TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ZÜLFİKAR SARITÜRK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1516)
Karar Tarihi: 16/12/2015
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Zülfikar SARITÜRK
Vekili
Av. Cengizhan KIRDÖK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” ve “teknik araçlarla izleme” kararları verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; yargılamanın sonucunun adil olmaması ve yargılamada zorunlu müdafi atanmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve Ulusal Yarı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu hakkında “Hizbu’t Tahrir” terör örgütünün toplantılarına katıldığı yönünde ihbarda bulunulması üzerine adli soruşturma başlatılmıştır.
6. Bu kapsamda Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2009 tarihli ve 2009/782 sayılı, 11/6/2009 tarihli ve 2009/837 sayılı, 24/6/2009 tarihli ve 2009/914 sayılı, 2/7/2009 tarihli ve 2009/936 sayılı kararları ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında “iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerin ve iş yerlerin teknik araçlarla izlenmesi, ses ve görüntü kaydının alınması” kararları verilmiştir.
7. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/7/2009 tarihli ve 2009/278 Değişik İş sayılı kararına istinaden başvurucunun evinde yapılan aramada bir kısım örgütsel doküman bulunmuştur.
8. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 8/12/2009 tarihli ve E.2009/103 sayılı iddianamesi ile 24/7/2009 tarihi ve öncesinde “terör örgütüne üye olmak” suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
9. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2010 tarihli ve E.2009/158, K.2010/47 sayılı kararı ile başvurucunun yasa dışı örgüte üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Sanık Zülfikar Sarıtürk, [Başvurucu]
Sanığın Hizb-ut Tahrir Terör Örgütünün fikir ve düşüncelerini benimsediği, Kahramanmaraş ilindeki toplantılarına fırsat buldukça bazen tek, bazen aile ziyareti görünümünde katıldığı, değişik illerdeki örgüt tarafından düzenlenen örgütsel içerikli ve sosyal etkinlikli toplantılara iştirak ettiği, Hizb-ut Tahrir terör örgütünün görüş ve stratejisi ile www…. isimli internet siteleri, 26.03.2009 tarihli Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti ibareli bildiriler doğrultusunda 2009 yerel seçimlerinde oy kullanmadığı, hilafet devletinin simgesi sayılan örgüt bayrağını evinde bulundurduğu,
İkametinde yapılan aramada,
Salonun tavanında, oturma odasının içerisinde bulunan kitaplığın üzerinde ve yatak odasının giriş kapısının köşesinde Hizb-ut Tahrir terör örgütünü simgeleyen bayrak, İslam Devletinin Kurulması başlıklı bilgisayar çıktısı, Türkiye Vilayetindeki Hizb-ut Tahrir resmi sözcüsü Y. Ç. ile Hizb-ut Tahrir terör örgütünün genel yapısı, Y. Ç.nin örgüt içindeki konumunun anlatıldığı röportajı içeren bilgisayar çıktısının ele geçirildiği,
Sanığın beyanında,
Hizb-ut Tahrir'i İslâmi hareketi tekrar başlatan bir grup olarak bildiğini, diğer sanıklarla hangi ev müsait ise, orada dini sohbetler yaptıklarını, … Değişim dergisi abonesi olmadığını, Ö. S.nin sohbetlerine katıldığını, kendi düşüncesine göre insanlar bilinçlenince İslâm Devletinin kurulacağını, evinde bulunan Hizb-ut Tahrir örgütünü simgeleyen bayrakları propaganda amaçlı bulundurmadığını, Y. Ç.nin Hizb-ut Tahrir örgütünün Türkiye temsilcisi olduğunu, ... Değişim dergisindeki ropörtajını internetten indirerek okuduğunu, çıktısını evinde bulunduğunu, Allahın vaadi olduğu için İslâmın dünyaya yayılacağına inandığını belirttiği,
Hakkında yapılan iletişimin tespiti ve teknik izleme sonucunda,
07. 07.2009 tarihinde A. A.ile Z. D.nin yaptığı görüşmeye göre sanıkların örgütsel faaliyetlerde bulunmak için zaman zaman buluştukları, elektronik posta kullanmak suretiyle randevulaştıkları, bu hususun fiziki ve teknik takip neticesinde tespit edildiği,
bu nedenle de sanık Zülfikar Sarıtürk’ün aşamalardaki beyanları, evinde yapılan aramada ele geçen örgütsel doküman, hakkında yapılan iletişimin tespiti, fiziki takip sonucu düzenlenen tutanaklar, telefon görüşmeleri, HTS raporları, diğer sanıkların beyanları, fotoğraflar, tüm dosya kapsamı nazara alındığında Hizb-ut Tahrir terör örgütü üyesi olduğu, atılı bu suçu işlediği kanaatine varılmıştır.”
11. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 28/11/2012 tarihli ve E.2011/1827, K.2012/13989 sayılı ilamı ile anılan hükmü onamıştır.
12. Başvurucu bu kararı 6/2/2013 tarihinde öğrenmiştir.
13. Bireysel başvuru 22/2/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
15. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.”
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Anılan yasa maddesinde açıkça “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır.
Bununla birlikte aynı Yasanın 196. maddesinin 2. fıkrasındaki; “sanık alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis”, istinafa ilişkin 272/1. maddesindeki; “onbeş yıl ve daha fazla hapis”, temyize ilişkin 286. maddenin 2. fıkrasının a ve b bentlerindeki; “beş yıl veya daha az hapis”, aynı fıkranın f bendindeki; “on yıl veya daha az hapis”, temyizde duruşmaya ilişkin 299. maddedeki; “on yıl veya daha fazla hapis” şeklindeki ifadeler göz önüne alındığında, yasa koyucunun bu ifade tarzını, bilinçli olarak tercih ettiği ve alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren suçları zorunlu müdafilik kapsamına almadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna öngörülen ceza miktarının “beş yıldan onbeş yıla kadar hapis” olduğu göz önüne alındığında, CYY'nın 150/3. maddesi kapsamında müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 22/2/2013 tarihli ve 2013/1516 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; örgüt toplantılarına katıldığından bahisle ihbarda bulunulması üzerine Mahkemece “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” ve “teknik araçlarla izleme” kararları verilmekle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini, iletişimin tespiti tutanaklarındaki diyalogların aile dostluğunun göstergesi olmasına rağmen suç birlikteliğinin belirtisi olarak aleyhine delil kabul edildiğini, evinde yapılan aramada bulunan “kelimeitevhit” yazılı birkaç bayrağın ve internet ortamından elde edilen dokümanların aleyhine delil kabul edildiğini, dosya kapsamında aleyhine delil olmadığı hâlde cezalandırılmasına karar verildiğini, yargılama sırasında zorunlu müdafi atanmadığından savunma hakkının sınırlandığını belirterek adil yargılanma ile özel yaşama ve haberleşmeye saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Yargılama Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia
19. Başvurucu, somut delil olmadan suç unsuru taşımayan iletişim içeriklerinin ve fiziki takiplerde ve aramada elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu “yasa dışı örgüte üye olma” suçundan cezalandırılmasına karar verilmesinin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu iddia etmiştir.
20. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
22. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,12/2/2013, § 26).
24. Başvurucu; müsnet suçu işlediğine dair delil bulunmadığını, delillerin eksik ve hatalı bir şekilde değerlendirilerek mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. İlk Derece Mahkemesi; sanık savunmalarına, yapılan aramada ele geçen örgütsel dokümanlara, iletişim içeriklerine, fiziki takip sonucu düzenlenen tutanaklara, fotoğraflara ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 10).
25. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında da bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit edilmemiştir.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu; atılı suç için kanunda belirtilen ceza süresi yönünden kendisine zorunlu müdafi atanması gerektiğini, yargılama sırasında zorunlu müdafi atanmadığından savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
30. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
31. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafie sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).
32. Müdafi, 5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
33. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
34. Bu bağlamda müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derece de malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
35. Diğer yandan aynı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi hâlinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hâllerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır.
36. Başvuru konusu olayda “yasa dışı örgüte üye olma” suçundan yargılamanın ilk celsesinde başvurucunun savunması alınmıştır. Başvuru formu ve eklerindeki belgelerden anlaşıldığı üzere yargılamanın 11/2/2010 tarihli ilk celsesinde başvurucuya yasal hakları hatırlatılmış, başvurucu savunmasını bizzat kendisi yapmış, müdafi atanması talebinde bulunmamıştır. Somut olayda kovuşturma evresinde savunması alınırken müdafi yardımından yararlanmayan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
37. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilk hâli “Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” şeklinde iken 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile “Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” olarak değiştirilmiştir. Anılan Kanun maddesinde açıkça “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen sanığa (başvurucuya) atılı suç için öngörülen ceza miktarının “beş yıldan on yıla kadar hapis” olduğu dikkate alındığında 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesi kapsamında müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır (bkz. § 15).
38. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığına göre başvurucunun talep etmesine rağmen müdafi verilmediğine veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası da bulunmamaktadır.
39. Açıklanan nedenlerle müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Özel Yaşama ve Haberleşmeye Saygı Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, hakkındaki “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” ve “teknik araçlarla izleme” kararlarının özel hayatın ihlali niteliğinde olduğunu iddia etmiştir.
41. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 19).
42. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, 20).
43. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucu tarafından soyut şekilde hakkındaki “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” ve “teknik araçlarla izleme” kararlarının özel hayatın ihlali niteliğinde olduğu ileri sürülmüş; hangi Anayasa hükmünün ne şekilde ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunulmamıştır. Bu hususta Anayasa Mahkemesine bir bilgi sunulmamıştır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması sebebiyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Özel yaşama ve haberleşmeye saygı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.