TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EFENDİ YALDIZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1202)
|
|
Karar Tarihi: 25/3/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan
ÜSTÜN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Murat
ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Efendi
YALDIZ
|
Vekili
|
:
|
Av.
Several BALLIKAYA ÇELİKA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, infaz edilen hapis cezasına dair koşullu salıverilme
süresinin hesaplanmasında uygulanması gerekenden farklı bir kanunun
uygulandığını belirterek eşitlik ilkesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile
suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın
durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 5/2/2013 tarihinde Bakırköy
12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış
ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/9/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 17/10/2014
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/11/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Mahkemeye sunulan görüş, başvurucuya 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı 23/12/2014 tarihinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, başvuru tarihinde Tekirdağ F Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 19/2/2002
tarih ve öncesinde işlediği eylemler nedeniyle “silahlı terör örgütünün
(DHKP/C) üyesi olmak” suçundan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/4/2008
tarihli kararı gereğince 6 yıl 3 ay hapis cezasını çekmektedir.
9. Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
düzenlenen 12/5/2012 tarih ve 2012/7-3684 İlamat No.lu müddetnamenin
kaldırılması için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir.
10. Başvurucu, itiraz dilekçesinde şu hususları belirtmiştir:
"Şartla
tahliye süresinin hesaplanmasında esas alınan Terörle Mücadele Kanunu'nun 17.
maddesi 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değiştirilmiş ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un 107/4. maddesi ile
sınırlandırılmıştır. 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesine göre sadece örgüt
kurmak, yönetmek ve örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan mahkûmiyet
halinde cezanın 3/4 oranında infaz edileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda
olmayan suçlar açısından 107/4. maddenin uygulama olanağı bulunmamaktadır. Suç
tarihinin 1/6/2005'den önce olması dikkate alınarak
647 sayılı Kanun gereğince şartla tahliye süresinin hesaplanması gerektiği
…"
11. İtirazı inceleyen Mahkeme, 30/7/2012
tarih ve 2012/808 değişik iş sayılı kararı ile başvurucunun itirazını
reddetmiştir. Mahkeme, kararında Yargıtay 8. ve 9. Ceza Dairelerinin ilamlarına
atıfta bulunmuştur.
12. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14/10/2009
tarih ve E.2009/13120, K.2009/12722 sayılı ilamı şöyledir:
"...
Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti
çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde ...
uygulanabilmesi karşısında, örgüt kurmayı, yönetmeyi
veya örgütün faaliyet çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyeti içermeyen
örgüt üyeliğinin anılan fıkra kapsamında değerlendirilemeyeceği, bu halde
hükümlü hakkında suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçundan 5237
sayılı Yasa'nın 220/2-3 madde ve fıkraları uyarınca verilen mahkumiyet hükmünün
infazının 647 sayılı Yasa'nın 19. ve ek 2. maddesi uyarınca yapılması
gerektiğine..."
13. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/7/2006
tarih ve E.2006/3319, K.2006/4201 sayılı ilamı ise şöyledir:
"...
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 17. maddesinin 1. fıkrasındaki 'Bu Kanun
kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlardan, diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı
cezalara mahkûm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin 3/4'ünü çekmiş olup da iyi
halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde talepleri olmaksızın şartla
salıverilirler.'
Aynı
Kanunun 4. fıkrasındaki 'Bu hükümlüler hakkında 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanunun 19. maddesinin bir ve ikinci fıkraları ile Ek 2. maddesi
hükümleri uygulanmaz.'
5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 'Koşullu
salıverilme' başlıklı 107. maddesinin 4.fıkrasındaki 'Suç işlemek için örgüt
kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı
mahkumiyet halinde; süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar cezalarının
dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri taktirde,
koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.' şeklindeki düzenlemeler karşısında,
hükümlü hakkındaki yasadışı PKK terör örgütü üyesi olmak suçundan dolayı
verilen cezanın infazının, 3/4 oranı üzerinden yapılması gerekirken, yazılı
şekilde infazı sonucunda erken şartla tahliye edilmesine karar verildiği
gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine, reddine karar verilmesinde isabet
görülmediğinden ..."
14. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararına
itiraz etmiştir. İtiraz talebini değerlendiren İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi, 28/12/2012 tarih ve 2012/963 Değişik İş
sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 5/2/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman Bakımından Uygulama” kenar başlıklı
7. maddesi şöyledir:
“(1) Suçun
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren
kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz
olunur.
(2) Suçun
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren
kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz
olunur.
(3)
(Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./2.mad) Hapis
cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç;
infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.
(4) Geçici
veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan
suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.”
17. 29/6/2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değişik 12/4/1991
tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:
"Bu
Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve
denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004
tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci
maddesi hükümleri uygulanır.
Tutuklu
veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkûm edilmiş bulunanlar ile
disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin
cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar.
Bu Kanun
kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden
sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla
salıverilmeden yararlanamazlar.
Ölüm
cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1
inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen
terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına
dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör
suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında
ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder."
18. 4/11/2014 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulanma
Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) Lehe
olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya
uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle
belirlenir.”
19. 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun'un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde;
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş
olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının
dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden
yararlanabilirler. Ancak, bu süreler;
a) Birden
fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk,
b) Birden
fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzdört,
c) Bir ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla
kırk,
d) Bir
müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzdört,
e) Birden
fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki,
yıldır. (Ek
cümle: 22/07/2010-6008 S.K/9.md.) Bu fıkra hükümleri
çocuklar hakkında uygulanmaz."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 5/2/2013 tarih ve 2013/1202 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 17. maddesinin 5532 sayılı Kanun ile
değiştirildiğini ve 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesi ile sınırlandığını, bu
maddenin de sadece suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde
uygulanabileceğini, kendisinin örgüt üyeliği kapsamında hükümlü olduğunu ve
5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesi çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini,
koşullu salıverilme süresinin suç tarihi gözetilerek lehe olan 647 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, ancak itiraz üzerine mahkemelerin
hukuka aykırı olarak 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesinin uygulanmasını
hukuka uygun bulduklarını, Yargıtayın aksi
kararlarına rağmen mahkemelerin genişletici yorumuyla daha fazla cezaevinde
tutulacağını, kendisine mükerrirlere özgü infaz
rejiminin uygulanmasının mümkün olmadığını belirterek, Anayasa’nın 10., 19. ve 38. maddelerinde tanımlanan eşitlik, kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Suç ve Cezaların
Kanuniliği İlkesi Yönünden
22. Başvurucu, 5532 sayılı Kanun ile değişik 3713 sayılı Kanun'un
17. maddesinin koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275 sayılı
Kanun'un 107/4. maddesini esas aldığını, bu maddenin de sadece suç işlemek için
örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan
dolayı mahkûmiyet hâlinde uygulanabileceğini, terör örgütünün üyesi olmak
suçundan aldığı hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında
647 sayılı Kanun’un esas alınması gerekirken herhangi bir yasal dayanak
olmaksızın 5275 sayılı Kanun'un 107/4. maddesinin uygulanmasının suç ve cezada
kanunilik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun koşullu salıverilme
süresinin hesabında mevzuata ilişkin iddiaların Anayasa’nın 38. maddesinin
birinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerektiğini değerlendirerek başvurucunun
mahkûm olduğu hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesabında 5237
sayılı Kanun’un 7. ve 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası
uyarınca başvurucu açısından lehe olan hükümleri gözetilerek müddetnamenin hazırlandığını ve buna ilişkin yasal
dayanağın 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesi olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla koşullu salıverilme süresinin tespitinde herhangi
bir boşluk ve belirsizlik bulunmadığı ifade edilmiştir.
24. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında örgüt üyeliği
eyleminin 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer
almadığını, bu maddenin geniş yorumlanmasının suç ve cezada kanunilik ilkesine
aykırılık oluşturduğunu belirtmiştir.
25. Anayasa'nın "Suç ve
cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Kimse,
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Kanunsuz ceza olmaz" kenar başlıklı
7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"1.
Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç
oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde,
suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez."
27. Suç ve cezada kanunilik, ceza hukuku kurallarına ve bu
kuralların uygulanmasına ilişkin, Anayasa ve Sözleşme'de
güvence altına alınmış temel bir ilkedir.
28. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla
düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi, 13. maddede
ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde
de sınırlamaların "ancak kanunla"
yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa'nın suç ve cezaları düzenleyen 38.
maddesinde de "suç ve cezada kanunilik"
ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır.
29. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu
unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin
düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların
belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda
kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı
keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek
olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak
uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014,
§ 32).
30. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin
keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik
ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu
otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı
hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının,
yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının
sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri
ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın
da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla
genişletmemesi gerekir (B. No: 2013/849, 15/4/2014, §
33).
31. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut
eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların
idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına
sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2013/849, 15/4/2014,
§ 34).
32. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”
hükmü çerçevesinde sadece suç ve cezaların ancak kanun ile öngörülebileceği
prensibi ile sınırlı olmayıp suç ve cezaların geçmişe yürütülmemesine de
içerir. Bu bağlamda makable
şamil olmama ilkesi Anayasa’nın 15. maddesinin son fıkrası uyarınca savaş,
seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde dahi vazgeçilmez çekirdek hak
alanında kalmaktadır.
33. AİHM’in de belirttiği gibi hukukun üstünlüğünün temel birleşenlerinden
biri olan Sözleşme’nin 7. maddesinde düzenlenen suç ve cezada kanunilik ilkesi,
amaçları ve ulaşmak istenilen hedefleri de gözetilerek keyfi kovuşturma,
mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceleri temin edecek şekilde
yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (S.W./Birleşik
Krallık, B. No: 20166/92, 22/11/1995, § 34;
Kafkaris/Kıbrıs, B. No: 21906/04, 12/2/2008, §
137; Del Rio Prada/İspanya,
B.No: 42750/09, 21/10/2013, § 77). Aynı zamanda
kanuniliğin bir sonucu olarak suç olarak kabul edilmeyen bir eylemin “kıyas” yolu ile sanıkların aleyhine
genişletilerek yorumlanması da ilkeye aykırılık oluşturacaktır (Del Rio Prada/İspanya,
§ 78).
34. Öte yandan, kanunların genel uygulamaya yönelik olarak
hazırlanmasının doğal sonucu olarak kanun metinleri her zaman açık ve net
olmayabilir. Kanun hazırlama tekniklerinden biri, kanunda, düzenlenecek alanın
her türlü ayrıntısını içermesi yerine genel hükümler ile uygulamayı
belirlemektir. Bunun sonucu olarak kanun metinlerinde yorum gerektiren ifadelere
yer verilebilmektedir. Bu ifadeler, kuralın yorumu ve uygulaması açısından
pratikte farklı değerlendirilebilmektedir. Diğer hukuk alanlarında olduğu gibi
ceza hukuku alanında olan bir kanun hükmü ne kadar açık ve net olarak
düzenlense dahi kaçınılmaz olarak şüpheli noktaların giderilmesi ve değişen
şartlara uyarlamak için bir yargı yorumu ile uygulamaya aktarılacaktır (Del Rio Prada/İspanya,
§ 92). Yargılama görevini yerine getiren mahkemelerin, bu tür yorumsal
şüpheleri gidermeleri gerekmektedir. Bu çerçevede suç ve cezada kanunilik
ilkesi, temel olarak suçun özüyle tutarlı olması ve makul olarak öngörülebilir
olması koşuluyla ceza hukukuna ilişkin kuralların davadan davaya yargısal
yorumla netleştirmeye imkân tanımaktadır. Erişilebilir ve makul olarak
öngörülebilir bir yargısal yorumun suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal
ettiği söylenemez (Del Rio Prada/İspanya, § 93).
35. AİHM, Sözleşme’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “ceza” kavramını özerk bir Sözleşme kavramı
olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 7. maddesinde güvence altına
alınan ilkeyi etkin korumak amacıyla, bir tedbirin özü itibariyle bir ceza
oluşturup oluşturmayacağı konusunda ulusal yargı makamlarının yorumlarına bağlı
kalmadan değerlendirme yapılmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak bir cezanın
varlığı için suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, daha
sonra tedbirin niteliği, amacı, ulusal hukuk açısından nasıl kabul edildiği,
tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı
değerlendirilmektedir (Del Rio Prada/İspanya, §§ 81-82; Welch/Birleşik Krallık, B. No: 17440/90, 9/2/1995,
§§ 27-28).
36. AİHM, “ceza” kabul
edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir
arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede, tedbirin niteliği ve amacının cezanın
indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili olduğunda bu
tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında “ceza”
olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Hogben/Birleşik Krallık, B. No: 11653/85, 23/7/1985;
Hosein/Birleşik Krallık, B. No: 26293/95,
28/2/1996, Del Rio Prada/İspanya,
§ 83). Ancak AİHM, bu hususta 7. maddenin ikinci cümlesinde ifade edilen “verilme” sözcüğünün, cezanın infazına veya
icrasına ilişkin tüm tedbirlerin bu maddenin koruma alanı dışında olduğu
şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (Hirsi Jamaa ve diğerleri/İtalya, B. No.
27765/09, 23/2/2012, § 175). Bunun sonucu olarak da
AİHM, cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve
mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü
ve kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilme
ihtimaline yol açabileceğini kabul etmektedir. Aksi takdirde, idari yetkililer
veya mahkemelerin, verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm
edilen kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir
gelişmeyi öngöremeyecek bir şekilde zararına olacak tarzda yeniden tanımlayan
tedbirler alabileceği kabul edilecektir (Del
Rio Prada/İspanya, § 89).
37. Anayasa’nın 38. maddesi “ceza”nın kapsamını açıklamamıştır.
Bu bağlamda bir “mahkûmiyet kararı
sonrasında” verilen cezanın infazında Anayasa’nın 38. maddesinin
öngördüğü ilkelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususu belirlenmelidir.
38. Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca suç ve cezalarda kanunilik
ilkesinin güvence fonksiyonu açısından infaz hukukuna ilişkin temel sorun
infaza ilişkin düzenlemelerin zaman bakımından uygulanması meselesidir. Zira
ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinin şekil ve şartlarının
Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca kanun ile düzenlenmesi gerekir. Zaman
bakımından uygulamaya ilişkin karşımıza üç ilke çıkmaktadır. Bunlar geriye
yürüme, ileriye yürüme ve derhal uygulanmadır. Bu ilkelerin ceza hukuku
açısından nasıl uygulanacağı Anayasa’nın 38. maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 7.
maddesinde açıklanmıştır. Ancak bu ilkelerin infaz hukukuna ilişkin kuralları
kapsayıp kapsamadığının tespiti Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7.
maddesinin getirdiği güvencelerin bu alanda uygulanabilirliğini ortaya
koyacaktır.
39. Kural olarak infaz hukuku kuralları derhal uygulanır. Buna göre
kuralın hükümlü açısından lehe veya aleyhe sonuç doğurmasından ziyade amacı,
hükümlünün cezasının infazında temel hedef olan ıslah ve topluma kazandırmada
daha etkin yöntemlerin uygulanmasını sağlamak, cezaevinde güvenlik ve disiplini
daha iyi bir düzeye getirmek ve cezaevini hükümlüler açısından daha makul bir
seviyede yaşanabilir hale getirmek yer almaktadır. Ancak 5237 sayılı Kanun’un
7. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile infaz rejimine ait olarak
değerlendirilen hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle
ilgili olan hükümlerin aleyhe sonuç doğurmaması bu kuralın istisnası olarak
kabul edilmiştir.
40. Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7. maddesi uyarınca “ceza” kavramının ceza hukuku kapsamındaki
tedbirleri kapsadığında tereddüt yoktur. Bu bağlamda anayasal güvencenin
belirlenmesi açısından bir tedbirin maddi ceza hukukuna mı, yoksa infaz
hukukuna mı dâhil olduğu tespit edilmelidir. Bu belirlemede tedbirin şekli
olarak hangi alana girdiğinden ziyade niteliğine bakılarak karar verilmelidir.
Bu çerçevede bir tedbir, sanığa verilecek ceza ile ilgili bir konu hakkında ise
ve ceza verme düşüncesi içinde kabul ediliyorsa maddi ceza hukuku alanında
olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla AİHM’in
de kabul ettiği üzere hükümlü hakkında uygulanan bir tedbirin bir suçtan
kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, tedbirin niteliği, amacı;
mahkemeler ve yetkili idari makamlar açısından nasıl kabul edildiği; tedbirin
alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilerek
Anayasa’nın 38. maddesinin güvencesi altında olup olmadığı tespit edilmelidir.
Bu bağlamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18/11/1985 tarih
ve E.1985/268, K.1985/361 sayılı kararında “…
cezaların yerine getirilmesine ilişkin rejimleri
değiştiren yasaların derhal uygulanması gerekmekte ise de, değişikliği yapan
yasaların, cezaların niteliğini değiştirmemesi gerekir. Cezanın yerine getirilmesine
ilişkin yasadaki değişiklik, mahkûmiyet süresini uzatıyorsa veya hükümlüye
yüklenen yükü artırıyorsa, bu hal cezanın niteliğini değiştirdiğinden derhal
uygulanamaz” (Benzer yönde bir karar için bkz. Yargıtay 6. Ceza
Dairesinin 5/7/1973 tarih ve E.1973/6567, K.1973/6535
sayılı kararı) denilerek bir tedbirin infaz hukukuna ilişkin olmasının tek
başına derhal uygulanması için yeterli olmadığı, aksine mahkûmiyet süresini
uzatıp uzatmadığı hususu gözetilerek karar verilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır.
41. Somut olayda başvurucu, terör örgütü üyeliği suçundan hakkında
verilen hapis cezasının koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275
sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında örgüt üyeliği hususu
belirtilmediğinden 647 sayılı Kanun uygulanması gerekirken uygulanmadığını ve
yorum yoluyla cezaevinde kalacağı sürenin uzatıldığını ileri sürmüştür.
42. Yukarıda belirtilen hususlar ışığında, koşullu salıvermeye dair
yapılan düzenlemeler sadece cezaevi politikasının biçimini belirlemeye yönelik
değildir. Aksine cezanın ne kadar çekileceğini belirlediğinden hükümlü
açısından cezanın kapsamına ve sonuçları açısından maddi ceza hukuku alanına
ilişkin bir düzenlemedir. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3)
numaralı fıkrasındaki düzenlemede koşullu salıverilmeye dair kurallar suç ve
cezaların zaman bakımından uygulanması ile aynı kapsamda değerlendirilerek
diğer infaza ilişkin kuralların tabi olduğu “derhal uygulanma” ilkesinden
istisna tutulmuştur. Dolayısıyla infaz hukukuna dair koşulu salıverilme kuralı
Anayasa’nın 38. maddesi çerçevesinde değerlendirilmelidir.
43. Öte yandan, başvuru konusu olayda başvurucu 12/2/2002
tarih ve öncesinde işlediği eylem nedeniyle terör örgütünün üyesi olmak
suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. 3173 sayılı Kanun
uyarınca verilen hapis cezalarının infazının nasıl yapılacağı aynı Kanun’un 17.
maddesinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda 3713 sayılı Kanun kapsamına giren
suçlardan mahkûm olanların hapis cezası 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin
(4) numaralı fıkrası gereğince yapılacaktır.
44. 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasında her
ne kadar örgüt üyeliğinden verilen cezalar belirtilmemiş ise de 3713 sayılı
Kanun’un açık hükmü karşısında terör suçları açısından ayrıca 5275 sayılı
Kanun’un anılan maddesindeki özel şartlar aranmadan sadece koşullu salıverilme
süresinin hesabında kabul edilen indirim süreleri dikkate alınacaktır. Bununla
birlikte 5275 sayılı Kanun’un anılan hükmünde belirtilen örgüt hususu Yargıtay
8. ve 9. Ceza Dairelerinin kararları bağlamında çıkar amaçlı suç örgütlerini
kapsadığı açıktır. Yargıtay 8. ve 9. Ceza Daireleri kararlarında bu hususu
açıklığa kavuşturmuş ve terör suçlarında ¼ iyi hal indiriminin uygulanacağını
kabul etmiştir.
45. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin görevi, 5275 ve 3713
sayılın Kanun hükümlerinin nasıl yorumlanması gerektiğini belirlemek değildir.
Daha ziyade bu yeni yorumun başvurucu tarafından ilgili tarihte geçerli olan “hukuk” kapsamında makul ölçüde öngörülebilir
olup olmadığını incelemektir. Başvurucunun, mahkûmiyet kararının infazında 3713
sayılı Kanun’un atfı ile 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı
fıkrası yerine 647 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde koşullu salıverilmeden
yararlanması gerektiğine dair mevzuattan kaynaklanan meşru bir beklentisinin
olduğu söylenemez.
46. Başvuruda suç ve cezada kanunilik ilkesinin zaman bakımından
uygulanmasına dair lehe hükümler uygulanmadığı ileri sürülmüştür. Başvurucu,
suç tarihinde 5275 sayılı Kanun’un yürürlükte olmadığını, ayrıca 3713 sayılı
Kanun’un 2006 yılında değiştiğini, bu sebeple 5275 sayılı Kanun’un 107.
maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında olmayan fiillerin 3713 sayılı
Kanun’un 17. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesine imkân olmadığını
belirtmiştir.
47. Suç tarihi itibariyle başvurucu hakkında koşullu salıverilme
süresinin hesaplanmasında uygulanacak hüküm 3713 sayılı Kanun’un 17. maddesinin
birinci fıkrası olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. 29/6/2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile
anılan maddede yapılan değişiklik ile 3713 sayılı Kanun kapsamında verilen
mahkumiyet kararlarının infazında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4)
numaralı fıkrası ile 108. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede
5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun
koşullu salıverilme süresi hesaplanmıştır.
48. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi' kenar
başlıklı (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir.
49. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, hakkında verilen hapis
cezasının infazında 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrası
uygulanmasının herhangi bir yasal dayanağı olmadığına ve Anayasa’nın 38.
maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarına ilişkin açık ve görünür bir
ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkı Yönünden
50. Başvurucu, koşullu salıverilme süresinin kanun hükümlerinin
yanlış yorumlanması nedeniyle normalde cezaevinde kalması gereken süreden daha
uzun süre cezaevinde kalmak zorunda kalacağını beyan ederek kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Bakanlık görüş yazısında, AİHM’in ve
Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarına atıfta bulunarak kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının hukuka uygun bir şekilde sınırlandırıldığının tespit
edilmesi durumunda bu hakkın ihlalinden söz edilemeyeceğini, Yargıtay
içtihatları ve düzenlemeler ışığında somut olayda koşullu salıverme süresinin
hesabının hukuka uygun olduğunu ifade etmiştir.
52. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, ilgili mahkemenin
yasal düzenlemelere açıkça aykırı olarak keyfi bir karar verdiğini, bu şekilde
koşullu salıverilmesinin engellendiğini bu hususun Anayasa’nın 38. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen suç ve cezanın zaman bakımından uygulanmasına da
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
53. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes,
kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve
şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi; … halleri dışında kimse hürriyetinden
yoksun bırakılamaz.”
54. Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“1. Herkes
özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve
yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun
bırakılamaz:
(a)
Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında
yasaya uygun olarak tutulması;
…”
55. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konulduktan
sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
56. Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ilk istisnası “Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi” olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda yargı organlarınca
verilecek mahkûmiyet kararlarının sonucu olarak hapis cezası veya güvenlik
tedbirlerinin uygulanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali kabul
edilmeyecektir. Diğer taraftan “suç şüphesine bağlı
tutma” kapsamında olan durumdan farklı olarak anılan istisna “bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmayı” ifade
etmektedir. (Benzer kararlar için bkz. B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 70). Sözleşme’ye göre, özgürlüğe getirilen sınırlamanın meşru
kabul edilebilmesi için mahkûmiyet kararı sonrası “tutma” hali veya hapsedilmenin, “yetkili mahkeme”
kararına dayalı ve hukuka (kanuna) uygun olması şartları aranmaktadır. Kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı yönünden “tutma”
hali, geniş anlamda kullanılmakta olup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet sonrası
tutukluluk ve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki “yetkili mahkeme” vurgusu, kişinin
özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya güvenlik tedbiri
uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan
bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı ifade etmektedir (B. No:
2013/8114, 17/9/2014, § 18; benzer AİHM kararları için
bkz. De Wilde, Ooms And Versyp/Belçika,
B. No: 2832/66, 2835/66, 2899/66, 18/6/1971, § 78; Engel ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71,
5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci
fıkrası ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi
kapsamına, mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi
hallerinde ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan
kurallar, mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence
altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen
hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (B. No:
2013/8114, 17/9/2014, § 18).
57. Bir mahkûmiyet kararının nasıl infaz edileceğine ilişkin olarak
Anayasa’nın 19. maddesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi açık bir hüküm
içermemektedir. Bununla birlikte herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olması ve bu hakka getirilebilecek sınırlamaların ayrıntılı olarak madde
metinlerinde belirtilmesi, “keyfi bir
biçimde” bu haktan kimsenin mahrum bırakılmamasını amaçlamaktadır.
Yetkili bir mahkeme tarafından verilen bir mahkûmiyet kararının infazının
sağlanması ve ceza infaz kurumunda tutma süresi de bu hak kapsamında
değerlendirmelidir. Ceza mahkemelerinin kararına uygun hareket edilmesi de
hakkın korunması açısından bir zorunluluktur. Dolayısıyla hükümlülerin ceza
infaz kurumunda kalacakları sürenin mahkûmiyet kararına ve ilgili yasal
mevzuata uygun olması Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının birinci
cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında
güvence altına alınmıştır (B.No: 2014/1711, 23/7/2014, § 32).
58. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, kural
olarak tutma hali, mahkûmiyet kararına bağlı olmalıdır. Koşullu salıverilme
kararının geri alınması nedeniyle kişinin yeniden hapsedilmesi durumunda da
infazına karar verilen ceza ile önceki mahkûmiyet arasındaki nedensellik
bağının kesilmemiş olması gerekir. AİHM’e göre
Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde geçen “mahkûmiyet kararı sonrasında” ibaresi ile
kastedilen, sadece “tutma”nın
zaman bakımından mahkûmiyet kararından sonra olması değil, aynı zamanda
mahkûmiyet nedeniyle olmasıdır (bkz. B. No: 2013/8114, 17/9/2014,
§ 19; Van Droogenbroeck/Belçika,
B. No: 7906/77, 24/6/1982; Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82,
2/3/1987, § 42; Stafford/Birleşik Krallığı, [BD], B. No: 46295/99,
§ 64; M./Almanya, B. No:
19359/04, 17/12/2009, § 88).
59. Koşullu salıverilme, cezanın çektirilmesinin
kişiselleştirilmesi, başka bir deyişle cezaevindeki tutum ve davranışlarıyla
(iyi haliyle) topluma uyum sağlayabileceği izlenimini veren hükümlünün şarta
bağlı olarak ödüllendirilmesidir. Suçlunun kendisine verilen cezadan daha kısa
bir sürede uslanması, eyleminden pişmanlık duyması ve bunu iyi davranışıyla
kanıtlaması durumunda, cezaevinde daha fazla kalması gereksiz olabilir. Bu
durumda koşullu salıverilme, infaz sistemindeki en etkili araçtır. Koşullu
salıverilmenin en önemli öğeleri, cezanın belirli bir süre çekilmiş olması,
hükümlünün bu süre içinde iyi durum göstermesi, koşullu salıverildikten sonra
gözetim altında kalması ve koşullu salıverilmenin gereklerine uyulmaması
durumunda koşullu salıverilme kararının geri alınabilmesidir (B. No: 2013/8114,
17/9/2014, § 20; AYM, E.2001/4, K.2001/332, K.T.
18/7/2001).
60. Somut olayda başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı 3713 sayılı
Kanun uyarınca terör örgütünün üyesi olmak suçundan kaynaklandığından 3713
sayılı Kanun’un 17. maddesi gereğince infaz edileceği İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesince değerlendirilmiştir. Bu bağlamda anılan maddenin atfı kapsamında
başvurucu hakkında koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında 5275 sayılı
Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasının uygulanması gerektiği kabul
edilmiştir.
61. Başvurucu, kendisinin örgüt üyeliği suçundan mahkûm edildiğini
ve 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (4) numaralı fıkrasının örgüt üyesini
kapsamadığını ve dolayısıyla koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında
anılan Kanun hükmünün uygulanamayacağını ileri sürmüştür. Ancak Mahkemenin 3713
sayılı Kanun’un 17. maddesinin atfı ile terör suçlarından mahkûm olanlar
hakkında koşullu salıverilme uygulamasının 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesinin
(4) numaralı fıkrası gereğince yapılacağına dair yaptığı değerlendirmenin madde
metninin yorum yoluyla genişletilmesi olduğu söylenemez. Nitekim Mahkeme kanun
hükümlerinin nasıl uygulanacağına yönelik Yargıtay içtihatları temelinde bir
değerlendirme yapmıştır.
62. Başvurucunun hakkında verilen hapis cezasının infazında yetkili
mahkemeler, başvurucunun hüküm yorumunda ve çektirilecek cezanın hesabına
ilişkin taleplerini mevzuatı gözeterek değerlendirmiş ve mahkûmiyet hükmünün
nasıl infaz edileceğine karar vermiştir. Bu bağlamda başvurucunun cezasının
infazında ilgili kanun maddeleri gözetilerek herhangi bir keyfilik içermeden
infazın kapsamı belirlenmiştir.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarına ilişkin açık ve
görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası Yönünden
64. Başvurucu, hakkında verilen hapis cezasına ilişkin olarak
koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında Yargıtayın
aksi kararlarına rağmen kendisi için farklı uygulandığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun
önünde eşitlik ilkesi”nin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Anayasa’nın “Kanun önünde
eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
66. Sözleşme’nin “Ayırımcılık
yasağı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma,
cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya
toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere
herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin
sağlanmalıdır.”
67. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki
ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp,
mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
68. Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi
için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi
temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut
olayda başvurucu benzer bazı olaylarda koşulu salıverilme süresinin
hesaplanmasının farklı uygulandığından bahisle kendisinin ayırımcılığa
uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı
muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer
durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında
bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk,
renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile
kendi durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene
dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de her hangi bir beyanda
bulunmamıştır.
69. Açıklanan nedenlerle, başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak
herhangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle başvurunun, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlali
iddiası yönünden ayrı ayrı “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/3/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.