logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Cavit Bağyapan [2.B.], B. No: 2013/1444, 4/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CAVİT BAĞYAPAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1444)

 

Karar Tarihi: 4/11/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Cavit BAĞYAPAN

Vekili

:

Av. Suat SERT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi (İZSU) Genel Müdürlüğü aleyhine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 6 yıl 7 aylık sürede tamamlandığını ve dava sonucunda hükmedilen tazminat bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 11/2/2013 tarihinde İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/4/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölümün 26/6/2013 tarihli ara kararıyla kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığı’nın 7/8/2013 tarihli görüş yazısı 12/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığının cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 27/9/2013 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve İZSU Genel Müdürlüğünce başvurucuya ait İzmir İli Gaziemir İlçesi Sakarya Mahallesi 2028 ada 1 parselde kayıtlı taşınmaz üzerine yol ve tesis yapılmak suretiyle el atılmıştır.

8. Başvurucu 15/5/2006 tarihinde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve İZSU Genel Müdürlüğü aleyhine İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır.

9. Taşınmazın 1437/4800 hissesine sahip olan başvurucu, taşınmazın diğer 1437/4800 hissesini 4/8/2006 tarihinde satın alarak ek dava açmış ve İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 11/9/2006 tarihli ve E.2006/356 sayılı ek davanın davacının talebi üzerine asıl dava ile birleştirilmesine karar vermiştir.

10. Mahkemece talep edilen bilirkişi raporunda başvurucuya ait taşınmaza pis su toplama tesisi yapılması nedeniyle 87,96 m2 ve yol yapılması nedeniyle 243,62 m2 tecavüz edildiği tespit edilmiş, davalı İZSU Genel Müdürlüğü vekilinin el atmanın kaldırıldığı iddiası üzerine yapılan keşifte, tesis binası ve duvarının dava konusu taşınmaza tecavüz eden kısmının yıkıldığı ve yolun dava konusu taşınmaza tecavüz eden asfalt sathının kazındığı ve el atmanın sonlandırıldığı, ancak araçların halen tesise girip-çıkmak için dava konusu taşınmazı kullandığı tespit edilmiştir.

11. Mahkeme, 31/12/2007 tarihli ve E.2006/197, K.2007/491 sayılı kararıyla davalı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı bakımından husumet yönünden davanın reddine; İZSU Genel Müdürlüğü bakımından ise kamulaştırmasız el atmaya son verilmesi nedeniyle dava konusuz kaldığından dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, ancak dava açılmasına sebebiyet vermesinden ötürü davalı İZSU Genel Müdürlüğünün yargılama gideri ve vekâlet ücretinden sorumlu tutulmasına karar vermiştir.

12. Karar, başvurucu ve davalılardan İZSU Genel Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 9/10/2008 tarihli ve E.2008/9350, K.2008/11640 sayılı kararıyla, dava konusu taşınmazın imar planında halen belediye hizmet alanı içinde kaldığı, bu nedenle el atmaya son verilmesinin sonuca etkili olmadığı ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği; İZSU Genel Müdürlüğü bakımından ise konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

13. Yargıtay’ın bozma kararına karşı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı karar düzeltme talebinde bulunmuş ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 6/4/2009 tarihli ve E.2008/17874, K.2009/5301 sayılı kararıyla bu defa yolun hangi idare tarafından açıldığı, idarelerin halen taşınmazı yol olarak kullanıp kullanmadıkları konusunun netleştirilmesi ve buna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerektiğine hükmetmiştir.

14. Yargıtay’ın bozma ilamından sonra davayı tekrar inceleyen İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi 11/6/2009 tarihli ve E.2009/196, K.2009/226 sayılı kararıyla Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uymayarak eski kararında direnmiştir.

15. Direnme kararını, davacı vekili esasa ilişkin nedenlerle, davalı İZSU Genel Müdürlüğü ise vekâlet ücretine ilişkin nedenlerle temyiz etmişlerdir.

16. Bunun üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11/11/2009 tarihli ve E.2009/5-439, K.2009/494 sayılı kararıyla, İZSU Genel Müdürlüğünün vekâlet ücretine ilişkin temyiz talebinin reddine; İZSU Genel Müdürlüğü lehine usuli kazanılmış hak doğduğundan davacının İZSU Genel Müdürlüğü aleyhine ileri sürmüş olduğu temyiz nedenlerinin reddine; davacının İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine ileri sürdüğü temyiz itirazlarının yeni hükme yönelik olmasından dolayı dosyanın Yargıtay 5. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.

17. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 13/5/2010 tarihli ve E.2010/4004, K.2010/8660 sayılı kararıyla, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararı onamıştır.

18. Başvurucu, Yargıtay’ın bu onama kararı hakkında karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 5/7/2011 tarihli ve E.2011/5422, K.2011/12304 sayılı kararıyla ve 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesine göre kesinleşen 1/1000’lik imar planından sonra 5 yıl içinde tahsis amacına uygun olarak kamulaştırılmayan taşınmazın malikinin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmazın tamamı için bedel ödenmesi gerektiğine hükmederek ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.

19. Başvurucu, bozmadan sonra 25/8/2011 tarihinde İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2011/457 sayılı dosya ile 884.643,67 TL değerinde ek dava açmıştır. Bu dava da asıl dava ile birleştirilmiştir.

20. Bozma kararı üzerine İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uymuş; birleşen dosyalar ile birlikte taşınmazın değeri ve başvurucuya düşen kısımların değeri bilirkişi marifetiyle tespit edilmiştir.

21. İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/11/2011 tarihli ve E.2011/415, K.2011/650 sayılı kararıyla, İZSU Genel Müdürlüğü yönünden davanın reddine, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden davanın kabulüne, başvurucuya kamulaştırmasız el atma tazminatı olarak talep ettiği toplam 990.643,67 TL’nin ödenmesine ve taşınmazın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına tapuya tesciline karar vermiştir.

22. Başvurucu kararın kesinleşmesini beklemeden 21/12/2011 tarihinde alacağını icra takibine konu yapmış ve davalı İzmir Büyükşehir Belediyesi (İdare) icranın durdurulması için dosyaya teminat olarak 1.253.015,05 TL depo etmiştir. Depo işlemi sonrasında İcra Müdürlüğü tarafından davalı idareye tehiri icra kararı almak üzere 90 günlük mehil verilmiştir.

23. İdare tarafından 6/2/2012 tarihinde Yargıtay’dan tehiri icra kararı alınarak süresi içerisinde dosyaya konulmuştur.

24. Başvurucu ve davalılardan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yapılan başvuruları inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 17/5/2012 tarihli ve E.2012/1600, K.2012/10107 sayılı kararıyla, İlk Derece Mahkemesi kararını yasal faiz başlangıç tarihini tüm talepler için ilk dava tarihi olan 15/5/2006 olacak şekilde düzelterek onamıştır.

25. Onama kararı sonrasında başvurucu depo edilen bedelin tamamını 21/6/2012 tarihinde bankadan çekmiştir.

26. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 28/11/2012 tarihli ve E.2012/16689, K.2012/24335 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

27. Karar, başvurucuya 10/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

28. Kararın kesinleşmesi üzerine teminat olarak depo edilmiş para mahsup edilerek bakiye borç hesabı çıkarılmış ve 10/1/2013 tarihinde başvurucunun hesabına idare tarafından 494.650,36 TL daha yatırılmıştır.

29. Başvurucu 11/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

30. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 8. maddesinin 2. fıkrası şöyledir:

 “Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir”.

31. 2942 sayılı Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişmeden önceki 1., 2. ve 6. fıkraları şöyledir:

“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.

Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir.

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”

32. 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”

33. 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik 11. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.”

34. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

35. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15/11/2011 tarih ve E.2011/5396, K.2011/22096 sayılı kararında şöyle denilmektedir:

“…Kamulaştırmasız el atma davaları uygulamada sıklıkla karşılaşılan davalardan olmakla birlikte, yasa ile düzenlenmiş değildir. Bu konuya ilişkin tek yasal düzenleme olan 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesi de 10.04.2003 tarih ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Uygulamada kamulaştırmasız el atma davaları; İBK, HGK ve Hukuk Dairelerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır. Konunun Dairemizi ilgilendiren yönü ise, bu nevi davalarda hükmedilen tazminatların zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faizin ne tür ve oranda olması gerektiği noktasındadır. Zira kamulaştırma yasası gecikme faizini öngörmemektedir. Bu cümleden olmak üzere, HGK kararları ve Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında; “Kamulaştırma bedelinin arttırılması ilamlarında uygulanan T.C Anayasasının 4709 Sayılı Yasanın 18.maddesi ile değişik 46/son maddesinde yer alan kamulaştırma bedelleri ile mahkemece kesin hükme bağlanan arttırma bedellerine, son fıkraya göre kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanacağı” hükmünden farklı olarak, “Kamulaştırmasız el atmanın hukuksal niteliği itibariyle bir haksız eylem olduğu, haksız eylemden doğan borçların, tazmini nitelikte olmaları nedeniyle uygulanacak faizin 3095 Sayılı Yasada belirlenen yasal faiz olduğu belirtilerek, uygulama bu güne kadar yasal faizin uygulanması şeklinde sürdürüle gelmiştir. Ancak, Anayasa'nın 35. maddesi ile koruma altına alınmış olan mülkiyet hakkının, hak sahibinin rızasına bakılmaksızın kamulaştırmasız el atma nedeniyle ihlali halinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin temel haklarının korunması arasında adil bir denge gözetilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, mülkün gerçek değeriyle orantılı makul bir tazminat ödenmediği sürece, bir mülkten mahrum bırakılmanın genelde aşırı bir ihlal teşkil edeceği, yasal faiz oranında gecikme faizi ödenmesinin yeterli olmadığı görüşü gerek öğretide gerekse uygulamada ağırlık kazanmaya başlamıştır.

Bu bağlamda mülkiyete saygı hakkının ihlalinin, mahkemelerin, kamulaştırmasız el atmaya maruz kalan kişiler lehine hükmettikleri tazminat tutarının tayininde, yargılama süresi ile enflasyon arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan değer kaybını dikkate almalarına imkân sağlayan yasal bir düzenlemenin olmayışından da kaynaklandığı, bu nedenle adil tatmin taleplerinin karşılanması gerektiği hususu benimsenmeye başlanmıştır.

Tüm bu açıklamalar ışığında idare, kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri yasaya uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlama olmakla, Dairemizce içtihat değişikliğine gidilerek, özü ve vardığı hukuki sonuç itibariyle aynı nitelikler taşıyan kamulaştırmasız el atmaya ilişkin ilamlarda hüküm altına alınan tazminatlara da Anayasanın 46/son maddesinde düzenlenmiş olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır…” (Aynı yönde diğer bir karar için bkz. Yargıtay 12. HD., 26/10/2011, tarih, E.2011/5698,, K.2011/20397)

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 4/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/2/2013 tarih ve 2013/1444 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve İZSU Genel Müdürlüğü aleyhine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 6 yıl 7 aylık sürede tamamlandığını ve dava sonucunda hükmedilen tazminat bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı yerine yasal faiz oranının uygulandığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Başvurucunun şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

i. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

39. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında hükmedilen tazminat bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı yerine yasal faiz oranının uygulandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun kamulaştırmasız el atma uygulamasına yönelik bir şikâyetinin bulunmadığı, faiz konusunun ise hükmedilen tazminatın mülkün değeri ile orantılı olup olmadığı açısından incelenmesi gerektiği, Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin sadece kesinleşmiş kamulaştırma alacaklarında uygulandığı, ancak Yargıtay’ın 2011 yılındaki içtihat değişikliği sonrasında kamulaştırmasız el atma davalarında da kararın kesinleşme tarihinden ödeme tarihine kadar kamulaştırma davalarında olduğu gibi Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz uygulandığı, somut başvuruya konu davada karar kesinleşmeden önce 1.253.015,05 TL’nin ve kesinleşme ile birlikte 494.650,36 TL’nin dosyaya ödendiği, mahkeme ve icra masrafları düşüldükten sonra kalan toplam ödemelerin dava tarihine göre ödenmesi gereken bedelin değer kaybını telafi ettiği ve başvurucu üzerinde aşırı bir yüke sebep olunmadığı şeklinde beyanda bulunulmuştur.

41. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, kamulaştırma davalarında ilk derece mahkemesi kararıyla bedelin ödendiği, kamulaştırmasız el atma davalarında ise kesinleşmenin beklendiği, bu durumda uzun süren yargılamalar ve gayrimenkul fiyatlarındaki değer artışının enflasyon üzerinde seyretmesi nedeniyle hak kayıpları oluştuğu, Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin uygulanması halinde hak kayıplarının giderileceği şeklinde cevap vermiştir.

42. Anayasa’nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

43. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”

44. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

46. Somut başvuruda başvurucu, kamulaştırma işleminin kanuni olmadığı veya kamu yararı şeklinde meşru bir amacı bulunmadığı yönünde bir şikâyette bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun faiz oranına yönelik şikâyetleri Anayasa’nın 13 ve 35. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.

47. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).

48. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

49. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin, mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri halinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75 ve 7152/75, 23/9/1982, § 69; James ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81, 9266/81; 9313/81, 9405/81, 8/7/1986 § 120-121).

50. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında; "Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir" denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).

51. Başvurucu, dava tarihine göre belirlenen bedelin yasal faiz uygulanarak kendisine ödendiğini, ancak taşınmaz fiyatlarındaki hızlı artış nedeniyle yapılan toplam ödemenin ödeme tarihinde taşınmazın rayiç değerinin altına kaldığını belirterek daha yüksek oranlı faiz uygulanması gerektiğini iddia etmektedir.

52. Kamulaştırmasız el atma davalarında bedel hususunda tarafların anlaşamamaları halinde tazminat olarak ödenecek taşınmazın bedelinin 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri uyarınca dava tarihine göre adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde mahkemece tespit edilmesi gerekmektedir. Değer tespitinin dava tarihine göre tespiti, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde meydana gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel tespitine belirlilik kazandırmanın gereğidir. Aksi halde taşınmazın değeri uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabileceğinden idare veya vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 52).

53. Başvuruya konu davada Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesi doğrultusunda taşınmaza ilişkin bilgi ve belgeler ile yapılan keşif ve bilirkişi raporuna göre usulüne uygun olarak bedeli tespit etmiştir. Davanın konusu, tazminat olarak ödenecek taşınmazın dava tarihindeki bedelinin tespiti olduğundan Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesine uygun olarak davanın açılmış olduğu 2006 yılı fiyatları üzerinden bedeli tespit etmiş, daha sonra taşınmazın değerinde meydana gelen artışları ve bedelin ödenme tarihine göre rayiç değerini değerlendirmeye esas almamıştır.

54. Başvurucu dava tarihine göre belirlenen bedele faiz ödenmemesi nedeniyle, alması gereken bedelin değerinde azalma olduğundan şikâyet etmekte ve geç ödenen kamulaştırma bedeline Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizin (gecikme faizinin) uygulanması gerektiğini iddia etmektedir.

55. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre, kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002).

56. Kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davaları ise niteliği itibarıyla haksız fiilden kaynaklanan davalar olduğundan dava tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasında mahkemelerce hükmolunan tazminata yasal faiz uygulanmaktadır. Yargıtay’ın 2011 yılına kadar içtihadı Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin sadece kesinleşmiş kamulaştırma alacaklarında uygulanacağı yönünde olduğu görülmektedir.

57. Ülkemizdeki kamulaştırmasız el atma davalarında devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin uygulanmaması AİHM tarafından eleştirilmiştir (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, § 49 ve Ergen ve Diğerleri/Türkiye, no. 35364/05, 7/12/2010). Yargıtay bu konudaki içtihadını 2011 yılından itibaren değiştirerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında da kararın kesinleşme tarihinden ödeme tarihine kadar Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen faizin uygulanmasını kabul etmiştir (Bkz. § 34).

58. Başvurucunun şikâyet ettiği husus ise karar tarihinden sonra uygulanan faiz değil; dava tarihinden karar tarihine kadar uygulanan faize ilişkindir. Yukarıda belirtildiği üzere ülkemizde kamulaştırmasız el atma davalarında hükmolunan tazminata dava tarihinden kararın kesinleştiği tarihe kadar yasal faiz uygulanmaktadır. Söz konusu bireysel başvuruda da Mahkeme tarafından hükmolunan kamulaştırmasız el atma tazminatına dava tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmıştır.

59. AİHM kamulaştırmasız el atmaya dayalı başvurularda benzer şikâyetleri incelerken maddi tazminat talepleriyle ilgili olarak, dava koşullarının tamamını ve özellikle başvuranların ulusal mahkemeler önünde talep ettikleri miktarın tamamını alıp almadığını incelemektedir. AİHM, inceleme yaparken başvuranların alacaklarına uygulanan gecikme faizinin, yerel mahkemeye başvurulduğu andan idare tarafından ödemenin etkin olarak yapıldığı tarihe kadar geçen süre içindeki paranın uğradığı değer kaybını telafi edebilecek nitelikte olup olamadığı sorunu ile sınırlandırılabileceği kanaatindedir (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, § Ergen ve Diğerleri/Türkiye, 35364/05, 7/12/2010, Yetiş ve diğerleri/Türkiye, 40349/05, § 44, 6/7/2010).

60. Başvuru konusu davada Mahkeme tarafından belirlenen kamulaştırma bedeli dava kesinleşmeden başvurucu adına banka hesabına yatırılmıştır. Bu durumda başvurucunun kamulaştırma bedeline devletin alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanması talebinin Anayasa’nın 46. maddesi kapsamında anayasal dayanağı bulunmamaktadır.

61. Bu durumda kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında dava tarihine göre belirlenen bedelin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).

62. Somut başvuruya konu 15/5/2006 tarihinde açılan davada Mahkemenin 29/11/2011 tarihli kararıyla başvurucuya 990.643,67 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu kararın kesinleşmesini beklemeden 21/12/2011 tarihinde alacağını icra takibine konu yapmış ve davalı İdare icranın durdurulması için dosyaya teminat olarak 1.253.015,05 TL depo etmiştir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 17/5/2012 tarihli onama kararı sonrasında başvurucu depo edilen bedelin tamamını 21/6/2012 tarihinde çekmiş, daha sonra ise eksik kalan ödemeyi tamamlamak için 10/1/2013 tarihinde başvurucuya 494.650.36 TL daha idarece icra kanalıyla ödenmiştir. Bu şekilde başvurucu Mahkeme kararıyla hak ettiği tazminatın tamamını kanuni faiziyle ve yargılama giderleriyle birlikte tahsil etmiştir.

63. Davanın açıldığı Mayıs 2006 tarihi ile başvurucunun depo edilmiş ilk ödemeyi aldığı Haziran 2012 tarihi arasında geçen 73 aylık sürede Merkez Bankası verilerine göre (fiili ödeme zamanı) mahkemenin hüküm altına almış olduğu tazminat % 59,72 oranında değer kaybına uğramıştır. Bir diğer ifade ile Mahkemece ödenmesine karar verilen 990.643,67 TL’nin değer kaybını telafi edebilmek için 591.604 TL ödenmesi gerekmektedir. Bu süre zarfında uygulanan yasal faiz ise yaklaşık 544.473 TL’dir. Bu iki değer arasındaki 47.131 TL farkın toplam tazminat bedeline oranı % 4,76’dır. Bir diğer ifadeyle bu dönemde meydana gelen enflasyon artışı kanuni faizden % 4,76 daha yüksek gerçekleşmiştir.

64. Yargılama masraflarının tamamı ve faiziyle birlikte esas alacaktan kalan bedel karşılığı 494.650,36 TL başvurucuya 10/1/2013 tarihinde ödenmiştir. Haziran 2012 ile Ocak 2013 dönemi arasında ise enflasyondaki artış % 4,14 olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde kalan alacağa uygulanan kanuni faiz ise yaklaşık % 4,78 olarak meydana gelmiş ve enflasyonun üzerinde gerçekleşmiştir.

65. Bu durumda başvurucuya ödenen kanuni faiz ile tazminatın enflasyon karşısında değerindeki aşınma karşılaştırıldığında, kanuni faiz ödemesi sonrasında % 4 civarında bir değer kaybının başvurucu üzerine bırakıldığı anlaşılmaktadır.

66. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi halinde daha katı bir tutum sergileyerek %5’e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (bkz., Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. AİHM, bunun yanında mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybında meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda ulusal yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle daha esnek yorumlamakta, bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediğini inceleyerek karar vermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde incelediği bir davada AİHM, %10,74’lük bir değer kaybının aşırı bir yük getirmediğine karar vermiştir (bkz. Güleç ve Armut/Türkiye, B. No: 25/969/09, 16/11/2010).

67. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri birlikte okunduğunda mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin ölçülü olması gerektiği açıktır. Bu çerçevede kamulaştırma gibi kamulaştırmasız el atmalarda da tazminat bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırılık oluşturacaktır. Bununla birlikte yargılama sürecinde enflasyon nedeniyle tazminat bedelinde meydana gelebilen ve makul görülebilecek değer aşınmaları başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediğinden kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki dengeyi bozduğu ve ölçülülük ilkesini ihlal ettiği söylenemez.

68. Başvuru konusu olayda başvurucu maddi tazminata ilişkin olarak, yerel mahkemede talep etmiş olduğu tazminat miktarının tamamını almıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince dava tarihinden itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar hükmolunan faiz oranı bu süre içerisindeki paranın değer kaybının yaklaşık % 4 altında olup, başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmemektedir.

69. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası

70. Başvurucu, 2006 yılında açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının altı yıldan uzun sürede tamamlandığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

71. Adalet Bakanlığı görüşünde, yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken her olayın kendine özgü koşulları, davanın karmaşık olup olmadığı, yargılama süresince tarafların gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumları ile davanın başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususların dikkate alındığı belirtilmiş, somut başvuruda davanın 6 yıl 7 ay sürdüğü ve uzamaya etki eden en önemli nedenin ilk derece mahkemesi kararının birden fazla temyize konu olması olduğu, başvurucunun yargılama süresinin uzun olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.

72. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında, makul süreyle ilgili şikâyetini tekrar etmiştir.

73. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

74. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

75. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

76. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

77. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

78. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

79. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).

80. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

81. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

82. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

83. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle bir tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

84. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 15/5/2006 tarihidir.

85. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen 5. Hukuk Dairesinin E.2012/16689, K.2012/24335 sayılı karar tarihi olan 28/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

86. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

87. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat talebi olduğu, 15/5/2006 tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince verilen 31/12/2007 tarihli kararın temyiz incelemesi neticesinde bozulduğu, ilk derece mahkemesince verilen 11/6/2009 tarihli direnme kararının da bozulduğu ve Mahkemenin 29/11/2011 tarihli son kararının Yargıtayca onanarak kesinleştiği, davanın ilk derece mahkemesinde genellikle makul sürede tamamlandığı, İlk derece mahkemesi kararının birden fazla temyize konu olması ve temyiz sürecindeki farklı kararların yargılamanın uzamasında etkili olduğu anlaşılmaktadır.

88. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 33).

89. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık 6 yıl 7 aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

90. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

91. Başvurucu, Mahkemece ödenmesine karar verilen tazminata kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizin ödenmemesi nedeniyle 969.158 TL maddi tazminat talep etmiştir. Başvurucu ayrıca yargılama süresinin makul olmadığı şikâyetini de dile getirmiş, ancak buna bağlı manevi tazminat talebinde bulunmamıştır.

92. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

93. Başvurucu makul süreye bağlı olarak manevi tazminat talebinde bulunmadığından taleple bağlılık ilkesi gereği yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yapılan ihlal tespitine bağlı olarak manevi tazminat ödenmesi hususunda karar verilmesine yer bulunmamaktadır.

94. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, mülkiyet hakkına yönelik olarak ihlal olmadığı yönünde karar verildiği ve tespit edilen makul sürede yargılanma hakkının ihlali ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

95. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

4/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Cavit Bağyapan [2.B.], B. No: 2013/1444, 4/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı CAVİT BAĞYAPAN
Başvuru No 2013/1444
Başvuru Tarihi 11/2/2013
Karar Tarihi 4/11/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi (İZSU) Genel Müdürlüğü aleyhine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 6 yıl 7 aylık sürede tamamlandığını ve dava sonucunda hükmedilen tazminat bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal İhlalin tespiti
Mülkiyet hakkı Kamulaştırmasız el atma İhlal Olmadığı

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2942 Kamulaştırma Kanunu 8
geçici 6
6487 Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 21
5999 Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 1
6111 Bazı Alacakların Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun geçici 2
4650 Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 6
2942 Kamulaştırma Kanunu 11
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi