logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Efendi Yaldız, B. No: 2013/1202, 25/3/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EFENDİ YALDIZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1202)

 

Karar Tarihi: 25/3/2015

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucu

:

Efendi YALDIZ

Vekili

:

Av. Several BALLIKAYA ÇELİKA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, infaz edilen hapis cezasına dair koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında uygulanması gerekenden farklı bir kanunun uygulandığını belirterek eşitlik ilkesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/2/2013 tarihinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 17/10/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Mahkemeye sunulan görüş, başvurucuya 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 23/12/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, başvuru tarihinde Tekirdağ F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 19/2/2002 tarih ve öncesinde işlediği eylemler nedeniyle “silahlı terör örgütünün (DHKP/C) üyesi olmak” suçundan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/4/2008 tarihli kararı gereğince 6 yıl 3 ay hapis cezasını çekmektedir.

9. Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 12/5/2012 tarih ve 2012/7-3684 İlamat No.lu müddetnamenin kaldırılması için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir.

10. Başvurucu, itiraz dilekçesinde şu hususları belirtmiştir:

"Şartla tahliye süresinin hesaplanmasında esas alınan Terörle Mücadele Kanunu'nun 17. maddesi 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değiştirilmiş ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un 107/4. maddesi ile sınırlandırılmıştır. 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesine göre sadece örgüt kurmak, yönetmek ve örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan mahkûmiyet halinde cezanın 3/4 oranında infaz edileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda olmayan suçlar açısından 107/4. maddenin uygulama olanağı bulunmamaktadır. Suç tarihinin 1/6/2005'den önce olması dikkate alınarak 647 sayılı Kanun gereğince şartla tahliye süresinin hesaplanması gerektiği …"

11. İtirazı inceleyen Mahkeme, 30/7/2012 tarih ve 2012/808 değişik iş sayılı kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Mahkeme, kararında Yargıtay 8. ve 9. Ceza Dairelerinin ilamlarına atıfta bulunmuştur.

12. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14/10/2009 tarih ve E.2009/13120, K.2009/12722 sayılı ilamı şöyledir:

"... Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde ... uygulanabilmesi karşısında, örgüt kurmayı, yönetmeyi veya örgütün faaliyet çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyeti içermeyen örgüt üyeliğinin anılan fıkra kapsamında değerlendirilemeyeceği, bu halde hükümlü hakkında suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçundan 5237 sayılı Yasa'nın 220/2-3 madde ve fıkraları uyarınca verilen mahkumiyet hükmünün infazının 647 sayılı Yasa'nın 19. ve ek 2. maddesi uyarınca yapılması gerektiğine..."

13. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/7/2006 tarih ve E.2006/3319, K.2006/4201 sayılı ilamı ise şöyledir:

"... 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 17. maddesinin 1. fıkrasındaki 'Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlardan, diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkûm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin 3/4'ünü çekmiş olup da iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde talepleri olmaksızın şartla salıverilirler.'

Aynı Kanunun 4. fıkrasındaki 'Bu hükümlüler hakkında 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 19. maddesinin bir ve ikinci fıkraları ile Ek 2. maddesi hükümleri uygulanmaz.'

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 'Koşullu salıverilme' başlıklı 107. maddesinin 4.fıkrasındaki 'Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde; süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri taktirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.' şeklindeki düzenlemeler karşısında, hükümlü hakkındaki yasadışı PKK terör örgütü üyesi olmak suçundan dolayı verilen cezanın infazının, 3/4 oranı üzerinden yapılması gerekirken, yazılı şekilde infazı sonucunda erken şartla tahliye edilmesine karar verildiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine, reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden ..."

14. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararına itiraz etmiştir. İtiraz talebini değerlendiren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 28/12/2012 tarih ve 2012/963 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 5/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

16. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman Bakımından Uygulama” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

“(1) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.

(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.

(3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./2.mad) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.

(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.”

17. 29/6/2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değişik 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır.

Tutuklu veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkûm edilmiş bulunanlar ile disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar.

Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar.

Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder."

18. 4/11/2014 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulanma Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.”

19. 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Ancak, bu süreler;

a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk,

b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzdört,

c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla kırk,

d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzdört,

e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki,

yıldır. (Ek cümle: 22/07/2010-6008 S.K/9.md.) Bu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/2/2013 tarih ve 2013/1202 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu, koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 17. maddesinin 5532 sayılı Kanun ile değiştirildiğini ve 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesi ile sınırlandığını, bu maddenin de sadece suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde uygulanabileceğini, kendisinin örgüt üyeliği kapsamında hükümlü olduğunu ve 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesi çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini, koşullu salıverilme süresinin suç tarihi gözetilerek lehe olan 647 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, ancak itiraz üzerine mahkemelerin hukuka aykırı olarak 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesinin uygulanmasını hukuka uygun bulduklarını, Yargıtayın aksi kararlarına rağmen mahkemelerin genişletici yorumuyla daha fazla cezaevinde tutulacağını, kendisine mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasının mümkün olmadığını belirterek, Anayasa’nın 10., 19. ve 38. maddelerinde tanımlanan eşitlik, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

 1. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönünden

22. Başvurucu, 5532 sayılı Kanun ile değişik 3713 sayılı Kanun'un 17. maddesinin koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesini esas aldığını, bu maddenin de sadece suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde uygulanabileceğini, terör örgütünün üyesi olmak suçundan aldığı hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 647 sayılı Kanun’un esas alınması gerekirken herhangi bir yasal dayanak olmaksızın 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesinin uygulanmasının suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

23. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun koşullu salıverilme süresinin hesabında mevzuata ilişkin iddiaların Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerektiğini değerlendirerek başvurucunun mahkûm olduğu hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesabında 5237 sayılı Kanun’un 7. ve 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu açısından lehe olan hükümleri gözetilerek müddetnamenin hazırlandığını ve buna ilişkin yasal dayanağın 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesi olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla koşullu salıverilme süresinin tespitinde herhangi bir boşluk ve belirsizlik bulunmadığı ifade edilmiştir.

24. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında örgüt üyeliği eyleminin 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer almadığını, bu maddenin geniş yorumlanmasının suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirtmiştir.

25. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Kanunsuz ceza olmaz" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."

27. Suç ve cezada kanunilik, ceza hukuku kurallarına ve bu kuralların uygulanmasına ilişkin, Anayasa ve Sözleşme'de güvence altına alınmış temel bir ilkedir.

28. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi, 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların "ancak kanunla" yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa'nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de "suç ve cezada kanunilik" ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır.

29. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).

30. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 33).

31. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 34).

32. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” hükmü çerçevesinde sadece suç ve cezaların ancak kanun ile öngörülebileceği prensibi ile sınırlı olmayıp suç ve cezaların geçmişe yürütülmemesine de içerir. Bu bağlamda makable şamil olmama ilkesi Anayasa’nın 15. maddesinin son fıkrası uyarınca savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde dahi vazgeçilmez çekirdek hak alanında kalmaktadır.

33. AİHM’in de belirttiği gibi hukukun üstünlüğünün temel birleşenlerinden biri olan Sözleşme’nin 7. maddesinde düzenlenen suç ve cezada kanunilik ilkesi, amaçları ve ulaşmak istenilen hedefleri de gözetilerek keyfi kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceleri temin edecek şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (S.W./Birleşik Krallık, B. No: 20166/92, 22/11/1995, § 34; Kafkaris/Kıbrıs, B. No: 21906/04, 12/2/2008, § 137; Del Rio Prada/İspanya, B.No: 42750/09, 21/10/2013, § 77). Aynı zamanda kanuniliğin bir sonucu olarak suç olarak kabul edilmeyen bir eylemin “kıyas” yolu ile sanıkların aleyhine genişletilerek yorumlanması da ilkeye aykırılık oluşturacaktır (Del Rio Prada/İspanya, § 78).

34. Öte yandan, kanunların genel uygulamaya yönelik olarak hazırlanmasının doğal sonucu olarak kanun metinleri her zaman açık ve net olmayabilir. Kanun hazırlama tekniklerinden biri, kanunda, düzenlenecek alanın her türlü ayrıntısını içermesi yerine genel hükümler ile uygulamayı belirlemektir. Bunun sonucu olarak kanun metinlerinde yorum gerektiren ifadelere yer verilebilmektedir. Bu ifadeler, kuralın yorumu ve uygulaması açısından pratikte farklı değerlendirilebilmektedir. Diğer hukuk alanlarında olduğu gibi ceza hukuku alanında olan bir kanun hükmü ne kadar açık ve net olarak düzenlense dahi kaçınılmaz olarak şüpheli noktaların giderilmesi ve değişen şartlara uyarlamak için bir yargı yorumu ile uygulamaya aktarılacaktır (Del Rio Prada/İspanya, § 92). Yargılama görevini yerine getiren mahkemelerin, bu tür yorumsal şüpheleri gidermeleri gerekmektedir. Bu çerçevede suç ve cezada kanunilik ilkesi, temel olarak suçun özüyle tutarlı olması ve makul olarak öngörülebilir olması koşuluyla ceza hukukuna ilişkin kuralların davadan davaya yargısal yorumla netleştirmeye imkân tanımaktadır. Erişilebilir ve makul olarak öngörülebilir bir yargısal yorumun suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği söylenemez (Del Rio Prada/İspanya, § 93).

35. AİHM, Sözleşme’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “ceza” kavramını özerk bir Sözleşme kavramı olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 7. maddesinde güvence altına alınan ilkeyi etkin korumak amacıyla, bir tedbirin özü itibariyle bir ceza oluşturup oluşturmayacağı konusunda ulusal yargı makamlarının yorumlarına bağlı kalmadan değerlendirme yapılmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak bir cezanın varlığı için suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, daha sonra tedbirin niteliği, amacı, ulusal hukuk açısından nasıl kabul edildiği, tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilmektedir (Del Rio Prada/İspanya, §§ 81-82; Welch/Birleşik Krallık, B. No: 17440/90, 9/2/1995, §§ 27-28).

36. AİHM, “ceza” kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede, tedbirin niteliği ve amacının cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili olduğunda bu tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında “ceza” olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Hogben/Birleşik Krallık, B. No: 11653/85, 23/7/1985; Hosein/Birleşik Krallık, B. No: 26293/95, 28/2/1996, Del Rio Prada/İspanya, § 83). Ancak AİHM, bu hususta 7. maddenin ikinci cümlesinde ifade edilen “verilme” sözcüğünün, cezanın infazına veya icrasına ilişkin tüm tedbirlerin bu maddenin koruma alanı dışında olduğu şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (Hirsi Jamaa ve diğerleri/İtalya, B. No. 27765/09, 23/2/2012, § 175). Bunun sonucu olarak da AİHM, cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü ve kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilme ihtimaline yol açabileceğini kabul etmektedir. Aksi takdirde, idari yetkililer veya mahkemelerin, verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm edilen kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir gelişmeyi öngöremeyecek bir şekilde zararına olacak tarzda yeniden tanımlayan tedbirler alabileceği kabul edilecektir (Del Rio Prada/İspanya, § 89).

37. Anayasa’nın 38. maddesi “ceza”nın kapsamını açıklamamıştır. Bu bağlamda bir “mahkûmiyet kararı sonrasında” verilen cezanın infazında Anayasa’nın 38. maddesinin öngördüğü ilkelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususu belirlenmelidir.

38. Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin güvence fonksiyonu açısından infaz hukukuna ilişkin temel sorun infaza ilişkin düzenlemelerin zaman bakımından uygulanması meselesidir. Zira ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinin şekil ve şartlarının Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca kanun ile düzenlenmesi gerekir. Zaman bakımından uygulamaya ilişkin karşımıza üç ilke çıkmaktadır. Bunlar geriye yürüme, ileriye yürüme ve derhal uygulanmadır. Bu ilkelerin ceza hukuku açısından nasıl uygulanacağı Anayasa’nın 38. maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinde açıklanmıştır. Ancak bu ilkelerin infaz hukukuna ilişkin kuralları kapsayıp kapsamadığının tespiti Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7. maddesinin getirdiği güvencelerin bu alanda uygulanabilirliğini ortaya koyacaktır.

39. Kural olarak infaz hukuku kuralları derhal uygulanır. Buna göre kuralın hükümlü açısından lehe veya aleyhe sonuç doğurmasından ziyade amacı, hükümlünün cezasının infazında temel hedef olan ıslah ve topluma kazandırmada daha etkin yöntemlerin uygulanmasını sağlamak, cezaevinde güvenlik ve disiplini daha iyi bir düzeye getirmek ve cezaevini hükümlüler açısından daha makul bir seviyede yaşanabilir hale getirmek yer almaktadır. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile infaz rejimine ait olarak değerlendirilen hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerin aleyhe sonuç doğurmaması bu kuralın istisnası olarak kabul edilmiştir.

40. Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7. maddesi uyarınca “ceza” kavramının ceza hukuku kapsamındaki tedbirleri kapsadığında tereddüt yoktur. Bu bağlamda anayasal güvencenin belirlenmesi açısından bir tedbirin maddi ceza hukukuna mı, yoksa infaz hukukuna mı dâhil olduğu tespit edilmelidir. Bu belirlemede tedbirin şekli olarak hangi alana girdiğinden ziyade niteliğine bakılarak karar verilmelidir. Bu çerçevede bir tedbir, sanığa verilecek ceza ile ilgili bir konu hakkında ise ve ceza verme düşüncesi içinde kabul ediliyorsa maddi ceza hukuku alanında olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla AİHM’in de kabul ettiği üzere hükümlü hakkında uygulanan bir tedbirin bir suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, tedbirin niteliği, amacı; mahkemeler ve yetkili idari makamlar açısından nasıl kabul edildiği; tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilerek Anayasa’nın 38. maddesinin güvencesi altında olup olmadığı tespit edilmelidir. Bu bağlamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18/11/1985 tarih ve E.1985/268, K.1985/361 sayılı kararında “… cezaların yerine getirilmesine ilişkin rejimleri değiştiren yasaların derhal uygulanması gerekmekte ise de, değişikliği yapan yasaların, cezaların niteliğini değiştirmemesi gerekir. Cezanın yerine getirilmesine ilişkin yasadaki değişiklik, mahkûmiyet süresini uzatıyorsa veya hükümlüye yüklenen yükü artırıyorsa, bu hal cezanın niteliğini değiştirdiğinden derhal uygulanamaz” (Benzer yönde bir karar için bkz. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 5/7/1973 tarih ve E.1973/6567, K.1973/6535 sayılı kararı) denilerek bir tedbirin infaz hukukuna ilişkin olmasının tek başına derhal uygulanması için yeterli olmadığı, aksine mahkûmiyet süresini uzatıp uzatmadığı hususu gözetilerek karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

41. Somut olayda başvurucu, terör örgütü üyeliği suçundan hakkında verilen hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında örgüt üyeliği hususu belirtilmediğinden 647 sayılı Kanun uygulanması gerekirken uygulanmadığını ve yorum yoluyla cezaevinde kalacağı sürenin uzatıldığını ileri sürmüştür.

42. Yukarıda belirtilen hususlar ışığında, koşullu salıvermeye dair yapılan düzenlemeler sadece cezaevi politikasının biçimini belirlemeye yönelik değildir. Aksine cezanın ne kadar çekileceğini belirlediğinden hükümlü açısından cezanın kapsamına ve sonuçları açısından maddi ceza hukuku alanına ilişkin bir düzenlemedir. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki düzenlemede koşullu salıverilmeye dair kurallar suç ve cezaların zaman bakımından uygulanması ile aynı kapsamda değerlendirilerek diğer infaza ilişkin kuralların tabi olduğu “derhal uygulanma” ilkesinden istisna tutulmuştur. Dolayısıyla infaz hukukuna dair koşulu salıverilme kuralı Anayasa’nın 38. maddesi çerçevesinde değerlendirilmelidir.

43. Öte yandan, başvuru konusu olayda başvurucu 12/2/2002 tarih ve öncesinde işlediği eylem nedeniyle terör örgütünün üyesi olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. 3173 sayılı Kanun uyarınca verilen hapis cezalarının infazının nasıl yapılacağı aynı Kanun’un 17. maddesinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların hapis cezası 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yapılacaktır.

44. 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında her ne kadar örgüt üyeliğinden verilen cezalar belirtilmemiş ise de 3713 sayılı Kanun’un açık hükmü karşısında terör suçları açısından ayrıca 5275 sayılı Kanun’un anılan maddesindeki özel şartlar aranmadan sadece koşullu salıverilme süresinin hesabında kabul edilen indirim süreleri dikkate alınacaktır. Bununla birlikte 5275 sayılı Kanun’un anılan hükmünde belirtilen örgüt hususu Yargıtay 8. ve 9. Ceza Dairelerinin kararları bağlamında çıkar amaçlı suç örgütlerini kapsadığı açıktır. Yargıtay 8. ve 9. Ceza Daireleri kararlarında bu hususu açıklığa kavuşturmuş ve terör suçlarında ¼ iyi hal indiriminin uygulanacağını kabul etmiştir.

45. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin görevi, 5275 ve 3713 sayılın Kanun hükümlerinin nasıl yorumlanması gerektiğini belirlemek değildir. Daha ziyade bu yeni yorumun başvurucu tarafından ilgili tarihte geçerli olan “hukuk” kapsamında makul ölçüde öngörülebilir olup olmadığını incelemektir. Başvurucunun, mahkûmiyet kararının infazında 3713 sayılı Kanun’un atfı ile 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası yerine 647 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde koşullu salıverilmeden yararlanması gerektiğine dair mevzuattan kaynaklanan meşru bir beklentisinin olduğu söylenemez.

46. Başvuruda suç ve cezada kanunilik ilkesinin zaman bakımından uygulanmasına dair lehe hükümler uygulanmadığı ileri sürülmüştür. Başvurucu, suç tarihinde 5275 sayılı Kanun’un yürürlükte olmadığını, ayrıca 3713 sayılı Kanun’un 2006 yılında değiştiğini, bu sebeple 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında olmayan fiillerin 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesine imkân olmadığını belirtmiştir.

47. Suç tarihi itibariyle başvurucu hakkında koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında uygulanacak hüküm 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesinin birinci fıkrası olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. 29/6/2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile anılan maddede yapılan değişiklik ile 3713 sayılı Kanun kapsamında verilen mahkumiyet kararlarının infazında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası ile 108. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun koşullu salıverilme süresi hesaplanmıştır.

48. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi' kenar başlıklı (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

49. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, hakkında verilen hapis cezasının infazında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası uygulanmasının herhangi bir yasal dayanağı olmadığına ve Anayasa’nın 38. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarına ilişkin açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 2. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı Yönünden

50. Başvurucu, koşullu salıverilme süresinin kanun hükümlerinin yanlış yorumlanması nedeniyle normalde cezaevinde kalması gereken süreden daha uzun süre cezaevinde kalmak zorunda kalacağını beyan ederek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

51. Bakanlık görüş yazısında, AİHM’in ve Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarına atıfta bulunarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının hukuka uygun bir şekilde sınırlandırıldığının tespit edilmesi durumunda bu hakkın ihlalinden söz edilemeyeceğini, Yargıtay içtihatları ve düzenlemeler ışığında somut olayda koşullu salıverme süresinin hesabının hukuka uygun olduğunu ifade etmiştir.

52. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, ilgili mahkemenin yasal düzenlemelere açıkça aykırı olarak keyfi bir karar verdiğini, bu şekilde koşullu salıverilmesinin engellendiğini bu hususun Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç ve cezanın zaman bakımından uygulanmasına da aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

53. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:

“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen:

Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; … halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.”

54. Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

(a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;

…”

55. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konulduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

56. Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ilk istisnası “Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda yargı organlarınca verilecek mahkûmiyet kararlarının sonucu olarak hapis cezası veya güvenlik tedbirlerinin uygulanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali kabul edilmeyecektir. Diğer taraftan “suç şüphesine bağlı tutma” kapsamında olan durumdan farklı olarak anılan istisna “bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmayı” ifade etmektedir. (Benzer kararlar için bkz. B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 70). Sözleşme’ye göre, özgürlüğe getirilen sınırlamanın meşru kabul edilebilmesi için mahkûmiyet kararı sonrası “tutma” hali veya hapsedilmenin, “yetkili mahkeme” kararına dayalı ve hukuka (kanuna) uygun olması şartları aranmaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yönünden “tutma” hali, geniş anlamda kullanılmakta olup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet sonrası tutukluluk ve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki “yetkili mahkeme” vurgusu, kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya güvenlik tedbiri uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı ifade etmektedir (B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18; benzer AİHM kararları için bkz. De Wilde, Ooms And Versyp/Belçika, B. No: 2832/66, 2835/66, 2899/66, 18/6/1971, § 78; Engel ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi kapsamına, mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi hallerinde ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan kurallar, mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18).

57. Bir mahkûmiyet kararının nasıl infaz edileceğine ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi açık bir hüküm içermemektedir. Bununla birlikte herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olması ve bu hakka getirilebilecek sınırlamaların ayrıntılı olarak madde metinlerinde belirtilmesi, “keyfi bir biçimde” bu haktan kimsenin mahrum bırakılmamasını amaçlamaktadır. Yetkili bir mahkeme tarafından verilen bir mahkûmiyet kararının infazının sağlanması ve ceza infaz kurumunda tutma süresi de bu hak kapsamında değerlendirmelidir. Ceza mahkemelerinin kararına uygun hareket edilmesi de hakkın korunması açısından bir zorunluluktur. Dolayısıyla hükümlülerin ceza infaz kurumunda kalacakları sürenin mahkûmiyet kararına ve ilgili yasal mevzuata uygun olması Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında güvence altına alınmıştır (B.No: 2014/1711, 23/7/2014, § 32).

58. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, kural olarak tutma hali, mahkûmiyet kararına bağlı olmalıdır. Koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle kişinin yeniden hapsedilmesi durumunda da infazına karar verilen ceza ile önceki mahkûmiyet arasındaki nedensellik bağının kesilmemiş olması gerekir. AİHM’e göre Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde geçen “mahkûmiyet kararı sonrasında” ibaresi ile kastedilen, sadece “tutma”nın zaman bakımından mahkûmiyet kararından sonra olması değil, aynı zamanda mahkûmiyet nedeniyle olmasıdır (bkz. B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 19; Van Droogenbroeck/Belçika, B. No: 7906/77, 24/6/1982; Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82, 2/3/1987, § 42; Stafford/Birleşik Krallığı, [BD], B. No: 46295/99, § 64; M./Almanya, B. No: 19359/04, 17/12/2009, § 88).

59. Koşullu salıverilme, cezanın çektirilmesinin kişiselleştirilmesi, başka bir deyişle cezaevindeki tutum ve davranışlarıyla (iyi haliyle) topluma uyum sağlayabileceği izlenimini veren hükümlünün şarta bağlı olarak ödüllendirilmesidir. Suçlunun kendisine verilen cezadan daha kısa bir sürede uslanması, eyleminden pişmanlık duyması ve bunu iyi davranışıyla kanıtlaması durumunda, cezaevinde daha fazla kalması gereksiz olabilir. Bu durumda koşullu salıverilme, infaz sistemindeki en etkili araçtır. Koşullu salıverilmenin en önemli öğeleri, cezanın belirli bir süre çekilmiş olması, hükümlünün bu süre içinde iyi durum göstermesi, koşullu salıverildikten sonra gözetim altında kalması ve koşullu salıverilmenin gereklerine uyulmaması durumunda koşullu salıverilme kararının geri alınabilmesidir (B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 20; AYM, E.2001/4, K.2001/332, K.T. 18/7/2001).

60. Somut olayda başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı 3713 sayılı Kanun uyarınca terör örgütünün üyesi olmak suçundan kaynaklandığından 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesi gereğince infaz edileceği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirilmiştir. Bu bağlamda anılan maddenin atfı kapsamında başvurucu hakkında koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasının uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.

61. Başvurucu, kendisinin örgüt üyeliği suçundan mahkûm edildiğini ve 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasının örgüt üyesini kapsamadığını ve dolayısıyla koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında anılan Kanun hükmünün uygulanamayacağını ileri sürmüştür. Ancak Mahkemenin 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesinin atfı ile terör suçlarından mahkûm olanlar hakkında koşullu salıverilme uygulamasının 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yapılacağına dair yaptığı değerlendirmenin madde metninin yorum yoluyla genişletilmesi olduğu söylenemez. Nitekim Mahkeme kanun hükümlerinin nasıl uygulanacağına yönelik Yargıtay içtihatları temelinde bir değerlendirme yapmıştır.

62. Başvurucunun hakkında verilen hapis cezasının infazında yetkili mahkemeler, başvurucunun hüküm yorumunda ve çektirilecek cezanın hesabına ilişkin taleplerini mevzuatı gözeterek değerlendirmiş ve mahkûmiyet hükmünün nasıl infaz edileceğine karar vermiştir. Bu bağlamda başvurucunun cezasının infazında ilgili kanun maddeleri gözetilerek herhangi bir keyfilik içermeden infazın kapsamı belirlenmiştir.

63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarına ilişkin açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası Yönünden

64. Başvurucu, hakkında verilen hapis cezasına ilişkin olarak koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında Yargıtayın aksi kararlarına rağmen kendisi için farklı uygulandığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

66. Sözleşme’nin “Ayırımcılık yasağı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:

“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”

67. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

68. Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut olayda başvurucu benzer bazı olaylarda koşulu salıverilme süresinin hesaplanmasının farklı uygulandığından bahisle kendisinin ayırımcılığa uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile kendi durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de her hangi bir beyanda bulunmamıştır.

69. Açıklanan nedenlerle, başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak herhangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle başvurunun, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlali iddiası yönünden ayrı ayrı “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Efendi Yaldız, B. No: 2013/1202, 25/3/2015, § …)
   
Başvuru Adı EFENDİ YALDIZ
Başvuru No 2013/1202
Başvuru Tarihi 5/2/2013
Karar Tarihi 25/3/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, infaz edilen hapis cezasına dair koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında uygulanması gerekenden farklı bir kanunun uygulandığını belirterek eşitlik ilkesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi Suç ve cezada kanunilik Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı İnfaz, koşullu salıverme Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5237 Türk Ceza Kanunu 7
5532 Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 12
5252 Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun 9
5275 Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 107
3713 Terörle Mücadele Kanunu 17
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi