TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSTANBUL KONUT İMAR PLAN TURİZM
ULAŞIM SAN. VE TİC. A.Ş. (KİPTAŞ)
BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2013/1618)
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
İstanbul Konut İmar Plan Turizm Ulaşım San. ve
Tic. A.Ş
|
Vekili
|
:
|
Av. Aysel GÜLLE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Mahkemece hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi
ihlal edilerek karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının; karar sonucunu etkileyecek iddiaların Yargıtay ilamında
karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiaları
hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/2/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca,
21/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi
Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu ile Sosyal
Güvenlik Kurumu (sözleşme tarihinde Kurum adı Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığı iken, 20/5/2006 tarihinden sonra Sosyal
Güvenlik Kurumu (SGK) olarak değişmiştir) arasında 30/9/2002 tarihinde protokol
imzalanmıştır. Bu protokole göre, başvurucu şirketin doğmuş ve doğacak prim
borçları karşılığında şirketin İstanbul Kâğıthane ve Pendik'teki binaları
sağlık tesisine dönüştürülerek anahtar teslimi SGK'ya
devredilecektir. Protokol bedeli 4.676.905.500.000 TL (2002 yılı Türk Lirası)
olarak kararlaştırılmıştır.
8. Başvurucu, sözleşme
kapsamında iki binayı sağlık tesisine dönüştürmüş, Kağıthane’deki binayı 28/1/2003, Pendik’teki binayı 6/5/2003 tarihinde tapuda
devretmiştir.
9. Başvurucu, 30/9/2002 tarihli dilekçeyle SGK’ya
başvurarak protokol tarihi itibarıyla Haziran ve Temmuz 2002 dönemine ait prim
borçlarının mahsubunu talep etmiştir.
10. SGK, 5/6/2003
ve 11/6/2003 tarihli yazılarıyla, mahsuplaşmanın tapu tescil tarihi itibarıyla
yapılması gerektiğini belirterek protokolün imza tarihi ile tapu tescil
tarihleri arasındaki dönem için başvurucu şirkete gecikme cezası tahakkuk
ettirmiştir.
11. Bunun üzerine başvurucu
şirket, mahsuplaşma tarihinin 30/9/2002 olduğu ve
1.145.779.292.690 TL (2003 yılı Türk Lirası) gecikme cezası tutarında davalı
kuruma borcunun bulunmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle menfi tespit
davası açmıştır.
12. Gaziosmanpaşa 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi, 5/5/2004 tarihli ve E.2004/39,
K.2004/286 sayılı kararı ile yetkisizliğine hükmederek, dosyayı İstanbul
Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir.
13. İstanbul 5. Asliye Hukuk
Mahkemesi ise, 8/2/2005 tarihli ve E.2004/268, K.2005/5
sayılı görevsizlik kararı ile dosyayı İstanbul Nöbetçi İş Mahkemesine
göndermiştir.
14. Dosya İstanbul 8. İş
Mahkemesinin 2005/468 esasına kaydedilmiş, Mahkeme, 17/10/2007
tarihli celsede, “Davanın raporun (b)
şıkkına göre kabulüne, mahsuplaşma işleminin protokolün 7.maddesine göre
30/9/2002 tarihi itibariyle yapılması gerektiğinin tespitine…”
şeklindeki kısa kararıyla davayı kabul etmiş, E.2005/468, K.2007/586 sayılı
gerekçeli kararında da, “... Yukarıda
açıklanan nedenlerle taraflar arasındaki mahsuplaşma işleminin protokol tarihi
olan 30/9/2002 tarihi itibariyle yapılması
gerektiğinin tespitine, protokol tarihi ile tapu devri arasında geçen süre için
protokolde yazılı bedelin mahsup edilmemesinden doğan 1.145.779.292.690TL
gecikme cezasının Kiptaş’tan istenemeyeceğinden
davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine...” karar vermiştir.
15. Davalı, 14/12/2007
tarihli dilekçe ile kararı temyiz etmiş; Mahkeme, 14/12/2007 tarihli ek
kararla, temyiz talebini, tefhimden itibaren sekiz gün içinde yapılmadığı
gerekçesiyle reddetmiştir.
16. Davalı ek kararı temyiz
etmiş, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 12/5/2009 tarihli
ve E.2007/25242, K.2009/8766 sayılı ilamıyla, Mahkemenin temyiz talebinin
reddine ilişkin ek kararını kaldırarak talebi esastan incelemiş, kısa karar ile
gerekçeli karar arasında çelişki bulunduğunu ve bu çelişki giderilecek şekilde
yeniden karar verilmesi gerektiğini belirtilerek hükmü bozmuştur. Bozma
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“ …
Davaya konu somut olayda; kısa kararda, “Davanın raporun (b)
şıkkına göre kabulüne, mahsuplaşma işleminin protokolün 7. maddesine göre
30.09.2002 tarihi itibariyle yapılması gerektiğinin tespitine ve davacının
davalıya borçlu olmadığının tespitine” şeklinde hüküm kurulmasına rağmen,
gerekçeli kararda ise, "Taraflar arasındaki mahsuplaşma işleminin protokol
tarihi olan 30.09.2002 tarihi itibariyle yapılması gerektiğinin tespitine,
protokol tarihi ile tapu devir tarihi arasında geçen süre için protokolde
yazılı bedelin mahsup edilmemesinden doğan 1.145.779.292.690 TL. gecikme cezasının davacı şirket Kiptaş’tan
istenemeyeceğinden davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine"
şeklinde hüküm kurulmuş olması, özellikle tefhim edilen kısa kararda atıf
yapılan bilirkişi raporunun (b) maddesinde davacının sorumlu olmayacağı bedelin
891.691,58 YTL. olduğunun belirtilmesi karşısında,
yukarıda açıklanan kısa kararla gerekçeli kararın birbirine uygun olması
gerektiğine ilişkin usul ve kanun hükümlerine aykırı olup, kararın bozulmasını
gerektirir. Mahkemece 10.04.1992 tarih ve 1991/7 Esas 1992/4 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararında da benimsendiği gibi, kısa karar ile bağlı kalınmadan,
ancak kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki giderilecek şekilde
yeniden bir karar verilmelidir.
…”
17. Bozma üzerine dosya yeniden
Mahkemenin esasına kaydedilmiş, Mahkemece bozma ilamına uyulmuş, 22/7/2010 tarihli ve E.2009/713, K.2010/695 sayılı kararla,
gayrimenkullerin devri esnasında yasalara uygun şekilde ödenmesi gereken
vergilerden davalı Kurumun sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle dava
reddedilmiştir.
18. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 25/1/2011 tarihli ve E.2010/15800, K.2011/800 sayılı
ilamıyla, eksik inceleme ve dava konusu uyuşmazlığa ilişkin hatalı
değerlendirme yapıldığı gerekçesiyle kararı tekrar bozmuştur. Bozma ilamının
ilgili kısmı şöyledir:
“…
Mahkemenin karar gerekçesinde yer verdiği düşüncenin, dava
konusu uyuşmazlıkla hukuki ilgisi bulunmadığından, hükümle varılan sonucun
gerekçesi değerlendirilememiştir. Ayrıca, borçlar hukuku alanındaki sözleşme
özgürlüğü ilkesi, yasalarda yer alan sınırlamalar dahilinde
sözleşme yapma ve sözleşmenin konusunu seçip düzenleme özgürlüğünü içermektedir.
Bu kapsamda, taraflar yasada düzenlenmiş bir sözleşme türüne ilişkin hükümleri
tümüyle benimseyebileceği gibi, karma sözleşme veya Yasada yer almayan bir sözleşme
türü oluşturma özgürlüğüne de sahiptir. Borçlar Kanunu’nun 81. maddesindeki
düzenleme, tarafların sözleşme unsurlarını belirleme özgürlüğünü sınırlayan
nitelikte bir hüküm içermediğinden, davacının mahsuplaşmaya ilişkin
yükümlükleri, protokol hükümleri uyarınca, protokol tarihi ve bloke edilen
tutarlar gözetilerek belirlenmelidir. Ayrıca, protokol ile
üstlenilen işlerin zamanında yerine getirilmemesi halinde, protokolün 20.
maddesinde ayrıca yaptırım öngörüldüğü yönü de gözetilerek; dava dilekçesinde
belirtilen tutar ile yargılama sürecinde dosyaya katılan belgelerde, uyuşmazlık
konusu borç tutarı yönünden çelişkili bilgiler yer aldığı ve uyuşmazlık konusu
miktar çelişkiden uzak biçimde belirlendikten sonra; yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca borç miktarının tespiti gereği gözetilmeden, eksik inceleme ve
dava konusu uyuşmazlığa ilişkin hatalı değerlendirme ile sonuca varılmış
olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
…”
19. Mahkeme, bozma ilamına
uymuş, 27/3/2012 tarihli ve E.2011/259, K.2012/201
sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş, protokol tarihi ile tapu tescil
tarihleri arasında davacının davalı kuruma toplam 891.691.58TL borcu
bulunduğundan bu miktarın üzerinde kuruma borcu olmadığının tespitine karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Toplanan deliller ve tüm dosya içeriği ile alınan bilirkişi
raporlarına göre ve Yargıtay bozma ilamında belirtildiği üzere taraflar
arasında düzenlenen protokolün 7. maddesinde "protokol konusu işlerin
ödemesinin belirlendiği, buna göre protokolün 3. maddesinde gösterilen toplam
4.676,905,500 ,000 TL + KDV borcuna karşılık davacı
tarafından Kağıthanedeki bina ve Pendik Şeyhli deki
binanın SSK ya devredileceğinin , mahsuplaşma işleminin protokolün imzalanması
ile birlikte başlatılacağı, bu husus ile ilgili olarak Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığı, Sigortalı İşleri Genel Müdürlüğü ve Kiptaş
ın bağlı bulunduğu Sosyal sigortalar kurumu şube
müdürlüğüne talimat vereceği düzenlenmiş, protokolün 6. maddesinde ise
tarafların yükümlülükleri belirlenmiş olup, bu yükümlülükler arasında 6/aV maddesinde ise binaların SSK’nın isteğine uygun yapılıp
boş olarak tapularının verileceğinin de hükme bağlandığı, taraflar arasında
mahsuplaşma işleminin her ne kadar protokol tarihinde başlayacağı bildirilmiş
ise de; protokole konu tapu devirlerinin 28/01/2003 ve 06/05/2003 tarihinde
gerçekleştirilmiş olduğu, protokol tarihinden tapu devir tarihlerine kadar
Gaziosmanpaşa sosyal güvenlik merkezinden alınan cevabı yazıya göre ,davacının
kuruma 30/09/2002-28/01/2003 tapu tescil tarihleri arasında 362.404,09 TL ve
30/09/2002-06/05/2003 tapu tescil tarihleri arasında 529.287,48 TL olmak üzere
toplam 891.691,58 TL borçlu bulunduğu, bu miktarın üzerinde borcunun olmadığı,
protokole göre mahsuplaşma işleminin tamamlanma tarihinin tapu devir tarihi
olması gerektiği, karşılıklı yükümlülüklerle oluşturulan protokolün yerine
getirilmiş olduğunun kabulünün ancak karşılıklı olarak edimlerin ifası ile
mümkün olabileceği kanaatine varıldığından davanın kısmen kabulüne karar verilerek
aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”
20. Karar, Yargıtay 10. Hukuk
Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/12133,
K.2012/16247 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama gerekçesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“Davacı tarafından yapılan binaların Kuruma devri ile doğmuş
ve doğacak olan prim borcundan mahsubuna ilişkin yapılan protokol tarihinin
mahsuplaşma işleminde esas alınması gerektiğinin tespiti ile protokol tarihi
ile tapu devir tarihi arasındaki geçen sürede işleyen 1.145.779,29 TL gecikme
cezasından sorumlu olmadığının tespiti davasının bozmaya uyarak yapılan
yargılaması sonunda;
….
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına,
delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına temyizin niteliğine göre,
yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun
olan hükmün ONANMASINA,
…”
21. Onama ilamı, 30/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu, 28/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
23. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra
ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:
“Borçlu, icra takibinden önce veya takip
sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit
davası açabilir. “
24. 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21,
K.1960/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“…
Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına
uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma
yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme
mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada
gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılmaz ve bozma sebebidir;
meğerki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine
ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arzetmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana
gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi
lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulî müktesep
hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul
Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm
konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar
verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve
hakkı bulma maksadiyle kabul edilmiş olması yanında
hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması
bakımından usule ait müktesep hak müessesesi, Usul Kanununun dayandığı ana
esaslardandır ve âmme intizamiyle
de ilgilidir.
…”
25. 10/4/1992 tarihli ve E.1991/7,
K.1992/4 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“…
Usul kuralları gereği şu husus özellikle belirtilmelidir ki hakim, yargılamayı bitirerek kısa kararını vermesiyle işten
elini çekmiş olur ve karar Yargıtay'ca bozulmadıkça hakim davayı yeniden ele
alarak göremez. Ne varki bizatihi bu kısa karar,
hiçbir taraf yararına usuli kazanılmış hak doğurmaz.
Eğer karşı görüşte olanların ileri sürdükleri gibi usuli
kazanılmış hak doğsaydı bu karara Yargıtay dahi dokunamazdı. Zira,
usuli kazanılmış hak yerel mahkemeleri bağladığı gibi
Yargıtay'ı da bağlar. Kararlara karşı usuli
kazanılmış hak ancak tarafların temyiz yoluna başvurmamaları ile doğabilir. Bu
durum ise ancak Yargıtay ve yerel mahkemelerce olayların özelliklerine göre
değerlendirilebilecek bir husus olup genel bir kurala bağlanamaz. Bütün bu
sebeplerle kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir bozma
sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hakimin önceki
kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine
göre karar verebileceği yolunda içtihatların birleştirilmesi uygun
bulunmuştur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
28/2/2013 ve 2013/1618 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
27. Başvurucu şirket, İstanbul
8. İş Mahkemesinde görülen davada, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda, “mahsuplaşmanın sözleşme tarihi itibarıyla yapılması
gerektiği” hususunda lehine usuli
kazanılmış hak doğduğunu, Mahkemenin, bu ilkeyi dikkate almayarak davayı kısmen
kabul ettiğini, Derece Mahkemesi kararının yorum hatasına dayanmadığını,
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararıyla belirlenen kazanılmış hak
ilkesinin açıkça ihlal edilerek önceki bozma ilamına aykırı bir karar
verildiğini, Yargıtay’ın da temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü itirazları
karşılamadan gerekçesiz olarak hükmü onadığını, kararın keyfi ve hukuki
güvenlik ilkesine aykırı olarak verildiğini, usule ilişkin emredici kurallar
ile sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini, kararla ekonomik yönden ciddi bir
zarara uğradığını belirterek Anayasanın 2., 35., 36.
ve 48. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat ve
yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun, Mahkemece “kazanılmış hak” ilkesine aykırı karar
verilerek hukuk devleti ve sözleşme özgürlüğü ilkesi ile mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
29. Başvurucunun ihlal edildiğini
ileri sürdüğü sözleşme özgürlüğü ilkesi, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerin ortak
koruma alanına girmediğinden bu iddia, Anayasa Mahkemesinin konu bakımından
yetkisi dışında kalmaktadır (Serkan Acar,
B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 24). Yine
başvurucu, karar nedeniyle ekonomik yönden zarara uğrayarak mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüşse de, somut olayda, özel hukuk hükümlerine tabi
bir sözleşmeden kaynaklandığı iddia edilen bir zararın söz konusu olduğu,
dolayısıyla başvurucu açısından bu hak kapsamında korunmaya değer bir yararın
bulunmadığı anlaşılmış, başvurucunun değişik haklar temelinde ileri sürdüğü
iddiaların özünün kararın adil olmadığı hususu ile ilgili olduğu
değerlendirilerek, bu iddialar adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
30. Başvurunun esası
incelenmeden önce başvurucu şirketin, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
iştiraki olması nedeniyle başvuru ehliyetinin bulunup bulunmadığı hususunun değerlendirilmesi
gerekli görülmüştür.
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kamu gücü kullanan
bir makamın başvurucu sıfatını taşımayacağı görüşünü yerleşik içtihatlarıyla
benimsemiştir (bkz. Döşemealtı Belediyesi/Türkiye (kk),
B. No:50108/06, 23/3/2010). AİHM’e
göre, kamusal yetkilerle donatılmış olanlar dışında, her türlü hükümet dışı
kuruluşlar bireysel başvuruda bulunabilir (bkz. Radio France ve diğerleri/ Fransa (kk),
B.No: 53984/00, 23/9/2003 ; Case of Islamıc
Republıc of Iran Shıppıng Lınes/ Türkiye, B. No: 40998/98, 13/12/2007, §§ 80-91). Öte yandan bir
belediyenin kamu otoritesini kullanan bir iştiraki de başvuru yapma hakkına
sahip değildir (bkz. Municipal Section Antilly/ Fransa (kk), B.
No:45129/98, 23/11/1999).
32. Anayasa Mahkemesi, bireysel
başvurunun kamu gücünün kullanılmasından kaynaklanan hak ihlallerine karşı
tanınan bir yol olduğundan başvuruya konu olayın özel hukuk ilişkisinden ya da
kamu gücü kullanılmasından kaynaklanan bir olay olup olmadığı ayrımı
yapılmaksızın kamu tüzelkişilerine bireysel başvuru hakkının tanınmasının bu
anayasal kurumun hukuki niteliği ile bağdaşmayacağını içtihatlarında
belirtmiştir (Büğdüz Köyü Muhtarlığı, B. No: 2012/22, 25/12/2012, § 28; İhsan
Doğramacı Bilkent Üniversitesi, B. No: 2013/1430, 21/11/2013, § 26).
33. Somut olayda; dosyaya
sunulan belgelere göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin iştiraki olan
başvurucu şirkette, ilgili Belediyenin %99 oranında hisse sahibi olduğu,
şirketin, özel hukuk hükümlerine göre kurularak ticari faaliyette bulunduğu,
mevzuattan kaynaklanan ve kamu otoritesi niteliğinde kendisine ayrıcalık
sağlayan herhangi bir yetkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu
şirkette çoğunluk hissenin Belediyeye ait olması olgusu, başvuru ehliyeti
açısından yalnız başına belirleyici bir unsur olarak değerlendirilemez. Buna
göre 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu hükümlerine göre kurulan ve faaliyette bulunan, kendisine kamusal güç
niteliğinde yetki sağlayan herhangi bir ayrıcalığı bulunmayan başvurucunun, bireysel
başvuru ehliyetinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
1. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
34. Başvurucu, Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Genel Kurulu Kararı ile belirlenen usuli
kazanılmış hak ilkesine aykırı davranılarak karar verildiğini, yargılamada
emredici hukuk kurallarının çiğnendiğini, bu açıdan kararın keyfi olduğunu,
hukuki güvenlik ilkesi bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
35. Başvurucunun, yargılamada
yerleşmiş yargısal içtihatlara aykırı karar verilerek keyfi davranıldığı
yönündeki iddialarının hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesiyle bağlantılı
olarak Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
36. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher
Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38).
37. “Hukuki güvenlik ilkesi”,
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içinde zımnen
mevcut bir ilkedir. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre
düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki
yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu
edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde
getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi
gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması
pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüllerdir (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz: Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01, § 83).
38. “Belirlilik ilkesi” ise
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir
olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin,
gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte
öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması
öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir
olması gereklidir (AYM, E.2012/116, K.2013/32, K.T. 28/2/2013).
39. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkraları şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz”
40. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
41. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri
ile kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların bireysel başvuruda
incelenemeyeceği ve bu çerçevede Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Bir
anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin
kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan
yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında
bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (Miraş Mümessillik İnş. Taah.
Reklam. Paz. Yay. San. Tic. A.Ş.,
B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 34).
43. Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak,
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece
mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
değerlendirmesinde ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz bir takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013,
§ 48).
44. Başvurucu, Mahkemece
uyulmasına karar verilen Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 12/5/2009
tarihli bozma ilamıyla “mahsuplaşmanın
30/9/2002 tarihinde yapılması gerektiği” ve 25/1/2011 tarihli bozma
ilamıyla da “mahsuplaşmanın sözleşme tarihi
itibarıyla yapılması gerektiği” hususlarında lehine kazanılmış hak
oluştuğunu, Mahkemenin özellikle son bozma ilamına göre inceleme ve
değerlendirme yapması gerektiği halde İçtihadı Birleştirme Kararına aykırı
davranarak bozma ilamının tersine karar verdiğini, hukuk kuralının yorum ve
uygulanmasının “öngörülemez” nitelikte olduğunu iddia etmiş ise de, Yargıtay
bozma ilamları ve Mahkeme kararları incelendiğinde, kısa ve gerekçeli kararlar
arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiği gerekçesiyle verilen ilk bozma
ilamının başvurucu lehine usuli kazanılmış hak
sağlamayacağı, nitekim kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak
bir bozma sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hâkimin önceki kısa kararla
bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar
verebileceği yönünde 10/4/1992 tarihli İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı
olduğu, yine Yargıtayın ikinci bozma ilamından sonra
Mahkemenin bozma ilamı doğrultusunda ilgili kuruma yazı yazarak araştırma
yaptığı ve gerekçeli kararında protokol hükümleri çerçevesinde somut olayı
değerlendirerek mahsuplaşma işleminin taşınmazların devir tarihinde sona erdiği
kanaatine ulaşarak karar verdiği, esasen bozma ilamının davanın kabul kararı
ile sonuçlanması gerektiği yönünde bir kanaat içermediği, 25/9/2012 tarihli Yargıtay
ilamında, yargılamanın bozma ilamı doğrultusunda yapıldığı ve delillerin takdir
ve değerlendirilmesinin bozma ilamına uygun olduğu belirtilerek hükmün onandığı
anlaşılmıştır. Başvurucunun usuli müktesep hak
ilkesine bağlı olarak kararın öngörülemez nitelikte olduğu, dolayısıyla bariz
takdir hatası ve keyfilik içerdiği iddiasının yerinde olmadığı, iddianın
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kuralların yorumlanması kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir husus olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
45. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi yukarıda izah edildiği üzere mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir
46. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açıkça keyfilik veya bariz bir
takdir hatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlali İddiası
47. Başvurucu, Mahkemenin bozma
ilamı doğrultusunda hüküm kurmadığı, bu nedenle kazanılmış hak ilkesinin ihlal
edilerek karar verildiği iddiasının Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli onama ilamında değerlendirilmediğini
belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
48. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini
ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun
yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme
kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi
zorunludur (Tahir Gökatalay,
B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).
49. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun
kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı
ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının
cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra,
kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da
her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu
durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin
benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti.,
B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
50. Somut başvuru açısından
başvuruya konu ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka
uygun bulunmak suretiyle Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25/9/2012
tarihli ilamıyla onandığı, Yargıtay onama ilamında, Mahkemenin bozma ilamına
uygun yargılama yaparak ilam doğrultusunda karar verdiği hususunun açıkça
belirtildiği, dolayısıyla, başvurucunun kazanılmış hak ilkesinin ihlal edildiği
iddiasının usul ve esas açısından ayrı ve açık bir yanıt verilmesi gereken bir
husus olduğu düşünülse bile bu konuda ilamda yeterli ölçüde değerlendirme
yapılarak iddiaların karşılandığı, bu açıdan Yargıtay kararının gerekçesiz
olduğundan söz edilemeyeceği anlaşılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” ,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.