TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SERKAN ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1613)
|
|
Karar Tarihi: 2/10/2013
|
R.G. Tarih- Sayı: 15/11/2013-28822
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal
TERCAN
|
|
|
Zühtü
ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan
ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Serkan
ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av.
Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Milli Savunma
Bakanlığı (MSB) bünyesinde sivil memur statüsünde çalıştığını, Maliye Bakanlığı
Gelir İdaresi Başkanlığına (GİB) naklen atanmak için yaptığı başvurunun bu Bakanlıkça kabul
edilmesine rağmen, bağlı olduğu idarenin buna muvafakat etmediğini, söz konusu
işlemin iptali istemiyle açtığı davanın da reddedildiğini, bu durumun, kimsenin
zorla çalıştırılamayacağı yasağı ile çalışma hakkı ve adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini, ayrıca, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile idare
lehine vekalet ücretine hükmedilmesi yönünde yapılan
düzenlemenin hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, temel hakların KHK ile
düzenlenmesinin Anayasa’nın 13., 36. ve 91.
maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 27/2/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/6/2013
tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 6/10/2008 tarihinde MSB
Arşiv Müdürlüğünde teknik hizmetler sınıfında bilgisayar mühendisi olarak
açıktan atama suretiyle memuriyet görevine başlamış olup, 19/11/2008 tarihinden
bu yana aynı Bakanlığın Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Daire Başkanlığı
Yazılım Şube Müdürlüğünde sivil memur statüsünde Uygulama Yazılım Analiz ve
Geliştirme Uzmanı (Bilgisayar Mühendisi) olarak görevini sürdürmektedir.
6. Başvurucu, 11/11/2011 tarihli
dilekçesiyle GİB’ye naklen atanmak için müracaat
etmiştir. Başvurucu ayrıca 21/11/2011 tarihinde de
MSB’ye başvurmuş ve “halen çalışmakta olduğu
unvanda kariyer yapma imkanının olmadığını, Gelir İdaresi Başkanlığına
bilgisayar mühendisi unvanıyla naklen atamasının yapılması halinde mesleğinde
kariyer imkanına kavuşacağını, ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığına naklen
geçişlerde yaş sınırı olmasından bahisle muvafakat verilmemesi durumunda
telafisi güç ve imkansız zararların doğabileceğini” belirtmek
suretiyle muvafakat talep etmiştir.
7. GİB tarafından MSB’ye yazılan 22/11/2011
tarih ve 107599 sayılı yazıda, “muvafakat
verilmesi halinde” başvurucunun
atamasının yapılabileceği bildirilmiştir.
8. GİB’nin bu yazısına, MSB tarafından 30/11/2011
tarih ve 17712 sayılı yazıyla verilen cevapta “hizmet
gereği nedeniyle” başvurucunun naklen atanmasına muvafakat
verilmediği belirtilmiştir. “Muvafakat
şartı” gerçekleşmediğinden başvurucunun GİB’ye
atanması işlemi yapılamamıştır.
9. MSB, başvurucunun 21/11/2011 tarihli
dilekçesine 19/12/2011 tarih ve 18528 sayılı yazıyla cevap vererek,
başvurucuya, hizmetine ihtiyaç duyulması nedeniyle muvafakat verilemeyeceğini
22/12/2011 tarihinde bildirmiştir.
10. Bunun üzerine başvurucu, muvafakat verilmemesi işleminin iptali
istemiyle 30/12/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde dava açmıştır.
11. Yapılan yargılama sonunda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci
Dairesinin 19/9/2012 tarih ve E.2012/45, K.2012/806
sayılı ilamıyla, “davacıya muvafakat
verilmesi durumunda davacıyla ilgili kişi yararının bu atamadan dolayı idarenin
hizmeti yürütürken uğrayacağı kayba tercih edilmesini haklı kılacak boyut ve
yoğunlukta olmadığı, yani dava konusu olayda kamu yararına tercih edilebilecek
bir kişi yararı bulunmadığı değerlendirilmiş, davacıya muvafakat verilmemesi
işleminde idarece kullanılan takdir yetkisinin kamu yararı ile birey yararı
dengesi gözetilerek ve objektif kriterlere bağlı kalınarak kullanıldığı ve
tesis edilen dava konusu işlemin sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırı
olmadığı kanaat ve sonucuna varıldığı” gerekçesiyle yasal dayanaktan
yoksun bulunan davanın reddine karar verilmiştir.
12. Söz konusu ilamın başvurucu tarafından 31/10/2012
tarihli dilekçeyle karar düzeltme kanun yoluna götürülmesi üzerine, anılan
Mahkemenin 30/1/2013 tarih ve E.2013/135, K.2013/97 sayılı ilamıyla bu talebi
de reddedilmiş olup, bu karar başvurucuya 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, 27/2/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün
içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
13. 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurların bir kurumdan diğerlerine nakilleri”
kenar başlıklı 74. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında,
kurumların muvafakatı ile kazanılmış hak dereceleri
üzerinden veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi
suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle
girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak
derecelerinin altındaki derecelere atanabilmeleri için ise atanacakları kadro
derecesi ile kazanılmış hak dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok
olmaması ve memurların isteği de şarttır.”
14. 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve
Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin
niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil
adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk
birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu
davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve
takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar
üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 2/10/2013 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 27/2/2013 tarih ve 2013/1613 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, MSB Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Daire
Başkanlığı Yazılım Şube Müdürlüğünde sivil memur statüsünde çalıştığını, Maliye
Bakanlığı GİB’ye naklen atanmak için yaptığı
başvurunun bu Bakanlıkça kabul edilmesine ve ayrıca birinci ve ikinci sicil
amirlerince, “kendisinin yerine uygun
nitelikte bir personel ataması yapılması halinde muvafakat verilmesinin uygun
olacağı” şeklinde bildirilen görüşe rağmen, bağlı olduğu idarenin “hizmet ihtiyacı” gerekçesiyle kendisine
muvafakat vermediğini, oysa çalıştığı birimde yeterli personelin bulunduğunu,
anılan işlemin iptali istemiyle açtığı davanın da reddedildiğini, özlük hakları
bakımından daha üst bir göreve atanmasını gerektiren şartların oluşmasına ve
kamu personelinin liyakat ve yeteneği çerçevesinde dilediği alanda çalışma ve
mesleğini seçme hakkı bulunmasına karşın, Mahkemenin taleplerini dikkate
almayarak eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurduğunu, bu durumun, kimsenin
zorla çalıştırılamayacağı yasağı ile çalışma hakkı ve adil yargılanma hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
17. Başvurucu ayrıca, yapılan yargılama sonucunda davanın
reddedilmesine bağlı olarak davalı MSB lehine vekâlet ücretine karar verilmiş
olmasının hukuksal dayanağını 659 sayılı KHK’nın oluşturduğunu, ancak bu
Kararnameye dayanarak vekâlet ücretine hükmedilmesinin, temel hak ve
özgürlüklerin kanunla sınırlanabileceğini hükme bağlayan Anayasa’nın 13.
maddesi, hak arama hürriyeti ile ilgili 36. maddesi ve KHK çıkarma yetkisini
düzenleyen 91. maddesine aykırılık teşkil ettiğini belirterek, yargılamanın
yeniden yapılması ve 2.843 TL maddi, 20.000 TL manevi olmak üzere toplam 22.843
TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
19. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
…açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
21. 6216 sayılı Kanun’un “Esas
hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
1- Çalışma Hakkı Yönünden
22. Başvurucu, kamu personelinin liyakat ve yeteneği çerçevesinde
dilediği alanda çalışma ve mesleğini seçme hakkı bulunduğunu, kendisine bu
imkânın tanınmaması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
23. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan
bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının
yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve
AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
24. Bireyin dilediği alanda çalışma özgürlüğü ve çalışma hakkı
Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence altına alınmış olmakla birlikte
AİHS’de düzenlenen haklardan değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de
kamu hizmetine girme ya da dilediği kamu görevinde çalışma hakkının Sözleşme’de ya da protokollerinde korunan bir hak
olmadığını açıkça ifade etmektedir. (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/3/1987,
§ 59; Kosiek/Almanya, B. No: 9704/82, 28/8/1986, §§
34-35; Massa / İtalya, B. No: 265-B, 24/8/1993, § 26; Neigel
/ Fransa, B. No: 18725/91, 17/3/1997, § 44).
25. Buna göre başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği
şekliyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü istediği kamu görevinde çalışma hakkı,
Anayasa ve AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerin ortak koruma
alanına girmediğinden, başvurucunun bu iddiasının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2- Zorla Çalıştırma Yasağı Yönünden
26. Başvurucu, başka bir kuruma naklen atanma talebinin reddedilmesi
nedeniyle kimsenin zorla çalıştırılamayacağı yasağının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
27. Anayasa’nın 18. maddesinin birinci fıkrasında “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz…”
düzenlenmesine yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi “zorla çalıştırma” kavramını, temel insan haklarına ilişkin
uluslararası sözleşmelerden ve ilgili uluslararası otoritelerin yorum ve
uygulamalarından yararlanarak tanımlanmıştır. Zorla çalıştırma yasağına ilişkin
uluslararası kurallar, 29 Numaralı Cebri ve Mecburi Çalıştırmaya İlişkin
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir. Anılan
Sözleşme’nin 2. maddesinde düzenlenen ve AİHM’ce de
AİHS’nin 4. maddesinde yer alan zorla çalıştırma yasağının kapsamının
belirlenmesinde esas alınan tanıma göre zorla çalıştırma: “Herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu
kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri”
ifade etmektedir. Buna göre, zorla çalıştırmadan söz edilebilmesi için, kişinin
ceza tehdidi altında ve rızası bulunmaksızın çalıştırılması gerekmektedir
(E.2011/150, K.2013/30, K.T. 14/2/2013).
28. AİHM’e göre bir eylemin zorla çalıştırma veya zorunlu çalışma
sayılabilmesi için: 1) Kişinin işi kendi iradesine
aykırı olarak yapması, 2) İşi yapma yükümlülüğünün “haksız” veya “baskıcı” olması
veya yapılmasının katlanılmaz sıkıntılara yol açması gerekir. Ayrıca kişinin bu
işi önceden rızasıyla yapıp yapmadığı, bir kuruma isteyerek girip girmediği,
normal yurttaşlık veya mesleki yükümlülüğünün bir parçası olan bir hizmeti ifa
edip etmediği de dikkate alınmalıdır (Van
Der Mussele/Belçika, 8919/80, 23/11/1983,
§ 32-41; Karlheinz Schmidt/Almanya,
13580/88, 18/7/1994; Zarb Adami/Malta
17209/02, 20/6/2006).
29. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin yukarıda belirtilen ilkeleri
çerçevesinde somut iddia değerlendirildiğinde; başvurucunun çalışmış olduğu
kuruma isteğiyle girdiği ve burada kalmasının bir tehdit ya da baskı sonucu
olmadığı anlaşılmış olup, naklen başka kuruma atanmasına muvafakat verilmemiş
olması Anayasa ve AİHS bağlamında zorla çalıştırma olarak nitelendirilemez.
Dolayısıyla, başvurucunun zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3- Adil
Yargılama Yönünden İnceleme
30. Başvurucu, Mahkemenin taleplerini dikkate almayarak eksik
incelemeye dayalı olarak hüküm kurduğunu, bu durumun adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Maddede geçen “adil
yargılanma hakkının” kapsamı Anayasa’da açık bir şekilde
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
32. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire
müdahalesi söz konusu olamaz.
33. Başvurucu, başka bir kuruma naklen atamasının yapılması
talebinin reddedilmesi işlemine karşı açtığı davanın mahkemece kabul edilmemesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup,
başvurucunun iddialarının esas itibarıyla derece mahkemesince dava konusunun
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet bulunmadığına ve dolayısıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
34. Diğer taraftan somut olaydaki uyuşmazlığın meslekle ilgili
olduğu ve idarenin takdir yetkisini kullanması kapsamında bulunduğu açıktır. Yapılan incelemede, derece mahkemelerince yürütülen yargılama
sırasında başvurucunun, karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerle ilgili bilgi
sahibi olma ve bunlara karşı etkili bir şekilde itiraz etme ve kendi
delillerini ve iddialarını sunma konularında bir sorunla karşılaştığına dair
bir bulguya rastlanılmadığı gibi somut olayda herhangi bir keyfi durum da
tespit edilmemiştir. Dolayısıyla, başvurucunun iddialarının kanun
yolunda gözetilecek hususlara ilişkin olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
35. Başvurucu ayrıca, vekâlet ücreti ile ilgili yapılan düzenlemenin
hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, temel hakların KHK ile düzenlenmesinin
Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiğini iddia etmiştir.
36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine
doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile
Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun
konusu olamaz.”
37. Bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak
ihlallerinin tespit edildiği ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için
etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Ancak Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa’ya
aykırılığının ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir. Bir
yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline
neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil
ancak yasama veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki işlem,
eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Buna göre başvuruya konu
davada, 659 sayılı KHK ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet
ücretine hükmedildiği ve dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü
hükümlerin davaya uygulandığı anlaşılmış olup, somut başvurunun da bu açıdan
değerlendirilmesi gerekir.
38. Başvuru konusu davanın açılmasından önce 2/11/2011
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarede görevli
vekillere taraf sıfatı verilmiş, davanın reddi halinde idare lehine vekalet
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki
katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava
aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret
yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir.
Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru
bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir.
39. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür
giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi
amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin
kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir.
40. Somut başvuru bu ilkeler kapsamında incelendiğinde, başvurucunun
davasının reddedilmesi sonucunda idare lehine vekâlet ücreti ödemekle yükümlü
tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin olduğu
söylenemez.
41. Açıklanan nedenlerle bir ihlalin olmadığı açıkça
anlaşıldığından, başvurucunun bu iddiası da “açıkça
dayanaktan yoksun” bulunmuştur. Hicabi
DURSUN ve Zühtü ARSLAN bu görüşe
katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
A.
Başvurunun;
1.
Çalışma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaları içeren bölümünün “konu bakımından yetkisizlik”,
2.
Zorla çalıştırma yasağı ve vekâlet ücreti dışındaki adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddialarına ilişkin bölümlerin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OY
BİRLİĞİYLE,
3.
Başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarına ilişkin bölümün ise “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Hicabi DURSUN ve Zühtü
ARSLAN’ın karşı oyları ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OY BİRLİĞİYLE,
2/10/2013 tarihinde karar verildi.
KARARIN VEKÂLET ÜCRETİ İLE İLGİLİ KISMINA
AZINLIK OYU GEREKÇESİ
Hak
arama özgürlüğü ve bu anlamda mahkemeye ulaşma hakkı hak ve özgürlüklerin yargı
yoluyla korunmasında ilk ve en önemli aşamayı teşkil eder. Hak ve özgürlüklerin
yargı aracılığı ile korunduğu bir hukuk sisteminde bütün bir sistemin çalışması
her şeyden önce bireylerin mahkemeye ulaşabilmelerine, davalı veya davacı
olarak yargılamaya katılabilmelerine bağlıdır. Mahkemelerin önlerindeki
uyuşmazlıkları inceleyip çözüme kavuşturabilmeleri ve böylece adaleti
sağlayabilmeleri öncelikle mahkemeye ulaşma hakkının bireyler açısından
işlevsel olması gerekir. Bu anlamda mahkemeye ulaşma hakkı adalete açılan ilk
kapıdır. Dolayısı ile hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir hukuk sisteminde
bireylerin mahkemeye ulaşma hakkına etkin bir şekilde sahip olması vazgeçilemez
bir değerdir.
Ancak
mahkemeye ulaşma hakkı bireyler açısından mutlak bir hak olmayıp kamusal
gerekçelerle bazı sınırlamalara tabi tutulabilir. Yargının/adaletin uygun
yönetimi gereği dava açma hakkının vekâlet ücreti gibi belirli tutardaki
maliyetleri içermesinin kabul edilmesi gerekir. Zira yargının gereksiz
başvurular nedeniyle aşırı yükün altında kalmasının önlenmesi ve böylelikle
işlevini etkili bir şekilde yerine getirebilmesi bir takım hukuki tedbirlerin
alınmasını zorunlu kılar. Bu noktada göz önüne alınması gereken husus, alınacak
tedbirlerin ölçülü olması, bireysel yarar ile kamu yararı arasında makul bir
denge tesis etmesidir. Söz konusu tedbirler ölçülülük ilkesi gereği; bir yandan
bireylerin mahkemeye ulaşma hakkını zorlaştırarak kullanılamaz hale getirmemeli
diğer taraftan da gereksiz başvurularla yargının aşırı iş yükü altında
kalmasını engelleyerek kamu yararını korumalıdır.
Ölçülülük
ilkesi gereği mahkemeye ulaşma hakkına yönelik bir müdahalenin meşru kabul
edilmesi, bu müdahalenin gerekli olmasına, zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan
kaynaklanmasına ve nihayetinde orantılı olmasına, yani ulaşılmak istenen amaçla
seçilen araç arasında belli bir makuliyetin varlığına
bağlıdır. Başvuru konusu davada yerel Mahkemece başvurucu aleyhine 2.400 lira
tutarında vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye ulaşma hakkını dolayısıyla
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünü aşırı
derecede zorlaştırıp zorlaştırmadığı bu tedbirin gerekli olma, zorlayıcı bir
toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanma ve orantılı olma testlerine tabi tutulmasıyla
anlaşılabilir.
Başvuru
konusu davada başvurucu aleyhine 2.400 TL tutarında vekâlet ücretine
hükmedilmesinin gereksiz başvurularla yargının aşırı iş yükü altında
bırakılmasının engellenerek yargının etkin bir şekilde işleyebilmesini sağlama
adına gerekli olduğunu, dolayısıyla da toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklandığını
söylemek mümkündür. Diğer taraftan ülkemizin ekonomik şartları göz önüne
alındığında 2.400 TL tutarındaki vekâlet ücretinin orantılı olmadığı ve
bireylerin mahkemeye ulaşma hakkını aşırı derecede zorlaştırdığı kabul
edilmelidir. Zira net asgari ücretin yaklaşık 803,00 TL olduğu ülkemizde bu
tutarın yaklaşık üç katı tutarında bir vekâlet ücretine hükmedilmesi orantılı
olmayıp, bireyleri aşırı bir ekonomik yük atında bırakmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, başvurucu aleyhine 2.400 TL tutarında vekâlet ücretine
hükmedilmesinin başvurucunun mahkemeye ulaşma hakkı dolayısıyla Anayasa’nın 36.
maddesinde güvenceye alınan hak arama özgürlüğünü aşırı zorlaştırdığı
düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
diğer hususlar yanında, idare lehine vekalet ücretine
hükmedilmesinin ve vekalet ücretinin ölçüsüz olmasının hak arama hürriyetini
ihlal ettiğini ileri sürmüş, Mahkememiz çoğunluğu ise bu yöndeki iddiayı
“açıkça dayanaktan yoksun” bularak başvurunun kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir.
Anayasa’nın
“Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesine göre, “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.” Bir çok temel hakkın
kullanılabilmesinin ön şartı olan hak arama hürriyeti, mahkemeye erişim hakkını
da ihtiva etmektedir.
Mahkemeye
erişim hakkını engelleyebilecek unsurlardan biri, hiç kuşkusuz, makul olmayan
miktarlardaki yargılama giderleridir. Nitekim Anayasa
Mahkemesi’ne göre, yargı hizmetleri karşılığında harç alınmasının “Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında bulunan mahkemeye erişim hakkını engellememesi için, “harcın miktarının makul olması”, “harcın alınmasında haklı bir amacın
olması”, “ulaşılmak istenen amaç ile
harç miktarı arasında orantı olması” ve “ödeme
gücü olmayanlar bakımından etkili adli yardım sisteminin
olması” kriterlerine
uyulması gerekir.”
(E.2011/54, K. 2011/142, K.T: 20.10.2011; E.2011/64,
2012/168, K.T: 1.11.2012).
Mahkememizin
bu kriterleri belirlerken içtihatlarına atıf yaptığı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) de yüksek miktardaki harç ve masrafların mahkemeye erişim
hakkını ihlal edebileceğini, buradaki değerlendirmenin başvurucunun ödeme gücü
ve yargılamanın evreleri gibi hususlara bakılarak her davanın özel şartlarını
dikkate almak suretiyle yapılması gerektiğini vurgulamıştır (Kreuz/Polonya (no.1), B.N: 28249/95, K.T:
19.6.2001, par. 60; Apostol/Gürcistan, 40765/02, 28.11.2006, par.
59).
AİHM'nin
bu ilkeleri uygulayarak yargılamanın başında veya sonunda ödenmesi istenen harç
ve/veya masrafların 6. maddeyi ihlal ettiğine dair kararları bulunmaktadır.
Sözgelimi, güvenlik güçlerince kaza ile öldürülen bir kişinin yakınlarının
idare aleyhine açtıkları tazminat davasında harçtan muaf tutulma taleplerinin
reddedilmesi, başvurucuların ödeme gücü bulunmadığı ve söz konusu harç yaklaşık
iki aylık asgari ücrete tekabül ettiği için, Sözleşme’ye
aykırı bulunmuştur. AİHM, başvurucuların bu davada avukat tutmuş olmalarının
tek başına ödeme gücüne sahip oldukları anlamına gelmeyeceğini, dahası avukatın
da ücretsiz olarak (pro bono) bu işi yaptığını
vurgulamıştır. (Bakan/Türkiye, B.N: 50939/99, K.T:
12.6.2007, par. 70, 73. Aynı yönde Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye, B.N: 52658/99, K.T: 17.7.2007).
Diğer
yandan, idare aleyhine tazminat davası açan başvurucuya yargılama sonunda
verilen tazminatın yaklaşık yüzde doksanına tekabül eden mahkeme harcına
hükmedilmesi, öngörülen meşru amaçla orantısız olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin
6. maddesinin birinci fıkrasının ihlali olarak değerlendirilmiştir (Stankov/Bulgaristan, B.N: 68490/01, K.T: 12.7.2007, par. 54, 67). AİHM, daha yakın
tarihli bir kararında, polis merkezinde kötü muamele gördüğü gerekçesiyle idare
aleyhine tazminat davası açan ve talebi kısmen kabul edilen başvurucunun,
yargılamanın sonunda hükmedilen tazminatın yaklaşık yüzde seksenine yakın
miktarda idare lehine vekalet ücreti ödemek zorunda
bırakılmasını, orantılı olmayan ve mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyen
bir müdahale olarak değerlendirmiştir (Klauz/Hırvatistan, B.N: 28963/10, K.T: 18.7.2013, par. 97).
Anayasa
Mahkemesi ve AİHM’nin konuya ilişkin yaklaşımları şu şekilde özetlenebilir:
Mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmemesi veya yargının etkili işletilmesi
amacıyla harç, mahkeme masrafları ve para cezası gibi yükümlülüklere yer
verilebilir, ancak bunların mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde
kişiye ağır ekonomik yük yüklememesi, ölçülü olması gerekir.
Eldeki
başvuruda Mahkememiz çoğunluğu, benzer hususları ilke olarak ifade etmekle
birlikte (par. 39), somut olay açısından bu ilkeleri
tartışmamış; sadece “somut başvuru bu ilkeler kapsamında incelendiğinde,
başvurucunun davasının reddedilmesi sonucunda idare lehine vekalet
ücreti ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir
müdahalenin olduğu söylenemez” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır (par.40).
Başvurucu
aleyhine hükmedilen 2.400 TL tutarındaki maktu vekalet
ücretinin, başvurucunun aylık geliri, genel ekonomik durumu ve ülkemiz
şartlarında ne anlam ifade ettiği gibi hususlar dikkate alınmadan ve
orantılılık testi yapılmadan bu şekilde bir sonuca ulaşılması isabetli değildir.
Yaklaşık üç aylık asgari ücrete ulaşabilen bir miktarın hiçbir incelemeye tabi
tutulmadan daha ilk bakışta mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale teşkil
etmediği söylenemez. Her durumda bu bir müdahaledir. Müdahalenin ölçülü olup
olmadığı ise ancak somut başvurunun şartları incelenerek belirlenebilecek bir
husustur. Bu inceleme yapılmadan söz konusu müdahalenin ölçülü olduğu
söylenemez veya varsayılamaz.
Öte
yandan, öngörülen vekalet ücretinin başvurucu üzerinde
ağır bir ekonomik yük teşkil edip etmediğinin incelenmesi, idari yargıda
görülen davalar açısından özellikle önemlidir. İdarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine açık olması hukuk devletinin
olmazsa unsurlarındandır. Nitekim, Anayasa’nın
125. maddesi hukuk devletinin bu önemli unsurunu
düzenlemiş, 40. ve
129. maddeleri de idarenin haksız işlemlerinden kaynaklanan zararların devlet tarafından karşılanacağını belirtmiştir. İdare karşısında bireye tanınan bu güvenceler,
birey-devlet ilişkisindeki eşitsizliğin doğal sonucudur. Anayasa, kamu gücünü kullanan
idare karşısında bireyin yargı yoluyla
hakkını araması için gerekli mekanizmaları
öngörmüştür.
Ölçüsüz
vekalet ücreti, bu mekanizmaları ve sağladıkları
güvenceleri işlevsiz kılma potansiyeline sahiptir. Yüksek miktardaki vekalet ücreti idarenin muhtemel keyfi işlemleri karşısında
bireylerin haklarını aramalarını zorlaştırabilecek, özellikle ödeme gücü zayıf
olan kişiler üzerinde dava açma konusunda caydırıcı etki yaratabilecek, sonuçta
onları idare karşısında savunmasız bırakabilecektir.
Bu
nedenle, idare lehine hükmedilen 2.400 TL vekalet
ücretinin orantılılık incelemesinin, başka bir ifadeyle başvurucuya ağır bir
ekonomik yük getirip getirmediği ve öngörülen meşru amaçla orantılı olup
olmadığı değerlendirmesinin yapılması gerekirdi. Zira,
yukarıda bahsedilen AİHM kararlarından da anlaşılacağı üzere, başvurucuya ağır
ekonomik yük getirebilecek miktarda olan söz konusu vekalet ücreti mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebilecek nitelikte bir müdahaledir. Dolayısıyla,
başvurunun kabul edilip esasına geçilmesini ve burada ihlalin olup olmadığının
değerlendirilmesini engelleyen herhangi bir neden bulunmamaktadır. Bu haliyle
başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun” olduğu söylenemez.
Bu
gerekçelerle, çoğunluğun orantılılık testi yapmaksızın başvurucu aleyhine
hükmedilen vekalet ücretinin mahkemeye erişim hakkına
müdahale niteliğinde olmadığı ve bu nedenle başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun” olduğu yönündeki kararına katılmıyorum.