TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OGÜN SÖNMEZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3573)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2015
|
|
BİRİNC BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Ogün SÖNMEZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tanıkların dinlenilmemesi, savunma hakkının
yeterince kullanılamaması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/5/2013 tarihinde Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın yazılı görüşü 26/10/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade
edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, sağlık karnesi sahiplerinin bilgisi dışında ve
onları muayene etmeden reçete düzenlediğine ilişkin iddia üzerine yapılan ön inceleme
sonucunda Balıkesir Valiliği İl İdare Kurulu tarafından başvurucu hakkında son
soruşturmanın açılmasına 17/4/2003 tarihinde karar verilmiştir.
8. Anılan karar üzerine, sağlık karnesi sahiplerinin bilgisi
dışında usule aykırı reçete düzenleyerek dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarını
işlediğinden bahisle başvurucu hakkında Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının
28/7/2003 tarihli ve E.2003/1850 sayılı iddianamesiyle Balıkesir 1. Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
9. Yargılamanın 11/12/2003 tarihli ikinci celsesinde, son
soruşturmanın açılması kararında başvurucuya isnat edilen suçlamanın “görevi
kötüye kullanma suçu” olduğu, bu sebeple davanın asliye ceza mahkemesinde
görülmesi gerektiği belirtilerek başvurucu yönünden yargılamanın durdurulmasına
ve gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına
karar verilmiştir.
10. Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/4/2004 tarihli ve
E.2004/1037 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında, sağlık karnesi
sahiplerinin bilgisi dışında usule aykırı reçete düzenleyerek Emekli Sandığını
zarara uğrattığı iddiasıyla görevi kötüye kullanmak suçundan Balıkesir Asliye
Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
11. Balıkesir 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 9/7/2004 tarihli ve
E.2004/358, K.2004/576 sayılı kararı ile sanığın (başvurucunun) eyleminin resmî
belgede sahtecilik suçunu oluşturma ihtimaline binaen görevsizlik kararı
verilmiş; dosya, Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
12. Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama
sonucunda 24/9/2004 tarihli ve E.2004/361, K.2004/252 sayılı karar ile görevsizlikle
gelen E.2003/289 sayılı dosyanın birleştirilmesine, yargılamanın E.2003/289
sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
13. Mahkeme 24/5/2010 tarihli ve E.2003/289, K.2010/153 sayılı
kararıyla başvurucuyu sahtecilik suçundan mahkûm etmiş; diğer suçtan ise beraatine hükmetmiştir.
14. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
(…)
doktor Ogün Sönmez'in Balıkesir Üniversitesi medico
sosyal sağlık merkezinde tabibi olarak görev yaptıkları, 2001-2002 yıllarında
hastaları görmeksizin Ş. Eczanesi ve K. Eczanesinde hastalara ait bırakılan
karnelere reçete yazarak Emekli Sandığının yüklü miktarlarda ödeme yapmasına
neden oldukları, bu bağlamda (…) doktor Ogün Sönmez'in Ş. Eczanesi vasıtasıyla
kendisine getirilen karnelere 567 adet reçete düzenleyerek Emekli Sandığını
toplam 94.467.422.280 (eski) TL, (…) zarara uğrattıkları, ilaçların büyük
çoğunluğu eczacı Ö. Ş.’nin sahibi olduğu Ş.
Eczanesinden alındığı, tanık beyanlarına göre sağlık karnelerini eczanede
bıraktıkları, sanık Ö. Ş.’nin bu karneleri kullanarak
dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarına doğrudan iştirak ettiği
anlaşılmıştır.
Sanıklar
hakkında her ne kadar dolandırıcılık suçundan kamu davası açılmışsa da, en son reçete düzenleme tarihinin Nisan 2002 olduğu,
lehe bulunan 765 sayılı TCK.nun 102/4 ve 104/2
maddeleri gereğince olağanüstü zamanaşımının Ekim 2009 tarihinde dolduğu
anlaşıldığından açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan
kaldırılmasına,
(…)
karar vermek gerekmiştir…”
15. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesi 11/3/2013
tarihli ve E.2011/2040, K.2013/3927 sayılı ilamıyla başvurucu hakkındaki
hükümlerin onanmasına karar vermiştir.
16. Başvurucu, nihai karardan 8/5/2013 tarihinde haberdar
olmuştur.
17. Bireysel başvuru 20/5/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
18. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
342. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bir kimse resmen memur olmadığı halde 339 uncu maddede
gösterilen suretlerle resmî bir varakada sahtekârlık yaparsa iki seneden sekiz
seneye kadar ağır hapis cezasile cezalandırılır.”
19. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
“Sanığın savunma delillerinin toplanması
istemi” kenar başlıklı 177. maddesi şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma
delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları
göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün
önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl
bildirilir.
(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da
bildirilir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması
reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi”
kenar başlıklı 178. maddesi şöyledir:
“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın
gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler
duruşmada dinlenir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan
soru yöneltme ”
kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet
savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa,
katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere,
duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve
katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir.
Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip
gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru
sorabilir.”
22. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri
takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle
serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her
türlü delille ispat edilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 2/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 20/5/2013 tarihli ve 2013/3573 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlanmadığını, itirazlarını ve iddialarını dile getirme
fırsatı bulamadığını, tanıkların gıyabında dinlenilmesi nedeniyle yeterince
savunma yapamadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
25. Başvurucu; atılı suçu işlemediğini, sağlık karnesi
sahiplerinin beyanlarının güvenilir olmadığını, Adli Tıp Kurumu raporunun
aleyhinde yorumlandığını, hastaları gördükten sonra reçete düzenlediğini,
gıyabında dinlenen tanık beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu, delillerin hatalı şekilde değerlendirilmesi nedeniyle mahkûm
edildiğini, savunma yapamadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. 19. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz."
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir."
28. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
29. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi
kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermediği sürece Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
30. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi; sanık
savunmalarına, tanık anlatımlarına, Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi
raporuna ve diğer delillere dayanarak başvurucunun mahkûmiyetine karar
vermiştir. Yargıtay, başvurucu tarafından temyiz aşamasında sunulan görüşlere
itibar etmemiştir. Başvurucunun iddialarının; mevzuatın yorumlanmasına,
delillerin değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvurucunun; eksiklik, ihmal veya açık keyfîliğe
ilişkin bilgi ya da belge sunmadığı görülmektedir. Diğer taraftan başvurucunun
delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna
dair somut bir veri bulunmamakta olup Mahkemenin delilleri değerlendirmesinde
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunduğuna
dair bir bulguya da rastlanmamıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Tanık Sorgulama ve Savunma Haklarının İhlal Edildiği
İddiası
33. Başvurucu; gıyabında dinlenen tanık beyanlarına dayanılarak
hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, tanıkların kendisini görmeden anlatımda
bulunduklarını, itirazlarını dile getiremediğini, savunma hakkının
kısıtlandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
"Adil yargılanma hakkı"
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
35. Bir ceza yargılamasında sanığın; aleyhine olan tanıkları
sorguya çekme veya çektirme, lehe olan tanıkların da aleyhe olan tanıklarla
aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını
isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun, anılan iddialarının
Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
36. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
37. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı
güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların
tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın
huzurunda ortaya konması gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte eğer
bir mahkûmiyet, sadece veya belirleyici ölçüde sanığın soruşturma veya
yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse
tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme'nin 6.
maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 46).
38. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet
edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına
alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir
gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının
değerlendirmesi, kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi,
sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez.
Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların
eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme
talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın, bazı
tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların
dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için
neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi
gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı,
§ 47).
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre savunma
makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu
benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları ulusal
mahkemelerin yetkisi dâhilindedir (S.N./İsveç,
B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Ulusal mahkemeler, Sözleşme'yle
uyumlu olmak koşuluyla somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı
olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini
reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No:
35485/05…, 26/7/2011, § 196).
40. AİHM; yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin
alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı
tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No:
21363/93…, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §
49; Hümmer/Almanya,
B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).
41. Diğer yandan AİHM, "hakkaniyete uygun yargılama"
kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu
gereklerden en önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan
"savunma hakkı"dır. Ceza yargılamasındaki savunma hakkının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM'e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma
hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu
hakların teorik ve soyut değil; etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması
gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33).
42. Başvuru konusu olayda, yargılamayı yapan Balıkesir Ağır Ceza
Mahkemesinin 18/8/2003 tarihli tensip zaptıyla başvurucuya iddianamenin ve ilk
celse tarihi olan 27/10/2003 gününün bildirilmesine karar verilmiş; ayrıca
tanıklar da duruşmaya davet edilmiştir. İlk celsede başvurucu ve müdafii hazır bulunmuştur. Ayrıca celsede yaklaşık olarak
40 tanığın beyanı alınmıştır. Başvurucu müdafii,
tanıkların aleyhe olan beyanlarını kabul etmediklerini beyan etmiştir.
11/12/2003 tarihli ikinci celseye de başvurucu, müdafii
ile katılmıştır. Bu celsede de 33 tanığın beyanı alınmıştır. Aynı celsede, son
soruşturmanın açılması kararında başvurucuya isnat edilen suçlamanın “görevi
kötüye kullanma suçu” olduğu, bu sebeple davanın asliye ceza mahkemesinde
görülmesi gerektiği belirtilerek Cumhuriyet Başsavcılığına gereğinin takdir ve
ifası için müzekkere yazılmıştır.
43. Bunun üzerine Balıkesir 1. Asliye Ceza Mahkemesinde yeniden
dava açılmış ve bu yargılama 24/9/2004 tarihli 7. celse itibarıyla Ağır Ceza
Mahkemesindeki aynı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurucu hakkındaki
yargılamaya önceki dosya üzerinden devam edilmiştir. Aynı celsede başvurucunun
savunması tekrar alınmış, tanık beyanlarının alınmasına da devam edilmiştir.
Diğer yandan mahkûmiyet hükmü kurulurken sadece tanık beyanlarından değil,
Adli Tıp Kurumu raporu gibi diğer birtakım ispat vasıtalarından da
yararlanılmıştır. Mahkemece ifadeleri alınan tanıkların birçoğu, başvurucunun
veya müdafiinin hazır bulunduğu celselerde
dinlenmiştir. Bununla birlikte başvurucunun katılmadığı celselerde dinlenen
tanıkların beyanlarına karşı sonradan itiraz edemediğine ve kendi argümanlarını
sunma olanağı bulamadığına dair bir bulguya rastlanmamıştır.
44. Başvuru
formu ve ekli belgelerden başvurucunun, suçlamanın nedenleri ve niteliği
hakkında bilgilendirildiği; duruşmada hazır bulunmasının sağlandığı,
savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklardan faydalandırıldığı,
savunma yapmak için süre talebinin kabul edildiği, kendisini mahkeme huzurunda müdafii vasıtasıyla savunduğu anlaşılmıştır. Ancak
başvurucu ve müdafii, yargılamalarda katıldıkları
oturumlarda veya dilekçelerinde tanıkların yeniden dinlenilmesine veya
tanıkları sorgulamak istediklerine ilişkin talepte bulunmamışlardır. Başvurucu,
duruşma öncesi delillerden haberdar olmuş ve sözlü yargılama aşamasında
(duruşmada) müdafii aracılığıyla deliller üzerine
görüş bildirmiş ve itirazlarını sunmuştur. Ayrıca başvuru dosyası
incelendiğinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı
olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında
uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamıştır.
45. Açıklanan nedenlerle savunma ve tanık sorgulama haklarına
yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiği İddiası
46. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemez
olduğuna karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
47. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
48. Bakanlık, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce
bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunarak görüş sunmasına gerek olmadığını
bildirmiştir.
49. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38, 39).
50. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar; bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
51. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında “sahtecilik” suçunu işlediği
iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar,
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde “hapis
cezasını gerektirir” şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki
suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
52. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, ön inceleme soruşturmasına başlanıldığı 17/3/2003’tür. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih; suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul
süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
53. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde Balıkesir
Cumhuriyet Başsavcılığının 28/7/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer
şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda Balıkesir 1. Ağır Ceza
Mahkemesince 24/5/2010 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 11.
Ceza Dairesinin 11/3/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.
54. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
55. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu
ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve
yaklaşık on yılda tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucu tazminat talep etmemiştir.
Bu nedenle bu hususta karar verilmemiştir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddia ile tanık
sorgulama ve savunma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
2/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.