleşmesi, işveren tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli
nedene dayanmadığı iddiasıyla feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten
itibaren 1 aylık hak düşürücü süre içinde iş mahkemesinde feshin
geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası açabilmektedir. Kanun koyucu,
işe iade davalarının yukarıda bahsedilen özel önemine binaen 4857 sayılı
Kanun'un 20. maddesi gereğince seri muhakeme usulüyle mahkemelerce iki ay
içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde sonuçlandırılması
yönünde düzenleme yapmıştır.
42. Taraflar için 4857 sayılı
Kanun'da belirtilen süreler kural olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte
olmasına rağmen, Kanun'un 20. maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak
düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının sonuçlandırılması için
öngörülen iki aylık süre, mahkemelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici
nitelikte olup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra
verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur.
43. Bunun yanında 6100 sayılı
Kanun'un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş,
bu amaçla 6100 sayılı Kanun'un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 20.
maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan
sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade
davalarında da takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit
yargılama usulü olmuştur.
44. Basit yargılama usulü, 6100
sayılı Kanun'un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça
belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve
çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir
inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir
yargılama usulüdür.
45. Temyiz incelemesinde ilke
olarak temyiz mercii, ilk derece mahkemesi kararının hukuka ve kanuna
uygunluğunu denetler ve herhangi bir aykırılık tespit etmesi halinde hükmü
bozarak yeniden karar verilmek üzere dosyayı ilk derece mahkemesine geri
gönderir. Bu genel ilke, kanun koyucunun düzenlediği usul kanunları
çerçevesinde tespit edildiği gibi yine usul kanunları ile bu genel ilkeye bazı
hallerde istisnalar getirilmesi mümkündür. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde (Sözleşme) yer verilen adil yargılanma hakkı kapsamında, temyiz
incelemesi sonucunda kararın hukuka aykırılığının tespit edilmesi halinde
yeniden karar verilmesi için dosyanın mutlaka ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine
yönelik bir hak bulunmamaktadır.
46. Yukarıda da belirtildiği
üzere işe iade davaları başta olmak üzere iş hukukuna dayalı davalar, işçinin
korunması ve mağduriyetinin önlenmesi amacıyla, kısa sürede bitirilmesi
öngörülen uyuşmazlıklardır. Bu amaçla kanun koyucu işe iade davalarının daha
hızlı sonuçlandırılmasına yönelik bir takım özel düzenlemeler yapmıştır. Bu
çerçevede 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde, işe
iade davalarının temyiz aşamasında, ilk derece mahkemesinin kararının yerinde
olmadığı kanaatine varıldığında, araştırılması gereken başkaca bir husus da
bulunmadığının tespiti durumunda, Yargıtay tarafından işe iade talebi hakkında
kesin olmak üzere karar verilmektedir.
47. Yargıtay Hukuk Genel
Kuruluna göre (YHGK), “İş akdinin feshinin
geçersizliğine ilişkin olarak açılacak bir davanın seri yargılama usulüne göre
kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesi, işçinin emek gelirinden
olanaklar ölçüsünde en kısa süre yoksun kalması ilkesinden doğmuş, bu nedenle
de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın kesin olması amaçlanmıştır. …
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Özel Daire kararının kesin olduğu, bunun için de
direnmeye konu edilemeyeceğini kabul etmek gerekir. Yasa koyucu burada açıkça,
“Yargıtay’ca kesin olarak karara bağlanır” demek suretiyle, bozma kararına
karşı direnme yolunu kapamış bulunmaktadır.” (YHGK, 3/12/2008 tarihli ve E.2008/9-716, K.2008/726 sayılı
kararı).
48. Yine YHGK benzer bir
kararda, “Uyuşmazlık, 4857 sayılı iş Kanununun
20/3. maddesinde yer alan "mahkemece verilen kararın temyizi halinde
Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması" kuralından ne
anlaşılması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Anılan düzenlemede yer alan,
iş akdinin feshinin geçersizliğine ilişkin olarak açılacak bir davanın seri
yargılama usulüne göre kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesi,
işçinin emek gelirinden olanaklar ölçüsünde en kısa süre yoksun kalması
ilkesinden doğmuş, bu nedenle de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın
kesin olması amaçlanmıştır. Türk Medeni Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca; yasanın
sözünden çıkan anlam, özünden çıkan anlamla bağdaşmıyorsa kabul edilemez. Yasa
hükmünün özünün araştırılması ise onun amacının belirlenmesini zorunlu kılar.
Bu itibarla, yorum yapılırken doğru sonuca ulaşılabilmesi için iş yasası
kuralının amacının (ratio legis)
araştırılması gerekir. Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin, adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesi ile herkes, medeni hak ve yükümlülükleriyle
ilgili uyuşmazlıklarda hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını isteme hakkına
sahiptir, iş hukuku çerçevesinde hak ve yükümlülükler, maddede belirtilen
"medeni hak ve yükümlülükler" kapsamında ele alınmaktadır. Temyiz
üzerine önüne gelen kararı inceleyen Özel Daire, dosya içeriğini kendisini
sonuca götürecek mahiyette gördüğü takdirde kararını kesin olarak verecektir.
Ancak, Özel Daire dosya içeriğini, kesin olarak karar vermeye yeterli
bulmadığında eksikliklerin giderilmesi amacıyla hükmü bozacak ve giderilmesini
yerel mahkemeden isteyebilecektir. Bir başka anlatımla, Yargıtay Özel
Dairesinin bu uyuşmazlığı nihai olarak neticelendirebilmesi için, iş akdinin
feshinin haklı bir sebebe dayanıp dayanmadığı olgusunun, dosya içeriğinden tam
olarak anlaşılır olması gerekir. Madde ile kesin olarak karar vermeden
amaçlanan, yerel mahkemenin dosyasının içeriğinin Özel Daireyi karara götürecek
nitelikte olmasıdır.” şeklinde içtihat ortaya koymuştur (YHGK. 1/12/2004 tarih ve
E.2004/9-644, K.2004/643 sayılı kararı).
49. Başvuruya konu yargılama
sürecinde, İzmir 10. İş Mahkemesince yapılan yargılamada tanık beyanları ve
bilirkişi raporları alınmış, Yargıtayca,
araştırılması gereken başkaca bir husus bulunmadığına kanaat getirilerek işe
iade talebi hakkında kesin hüküm kurulmuştur.
50. Yukarıda belirtildiği üzere,
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen “mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay
ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması" kuralı ile
amaçlanan husus, işe iade davalarının işçi açısından taşıdığı değer ve işçinin
kişisel menfaati gereği hızlı sonuçlandırılması ve işçinin korunmasıdır.
Yargıtay tarafından hukuka uygun olmayan derece mahkemesi kararlarının
bozulması halinde, dava dosyasıyla ilgili olarak araştırılması gereken başka
bir husus kalmadığı ve delillerin tamamlandığı anlaşıldığında davanın esasına
yönelik olarak kesin olarak karar verilmesi, yargılama sürecini hızlandırma
amacına yöneliktir. Kanunla getirilen söz konusu kuralın uygulanmasının tek
başına adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilemez. Yargıtay
tarafından işin esasına girilerek kesin olarak nihai karar verilmesi hukuka
aykırı ve keyfi bir uygulama niteliğinde de değildir.
51. Somut başvuruda,
başvurucunun İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı işe iade davasının kabulüne dair
kararın Yargıtay tarafından bozularak ortadan kaldırılması ve davanın reddine
kesin olarak karar verilmesi nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğinden söz edilemez.
52. Açıklanan nedenlerle,
Yargıtay tarafından işin esasına girilerek davada nihai kararın verilmesinde
adil yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlalin olmadığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının
İhlali İddiası
53. Başvurucu, İzmir 10. İş
Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiğini, Yargıtay
tarafından delillerin değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
54. Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
verilen davanın reddine dair kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmaması
ve kabul edilmezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir sebep de
bulunmaması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
55. Zühtü ARSLAN, Alparslan
ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN,
Erdal TERCAN ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.
2. Esas Yönünden
56. Başvurucu, İzmir 10. İş
Mahkemesinde açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iadesi davası
sonunda davanın kabulüne hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince İlk Derece Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılarak davanın reddine
kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde çalıştığı sırada işverenin
İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı
değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesine göre yazılı
olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak, nereye ve kaç
gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli
olmayacağını, Yargıtayın bu durumu dikkate almadığını
ve kanuna aykırı karar verdiğini, tanık H.G.’nin
beyanlarını değerlendirmediğini, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört
aşçı alındığını, ayrıca fesihten sonra on beş yeni işçinin daha düşük
ücretlerle işe başlatıldığını, işverenin amacının ücretleri düşürmek olduğunu,
davalının işletmesel karar almasını gerektiren mali
güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine
son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857 sayılı Kanun’un 29.
maddesine de aykırı olduğunu, feshin esas amacının ücretleri düşürmek olduğunu,
benzer davalarda Yargıtay tarafından, ilk derece mahkemelerince verilen işe
iade davalarının kabulüne dair kararların onanmasına rağmen, açtığı dava
sonunda verilen kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar
verildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
57. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Yargıtay tarafından
davanın reddine karar verilmesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk
kurallarının yorumlanmasına yönelik adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
niteliğinde olduğunu bildirmiştir.
58. Başvurucu, Adalet Bakanlığı
görüşüne katılmadığını, Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinin
adil olmadığını, kanuna açıkça aykırı değerlendirme yapılarak davanın
reddedildiğini belirtmiştir.
59. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
60. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
61. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
62. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
63. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede
yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).
64. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve diğerleri, B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin ayrıntısı
davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak
hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır
(Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
65. Kararların gerekçeli olması,
davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel
olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili
başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi
bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün
olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması
beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
66. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması yükümlülüğü Anayasa'da açıkça düzenlenmiş olmakla birlikte
gerekçeli karar hakkı, adil ve hakkaniyete uygun yargılama yapılmasının da
temel şartları arasındadır.
67. Öte yandan derece
mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir.
Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna
etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt
vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi,
B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
68. Yargılama makamları
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Yüksel Hançer, B. No.2013/2116, 23/1/2014, § 19).
69. Mahkemeler, kararlarını
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü
altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için
gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri
iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri
için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında
açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili
olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması
halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir
gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca
ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli
olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı
ve tutarlı olması da gerekir. Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen
gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, B.
No.2013/7800, 18/6/2014, §§ 34-36).
70. Makul gerekçe, davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No.2013/1235, 13/6/2013, § 24). Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu
kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya
yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya savunmaların
cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının
ihlaline neden olabilir.
71. Delillerin kabul
edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk kurallarına göre milli mahkemelerce
değerlendirilir. AİHM, yargılama sürecini bütün olarak dikkate alarak, bu
süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz
bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (bkz. Schuler-Zgraggen /İsviçre, B.No:
14518/89, 24/6/1993, § 66).
72. Başvuru konusu olayda
başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı davada, iş akdinin işveren
tarafından haklı ve geçerli bir nedene dayanılmaksızın feshedildiğini ileri
sürerek, işe iadesine karar verilmesini talep etmiş, davalı işveren, feshin
işyerinin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedene dayandığını ileri
sürerek davanın reddini istemiştir.
73. Mahkemece tarafların
tanıkları dinlenmiş ve bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bilirkişiler tüm delilleri değerlendirerek, başvurucunun iş akdi
sona erdirilmeden önce başka bir işte çalıştırma hakkında kendisine bir teklif
yapılmadığı gibi, diğer işyerlerinde istihdam olanağının bulunup bulunmadığı
yönünde herhangi bir çalışma yapılmaksızın başvurucunun iş akdinin sona
erdirildiğini, iş akdinin geçerli bir nedene dayalı olarak feshedildiğini ispat
yükü davalı işverene ait olmasına rağmen davalının bu konudaki ispat külfetini
yerine getirmediğini, davalının, iş akdinin feshinden sonra faaliyetlerine
devam ettiğini, şirketin mali tablo verilerine göre iş kaybının bulunmadığını,
yurt içi ve yurt dışı satışlarının, faaliyet kârlarının ve dönem net kârlarının
düzenli bir artış eğiliminde olduğunu, davalı şirketin ekonomik bir sıkıntı
işçinde bulunmadığını, takdirin Mahkemeye ait olduğunu, feshin geçerli nedene
dayandığının kabulü halinde davanın reddine, geçerli bir neden olmadığının
tespiti halinde ise feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar
verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
74. Mahkemece, 24/7/2012 tarihinde, başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin
geçerli bir nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı tarafından
yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir (bkz.
§ 12).
75. Davalının temyizi üzerine,
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli
ilâmıyla “davacının iş akdinin 1/11/2011
tarihinde, THY tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun
İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş
kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan
duyuruya rağmen İstanbul'da görev alma konusunda davacının başvurusunun
olmadığı ve başka bir kadroda istihdam edilmesinin de mümkün olmadığı
gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği,
davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde
işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde
İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının
bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile
aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere
diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı
işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın
istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde
uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin geçerli bir
sebebe dayandığı” gerekçeleriyle davanın reddi yerine kabulüne karar
verilmesinin hatalı olduğu ve bozmayı gerektirdiği belirtilerek, 4857 sayılı Kanun'un
20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca hükmün bozularak ortadan kaldırılmasına
ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
76. Başvurucunun açtığı davada
İzmir 10. İş Mahkemesi, 4857 sayılı Kanun’un 22. ve 29. maddelerine uygun
bildirimin yapılmadığını kabul ederek davanın kabulüne karar vermişse de
Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, davalı Şirketin fesih bildiriminde belirttiği
hususları duyuru şeklinde işyerindeki tüm çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru
neticesinde de şirketin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe
başlayan işçilerin olduğu, başvurucunun ise iş teklifine müracaat etmediği,
davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu
kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir
şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin
geçerli bir sebebe dayandığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
77. Bir davada, maddi olguları
bildirmek tarafların; bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin
görevidir. Taraflarca bildirilip, iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi
olgular mahkemece tam olarak saptanmalı ve maddi olguların hukuksal
nitelendirmesi yapılıp ilgili hukuk kuralları uygulanmalıdır.
78. Bir mahkeme kararının
gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyar, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir.
Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için, ortada
usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda
verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün
bulunması zorunludur.
79. Başvuru konusu olayda İzmir
10. İş Mahkemesi, işveren tarafından başvurucunun iş akdine son verilirken
İstanbul ünitesinde çalışması konusunda herhangi bir teklifte bulunulmadığını,
başvurucunun niteliğine uygun başka bir işte çalışma olanağı olup olmadığı
konusunda herhangi bir çalışma yapıldığına dair bir bilgiye ulaşılamadığını,
davalı tanığı H.G. işçi çıkarmalarda çıkarılan işçilerin performanslarının
değerlendirmeye tabi tutulduğunu ifade etmişse de bu konuda davalı işverenin hangi
kriterlere dayanarak bu değerlendirmeyi yaptığına dair
dosyada herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiş, davalı işverenin mali
durumunu gösteren bilirkişi raporunu da dikkate alarak, iş akdinin geçerli
nedene dayalı olarak feshedildiğinin davalı tarafından ispat edilemediği
gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir.
80. Tebliğ kelimesi, bildirme,
duyurma, anlatma, haber verme anlamlarına gelmektedir. Hukuki bir terim olarak
tebliğ, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir hususun muhatabına bildirilmesi
işlemidir. Tebliğ, konusuna göre ilgili mevzuatta, resmi ya da özel yöntemlerle
ve biçimsel olarak da yazılı veya ilan yöntemiyle ya da posta veya iletişim
araçları yolu ile yapılması gereken usul işlemi olarak düzenlenmiştir. Tebliğ,
muhataba ulaştırılış şekline göre de doğrudan doğruya tebliğ ve vasıtalı tebliğ
olarak ikiye ayrılmaktadır. Tebliğin hukuken geçerli kabul edilebilmesi için,
ilgili mevzuatta öngörülen yönteme uygun olarak yerine getirilmesi
gerekmektedir. İncelenen uyuşmazlıkta, 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesinde, “İşveren, … çalışma
koşullarında esaslı bir değişikliği ancak, durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir.”
denilmek suretiyle tebliğin yöntemi bakımından işçiyi muhatap alan “yazılı bildirim” esası benimsenmiştir.
Anılan cümlenin devamında “bu şekle uygun
olarak yapılmayan … değişiklikler
işçiyi bağlamaz.” denilerek, belirlenen tebligat yöntemi, maddede
düzenlenen işçi haklarının kanuni güvencesi olarak düzenlenmiştir.
81. Davalı işverenin temyizi
üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından, başka bir araştırma yapılmadan
ve dosyadaki aynı deliller değerlendirilmek suretiyle, İzmir 10. İş
Mahkemesince verilen kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine karar
verildiği anlaşılmıştır. Başvuranın, tebliğin kanuna uygun yapılmadığına
yönelik iddiasına karşılık Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, 4857 sayılı Kanun'un
22. maddesinin ilk cümlesindeki “İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu
işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir....” şeklindeki
hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış,
ayrıca İzmir 10. İş Mahkemesince alınan ve davalı işverenin mali durumunu
gösteren bilirkişi raporunun hangi gerekçeyle dikkate alınmadığı, başvurucunun
iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmadığı
konusunda bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmediği, Mahkemece
dinlenen tanık H.G.'nin beyanlarının tartışılmadığı
anlaşılmıştır. Bu durum, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında
gerekçeli karar hakkını ihlali sonucunu doğurmaktadır.
82. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
83. Zühtü ARSLAN, Alparslan
ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN,
Erdal TERCAN ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
84. Başvurucu yoksun kaldığı
aylık ücretlerinin ödenmesini talep etmiştir.
85. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucunun tazminat talebine yönelik değerlendirme yapılmamıştır.
86. 6216
sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde
karar verilemez.
Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
87. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, gerekçeli karar hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, ihlal ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın Yargıtaya gönderilmesine
karar verildiği ve maddi tazminat talepleri Yargıtay tarafından
değerlendirilebileceği için başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
89. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Nihai kararın Yargıtay
tarafından verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Zühtü ARSLAN,
Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Erdal TERCAN ve Muammer TOPAL’ın karşı oyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE, Zühtü ARSLAN, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Erdal TERCAN ve Muammer TOPAL’ın
karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. İhlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın
Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine, OYBİRLİĞİYLE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı iş akdinin
feshinin geçersizliği ve işe iade davası sonunda davanın kabulüne
hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince bu kararın ortadan
kaldırılarak davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde
çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş
şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22.
maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı
olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle
yapılan feshin geçerli olmayacağını, Yargıtay'ın bu durumu dikkate almayarak
kanuna aykırı karar verdiğini belirterek, diğer hakları yanında, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Mahkememiz çoğunluğu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin
kararında, 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinde belirtilen "yazılı bildirim"in ne şekilde yapılması gerektiği konusunda
açıklama yapılmadığı, teknik bilirkişi raporundaki verilerin
değerlendirilmediği ve tanık H.G.'nin beyanlarının
tartışılmadığı görüşünden hareketle, başvurucunun gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (§ 81).
3. Teknik bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmesi ve
tanık beyanlarının tartışılması, delillerin değerlendirilmesine ilişkin olup,
derece mahkemelerinin takdirinde olan hususlardır. Anayasa Mahkemesi
kararlarında vurgulandığı üzere, ilke olarak, derece mahkemeleri önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
4. Somut olayda başvurucunun iddiaları, tipik anlamda kanun yolu
şikayetidir. İddiaların özünün Yargıtay 22. Hukuk
Dairesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Açıkça hukuka aykırılık bulunmadıkça,
kuralların yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde derece
mahkemelerinin takdir yetkisini ortadan kaldıracak nitelikte ihlal kararı
verilmesi, bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz.
5. Diğer yandan, adil yargılanma hakkının bir unsuru olan
gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında hükme nasıl ulaşıldığının anlaşılır
şekilde açıklanmasını gerektirir. Ancak bu hak, yargılamada ileri sürülen her
türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı bir şekilde cevap verilmesini zorunlu
kılmamaktadır. Somut olayın şartlarına göre değişebilmekle birlikte, kararın
hüküm kısmına dayanak oluşturacak şekilde kısa ve özet de olsa bir gerekçenin
bulunması mutlaka gerekir (Vesim Parlak, B.No:
2012/1034, 20/3/2014, § 33).
6. Başvuruya konu yargılamada Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, “davacının iş akdinin 1/11/2011
tarihinde, THY tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun
İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş
kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul'da görev
alma konusunda davacının başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda istihdam
edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18.
maddeleri uyarınca feshedildiği, davalının, fesih bildiriminde belirttiği
hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde tüm
çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da
çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının
bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı
ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği
üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda
davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu
kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir
şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin
geçerli bir sebebe dayandığı” gerekçeleriyle hükmün bozularak
ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir.
7. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, diğer hususlar yanında, 4857
sayılı Kanun’un 22. maddesinde öngörülen feshin bildirimine ilişkin hükmü İzmir
10. İş Mahkemesi’nden farklı değerlendirmiştir. Bu çerçevede davalı şirketin
fesih bildiriminde belirttiği hususları duyuru şeklinde işyerindeki tüm
çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru neticesinde de şirketin İstanbul ünitesinde
çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, başvurucunun ise iş
teklifine müracaat etmediği belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Başka bir ifadeyle, ilk derece mahkemesinin aksine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
işyerinde tüm çalışanların ulaşabildiği şekilde duyuru yapılmasını "yazılı
bildirim"in gerçekleşmesi bakımından yeterli
görmüştür. Gerekçeli karar hakkının, işyerinde "duyuru asma" şeklinde
gerçekleştirilen bildirimin, kanunda yer alan "yazılı bildirim" şartını
karşılayıp karşılamadığı konusunda Yargıtay'a daha ayrıntılı açıklama yapma
yükümlülüğü yüklediği söylenemez.
Açıklanan gerekçelerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve Yargıtay'ın gerekçesinin
de yeterli olduğu anlaşıldığından, başvurunun “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerektiği kanaatiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade
davasının iş mahkemesi tarafından kabulüne karar verildiğini, ancak temyiz
üzerine Yargıtay’ın, İlk Derece Mahkemesinin kararını ortadan kaldırarak
davanın reddine kesin olarak karar verdiğini, bu kararı verirken, İzmir ilinde
çalıştığı sırada, işverenin İstanbul ilinde çalışmaya ilişkin duyuru yaptığını,
iş şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22.
maddesine göre yazılı olarak bildirilmesinin gerektiğini, bu emredici hükme
aykırı olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru
nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, bu durumun dikkate alınmadığını
ve kanuna aykırı karar verildiğini, işyerine aynı nitelikte işçi alınmadığı
iddiasının da gerçeğe uygun olmadığını, iş akdinin feshinden sonra aynı
işyerine dört aşçı alındığını, davalı şirketin işletmesel
karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda
yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini ileri sürmüştür.
Öncelikle tespit etmek gerekir ki, ilk derece mahkemesi ile
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, olaya uygulanacak kural olarak 4857 sayılı
Kanun’un 22. maddesinin birinci fıkrasının ne şekilde yorumlanacağı, ne şekilde
anlaşılacağı ve somut olayın bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilemeyeceği
konusunda farklı görüşte oldukları anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesinin, iş verenin işyerine asarak yapmış olduğu duyurunun, 22.
maddeye uygun bir bildirim olarak değerlendirilemeyeceği; Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin ise, işyerine asarak yapılan duyurunun, kanuna uygun bir duyuru
olarak değerlendirileceği kanaatinde olduğu görülmektedir.
Mahkememizin daha önceki kararlarında da istikrarla belirtildiği
üzere: “İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek
istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu
hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez”
(B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
Somut olayda da, bir hukuk kuralının ne şekilde yorumlanacağı ve
olaya uygulanacağı konusu önem arz etmektedir. Kural olarak Anayasa
Mahkemesinin, söz konusu 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ne şekilde
yorumlanacağı ve olaya uygulanacağı yahut somut olayın özelliklerinin 22.
maddede öngörülen gerekleri karşılayıp karşılamadığının takdirine karışması söz
konusu olamaz. Bu hususlar kanun yolunda gözetilecek hususlardır. Belirtilen
konuların değerlendirmesi Yargıtay tarafından yapılmış ve işverenin işyerinde
yaptığı duyurunun da 22. maddede belirtilen yazılı tebligat yerine geçebileceği
sonucuna varılmıştır. Kararda bu husus şu şekilde belirtilmiştir: “…davacının…davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde
tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da
çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının bu iş
teklifine başvurmadığı, …”. Yargıtay’ın bu sonucu varırken keyfi
davrandığını yahut bariz takdir hatası yapıldığını söylemek de mümkün değildir.
Başvurucu tarafından ileri sürülen, işyerine aynı nitelikte işçi
alınmadığı, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığı, davalı
şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali
güçlüğünün de bulunmadığı iddiaları da Yargıtay tarafından değerlendirilmiş ve
bu konuda kararda şöyle denilmiştir: “…fesihten
sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı
gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını
da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel
bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının,
kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu...”. Görüldüğü
gibi, başvurucu tarafından ileri sürülen hususlar Yargıtay kararında
karşılanmıştır. Ayrıca daha önceki kararlarımızda da belirtildiği üzere,
mahkeme kararlarında, davacı tarafından ileri sürülen tüm hususların ayrı ayrı
açık bir şekilde karara bağlanması zorunlu olmayıp, bazı hususların zımnen
kabulü veya reddi şeklinde cevaplandırılması da mümkündür.
Yukarıda belirtilen nedenlerle başvurucunun, yargılamanın sonucu
itibariyle adil olmadığı yönündeki iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermek gerekirken, Mahkememiz çoğunluğu
tarafından başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliğine ve başvurucunun söz
konusu hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararına katılmamız mümkün olmamıştır
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|