TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZÜLFİKAR SARITÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1516)
|
|
Karar Tarihi: 16/12/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Zülfikar SARITÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Cengizhan KIRDÖK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” ve “teknik araçlarla izleme” kararları
verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; yargılamanın sonucunun adil
olmaması ve yargılamada zorunlu müdafi atanmaması nedenleriyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 22/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru
formu ve Ulusal Yarı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5.
Başvurucu hakkında “Hizbu’t Tahrir” terör örgütünün
toplantılarına katıldığı yönünde ihbarda bulunulması üzerine adli soruşturma
başlatılmıştır.
6.
Bu kapsamda Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2009
tarihli ve 2009/782 sayılı, 11/6/2009 tarihli ve 2009/837 sayılı, 24/6/2009
tarihli ve 2009/914 sayılı, 2/7/2009 tarihli ve 2009/936 sayılı kararları ile
başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında “iletişimin
dinlenmesi, tespiti, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi,
kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerin ve iş yerlerin teknik araçlarla izlenmesi,
ses ve görüntü kaydının alınması” kararları verilmiştir.
7.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/7/2009 tarihli ve
2009/278 Değişik İş sayılı kararına istinaden başvurucunun evinde yapılan
aramada bir kısım örgütsel doküman bulunmuştur.
8.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 8/12/2009 tarihli
ve E.2009/103 sayılı iddianamesi ile 24/7/2009 tarihi ve öncesinde “terör
örgütüne üye olmak” suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası
açılmıştır.
9.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2010 tarihli ve
E.2009/158, K.2010/47 sayılı kararı ile başvurucunun yasa dışı örgüte üye olma
suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10.
Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Sanık Zülfikar Sarıtürk, [Başvurucu]
Sanığın Hizb-ut Tahrir Terör Örgütünün fikir ve düşüncelerini
benimsediği, Kahramanmaraş ilindeki toplantılarına fırsat buldukça bazen tek,
bazen aile ziyareti görünümünde katıldığı, değişik illerdeki örgüt tarafından
düzenlenen örgütsel içerikli ve sosyal etkinlikli
toplantılara iştirak ettiği, Hizb-ut Tahrir terör
örgütünün görüş ve stratejisi ile www…. isimli internet siteleri, 26.03.2009 tarihli Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti ibareli bildiriler
doğrultusunda 2009 yerel seçimlerinde oy kullanmadığı, hilafet devletinin
simgesi sayılan örgüt bayrağını evinde bulundurduğu,
İkametinde yapılan aramada,
Salonun
tavanında, oturma odasının içerisinde bulunan kitaplığın üzerinde ve yatak
odasının giriş kapısının köşesinde Hizb-ut Tahrir
terör örgütünü simgeleyen bayrak, İslam Devletinin Kurulması başlıklı
bilgisayar çıktısı, Türkiye Vilayetindeki Hizb-ut
Tahrir resmi sözcüsü Y. Ç. ile Hizb-ut Tahrir terör
örgütünün genel yapısı, Y. Ç.nin örgüt içindeki
konumunun anlatıldığı röportajı içeren bilgisayar çıktısının ele geçirildiği,
Sanığın beyanında,
Hizb-ut
Tahrir'i İslâmi hareketi tekrar başlatan bir grup
olarak bildiğini, diğer sanıklarla hangi ev müsait ise, orada dini sohbetler
yaptıklarını, … Değişim dergisi abonesi olmadığını, Ö. S.nin
sohbetlerine katıldığını, kendi düşüncesine göre insanlar bilinçlenince İslâm
Devletinin kurulacağını, evinde bulunan Hizb-ut
Tahrir örgütünü simgeleyen bayrakları propaganda amaçlı bulundurmadığını, Y. Ç.nin Hizb-ut Tahrir örgütünün
Türkiye temsilcisi olduğunu, ... Değişim dergisindeki ropörtajını
internetten indirerek okuduğunu, çıktısını evinde bulunduğunu, Allahın vaadi olduğu için İslâmın
dünyaya yayılacağına inandığını belirttiği,
Hakkında yapılan
iletişimin tespiti ve teknik izleme sonucunda,
07. 07.2009 tarihinde A. A.ile Z. D.nin yaptığı görüşmeye göre sanıkların örgütsel
faaliyetlerde bulunmak için zaman zaman buluştukları, elektronik posta
kullanmak suretiyle randevulaştıkları, bu hususun fiziki ve teknik takip
neticesinde tespit edildiği,
bu
nedenle de sanık Zülfikar Sarıtürk’ün aşamalardaki
beyanları, evinde yapılan aramada ele geçen örgütsel doküman, hakkında yapılan
iletişimin tespiti, fiziki takip sonucu düzenlenen tutanaklar, telefon
görüşmeleri, HTS raporları, diğer sanıkların beyanları, fotoğraflar, tüm dosya
kapsamı nazara alındığında Hizb-ut Tahrir terör örgütü
üyesi olduğu, atılı bu suçu işlediği kanaatine varılmıştır.”
11.
Kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 28/11/2012
tarihli ve E.2011/1827, K.2012/13989 sayılı ilamı ile anılan hükmü onamıştır.
12.
Başvurucu bu kararı 6/2/2013 tarihinde öğrenmiştir.
13.
Bireysel başvuru 22/2/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları
işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten
kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
15. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
150. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra
hükmü uygulanır.”
16.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve
E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Anılan yasa maddesinde açıkça “alt sınırı
beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafii
görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan
suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır.
Bununla birlikte aynı
Yasanın 196. maddesinin 2. fıkrasındaki; “sanık alt sınırı beş yıl ve daha
fazla hapis”, istinafa ilişkin 272/1. maddesindeki; “onbeş
yıl ve daha fazla hapis”, temyize ilişkin 286. maddenin 2. fıkrasının a ve b
bentlerindeki; “beş yıl veya daha az hapis”, aynı fıkranın f bendindeki; “on
yıl veya daha az hapis”, temyizde duruşmaya ilişkin 299. maddedeki; “on yıl
veya daha fazla hapis” şeklindeki ifadeler göz önüne alındığında, yasa
koyucunun bu ifade tarzını, bilinçli olarak tercih ettiği ve alt sınırı beş yıl
hapis cezasını gerektiren suçları zorunlu müdafilik kapsamına almadığı sonucuna
ulaşılmaktadır.
Sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma
suçuna öngörülen ceza miktarının “beş yıldan onbeş
yıla kadar hapis” olduğu göz önüne alındığında, CYY'nın
150/3. maddesi kapsamında müdafii görevlendirme
zorunluluğu bulunmamaktadır…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17.
Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvurucunun 22/2/2013 tarihli ve 2013/1516 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18.
Başvurucu; örgüt toplantılarına katıldığından bahisle ihbarda bulunulması
üzerine Mahkemece “iletişimin tespiti,
dinlenmesi ve kayda alınması” ve
“teknik araçlarla izleme” kararları verilmekle özel hayatın
gizliliğinin ihlal edildiğini, iletişimin tespiti tutanaklarındaki diyalogların
aile dostluğunun göstergesi olmasına rağmen suç birlikteliğinin belirtisi
olarak aleyhine delil kabul edildiğini, evinde yapılan aramada bulunan “kelimeitevhit” yazılı birkaç bayrağın ve internet
ortamından elde edilen dokümanların aleyhine delil kabul edildiğini, dosya
kapsamında aleyhine delil olmadığı hâlde cezalandırılmasına karar verildiğini,
yargılama sırasında zorunlu müdafi atanmadığından savunma hakkının
sınırlandığını belirterek adil yargılanma ile özel yaşama ve haberleşmeye saygı
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Yargılama Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin
İddia
19.
Başvurucu, somut delil olmadan suç unsuru taşımayan iletişim içeriklerinin ve
fiziki takiplerde ve aramada elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi
sonucu “yasa dışı örgüte üye olma” suçundan cezalandırılmasına karar
verilmesinin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu iddia
etmiştir.
20.
Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
22. 6216
sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen, kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan
kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi
kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,12/2/2013,
§ 26).
24. Başvurucu;
müsnet suçu işlediğine dair delil bulunmadığını,
delillerin eksik ve hatalı bir şekilde değerlendirilerek mahkûmiyetine karar
verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla
başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve
yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkindir. İlk Derece Mahkemesi; sanık savunmalarına, yapılan aramada ele
geçen örgütsel dokümanlara, iletişim içeriklerine, fiziki takip sonucu
düzenlenen tutanaklara, fotoğraflara ve diğer delillere dayanarak söz konusu
kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya
sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak
suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 10).
25.
Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler
hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma
olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından
dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı
gibi Mahkemenin kararında da bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum tespit edilmemiştir.
26. Açıklanan
nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
27.
Başvurucu; atılı suç için kanunda belirtilen ceza süresi yönünden kendisine
zorunlu müdafi atanması gerektiğini, yargılama sırasında zorunlu müdafi
atanmadığından savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın
36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da
adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve
içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan
Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
30.
Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının
(c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî
olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde,
resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
31. Sözleşme’nin
6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında
bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar
kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve
bir müdafie sahip olmak için gerekli mali olanaktan
yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir
müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında
bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal
Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).
32. Müdafi,
5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde şüpheli
veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak
tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii
aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde
görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya
sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu
müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011
tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
33.
Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki
kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu
kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya
koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını
sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma
hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
34.
Bu bağlamda müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın;
çocuk, kendini savunamayacak derece de malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma
konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem
altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk
edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli
olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve
kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi
bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme
zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011
tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
35.
Diğer yandan aynı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince
şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi
hâlinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal
zorunluluk dışındaki hâllerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı
altındaki kişinin talebini aramıştır.
36.
Başvuru konusu olayda “yasa dışı örgüte üye olma” suçundan yargılamanın ilk
celsesinde başvurucunun savunması alınmıştır. Başvuru formu ve eklerindeki
belgelerden anlaşıldığı üzere yargılamanın 11/2/2010
tarihli ilk celsesinde başvurucuya yasal hakları hatırlatılmış, başvurucu
savunmasını bizzat kendisi yapmış, müdafi atanması talebinde bulunmamıştır.
Somut olayda kovuşturma evresinde savunması alınırken müdafi yardımından
yararlanmayan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (3) numaralı
fıkrası kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından
yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
37.
5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilk hâli “Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren
suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü
uygulanır.” şeklinde iken 6/12/2006 tarihli
ve 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile “Alt
sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan
soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” olarak
değiştirilmiştir. Anılan Kanun maddesinde açıkça “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafi
görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan
suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında düzenlenen sanığa (başvurucuya) atılı suç için
öngörülen ceza miktarının “beş yıldan on yıla kadar hapis” olduğu dikkate
alındığında 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesi kapsamında müdafi görevlendirme
zorunluluğu bulunmamaktadır (bkz. § 15).
38. Başvuru
formu ve eklerinden anlaşıldığına göre başvurucunun talep etmesine rağmen
müdafi verilmediğine veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple
gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası da bulunmamaktadır.
39.
Açıklanan nedenlerle müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Özel Yaşama ve Haberleşmeye Saygı Haklarının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu,
hakkındaki “iletişimin tespiti, dinlenmesi
ve kayda alınması” ve “teknik
araçlarla izleme” kararlarının özel hayatın ihlali niteliğinde
olduğunu iddia etmiştir.
41. 6216
sayılı Kanun'un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59.
maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli
Özdemir,
B. No: 2013/276, 9/1/2014, 19).
42. Başvurucunun;
kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü
hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan
deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da
örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu
gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair
olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki
haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve
deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir,
20).
43. Başvuruya
konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve
hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak
suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına
rağmen başvurucu tarafından soyut şekilde
hakkındaki “iletişimin tespiti, dinlenmesi
ve kayda alınması” ve “teknik
araçlarla izleme” kararlarının özel hayatın ihlali niteliğinde
olduğu ileri sürülmüş; hangi Anayasa hükmünün ne şekilde ihlal edildiğine dair
açıklamalarda bulunulmamıştır. Bu hususta Anayasa Mahkemesine bir bilgi sunulmamıştır.
44. Açıklanan
nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu
tarafından kanıtlanamamış olması sebebiyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Özel yaşama ve haberleşmeye saygı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.