logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Yusuf Deniz Dilsizoğlu ve Aral Ali Ersin, B. No: 2013/4711, 16/12/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUSUF DENİZ DİLSİZOĞLU VE ARAL ALİ ERSİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4711)

 

Karar Tarihi: 16/12/2015

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. Yusuf Deniz DİLSİZOĞLU

 

 

2. Aral Ali ERSİN

Vekili

:

Av. Cem ALPTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/6/2013 tarihinde İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın görüş yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Olayların meydana geldiği tarih itibarıyla başvurucu Aral Ali Ersin, S.S. Yeşilada Konut Yapı Kooperatifi (Kooperatif) yönetim kurulu başkanı; diğer başvurucu Yusuf Deniz Dilsizoğlu ise yönetim kurulu üyesidir.

8. Kooperatif ortaklarından olan Ü.Y., Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 12/5/2006 tarihli dilekçe ile başvurucular hakkında “emniyet sui(i)stimal, görevi kötüye kullan(a)rak kooperatif son genel kurulunda alınan kararlara aykırı işlem yaparak ... Yapı Kooperatifinin Çanakkale … Mevkiindeki denize nazır çok değerli arsasını satıştan evvel kooperatif üyelerine almaları için teklif getirmesi gerekirken aksine hareketle kooperatif ve ortaklarına zarar vermek, çıkar amaçlı örgüt oluşturmak” suçlarını işledikleri iddiaları ile şikâyetçi olmuştur.

9. Ü.Y. ayrıca 15/7/2006 tarihli dilekçe ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığına başvuruda bulunmuş olup Bakanlığın 7/12/2006 tarihli ve 08015 sayılı yazısı ile denetim kurulu üyesi şahıs ile Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Deniz Dilsizoğlu arasındaki akrabalık derecesinin seçilme engeli oluşturmadığı, imzaların sahteliğine ilişkin inceleme yapmayı gerektiren bir neden olmadığı, ilgili müfettişlikçe suç isnatlarına ilişkin bir değerlendirme yapılmasının doğru olmadığı, yönetim kurulu üyelerinin ilgili kanun hükümleri gereğince mal bildiriminde bulunmadıkları, 15/12/2005 tarihli şikâyet dilekçesindeki konuları incelemekle görevli kişi hakkında gereken dikkat ve özeni göstermediği ve şikâyet dilekçesinin fotokopisini şikâyet edilen kişilere verdiği gerekçesiyle disiplin soruşturması açıldığı bildirilmiştir.

10. Olay tarihi itibarıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğü Kooperatif Kontrolörleri Başkanlığınca iddialara ilişkin olarak 29/5/2008 tarihli inceleme raporu düzenlenmiştir. Raporun "Özet ve Sonuç" başlıklı kısmı şöyledir:

 " ... Yapı Kooperatifi' hakkında ileri sürülen iddia ve şikâyet konuları, ... 06.02.2008 - 04.04.2008 tarihleri arasında aralıklı olarak incelenmiş, suç teşkil ettiği kanaatine varılan eylemlerle ulaşılan sonuç ve kanaatler özet halinde aşağıda arz edilmiştir.

 1- Kooperatif yönetim kurulu üyelerinin Kooperatife ait Çanakkale İli … İlçesi Habbeli mevkiindeki arsasını bu konuda alınan genel kurul kararı gereğince satıştan evvel kooperatif ortaklarına almaları için teklif getirmeleri gerekirken, aksine hareketle ismini açıklamayıp Almanyalı bir kişi olarak belirttikleri şahsa görevlerini kötüye kullanarak değerinin çok altında bir bedelden satmak suretiyle Kooperatif ve ortaklarını zarara uğrattıkları, dönemin denetim kurulu üyelerinin de bu suça iştirak ettikleri şeklinde iddiayla ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda, raporumuzun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, tüm ortaklara 15.03.2005 tarihinde taahhütlü posta ile gönderilen yönetim ve denetim kurulu üyelerince imzalı yazı ile Çanakkale İli … İlçesi … mevkiinde bulunan Kooperatife ait satılacak arazi için asgari taban fiyatı tespit edilerek, talep eden ortakların 07.04.2005 tarihine kadar Kooperatife tekliflerini yapmaları istendiği halde, bu tarihe kadar ortaklardan gelen herhangi bir teklif ve talebin bulunmaması üzerine söz konusu arazinin 14.04.2005 tarihinde özel bir şahsa satıldığı anlaşıldığından, genel kurulun satışta kooperatif ortaklarına öncelik verilmesi hususundaki kararının uygulanması konusunda yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu görülmemekle birlikte, Kooperatife ait söz konusu arazinin değeri konusunda herhangi bir piyasa araştırması yapmadan rayiç değerinin çok altında bedelden özel bir şahsa satış gösterip kooperatif hesap ve kayıtlarına bu bedeli intikal ettirdikleri anlaşıldığından dönemin kooperatif yönetim kurulu üyelerinin Türk Ceza Kanununun zimmet veya görevi kötüye kullanma suçunu düzenleyen hükümlerine göre cezalandırılmaları gerektiği kanaatine varıldığından, durum C.Başsavcılığın takdirlerine sunulmaktadır.

..."

11. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 5/11/2009 tarihli ve E.2009/17648 sayılı iddianamesinde başvurucuların “zimmet, görevi kötüye kullanma ve belge ve defterleri usulüne uygun tutmamak” suçlarını işledikleri iddiasına yer verilmiştir.

12. Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/12/2009 tarihli kararı ile iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Böylelikle başvurucular hakkında atılı suçlardan kamu davası açılmıştır.

13. Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sonucunda 10/5/2011 tarihli ve E.2009/256, K.2011/135 sayılı kararla başvurucuların nitelikli zimmet eylemleri nedeniyle ayrı ayrı altı yıl üç ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

“… müdahil ve vekilinin beyan ve dilekçeleri, tanık beyanları, özellikle tanıklar İ. B., H. P. ve R. M.nin beyanları, taşınmazın değeri konusunda diğer tanık beyanları, belirtilen taşınmaz üzerinde talimat yoluyla yaptırılan keşif sonucu bilirkişi heyetinin sunmuş olduğu taşınmazın belirtilen tarihteki değerinin 170.728,62 TL olduğuna dair raporları, satış sözleşmesi, banka hesabına yatan 60.000 TL ile ilgili banka hesap özeti, inceleme raporu ve ekleri ile tüm dosya içeriğine göre; satışına kooperatif genel kurulu tarafından karar verilen ve satışı konusunda yönetim kurulu üyesi olarak kendilerine yetki verilen her iki sanığın, kooperatife ait …, … Mah. 120 ada 52 parsel sayılı yerdeki 20.085,72 metre kare tutarlı tarla vasfındaki taşınmazı Bozcaada ilçesine giderek 14.04.2005 tarihinde A. M. isimli şahsa (eşi olan R. M. aracılığı ile) 160.000-TL bedelle sattıkları halde 60.000-TL bedelle satmış göstererek bu miktarın kooperatifin banka hesabına yatırılmasını sağladıkları, elden aldıkları 100.000-TL [değerindeki parayı] ise kooperatif hesaplarına intikal ettirmeyerek mal edindikleri, eylemlerinin kül halinde zimmet suçunu oluşturduğu … zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlemiş olmaları nedeniyle haklarında TCK.nun 247/2 maddesinin de uygulanması gerektiği, suçun tamamlandığı ve suçun konusunun az olmaması yanında etkin pişmanlıklarının bulunmaması nedeniyle TCK.nun 248 ve 249. maddelerinin uygulanma yeri bulunmadığı [anlaşılmıştır.]”

14. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 26/2/2013 tarihli ve E.2012/10442, K.2013/1397 sayılı ilamı ile başvurucular hakkında tesis edilen mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir.

15. Başvurucu Yusuf Deniz Dilsizoğlu tarafından 13/5/2013 tarihinde kesinleşmiş hükmün infazı amacıyla yakalanması üzerine, diğer başvurucu Aral Ali Ersin yönünden ise 5/6/2013 tarihinde müdafiin dava dosyasını incelemesi ile Yargıtayın onama ilamı öğrenilmiştir.

16. Bireysel başvuru 11/6/2015 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 247. maddesinin (1) numaralı fıkrası.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 11/6/2013 tarihli ve 2013/4711 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

19. Başvurucular; yaklaşık yedi yıl olan dava süresinin makul olmadığını, bir kısım tanıkların müşteki statüsünde olduklarını, bir kısım tanıkların ise dinlenmediklerini, Bakanlık raporu ile önceki yazı arasında çelişkiler olduğunu, Bakanlığın aynı zamanda yargılamada katılan statüsünde olduğunu, kişisel gayretleri ile topladıkları delillerin ve soruşturmanın genişletilmesine ilişkin taleplerinin Mahkemelerce dikkate alınmadığını, "Şüpheden sanık yararlanır." ilkesi çerçevesinde tüm şüpheler ortadan kaldırılmaksızın mahkûmiyet kararı verildiğini, şüphenin kendileri aleyhine yorumlandığını, beyanları mahkûmiyet kararına esas teşkil eden tanıkların istinabe yoluyla dinlendiğini, zimmet suçlamasının tek tanığı olan R.M.nin esas mahkemesinde ancak başka bir heyet önünde dinlendiğini, duruşmada hazır bulunan tüm kişilere yönelik doğrudan soru sorma veya çapraz sorgu imkânının tanınmadığını, kendilerine isnat edilen eylemlerin “suç ve cezada kanunilik” ilkesi çerçevesinde zimmet suçunun tanımına uymadığını ve suç kastının ortaya konulmadığını, bu aykırılıklar çerçevesinde altı yıl üç ay hapis cezası ile cezalandırıldıklarını, bu nedenlerle adil yargılanma (makul sürede yargılanma ve hakkaniyete uygun yargılanma), suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, masumiyet karinesinin ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurunun, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular her ne kadar suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, masumiyet karinesinin ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, mahkûmiyet kararının adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Bu sebeple başvurucuların bütün iddiaları aşağıda adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia

21. Başvurucular; Bakanlık raporu ile önceki yazı arasında çelişkiler olduğunu, “Şüpheden sanık yararlanır.” ilkesi çerçevesinde tüm şüpheler ortadan kaldırılmaksızın mahkûmiyet kararı verildiğini, şüphenin kendileri aleyhine yorumlandığını, kendilerine isnat edilen eylemlerin suç ve cezada kanunilik ilkesi çerçevesinde zimmet suçunun tanımına uymadığını ve suç kastının ortaya konulmadığını, Kooperatif ortaklarının ve taşınmazı satın alan kişinin tanık sıfatıyla dinlenilmediğini, müşteki sıfatıyla dinlenilmesi gereken bir kişinin tanık sıfatıyla dinlenildiğini, bu nedenlerle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

22. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."

23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

24. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

25. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ulusal hukuktaki nitelemeye bakmaksızın “tanık” kavramını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında özerk bir şekilde yorumlamaktadır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıkları (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) da kapsayabilir (Mirilashvili/Rusya, B. No: 6293/04, 11/12/2008, §§ 158, 159).

27. Diğer yandan dinlenilmeyen tanıkların davayla ilgili olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.

28. Başvurucular; müsnet suçu işlediğine dair delil bulunmadığını, delillerin eksik ve hatalı bir şekilde değerlendirilerek mahkûmiyetlerine karar verilmesi suretiyle anayasal haklarının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.

29. Mahkeme; müşteki ve tanık anlatımlarına, olay yerinde yapılan keşif ve sonrasında düzenlenen bilirkişi raporuna, banka dekontlarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 13).

30. Başvurucular; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin ve Yargıtayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

31. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İstinabe Suretiyle Dinlenen Tanıkların Sorgulanmadığına İlişkin İddia

32. Başvurucular; beyanları mahkûmiyet kararına esas teşkil eden tanıkların istinabe yoluyla dinlendiğini, anılan tanıklara yönelik doğrudan soru sorma veya çapraz sorgu imkânının tanınmadığını, bu sebeplerle tanık sorgulama haklarını kullanamadıklarını ileri sürmüşlerdir.

33. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

34. Başvurucuların aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Anılan hak, silahların eşitliği ilkesinin sanıklar yönünden somut görünümlerinden biridir. Bu nedenle başvurucuların iddiasının Anayasa'nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

35. Başvurucuların; hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru ya da sorular yöneltebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme imkânına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylelikle başvurucular, aleyhlerindeki tanık beyanlarının zayıf ya da itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenilirliğini huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından sordukları sorularla kendi lehlerine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil, savunmanın argümanlarıyla da algılamasını sağlayabileceklerdir (İsmet Özkorul, B. No: 2013/7582, 11/12/2014, § 44)

36. Başvurucuların duruşma sırasında iddia tanıklarına soru sorabilmesi, onlarla yüzleşebilmesi tanıklarla aynı duruşmada bulunmasını gerektirir. Ancak başvurucuların tanıklara soru sorabilmesi, onlarla yüzleşebilmeleri mutlak bir hak değildir. Makul gerekçelerle duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin getirilen kısıtlamalar, kimi zaman başvurucunun iddia tanıklarına soru sorabilme ve onlarla yüzleşme imkânını da ortadan kaldırabilmektedir (İsmet Özkorul, § 45).

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 180. maddesinde konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanıkların istinabe yoluyla dinlenilebileceği ifade edilmiştir.

38. Somut olayda başvurucuların sanık olarak yargılandığı Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin, yargı çevresi dışında bulun bir kısım tanıkların dinlenilmesi için Bozcaada Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talebinde bulunduğu görülmektedir. İstinabe Mahkemesince tespit edilen tanık beyanları asıl Mahkemede de okunmuştur. Diğer yandan başvurucuların, anılan tanıkların asıl Mahkemenin huzurunda dinlenilmesine ve anılan tanıkları sorgulamak istediklerine ilişkin bir istemde bulunmadıkları da görülmektedir.

39. Açıklanan nedenlerle tanık sorgulama hakkına yönelik bir ihlal olmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Taleplerin Karşılanmadığı ve Tanıkların Sorgulanamadığına İlişkin İddia

40. Başvurucular; duruşmada hazır bulunan tüm kişilere yönelik doğrudan soru sorma veya çapraz sorgu imkânının tanınmadığını, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin gerekçesi reddedildiğini, bu sebeplerle adil yargılanma haklarını kullanamadıklarını ileri sürmüşlerdir.

41. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya aittir (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).

42. Başvurucuların; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemeleri şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).

43. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular tarafından; duruşmada dinlenen şahısların sorgulanamadığı soyut şekilde ileri sürülmüş; tanıkların sorgulanması talebinin hangi celseye, hangi hususlara ilişkin olduğuna ve Mahkemece bu taleplerin hangi sebeplerle karşılanmadığına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır. Diğer yandan başvurucuların soruşturmanın genişletilmesi talepleri yargılamanın 5. celsesinde gerekçeli olarak reddedilmiştir.

44. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Doğrudan Doğruyalık (Vasıtasızlık) İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

45. Başvurucular; zimmet suçlamasının tek tanığı olan R.M.nin, esas mahkemesinde olsa da başka bir heyet önünde dinlenilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

46. Ceza muhakemesi hukukunda duruşmanın doğrudan doğruya olması (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup hüküm verecek olan mahkeme hâkimi; sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek; örneğin herhangi bir vasıta olmadan beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79 kararı).

47. Doğrudan doğruya olma ilkesi; hâkimin, olayı aydınlattığı ileri sürülen delillerle doğrudan doğruya temasa geçmesi, araya herhangi bir aracı katmaksızın deliller hakkında bilgi sahibi olması anlamına gelmektedir. Çünkü bir tanığın tavırları (reaksiyonları) ve inanılırlığı konusunda mahkeme tarafından yapılan gözlemler sanık için önemli sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan 5271 sayılı Kanun'un 188. maddesine göre hükme katılacak hâkimlerin duruşmada hazır bulunması şarttır. Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oylamaya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir.

48. AİHM’e göre de mahkemenin kompozisyonundaki bir değişiklik, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası bakımından yargılamanın seyrinde her zaman sorun teşkil etmez (Öcalan/Türkiye, B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 119). Ancak önemli bir tanığın dinlenilmesinden sonra mahkemenin kompozisyonunda değişiklik olmuş ve tanığın güvenilirliği konusunda itirazlar ileri sürülmüş ise söz konusu tanığın yeniden dinlenilmesi gerekir (P.K./Finlandiya (k.k.), B. No: 37442/97, 9/7/2002).

49. Somut olayda yargılamanın 3. celsesinde Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinde değişiklik olmuş, anılan celsede tanık R.M. dinlenilmiştir. Bu celsede sanıklar (başvurucular) ve müdafii de hazır bulunmuştur. Tanığın beyanın alınmasından sonra başvurucular ve müdafii, tanığa soru sorabilme fırsatı bulmuş; beyanlara karşı itirazlarını dile getirebilmişlerdir. Ayrıca gerekçeli karar incelendiğinde anılan tanığın tek ve belirleyici delil olmadığı, mahkûmiyetin bu tanığın beyanları üzerine inşa edilmediği, Mahkemenin; müşteki ve tanık anlatımlarına, olay yerinde yapılan keşif ve sonrasında düzenlenen bilirkişi raporuna, banka dekontlarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı verdiği anlaşılmaktadır (bkz. § 13).

50. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucular tarafından kanıtlanamamış olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

e. Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

51. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemez olduğuna karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

52. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

53. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak somut başvuru açısından görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

54. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

55. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

56. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında “zimmet” suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucuya isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

57. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya kişinin isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, adli soruşturmanın başladığı 12/5/2006 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı; yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

58. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 5/11/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucular ve diğer şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesince 10/5/2011 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 26/2/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

59. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

60. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık yedi yılda tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

61. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

62. Başvurucular, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle ayrı ayrı 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

63. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucuların tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yılda tamamlanan yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı net 6.650 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İstinabe suretiyle dinlenen tanıkların sorgulanmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Taleplerin karşılanmadığı ve tanıkların sorgulanmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Doğrudan doğruyalık (vasıtasızlık) ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara ayrı ayrı net 6.650 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA

16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Yusuf Deniz Dilsizoğlu ve Aral Ali Ersin, B. No: 2013/4711, 16/12/2015, § …)
   
Başvuru Adı YUSUF DENİZ DİLSİZOĞLU VE ARAL ALİ ERSİN
Başvuru No 2013/4711
Başvuru Tarihi 10/6/2013
Karar Tarihi 16/12/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) İhlal Manevi tazminat
Kanun yolu şikâyeti Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Tanık dinletme ve sorgulama hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5237 Türk Ceza Kanunu 247
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi