TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEBĞATULLAH ALTIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1503)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2016-29598
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Sebğatullah ALTIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan GÜÇLÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, göreve son verilmeye dayanak yapılan ceza davasında zamanaşımından
düşme kararı verildiği hâlde göreve başlatılmama nedeniyle açılan davada
masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 21/2/2013 tarihinde doğrudan Anayasa
Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde tespit edilen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş,
başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir.
5.
Bakanlığın 10/8/2015 tarihli görüş yazısı 17/8/2015
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı
cevaplarını 31/8/2015 tarihinde sunmuştur
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.
İmam hatip olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan bir ihbar üzerine
başlatılan soruşturma sonucu başvurucunun görevine son verilmiş ve aynı zamanda
“Hizbullah terör örgütünün sair efradı olmak” suçundan aleyhine kamu davası
açılmıştır.
8.
Başvurucunun görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı dava Diyarbakır 2.
İdare Mahkemesinin 20/4/2006 tarihli ve E.2000/709,
K.2006/451 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar Danıştay Onikinci
Dairesinin 23/5/2008 tarihli ve E.2006/5841, K.2008/3080 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
9.
Başvurucu hakkında açılan ceza davasında ise Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.1995/375, K.2008/133 sayılı kararı ile davanın zamanaşımı
nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
10.
Başvurucu, Ceza Mahkemesi kararının ardından göreve dönme istemiyle Diyanet
İşleri Başkanlığına başvurmuş; başvurusu 20/6/2008
tarihli ve 3555 sayılı işlemle reddedilmiştir.
11.
Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara 4.
İdare Mahkemesi 17/2/2009 tarihli ve E.2008/1534,
K.2009/253 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Bir kamu görevine açıktan veya yeniden atama yapmak
konusunda idarelere takdir yetkisinin tanınmış bulunduğu, idarenin bu konuda
yargı kararı ile zorlanamayacağı, diğer bir ifadeyle idari işlem niteliğinde
yargı kararı verilemeyeceği, ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp, kamu
yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdire dayanan işlemlerin sebep
ve maksat bakımından yargı denetimine bağlı bulunduğu hususu idare hukukunun
bilinen ilkelerindendir.
Bir
başka ifadeyle, bu takdir yetkisi açıktan atamaya ilişkin bir işlemde
kullanılmış ise, bunun kadro, ihtiyaç hizmet gerekleri ve atama isteminde
bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate alınarak kullanılıp
kullanılmadığının yargı merciince incelenmesi idari eylem ve işlem niteliğinde
karar vermeyi değil, idari işlemin sebep ve maksat yönlerinden yargı
denetiminin işlevini sağlamak olarak kabulü gerekir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacının Mardin İli Nusaybin İlçesi, Durucasu
beldesi Camii İmam Hatibi olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan
soruşturma sonucunda davacının Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf
verdiği bu vesile ile örgütün sair mensuplarından olmayı kabul ettiği ve örgüt
adına çeşitli faaliyetlerde bulunduğu bu nedenle davalı idarece davacının siyasi
amaçlı devleti yıkmaya yönelik yasadışı terör örgütü ile ilişkisi olması
nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Atama Nakil ve Görevde Yükselme
Yönetmeliğinin 9. maddesinde belirtilen şartları kaybettiği anlaşılan davacı
hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 98/b maddesi uyarınca görevine
son verildiği bu işleme karşı Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2000/709 esasına
kayden dava açıldığı ve mahkemenin 20.04.2006 gün ve
E:2000/709, K:2006/451 nolu kararıyla davanın
reddedildiği ve bu kararın Danıştay 12. Dairesinin 23.05.2008 gün ve
E:2006/5841, K:2008/3080 nolu kararıyla onandığı
anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere, din
görevlilerinin, görevlerini ifası sırasında ve gündelik yaşantıları itibariyle
eğitici olmaları ve yanlış inanışları düzeltici davranışlar içerisinde din
adamı imajına uygun olarak davranış sergilemeleri gerekmektedir.
Dava
konusu olayda ise Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf vererek örgütün
mensubu olma yönünde irade koyan ve örgüt adına sair faaliyetlerde bulunması nedeniylede görevine son verilen davacının bu işleme karşı
açtığı davanın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi kararıyla reddedilerek söz konusu
Kararın Danıştay 12. Dairesi kararıyla onanması karşısında davacının yeniden
eski görevine atanması hususunda davalı idarenin sahip olduğu takdir yetkisinin
davalı idarece değerlendirilerek hizmetin özelliği ve hassasiyeti dikkate
alınarak atanmama yönünde kullanılmasında hukuka aykırılık görülmemiştir.
Her
ne kadar davacı tarafından, “Hizbullah Terör Örgütünün Sair Efradı Olmak”
suçundan cezalandırılması istemi ile hakkında açılan kamu davasının görüldüğü
Diyarbakır 2 nolu Ağır Ceza Mahkemesinin 17.4.2008
gün ve E:1995/375, K:2008/133 nolu kararıyla hakkında
beraat kararı verildiği bu nedenle suçsuz olduğunun mahkeme kararıyla ortaya
konulması nedeniyle yeniden görevine iade edilmesi gerektiği ileri sürülmekte
ise de; söz konusu mahkeme kararında suç türünün zamanaşımı nedeniyle ortadan
kaldırıldığı belirtildiğinden bu durumun suçun varlığını ortadan kaldırmadığı
da açık olup bu yöndeki iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte
görülmemiştir.”
12. Temyiz
talebi Danıştay Onikinci Dairesinin 19/3/2012 tarihli ve E.2009/5047, K.2012/1618 sayılı
ilamıyla reddedilerek karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/11/2012 tarihli ve E.2012/7569, K.2012/7361 sayılı ilamı
ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
13.
Başvurucu 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
14. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurluğun sona ermesi” kenar başlıklı
98. maddesi şöyledir:
“Devlet memurlarının
a) Bu kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması;
b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini
taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan
her hangi birini kaybetmesi;
c) …
hallerinde memurluğu sona erer.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15.
Mahkemenin 2/12/2015 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvurucunun 21/2/2013 tarihli ve 2013/1503 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16.
Başvurucu; ceza yargılamasında verilen ortadan kaldırma kararı uyarınca
görevine dönmesi gerektiği hâlde isteminin kabul edilmediğini, İdare Mahkemesi
tarafından ceza davasında verilen karar yanlış değerlendirilerek kendisine
suçlu muamelesi yapıldığını, bu şekilde masumiyet karinesinin ihlal edildiğini
oysa ceza davasının uzun sürerek zamanaşımına uğratılmasında kendi kusurunun
bulunmadığını, hakkında beraat kararı verilen kişilerin görevlerine
başladıklarını, zamanında yargılama yapılmış olsaydı kendisinin de beraat ederek
görevine başlayabileceğini, Danıştayın temyiz ve
karar düzeltme kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek Anayasa’nın 36. ve
38. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
göreve iade talebinin reddine dair idari işlemin iptaliyle yoksun kaldığı
aylıklarının meslekten çıkarıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte ödenmesi ve aylıksız kalması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zarara
karşılık tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
17.
Başvuru dilekçesi ve eklerinin bir bütün hâlinde incelenmesi neticesinde
başvurucunun temel şikâyetinin, yargılandığı ceza davasında verilen
zamanaşımından düşme kararının İdare Mahkemesi tarafından yanlış
değerlendirilerek başvurucuya suçlu muamelesi yapılması ve böylece görevine
döndürülmemesi olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda başvurucunun
iddialarının tamamının masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyeti
çerçevesinde değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18.
Başvurucunun şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
19.
Başvurucu; “Hizbullah terör örgütünün sair efradı olmak” suçuna istinaden açılan davanın
zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış olmasına rağmen mahkûmiyeti varmış
gibi değerlendirildiğini, suçlu muamelesine maruz bırakıldığını ve masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Bakanlık
görüş yazısında masumiyet karinesinin kural olarak, hakkında bir suç isnadı
bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilke olduğu
ve suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar”
çerçevesinde değerlendirilen idari davaların, kural olarak masumiyet
karinesinin uygulama alanı dışında kaldığı, ancak idari davada uyuşmazlık
konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı merciinin aynı maddi olayı ele
alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmesi
gerektiği, bununla birlikte daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin
disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulabileceği, -idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından- kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesinin
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli olmadığı, karar gerekçesinin
bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı
ve sonuçta beraat ettiği fiillerin işlendiği kabulüne dayanıp dayanmadığının
incelenmesi gerektiği, somut olayda İdare Mahkemesinin memurluğa yeniden atama
konusunda idarenin takdir yetkisini ve başvurucunun memuriyetinin sona ermesine
neden olan eylemin niteliğini dikkate aldığı belirtilerek masumiyet karinesinin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirmede bu hususların
dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
21. Başvurucu
cevap dilekçesinde, başvuru formunda yer alan masumiyet karinesinin ihlal
edildiğine yönelik iddialarını tekrar etmiştir.
22.
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.”
23.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
24.
Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu
olarak kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia
makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca
hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz (Kürşat Eyol,
B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
25.
Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan
ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı
kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık “hakkında suç
isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesinin ihlal
edildiği iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası
sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu
işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında
beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam
ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin
suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
26.
Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına
rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde
sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması
devam etmeyen kişilerin, kamu görevlileri veya otoritelerinin suçlu muamelesine
maruz kalmalarını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden “ceza
yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada” da (hukuk, disiplin
gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza
yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin
disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi
masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar
vericilerin kullandıkları dil” kritik önem taşır (Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015,
§ 38).
27.
Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya
kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir mahkûmiyet
hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmiş
olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine
rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş
olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir (Mustafa Akın, § 39). Dolayısıyla mahkeme
kararlarında, resmî yazılarda ve kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen
söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal
edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami özen
gösterilmesi gerekir (Ali Atlı, B.
No: 2013/500, 20/3/2014, § 35).
28. Yine
ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden
idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşın -idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından- kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran
kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp
dayanmadığının incelenmesi gerekir (Kürşat Eyol, § 29).
29.
Öte yandan ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural
ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre
kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin
sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin
soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat
edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin
makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat Eyol, § 30). Ancak bu
kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi
hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde
değerlendirmelerden kaçınılması gerekir (Uğur
Ayyıldız, § 79).
30.
Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken özellikle
hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli
hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip
etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
31.
Bireysel başvuruya konu olan İdare Mahkemesi kararında (bkz. § 11); kamu
görevine açıktan veya yeniden atama yapmak konusunda idarelere takdir
yetkisinin tanınmış bulunduğu ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp kamu
yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdir yetkisinin açıktan atamaya
ilişkin bir işlemde kullanılması hâlinde bunun kadro, ihtiyaç, hizmet gerekleri
ve atama isteminde bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate
alınarak kullanılıp kullanılmadığının yargı merciince incelenebileceği
belirtildikten sonra başvurucunun ilişiğinin kesilmesine ilişkin işleme karşı
daha önce açtığı ve reddedilmiş olan davaya ilişkin bilgiler verilmiş ve din görevlilerinin
meslekleri gereği bulunmaları gereken tutum ve davranışlara değinilerek
başvurucunun yeniden eski görevine atanmaması hususunda idarenin takdir
yetkisini hizmetin özelliğini ve hassasiyetini dikkate alarak kullandığı ve bu
durumda hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verildiği anlaşılmaktadır.
32.
Görüldüğü üzere kararda, olay ve olgulara değinilerek din görevlisi mesleğinin
özelliği ve idarenin takdir yetkisi çerçevesinde atanmama işleminin hukuka
uygun olduğu sonucuna varılırken başvurucunun masumiyetine aykırı düşecek
herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir.
33.
Ancak gerekçenin devamında başvurucunun zamanaşımı nedeniyle düşme kararı
verilen ceza davasına ilişkin iddiası karşılanırken kullanılan “… söz konusu mahkeme
kararında suç türünün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı
belirtildiğinden bu durumun suçun varlığını ortadan kaldırmadığı da açık olup
bu yöndeki iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte görülmemiştir.” şeklindeki
gerekçede yer verilen “suçun varlığının ortadan
kalkmadığı” ifadesiyle başvurucunun ceza davasına konu suçu işlediği
izlenimi verilmiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan
söz konusu ifadeyle suçluluğu ilgili Mahkeme kararıyla sabit olmayan ve
zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan
başvurucunun suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmektedir.
34.
İlk Derece Mahkemesi göreve yeniden atamama işleminin hukuka uygun olduğu
sonucuna ulaşırken başvurucunun durumunu ceza yargılamasından ayrı olarak değerlendirdikten
sonra başvurucunun yargılandığı fiili işlediği kabulünü kararına ek gerekçe
yapmıştır. Gerekçesinde kullanılan “suçun
varlığının ortadan kalkmadığı” ifadesinin, başvurucunun masumiyet
karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
35. Yukarıdaki
açıklamalar çerçevesinde İdare Mahkemesi kararında, suçluluğu mahkeme
kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve
suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından başvurucunun
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
36.
Başvurucu, Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinde güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; göreve iade talebinin reddine dair idari işlemin
iptaliyle yoksun kaldığı aylıklarının meslekten çıkarıldığı tarihten itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve aylıksız kalması nedeniyle
uğradığı maddi ve manevi zarara karşılık tazminata hükmedilmesi taleplerinde
bulunmuştur.
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
38.
Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, mahkeme kararından kaynaklandığından
ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir
örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
39. Başvurunun
incelenmesinde Anayasa'nın 38. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Başvurucu, 400 TL maddi ve 250 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
40.
Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit
edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
41.
Masumiyet karinesi ilkesine yönelik başvuru açısından ihlalin tespitine ve
yeniden yargılamaya karar verilmesinin yeterli tatmin sağladığı
değerlendirildiğinden başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
42. Dosyadaki
belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
İhlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 4. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin
taleplerin REDDİNE,
E.
198,35 TL başvuru harcı ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35
TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde,
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
2/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.