TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SULTAN TOKAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1122)
|
|
Karar Tarihi: 26/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
Sultan TOKAY
|
|
|
Abdurrahman TOKAY
|
|
|
Cemil TOKAY
|
|
|
Yazi KALKAN
|
|
|
Neriman ELİKLİ
|
|
|
Azize EROL
|
|
|
Yılmaz TOKAY
|
|
|
Zeki TOKAY
|
|
|
Şemsettin TOKAY
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Şükrullah
KURUL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, ortak murislerinin
uzun süredir kullandığı ve tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro
çalışmaları sırasında başka şahıslar adına tespiti nedeniyle açılan kadastro
tespitine itiraz davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda
tamamlandığını, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle taşınmazdan yararlanma ve
gelir elde etme haklarını kullanamadıklarını belirterek adil yargılanma ve
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 29/1/2013 tarihinde
Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/3/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 24/7/2013
tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı’nın 7/9/2013
tarihli görüş yazısı 18/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 25/9/2013 tarihinde ibraz etmiştir
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların ortak murisi Mehmet TOKAY, Mardin ili
Kızıltepe ilçesi Cumhuriyet mahallesi Zergan Deresi
mevkiinde bulunan 79 ada 6 ve 7 nolu parsellerde yer
alan 34.000,00 m2 yüzölçümlü taşınmazları 4/6/1982
tarih ve 15 sayılı tapu kaydına dayanarak kadastro tespitinin yapıldığı 1989
tarihine kadar herhangi bir dava ve çekişme olmaksızın tasarrufu altında
bulundurmuştur.
8. 79 ada 7 nolu parselde yer alan
7.894,77 m2 yüzölçümlü taşınmaz, 14/9/1989 tarihinde
yapılan kadastro çalışmasında Ekim 1984 tarih, 3 sıra numaralı ve Ekim 1986
tarih, 21 sıra numaralı tapu kayıtlarına dayanılarak Nurettin ÖNER, Yusuf
KURTULUŞ, Tahir KURTULUŞ ve Şeyhmus KURTULUŞ adlarına
ve tarla vasfıyla tespit edilmiştir.
9. Bunun üzerine başvurucuların murisi Mehmet TOKAY, Haziran
1982 tarihli tapu kaydına ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak 25/9/1990 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde
(Mahkeme) kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Mahkeme dayanak tapu
kayıtları ile bunların geldisi ile krokisini Tapu
Sicil Müdürlüğünden istemiştir.
10. Davalı Nurettin ÖNER, başvurucuların murisi Mehmet TOKAY
aleyhine önce Kaymakamlığa başvurarak idari men talep etmiş ve bu yönde karar
almıştır. Ayrıca Mehmet TOKAY hakkında idari men kararına uymadığı gerekçesiyle
Kızıltepe Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyet kararı bulunduğu
anlaşılmıştır. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi verilen idari men kararının
geçersiz olduğu yönünde karar vermiştir.
11. Davalı Nurettin ÖNER, Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesine
E.1993/312 sayılı dosya ile men-i müdahale davası açmış, dosya görevsizlik
kararıyla Kadastro Mahkemesine gelmiştir.
12. Mahkemece 9/11/1992 tarihinde
taşınmazda keşif yapılmış, keşifte dinlenilen mahalli bilirkişiler, taşınmazın
başvuruculara ait tapu ve tescil krokisi içinde kaldığını, başvurucuların
murisinin zilyetliği ve tasarrufunda bulunduğunu, zilyetliğinin nizasız
fasılasız sürdüğünü, davalıların zilyetliğinin olmadığını ve davalılara ait
tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsamadığını beyan etmişlerdir.
13. Mahkemece 14/5/1998 tarihinde
yeniden keşif yapılmış, keşifte dinlenilen mahalli bilirkişiler, dava konusu
taşınmazın başvurucuların murisine ait olduğunu ve onun tarafından
kullanıldığını, davalıları taşınmazı kullanırken görmediklerini beyan
etmişlerdir.
14. Başvurucuların murisi davacı Mehmet TOKAY, 1/5/2003 tarihinde vefat etmiştir. Bu aşamadan sonra davayı,
murisin eşi ve çocukları olarak başvurucular takip etmişlerdir.
15. Dava konusu taşınmazda 11/7/2008
tarihinde yeniden keşif yapılmış ve mahalli bilirkişiler ilk iki keşifte ifade
edilen bilgiler doğrultusunda başvurucuların murisinin taşınmazı kullandığı,
davalıların taşınmazda zilyetliklerinin olmadığı yönünde beyanda bulunmuşlar,
fen bilirkişisi başvurucuların dayandığı tapunun uyuşmazlık konusu taşınmazı
kapsadığını ifade etmiş, başvurucuların dayandığı tapu kök kaydının krokisi
okunarak sınırlarının tapu kaydı ile aynı olduğu görülmüştür.
16. Mahkeme, 26/11/2008 tarih ve
E.1990/690, K.2008/17 sayılı kararıyla ve toplanan deliller ışığında taşınmazın
başvurucuların dayanak tapusu kapsamında kaldığı, davalıların dayanak tapu
kaydının taşınmaza uymadığı, bilirkişi beyanlarının başvurucuların murisinin
zilyetliğini gösterdiği, 1989 yılından önce taşınmazın mülkiyetine ait bir
çekişme bulunmadığı gerekçesiyle davayı başvurucular yönünden kabul ederek
davalılar adına yapılan tespitin iptali ile Mehmet TOKAY’ın
vefatı nedeniyle mirasçıları olan başvurucular adına payları oranında
taşınmazın tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde
ayrıca taşınmazın Mehmet TOKAY ve onun ölümü üzerine mirasçıları olan
başvurucular tarafından kullanılmaya devam edildiğini tespit etmiştir.
17. Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz
incelemesini yapan Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 27/3/2012
tarih ve E.2011/6981, K.2012/2817 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi
hükmünü onamıştır.
18. Davalıların karar düzeltme talebi Yargıtay aynı
dairesinin 31/12/2012 tarih ve E.2012/9729,
K.2012/11927 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar aynı tarihte
kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvuruculara 25/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
19. 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun “Tescil” başlıklı 705.
maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille
olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin
tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”
20. 4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü
zaman aşımı” 713. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı
davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir”
21. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro
Kanunu’nun “Kadastro çalışma alanı, ilan ve
itiraz” kenar başlıklı 4. maddesinin 5304 sayılı Kanunla değişik
üçüncü fıkrası şöyledir:
“…
Sınır tespitlerinde; komşu mahalle veya köyün
bilgi ve belgelerinden istifade edilir.
Tespit edilen sınır harita veya ölçü
krokisinde gösterilir.
Kadastro teknisyenlerince tespit edilen sınıra
yedi gün içerisinde kadastro müdürlüğü nezdinde itiraz edilebilir.
Kadastro müdürü, bu itirazı inceleyerek yedi
gün içerisinde karara bağlar. İlgililer hazırsa tefhim, değilse derhal tebliğ
edilen bu karara karşı yedi gün içerisinde kadastro mahkemesine itiraz
edilebilir. Bu itiraz, duruşmasız ve gerektiğinde mahallinde inceleme
yapılarak, onbeş gün içinde kesin karara bağlanır.
Ancak; tespit edilen bu sınıra karşı kesinleşmiş mahkeme kararı var ise aynı
konuda itirazda bulunulamaz.
…”
22. 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro
tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle
tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan
davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.”
23. 3402 sayılı Kanun’un “Kayıt
ve belgelerin kapsamını tayin” kenar başlıklı 20. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir
“Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı
yeri tayinde;
A)
Kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine
uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar
olunur.
B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve
belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde
kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde
gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.
C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve
belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli
nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve
genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik
yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas
alınarak yapılır.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/1/2013 tarih ve 2013/1122 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucular, murislerinin uzun
süredir kullandığı ve tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro
çalışmaları sırasında başka şahıslar adına tespiti nedeniyle açılan kadastro
tespitine itiraz davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda
tamamlandığını, kadastro çalışmasında tarla vasfıyla kaydedilse de gerçekte imar
planında arsa olan taşınmazdan yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle taşınmazı
kullanarak örneğin üzerinde inşaat yaparak yararlanma ve gelir elde etme
imkânlarının önüne geçildiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın uzun sürmesinin
kendileri için manevi bir eziyet haline dönüşmesinden dolayı başvuruculardan
murisin eşi Sultan TOKAY için 20.000,00 TL ve her bir çocuğu için 10.000,00 TL
olmak üzere toplam 100.000,00 TL manevi tazminat ile iyi niyet göstererek
taşınmazın amacına uygun olarak kullanılamamasından kaynaklanan 1 yıllık gelir
kaybı karşılığı olarak 222.000,00 TL ve yargılama boyunca yaptıkları 15.000,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 237.000,00 TL maddi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucular, murislerinin
zilyetliğinde bulunan taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz davasının
makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda tamamlanması nedeniyle taşınmazı
kullanarak örneğin üzerinde inşaat yaparak yararlanma ve gelir elde etme
imkânlarının önüne geçildiğini mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek taşınmazın amacına uygun olarak kullanılamamasından kaynaklanan 1
yıllık gelir kaybı karşılığı ile yargılama boyunca yaptıkları vekâlet ücreti
ödemelerini maddi tazminat olarak talep etmişlerdir.
27. Adalet Bakanlığı görüş yazısında;
mülkiyet hakkının mevcut varlıkları koruduğu ve mülkiyet hakkının varlığının
tespitinin mahkemelere bırakıldığı, somut davada taşınmazın mülkiyeti hakkında
karar verilinceye kadar mülkiyetin nizalı olduğu,
dolayısıyla bu süreçte başvurucuların mülkiyet beklentisi olduğu,
başvurucuların taşınmazı rızaları hilafında başkalarının kullanması halinde
ecri misil davası açmaları gerektiği, kaldı ki kendileri hakkında verilen idari
men ve men-i müdahale kararlarından taşınmazın başvurucular tarafından
kullanıldığının anlaşıldığı, tüm bu kabul edilemezlik nedenlerinin aşılması
halinde mülkiyetten yararlanma hakkına özel şahısların müdahalesi halinde
devletin bu hakkı koruyacak önlemler ve zararın tazmini için uygun başvuru
yolları kurmak konusunda pozitif yükümlülüklerinin tartışılması gerektiği dile getirilmiştir.
28. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş
yazısına karşı beyanlarında; taşınmazın dava süresi boyunca tasarrufları
altında bulunduğunu, bu nedenle ecri misil davası açmalarının mümkün olmadığı,
zaten kullanıma dair şikâyetlerinin bu yönde olmadığı, davanın uzun sürmesi
nedeniyle yapı ve oturma izni alamadıklarından taşınmazda inşaat yaparak kira
geliri elde edememekten şikâyet ettiklerini, Loizidou/Türkiye davasında AİHM’nin mülklerini kullanmaları
engellenen kişilerin haklarının ihlal edildiğine karar verdiğini, kullanımın
sınırlandırılmasının da mülkiyet hakkının ihlali olduğunu belirterek manevi
tazminat taleplerini 290.000 TL’ye maddi tazminat taleplerini ise 444.000 TL’ye
yükselttiklerini beyan etmişlerdir.
29. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
30. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Sözleşme’ye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
32. Başvurucular kadastro tespitine itiraz davasının uzun
sürmesi nedeniyle murislerinin zilyetliğinde olan taşınmazdan yararlanma
haklarının engellendiğinden şikâyetçi olmaktadırlar. Mahkeme kararında yer
verilen idari men ve men-i müdahale kararlarından taşınmazın başvurucuların
murisi ve kendileri tarafından kullanılmaya devam edildiği anlaşılmakta ve
başvurucular da bu konuda bir itirazlarının olmadığını, taşınmazın dava süresi
boyunca kendi tasarruflarında olduğunu kabul etmektedirler. Bununla birlikte
başvurucular davanın uzaması ve taşınmazın mülkiyet sorununun netlik
kazanamaması nedeniyle imarlı olan taşınmazda inşaat yaparak ve yapılan daire
ve iş yerlerini kiraya vererek gelir elde etmelerinin önüne geçildiğinden
şikâyetçi olmaktadırlar. Bu durumda öncelikle başvurucuların başvuruya konu
davada şikâyet ettikleri hususun mülkiyet hakkı kapsamında olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir.
33. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına
sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
34. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme,
biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir
haktır (Bkz. AYM, E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989;
E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012 ve E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
35. Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun’da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence
kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını
kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2013/539, 16/5/2013, §§ 30, 31).
36. Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir
kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte gelecekteki değer
artışını da içerecek şekilde mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme’yle
korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Gelecekte elde edileceği iddia
edilen bir kazanç, kazanılmadığı veya bu kazanca yönelik icrası mümkün bir
iddia mevcut olmadığı sürece mülk olarak değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Denimark Ltd/Birleşik Krallık,
B. No: 37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35)
37. Yukarıdaki hususun istisnası olarak belli durumlarda, bir
“ekonomik değer” veya icrası
mümkün bir “alacak” iddiasını
elde etmeye yönelik “meşru bir beklenti”,
Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş
icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun
hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve
istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki
bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta
mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin
kabulü için yeterli değildir (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Saghinadze/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, §
103; SA Dangeville/Fransa, B. No: 36677/97, 16/4/2002, §§
44-45).
38. Mülkiyet hakkının varlığının tespiti yerel mahkemelere
bırakılmış olup; kanunlara göre hakkın kesin bir nitelik taşıdığını ve söz
konusu haktan yararlanma yetkisine sahip olunduğunu ortaya koyma yükü
başvurucular üzerindedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.,
AİHM, Agneessens/Belçika, B. No: 12164/86, 12/10/1998; Dağalaş ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 51326/99,
29/9/2005; Sarıaslan ve Diğerleri/Türkiye, B. No:32554/96,
23/3/1999). Üzerinde maliki konusunda uyuşmazlık bulunan bir taşınmaza ait
mülkiyet hakkının varlığını tespit mahkemelere bırakılmıştır. Buna göre,
taşınmaz mallarda mülkiyet hukukuna yönelik, hakkın özünü ilgilendiren
uyuşmazlıkların çözümü adli yargının görev alanı içerisinde kalmaktadır
(Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu, E.1996/5, K.1997/3, K.T. 28/11/1997). Bir taşınmaz üzerinde hak iddia eden kişinin
söz konusu hakkın varlığını mahkeme önünde ispat etmesi gerekmektedir. Kadastrosu
tamamlanmamış alanlarda taşınmazların kime ait olduğu, 3402 sayılı Kanun’un
ilgili maddeleri hükümlerine göre kadastro memurlarının tespitine göre kadastro
müdürlüklerince yapılmakta ancak buna itiraz edilmesi halinde uyuşmazlık
kadastro mahkemelerinde çözüme kavuşturulmaktadır.
39. 3402 sayılı Kanunla taşınmaz
mülkiyetinde yaşanan uyuşmazlıkları çözmek için Kanun’un 20. maddesinin A
fıkrasında kadastro uygulaması yapılırken tapu kayıtları ile diğer belgelerin
kapsadığı yeri tayinde; kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta
ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve
krokideki sınırlara itibar olunacağı, ancak harita, plan ve krokiye dayanmayan
kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu
sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve
belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı hükmü
getirilmiştir. Aynı maddenin C fıkrasında ise; harita, plan ve krokiye
dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve
genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar
olunacağı, ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz
malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibarıyla belli bir yeri
kapsıyorsa, tespitin o sınır esas alınarak yapılacağı hükmü yer almaktadır.
40. Başvuruya konu somut davada
başvurucuların murisinin zilyetliğinde bulunan taşınmazların bir bölümü
kadastro çalışmasında başkası adına tespit görmüş, başvurucuların murisinin
açtığı kadastro tespitine itiraz davasında, başvurucuların murisinin dayanak
tapusunun araziye uyduğu ve zilyetliğinin bulunduğu, davalıların ise dayanak
tapularının araziye uymadığı ve zilyetliklerinin olmadığı gerekçesiyle
başvurucuların murisinin vefatı sonrasında 18 yıl 2 ay süren dava kabul
edilerek başvurucular lehine karar verilmiş ve kadastro tespiti iptal edilerek
taşınmaz, başvurucular adına tescil edilmiştir.
41. Bu durumda idari bir işlem olan kadastro tespitinin
yapıldığı tarihten Mahkemenin dava konusu taşınmaz hakkında karar verdiği
tarihe kadar geçen süre içinde taşınmazın mülkiyeti nizalıdır.
Davanın sonuçlanmasıyla taşınmazın nizalı olan
mülkiyet meselesi açıklığa kavuşmuş ve başvurucular mülkiyet hakkına sahip
olmuşlardır. Bu sebeple davanın devamı süresince başvurucuların mülkiyet
hakkından değil, mülkiyet beklentisinden söz edilebilir. Başvurucuların bahse
konu mülkiyet beklentisi de Mahkemenin kararıyla gerçekleşerek bu konudaki
mağduriyetleri giderilmiştir.
42. Başvurucular mülkiyetini adlarına tescil ettiremedikleri,
ancak kullanmaya devam ettikleri bir taşınmazın üzerinde inşaat yaparak bundan
kira geliri elde etme anlamında kullanım haklarının kısıtlandığından şikâyet
etmektedirler. Başvurucuların şikâyetçi olduğu taşınmaz üzerinde inşaat yaparak
bundan gelir elde etme, mülkiyet konusunda üzerinde tartışma bulunmayan ve imar
izni olan taşınmazlarda taşınmaz sahipleri için kullanılabilen bir haktır.
Başvuru konusu taşınmaz bu özelliklere sahip olmadığından böyle bir imkânın
kullanılması mümkün olmamıştır. Bu durumda başvurucuların şikâyet ettikleri
gelir kaybı, henüz sahibi oldukları netleştirilmemiş bir taşınmazda henüz
kendisi mevcut olmayan binaların daire veya işyeri olarak kiraya verilmesiyle
elde edilebilecek gelir olduğundan farazi ve gelecekte elde edileceği iddia
edilen gelir kaybı şikâyetidir. Gelecekte elde edileceği iddia edilen gelirin
Anayasa ve Sözleşmenin orak koruma alanında mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesi ise mümkün değildir.
43. Sonuç olarak, başvuru konusu olayda başvurucuların uzun
yargılama nedeniyle tasarrufları altında bulunan taşınmazın üzerinde inşaat
yaparak bundan kira geliri elde etmek anlamında kullanım haklarının
kısıtlandığı şikâyetinin, bireysel başvuru kapsamında Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren korunmaya değer
menfaat olmadığı anlaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu yönden “konu bakımından yetkisizlik” nedeni ile
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
45. Başvurucuların yargılamanın uzunluğuyla ilgili
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucular, murislerinin
tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro tespitine itiraz davasının
makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda tamamlandığını, uzun yargılamanın manevi ızdırap yanında taşınmazdan gelir elde etme imkânlarının
önüne geçilmesi gibi maddi zararının da bulunduğunu belirterek adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş toplam 100.000,00 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır.
47. Adalet Bakanlığı görüş yazısında;
Anayasa Mahkemesinin yargılama süresinin makul olup olmadığını her olayın
kendine özgü koşullarını ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı,
başvurucunun yargılama sürecinde gösterdiği tavır ve davranışları, kamu
otoritelerinin özellikle yargılama organlarının tutumları, davanın başvurucu
açısından taşıdığı değer gibi ölçütleri dikkate alarak karar verdiği, somut
davanın yaklaşık 22 yıl sürdüğü dile getirilmiştir.
48. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı
beyanlarında; davanın uzun sürmesi nedeniyle yapı ve oturma izni
alamadıklarından taşınmazda inşaat yaparak kira geliri elde edemediklerini
belirterek manevi tazminat taleplerini 290.000 TL’ye yükselttiklerini beyan
etmişlerdir.
49. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
50. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.”
51. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
52. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
53. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, §
40).
54. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki
tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli
haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı
makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet
organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden
kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki
korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın
niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar
verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §
58)
55. Başvuru konusu olayda, başvurucuların murisi kadastro
çalışmasında kendi zilyetliğinde bulunan taşınmazın başkası adına tespit
görmesi üzerine 25/9/1990 tarihinde Kadastro
Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmış, Mahkeme, yaklaşık 18 yıl 2
ay sonra 26/11/2008 tarihinde başvurucular lehine karar vermiştir. 18 yıldan
uzun süren ilk derece mahkemesi sürecinde davaya çok sayıda hâkim nezaret etmiş
ve çok sayıda duruşma yapılmıştır.
56. İlk derece mahkemesi aşamasında ilki 9/11/1992
tarihinde, ikincisi 14/5/1998 tarihinde, üçüncüsü 11/7/2008 tarihinde olmak
üzere üç defa keşif yapılmıştır. Yapılan ilk keşifte
taşınmazın başvuruculara ait dayanak tapu içinde kaldığı, başvurucuların
murisinin zilyetliği ve tasarrufunda bulunduğu, zilyetliğinin nizasız fasılasız
sürdüğü, davalıların zilyetliğinin olmadığı ve davalılara ait tapu kaydının
dava konusu taşınmazı kapsamadığı tespit edildiği ve bunun aksine bir delil
bulunmadığı halde karar verilmemiş ve yaklaşık 5 yıl 6 ay sonra yeniden keşif
yapılmıştır. İkinci keşifte de birinci keşifle aynı sonuca varıldığı ve
aksine delil bulunmadığı halde yine karar verilmemiş ve yaklaşık 10 yıl 2 ay
sonra üçüncü keşif yapılıp aynı sonuca ulaşıldığında karar verilebilmiştir.
Gerek ilk iki keşifte aynı sonuca ulaşıldığı ve aksine delil bulunmadığı halde
karar verilmemesi ve gerekse keşifler arasında uzun yıllar geçmesine rağmen
yeni bir keşif yapılmaksızın ve karar verilmeksizin beklenilmesi davanın
uzamasının en büyük nedeni olarak görülmektedir.
57. Davalılar tarafından temyiz edilen davanın temyiz
incelemesi de yaklaşık 2 yıl 3 ay sürmüş ve ilk derece mahkemesi kararı
onanmıştır. Karar düzeltme incelemesi ise yaklaşık 9 ayda tamamlanarak dava
kesinleşmiştir. Gerek 18 yılı aşan ilk derece mahkemesi süreci, gerek temyiz
süreci ve gerekse 22 yılı aşan toplam yargılama süresi göz önünde
bulundurulduğunda yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesi mümkün
değildir.
58. Sonuç olarak Kadastro mahkemesinde
görülen kadastro tespitine itiraz davasının toplam 22 yıl 2 ay sürdüğü, uyuşmazlığın
konusu ve hukuki mesele, tarafların sayısı, uyuşmazlık konusu taşınmaz adedi
gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda davanın karmaşık olmaktan uzak
olduğu, ayrıca başvurucuların tutumunun veya usuli
haklarını kullanırken gösterdikleri tavırların davanın uzamasına sebebiyet
verdiğine dair bir bilginin bulunmadığı anlaşılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucular, murislerinin
tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro tespitine itiraz davasının
makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda tamamlandığını, uzun yargılamanın manevi ızdırap yanında taşınmazdan gelir elde etme imkânlarının
önüne geçilmesi gibi maddi zararının da bulunduğunu belirterek toplam
100.000,00 TL manevi ve 237.000,00 TL maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
61. Adalet Bakanlığı görüşünde taşınmazın mülkiyeti hakkında
karar verilinceye kadar mülkiyetin nizalı olduğu ve
başvurucuların bu süreçte mülkiyet değil, mülkiyet beklentisi olduğu ifade
edilmiş, uzun yargılama şikâyeti konusunda genel açıklamalar yapılmış, tazminat
konusunda ayrıca yorum yapılmamıştır.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyeti konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunduğundan ve yalnız
başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar
verildiğinden tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet
bağı bulunmadığı anlaşılmakla başvurucuların maddi tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucuların murisinin
kullanımında bulunan taşınmazın kadastro tespitine yapılan itiraz davasında
yaklaşık 22 yıl 2 ay süren yargılama sürecinin uzunluğu sebebiyle
başvurucuların yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında davanın başvurucular için taşıdığı değer de dikkate alınarak takdiren her birine 2.770,00 TL olmak üzere toplam
24.930,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil
yargılanma hakkına yönelik şikâyet yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların her birine 2.770,00
TL olmak üzere toplam 24.930,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata
ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına;
ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.