TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MÜKERREM YILDIZ VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1111)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mükerrem Yıldız
|
|
|
2. Zerren Konur
|
|
|
3. Simten Doğan
|
|
|
4. Hikmet Ural
|
|
|
5. Meral Doğru
|
|
|
6. Sabahat Erdener
|
|
|
7. Nuray Sukusturan
|
|
|
8. Nezahat İzgen
|
|
|
9. Belgin Aydın
|
|
|
10. Nurcan Kaya
|
|
|
11. Nesrin Uzer
|
|
|
12. Hakan Çelener
|
|
|
13. Semra Cengiz
|
|
|
14. Nuriye Ural
|
|
|
15. Nalan Ural
|
|
|
16. Burhanettin Ural
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mustafa Metin SEZGİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kadastro tespitine
itiraz davasında yürütülen yargılamada başvurucuların ileri sürdükleri
itirazların karşılanmaması, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe
ihtiva etmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının, yargılama sonucunda verilen karar nedeniyle ise mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/1/2013
tarihinde Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 6/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir.
6. Bakanlığın 9/12/2013 tarihli görüş yazısı 23/12/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
6/1/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Ekim 1942 tarihli eski tapu
kaydına göre toplam 15.000 m² yüzölçümündeki taşınmazın 16/32 payı, bir kısım
başvurucular ile murisleri adına tapuya tescillidir.
9. İrfan Eroğlu tarafından 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Medeni Kanunu’nun
639. maddesine dayanılarak Maliye Hazinesi ve Kumkaya
köyü tüzel kişiliği aleyhine Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava
sonucunda, Mahkemenin 17/7/1984 tarihli ve E.1982/82, K.1984/168 sayılı
kararıyla taşınmazın başvurucular adına kayıtlı olmayan 4.557 m² miktarındaki
16/32 payının olağanüstü zamanaşımına göre İrfan Eroğlu adına tapuya tesciline
karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.
10. Başvurucuların bir kısmı
tarafından taşınmazın tapuda adlarına tescilli olmayan 16/32 payının adlarına
tapuya tescili istemiyle Maliye Hazinesi ve Kumkaya
köyü tüzel kişiliği aleyhine 5/7/1995 tarihinde
Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda, Mahkemenin 25/12/2001
tarihli ve E.1995/231, K.2001/408 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve
taşınmazın bir kısım başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
11. Maliye Hazinesi tarafından
kararın temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 5/11/2002
tarihli ve E.2002/6221, K.2002/8067 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
12. Karar düzeltme isteminde
bulunulmadığından hüküm 5/11/2002 tarihinde
kesinleşmiştir.
13. 2006 yılında taşınmazın
bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonucunda taşınmaz, 108 ada 459
parsel numarası ile 7.339,77 m² olarak başvurucular adına, 108 ada 460 parsel numarası
ile 5.462,31 m² olarak İrfan Eroğlu adına tespit edilmiştir.
14. Başvurucular, İrfan Eroğlu
aleyhine 4/1/2007 tarihinde Mudanya Kadastro
Mahkemesinde E.2007/17 sayılı dosyada açtıkları kadastro tespitine itiraz
davasında, 108 ada 459 ve 460 numaralı parsellerin bütün olarak 15.000 m² olup
1942 yılına ait eski tapu kaydına göre kendilerine ait olduğu, tapu kaydı
dikkate alınmaksızın taşınmazın kısmen İrfan Eroğlu adına tespitinin yapıldığı
iddiasıyla 108 ada 460 numaralı parselin tespitinin iptali ve taşınmazın
adlarına tescilini talep etmişlerdir.
15. Maliye Hazinesi tarafından
İrfan Eroğlu aleyhine Mudanya Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine
itiraz davasında ise davalıya ait tapu kaydındaki miktarın aşıldığı, kadastro
çalışması sırasında fazladan tespit yapıldığı belirtilerek bu miktarın
tespitinin iptali talep edilmiştir.
16. Her iki dava dosyası
birleştirilerek yapılan yargılamada mahallinde keşif yapılmış, mahalli
bilirkişiler ve taraf tanıkları dinlenilmiş, teknik bilirkişilerden rapor
alınarak Mahkemenin 12/10/2010 tarihli ve E.2006/454,
K.2010/150 sayılı kararıyla, İrfan Eroğlu tarafından 1982 yılında açılan tescil
davası sonucunda verilen 17/7/1984 tarihli kararın eski tarihli olması
nedeniyle başvurucular tarafından açılan davanın reddine, Maliye Hazinesince
açılan davanın kabulü ile davalı adına tespiti yapılan taşınmazın 905,31 m²lik
kısmının Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline, kalan 4.557 m²sinin davalı
İrfan Eroğlu adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
17. Anılan yargılama sırasında
alınan raporda, teknik bilirkişi olan harita mühendisi tarafından 108 ada 459
parsele revizyon gören 20/12/1942 tarihli tapu
kaydının 15.000 m² olarak 108 ada 459 ve 460 numaralı parsellerin ikisini de
kapsadığı, kadastro çalışması sonrasında her iki parselin alanının 12.808,08 m²
olarak belirlendiği ve 108 ada 460 numaralı parsele uygulanan 17/7/1984 tarihli
hükümle oluşan tapu kaydına göre taşınmazın 4.557 m² olduğu belirtilmiştir.
18. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/1/2012 tarihli ve
E.2011/3127, K.2012/419 sayılı kararıyla Mahkemenin, tescil hükmü ile 17/7/1984
tarihli Mahkeme kararı sonucu oluşan tapu kaydına üstünlük verileceği yönündeki
gerekçesi kabul edilmeyerek Ekim 1942 tarihli 15.000 m² miktarındaki taşınmazın
tapu kaydının 459 ve 460 numaralı parselleri kapsadığı, taşınmazın 16/32
payının başvurucular adına bu tapu kaydına göre tescilli olduğu, İrfan Eroğlu
tarafından Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın diğer 16/32 payının
adına tescili amacıyla açılan kazandırıcı zamanaşımına dayalı tescil istemi
sonucunda 17/7/1984 tarihli kararla taşınmazın İrfan Eroğlu adına tapuya tescil
edildiği, aynı taşınmaza yönelik 1995 yılında bir kısım başvurucu tarafından
açılan dava sonucunda ise 25/12/2001 tarihli kararla aynı taşınmazın bir kısım
başvurucu adına tesciline karar verildiği, hâlbuki bu taşınmazın 17/7/1984
tarihli kararla İrfan Eroğlu adına tescil edildiği, dolayısıyla İrfan
Eroğlu’nun dayandığı tapu kaydının daha eski tarihli olduğu, yine 460 numaralı
parsele 1965 yılından beri Hüseyin ve İrfan Eroğlu’nun zilyet olduğu,
zilyetliklerinin devam ettiği, taşınmazın verimli ve bakımlı zeytinlik
niteliğinde olduğu, başvurucuların ise 460 numaralı parsele hiç zilyet
olmadıkları, taşınmazı Hüseyin ve İrfan Eroğlu’nun kullanmasına da itiraz
etmedikleri, 460 parsel numaralı taşınmazın İrfan Eroğlu tarafından kazandırıcı
zamanaşımına dayalı olarak açılan dava sonucunda 17/7/1984 tarihinde adına
tesciline karar verilmesinden sonra aynı taşınmaza yönelik başvurucular
tarafından açılan tescil davası neticesinde taşınmazın mükerrer olarak
başvurucular adına tapuya tescil edilmesinin hukuki değerinin bulunmadığı
gerekçeleriyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.
19. Karar düzeltme istemi,
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/10/2012 tarihli ve
E.2012/6893, K.2012/11452 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
20. Karar başvuruculara 31/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucular 30/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
22. 743 sayılı mülga Kanun’un
639. maddesi, 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 11., 12., 28. ve 29. maddeleri, 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesinin (2) numaralı fıkrası,
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların
30/1/2013 tarihli ve 2013/1111 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular, 1942 yılına
ait tapu kaydına dayalı olarak 15.000 m² miktarındaki taşınmazın 16/32 payının
maliki olduklarını, bakiye 16/32 payının adlarına tescili amacıyla Mudanya
Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davası sonucunda 25/12/2001
tarihli kararla taşınmazın 16/32 hissesinin de adlarına tapuya tesciline karar
verildiğini, 2006 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 15.000 m²
miktarındaki taşınmazın 108 ada 459 parsel numarası ile 7.339,77 m²sinin
adlarına tespit edildiğini, bakiye 5.462,31 m²sinin ise 108 ada 460 parsel
numarası ile İrfan Eroğlu adına, 2.198,92 m²sinin ise Maliye Hazinesi adına
tespit edildiğini, Mudanya Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine
itiraz davasının, İrfan Eroğlu tarafından 1982 yılında açılan dava sonucunda
verilen 17/7/1984 tarihli kararla taşınmazın olağanüstü zamanaşımına dayalı
olarak kısmen İrfan Eroğlu adına tescil edilmesi nedeniyle reddedildiğini, İrfan
Eroğlu’nun açtığı bu davada taraf olmadıkları için davadan haberdar
olmadıklarını, taşınmazın yasaya aykırı olarak ikiye bölündüğünü ve 1942
tarihli eski tapu kaydı ile 25/12/2001 tarihli Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesi
kararı dikkate alınmaksızın taraf olmadıkları İrfan Eroğlu’nun Mudanya Asliye
Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda verilen 17/7/1984 tarihli karar
doğrultusunda kadastro tespitine itiraz davasının reddedildiğini, 108 ada 459
ve 460 numaralı parsellerin bir bütün olarak 1942 tarihli tapu kaydı içinde yer
aldığını, Kadastro Mahkemesindeki yargılama sırasında rapor alınan
bilirkişilerin de bu hususu belirtmelerine rağmen davanın reddedildiğini, tapu
kaydı bulunan taşınmazın olağanüstü zamanaşımına dayalı olarak hükmen tescil
edilemeyeceğini, dolayısıyla 17/7/1984 tarihli kararın da dikkate
alınamayacağını, hükmün temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesince 19/4/2011
tarihinde duruşma yapıldığı hâlde kararın 9 ay sonra 25/1/2012 tarihinde makul
süre aşılarak verildiğini, Yargıtay kararının yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, 17/7/1984 tarihli kararın yok hükmünde olduğunu, taşınmaza ilişkin
ilk olarak 5/7/1995 tarihinde dava açtıkları hâlde 2012 yılında karar
verildiğini, 17 yıl devam eden bir süre sonunda mülkiyet hakkına ilişkin hüküm
kurulduğunu belirterek Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakları
ile 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
25. Başvurucuların, Mudanya
Kadastro Mahkemesinde açtıkları davada delillerin eksik ve hatalı
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yanlış yorumlanması, Mahkeme ve Yargıtay
kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi nedenleriyle adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları ile dava konusu taşınmazın üçüncü
şahıs adına tapuya tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği
yönündeki iddiaları ayrı ayrı incelenmiştir. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddia ise ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucular, Mudanya
Kadastro Mahkemesinde açtıkları davada delillerin eksik ve hatalı
değerlendirildiğini, hukuk kurallarının yanlış yorumlandığını, İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini belirterek
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
27. Bakanlığın görüş yazısında
başvurucuların; davaya katılma hakkına riayet edildiği, yargılama süreci
boyunca haklarını savunmak için kendi görüşlerini sunma imkânı buldukları,
ileri sürdükleri iddiaların Mahkemece dinlenip incelendiği belirtilmiştir.
28. Başvurucular; Bakanlık
görüşüne katılmadıklarını, davaların birleştirilmesi nedeniyle kendilerince
açılan davanın yeterli özen gösterilmeden incelendiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
32. Anılan kurallar uyarınca
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması; bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
33. Somut olayda başvurucular, 4/1/2007 tarihinde Mudanya Kadastro Mahkemesinde İrfan
Eroğlu aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Aynı taşınmaza
ilişkin olarak Maliye Haznesi tarafından da 29/12/2006
tarihinde İrfan Eroğlu aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.
Mahkemece her iki davanın aynı taşınmaza yönelik olması nedeniyle dava
dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiş, deliller toplanmış, keşif
yapılmış, mahalli bilirkişiler ve taraf tanıkları dinlenerek 12/10/2010
tarihinde davalı tarafın sonraki tapu kaydının Mahkeme kararına dayanılarak
oluşturulması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/1/2012 tarihli
kararıyla tapu kaydı bulunan taşınmazın 16/32’lik kısmının tapuya tescilli
olmadığı, İrfan Eroğlu tarafından taşınmazın olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı
yoluyla tesciline ilişkin açılan davanın kabul edilmesi nedeniyle İrfan Eroğlu
adına tescil edildiği, başvurucular tarafından Mudanya Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılan dava sonucunda ise zaten İrfan Eroğlu adına tescilli
taşınmazın mükerrer olarak tapuya tescil edildiği bu nedenle başvurucular adına
yapılan tescilin hukuki değerinin bulunmadığı yönünde farklı bir gerekçeye
dayanılarak (bkz. § 18) İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır.
34. Mahkemenin ve Yargıtayın gerekçesi ile başvurucuların iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün derece mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde
ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığı ve esas itibarıyla bunun
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
35. Başvurucular, yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadıklarına,
kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadıkları gibi İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın
kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Açıklanan nedenle
başvurucular tarafından ileri sürülen bu iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
37. Öte yandan başvurucular, İlk
Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini
belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
38. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
39. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü,
kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
40. Ancak derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber
ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
söz konusu ise mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabilir. Böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli
olabilir (Yasemin Ekşi, B. No:
2013/5486, 4/12/2013, § 56).
41. Öte yandan temyiz
mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz
merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da bunu basit bir atıfla kararına yansıtması
yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde
dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
42. Somut olayda Mahkemece,
davalı tarafın dayandığı sonraki tapu kaydının mahkeme kararına dayanılarak
oluşturulması nedeniyle hükmün kesinleştiği belirtilerek davanın reddine karar
verilmiştir. Yargıtay tarafından yürütülen temyiz incelemesi sırasında ise
Mahkemenin gerekçesi kabul edilmeyerek farklı bir gerekçe ile karar onanmıştır
(bkz. § 18). Karar düzeltme istemi, Kanun’da sayılan hâllere uygun bulunmayarak
reddedilmiştir (bkz. § 22). Dolayısıyla somut olayda Mahkeme ve Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
43. Açıklanan nedenlerle
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurucuların bu yöndeki iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Mülkiyet
Hakkının İhlali İddiası
44. Başvurucular, Mudanya
Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasının, İrfan
Eroğlu tarafından 1982 yılında açılan dava sonucunda verilen 17/7/1984
tarihli kararla taşınmazın olağanüstü zamanaşımına dayalı olarak kısmen İrfan
Eroğlu adına tescil edilmesi nedeniyle reddedildiğini, İrfan Eroğlu’nun açtığı
bu davada taraf olmadıkları için davadan haberdar olmadıklarını, taşınmazın
yasaya aykırı olarak ikiye bölündüğünü ve 1942 tarihli eski tapu kaydı ile
25/12/2001 tarihli Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesi kararı dikkate alınmaksızın
taraf olmadıkları İrfan Eroğlu’nun Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı
dava sonucunda verilen 17/7/1984 tarihli karar doğrultusunda kadastro tespitine
itiraz davasının reddedildiğini, 108 ada 459 ve 460 numaralı parsellerin bir
bütün olarak 1942 tarihli tapu kaydı içerisinde yer aldığını, Kadastro Mahkemesindeki
yargılama sırasında rapor alınan bilirkişilerin de bu hususu belirtmelerine
rağmen davanın reddedildiğini, tapu kaydı bulunan taşınmazın olağanüstü
zamanaşımına dayalı olarak hükmen tescil edilemeyeceğini, dolayısıyla 17/7/1984
tarihli kararın da dikkate alınamayacağını belirterek mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
45. Bakanlığın görüş yazısında,
başvurucuların tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle uğranılan zararın
tazmini için sorumlu idareye veya yargı yoluna başvuruda bulunup bulunmadıkları
hususunda başvuru dosyasında bir bilginin bulunmadığı, başvuru yollarının
tüketilmesine ilişkin incelemede bu durumun dikkate alınması gerektiği
belirtilmiştir.
46. Başvurucular cevap
dilekçesinde Mudanya Kadastro Mahkemesinde açtıkları davanın sonuçlanmasıyla
birlikte başvuru yollarının tüketildiğini ifade etmişlerdir.
47. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
48. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
49. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden
olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekir.
50. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013,
§ 17).
51. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (Bayram Gök, §
18).
52. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa Mahkemesi
önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli
mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve
kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).
53. Bireysel başvurunun ikincil
niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler
önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği
gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine
sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
54. 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesi; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu
olduğunu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu
edebileceğini hüküm altına almıştır.
55. Başvuru konusu somut olayda
başvurucular, dava konusu taşınmaza ilişkin murislerine ait olan 1942 tarihli
tapu kaydının bulunmasına rağmen Mudanya Kadastro Mahkemesinde açtıkları
kadastro tespitine itiraz davasının, İrfan Eroğlu tarafından 1982 yılında
açılan dava sonucunda verilen 17/7/1984 tarihli
kararla taşınmazın olağanüstü zamanaşımına dayalı olarak kısmen İrfan Eroğlu
adına tescil edilmesi nedeniyle reddedildiğini, 25/12/2001 tarihli Mudanya
Asliye Hukuk Mahkemesi kararının dikkate alınmadığını belirterek mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir (bkz. § 24).
56. Tapu işlemleri kadastro
tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve
tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir
bütün oluşturduğundan, bunlardan doğan zararlardan 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesine göre devletin sorumluluğuna başvurulabilir. Burada devletin kusursuz
sorumluluğu söz konusu olabilir. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı
çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi
ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru
tutulmasını üstlenen ve doğru tutulacağını taahhüt eden devlet, gerçeğe aykırı
ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 45).
57. Bu işlemler nedeniyle zarar
görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini
için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar
Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinde, Hazine
aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Nazmiye
Akman, § 46). Ancak başvurucuların Derece Mahkemeleri nezdinde bu
yönde herhangi bir talebinin bulunduğu tespit edilememiştir. Bu anlamda ihlale neden olduğu ileri sürülen iddiaya
ilişkin olarak idari ve yargısal yollara başvurulmadığından başvuru yolları
usulünce tüketilmemiştir.
58. Açıklanan nedenlerle bireysel başvurunun bu
kısmına ilişkin ihlal iddialarının, başvuru yolları usulüne uygun şekilde
tüketilmeden başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Yargılamanın
Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
59. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
60. Başvurucular, murislerine
ait 1942 tarihli taşınmaza ilişkin ilk olarak 5/7/1995
tarihinde dava açtıkları hâlde ancak 2012 yılında karar verildiğini, 17 yıl
devam eden bir süreç sonunda mülkiyet hakkına ilişkin hüküm kurulduğunu
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
61. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucular
tarafından ileri sürülen yargılamanın 17 yıl sürdüğüne ilişkin iddianın 5/7/1995 tarihinde Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
kararın kesinleşmesiyle sona eren davaya göre hesaplandığı, başvuruya konu
yargılamanın 4/1/2007 tarihinde Mudanya Kadastro Mahkemesinde başlatıldığı,
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığına ilişkin şikâyetin
incelenmesinde bu durumun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
62. Başvurucular cevap
dilekçesinde başvuru formunda ileri sürdükleri iddiaları tekrar etmişlerdir.
63. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak başvurucular her ne kadar 1942 tarihli tapu kaydı
bulunan taşınmaza ilişkin ilk olarak 5/7/1995
tarihinde dava açtıklarını ancak 2012 yılında karar verildiğini ileri
sürmüşlerse de belirtilen tarihte Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın 5/11/2002 tarihinde kesinleştiği anlaşıldığından bu kapsamdaki inceleme
Mudanya Kadastro Mahkemesinde yürütülen yargılama ile sınırlı olarak
yapılmıştır.
64. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü
Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhildir. Ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
65. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir
(Güher Ergun ve diğerleri, §§
41–45).
66. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda Mudanya Kadastro Mahkemesi nezdinde kadastro tespitine itiraz davasının
söz konusu olduğu görülmekle 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur (Güher
Ergun ve diğerleri, § 49).
67. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup somut başvuru açısından bu tarih, 4/1/2007’dir.
68. Sürenin bitiş tarihi ise
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin,
başvurucuların karar düzeltme talebinin Yargıtay 20. Hukuk Dairesince
reddedildiği 11/10/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
69. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde yargılamanın konusunun kadastro tespitine itiraz
davası olduğu, Mahkemece aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olduğu
gerekçesiyle dava dosyasının Mahkemenin bir başka dava dosyasıyla
birleştirilmesine karar verildiği (bkz. § 16), delillerin toplandığı, keşfin
yapıldığı, mahalli bilirkişiler ve taraf tanıkları dinlenerek 12/10/2010 tarihinde davanın reddine karar verildiği, temyiz
üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından İlk Derece Mahkemesi kararının
25/1/2012 tarihinde onandığı, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 11/10/2012
tarihli kararıyla reddedildiği anlaşılmıştır.
70. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından -özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak- makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 34-64).
71. Başvuruya konu kadastro
tespitine itiraz davasının incelenmesinde hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
yargılamanın niteliği, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında
karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında söz konusu 5 yıl 9 aylık yargılama sürecinde makul olmayan
bir gecikme olduğu sonucuna varılmıştır.
72. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
73. Başvurucular, adil
yargılanma hakkı ile mülkiyet haklarının ihlal edilmesi nedeniyle yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesini, bunun mümkün olmaması durumunda;
i. Başvuruculardan Mükerrem Yıldız,
Zerren Konur ve Simten Doğan ayrı ayrı 400.000 TL maddi, 200.000 TL manevi
tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.
ii. Başvuruculardan Hikmet Ural ve
Meral Doğru ayrı ayrı 1.200.000 TL maddi, 600.000 TL manevi tazminat ödenmesini
talep etmişlerdir.
iii. Başvuruculardan Nalan Ural
ve Burhanettin Ural ayrı ayrı 500.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat
ödenmesini talep etmişlerdir.
iv. Başvuruculardan Nuriye Ural, Nezahat İzgen, Belgin Aydın, Nurcan Kaya, Nesrin Uzer, Semra
Cengiz, Hakan Çelener, Nuray Sukusturan
ve Sabahat Erdener ayrı ayrı 200.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat
ödenmesini talep etmişlerdir.
74. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
75. Başvurucuların tarafı
oldukları uyuşmazlığa ilişkin beş yıl dokuz aylık yargılama süresi dikkate
alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında her bir başvurucuya ayrı
ayrı net 3.150 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
76. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin müştereken başvuruculara ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1.
Adil yargılanma haklarının ihlali iddiasının açıkça
dayanaktan yoksun olması,
2.
Mülkiyet haklarının ihlali iddiasının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvuruculara ayrı ayrı net
3.150 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
C. 198,35 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin müştereken
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
4/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.