TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
GÜNAY DAĞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1631)
|
|
Karar Tarihi: 17/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 9/2/2016-29619
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucular
|
:
|
1. Günay DAĞ
|
|
|
2. Barkın TİMTİK
|
|
|
3. Ebru TİMTİK
|
|
|
4. Selçuk KOZAAĞAÇLI
|
|
|
5. Nazan Betül VANGÖLÜ KOZAAĞAÇLI
|
|
|
6. Avni Güçlü SEVİMLİ
|
|
|
7. Naciye DEMİR
|
|
|
8. Şükriye ERDEN
|
|
|
9. Taylan TANAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali ŞAFAK
|
|
|
10. İstanbul Barosu
|
Temsilcisi
|
:
|
Ümit KOCASAKAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru gerçek kişiler yönünden; gözaltına alınırken, gözaltı
süresinde ve cezaevi girişinde onur kırıcı kötü muameleye maruz kalmaları,
gereksiz yere gözaltına alınmaları, gözaltında tutuldukları yerin koşullarının
kötü olması, haklarında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklama kararı
verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması, soruşturma
dosyasında kısıtlılık kararı verilmesi, gizli tanık beyanlarına dayanılması,
soruşturma sürecinde farklı savcıların görev yapmaları, tek hâkim kararına
dayanılarak konut ve bürolarında arama yapılması, avukat olarak müvekkilleri
ile yaptıkları yazışmalara el konulması, mesleki faaliyetlerinin ve üyesi
oldukları derneğin faaliyetlerinin soruşturma konusu yapılması, dernek
binasında yapılan aramada derneğe ait dosyaların zarar görmesi; tüzel kişi
yönünden avukatlık hakkı ile toplu savunma hakkına riayet edilmemesi
nedenleriyle Anayasa’nın 17., 19., 21., 22., 26., 33.,
34., 36., 38., 40., 48. ve 141. maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvurular 1/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek
bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
Yapılan incelemede; 2013/1632, 2013/1633, 2013/1634, 2013/1635, 2013/1636,
2013/1637, 2013/1638 ve 2013/1639 numaralı başvuruların konu bakımından aynı
nitelikte olmaları nedeniyle 2013/1631 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve
incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/1/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5.
Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6.
Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 2/2/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7.
Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 10/2/2015
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
8.
Birinci Bölüm tarafından 2/12/2015 tarihinde yapılan
toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula
sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9.
Başvuru formları ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısı
ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
10.
Gerçek kişi başvurucular, olay tarihinde avukat olarak görev yapmakta olup
Çağdaş Hukukçular Derneği üyesidirler.
11.
Çağdaş Hukukçular Derneği; 1974 yılında kurulmuş olup Dernek Tüzüğü’ne göre
hukuk fakültesi mezunları ve tüzel kişiler ile hukuk fakültesi dördüncü sınıf
öğrencilerinin üye olabildikleri, genel merkezi Ankara’da olan ve bazı illerde
şubeleri bulunan bir dernektir.
12.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 10. madde ile görevli) 2012/2259
Soruşturma sayılı dosyası ile başvurucular hakkında “Devrimci Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan soruşturma
başlatılmıştır.
13.
İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin (CMK 10. madde ile görevli) 17/1/2013
tarihli ve 2013/401 Teknik Takip sayılı kararı ile başvurucular hakkındaki
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/2259 Soruşturma sayılı dosyasına
ilişkin olarak müdafiin dosya içeriğini incelemesi
veya belgelerden örnek alması soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceğinden 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre “kısıtlama” kararı
verilmiştir.
14.
Öte yandan İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin 17/1/2013
tarihli 2013/402 Teknik Takip sayılı kararı ile İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2012/2259 Soruşturma sayılı dosyası kapsamında yakalanan ve
yakalanacak şüphelilerin 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (e) bendi uyarınca
yakalandıkları tarih ve saatlerden itibaren 24 saat süreyle müdafileri ile
görüşmelerinin kısıtlanmasına karar verilmiştir.
15.
İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin 17/1/2013 tarihli
2013/397-399-403-404-408-409 Teknik Takip sayılı kararları uyarınca Ankara ve
İstanbul illerinde bulunan Halkın Hukuk Bürolarında, Çağdaş Hukukçular Derneği
Genel Merkezinde ve İstanbul Şubesinde, bir kısım başvurucuların araçlarında ve
evlerinde 18/1/2013 tarihinde aramalar yapılmıştır.
16.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/1/2013
tarihinde, Selçuk Kozaağaçlı dışındaki diğer
başvurucular hakkında gözaltına alma kararı verilmiştir.
17.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Selçuk Kozaağaçlı
dışındaki diğer başvurucuların ifadesi 20/1/2013
tarihinde alınmış ve başvurucular “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmaları istemiyle
İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine (CMK 10. madde ile görevli) sevk edilmişlerdir.
Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı ise 20/1/2013
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
21/1/2013 tarihinde ifadesi alındıktan sonra “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul
(1) No.lu Hâkimliğine sevk edilmiştir.
18.
Başvurucuların, gözaltında iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
Şube Müdürlüğünde parmak izleri ve İstanbul Haseki Araştırma Hastanesinde
tükürük örnekleri alınmış ve fotoğrafları çekilmiştir.
19.
İstanbul (1) No.lu Hâkimliğinin 20/1/2013 tarihli ve
2013/12 Sorgu sayılı kararı ile Selçuk Kozaağaçlı
dışındaki diğer başvurucuların, 21/1/2013 tarihli ve 2013/13 Sorgu sayılı
kararı ile başvurucu Selçuk Kozaağaçlı’nın isnat
edilen “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan
tutuklanmalarına karar verilmiştir. Kararların gerekçesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“... Yüklenen suçu
işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların
bulunması (teknik takip, fiziki takip, aleyhe tanık beyanı, gizli tanık
beyanları), üzerlerine atılı suçun CMK 100. maddede yazılan katalog suçlardan
bulunması göz önüne alınarak işin önemi, verilmesi beklenen ceza dikkate
alındığında tutuklama kararının ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıl(mıştır).”
20.
Başvurucular 28/1/2013 tarihinde tutuklama kararlarına
itiraz etmiş, itiraz dilekçelerinde incelemenin duruşmalı yapılmasını talep
etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul (2) No.lu Hâkimliği 1/2/2013
tarihli ve 2013/58 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların incelemenin
duruşmalı yapılması talebini “yasal olarak
imkân bulunmadığı” gerekçesiyle kabul etmemiş ve başvurucuların
tutuklamaya yönelik itirazlarının kesin olarak reddine karar vermiştir. Karar
gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“... Dosya içerisinde
bulunan Hollanda ve Belçika ülkelerinden gönderilen belgeler, fiziki takip ve
iletişim tespiti tutanakları, fotoğraflar, teşhisler, şüphelilerin ev ve
bürolarındaki aramalarda ele geçen deliller ve gizli tanık beyanları, başka
soruşturmalardaki şüpheli ifadeleri ve tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde, şüphelilerin atılı suçları işledikleri hususunda kuvvetli
suç şüphesi bulunduğu kanaatine varılmıştır.
Gerek Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271
sayılı CMK’nın 100. ve devamı maddeleri hükümlerine
göre şüphelilerin tutuklanmalarına engel bir hal bulunmamaktadır. Şüphelilerin
üzerlerine atılı suçun CMK’nın 100. maddesinde
sayılan suçlardan olduğu, CMK’nun 100/3. maddesinde
bu maddede sayılan suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin
varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsayılabileceğinin belirtilmiş olduğu
anlaşılmıştır. Atılı suçun ağırlığı, Kanundaki ceza miktarı, şüphelilerin yurt
dışı irtibatları dikkate alındığında, şüphelilerin serbest kaldıkları takdirde
kaçma (veya yurt dışına kaçma) şüpheleri bulunduğu değerlendirilmiştir. Atılı
suçun ayrıca terör örgütü faaliyeti kapsamında ya da bağlantılı olarak icra
edildiği iddiası mevcut olması nedeniyle tutuklamaya alternatif koruma
tedbirlerinin bu aşamada ‘yetersiz’ kalacağı değerlendirilmiştir. Şüphelilerin
tutuklandığı tarihten bu yana incelenmesi talep edilen koşullarda bir
değişiklik bulunmadığı dikkate alındığında İstanbul 1 No’lu
Hakimliğin 2013/12/ ve 2013/13 sorgu sayısıyla verilen
kararı usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıl(mıştır).”
21.
Başvurucular anılan kararı 5/2/2013 tarihinde
öğrendiklerini bildirmişlerdir.
22.
Başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı
ve Taylan Tanay 23/1/2013 tarihinde Metris 1 No.lu T
Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza
İnfaz Kurumuna (Cezaevi) nakledilmişlerdir. Cezaevi girişinde adı geçen
başvurucuların üstleri aranmak istenmiş, başvurucular üstlerinin aranmasına
sözlü olarak direnmişlerdir. Bunun üzerine yapılan disiplin soruşturması
sonucunda Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığının 31/1/2013
tarihli ve K.2013/158 sayılı kararı ile adı geçen başvurucular hakkında
13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca
“1(bir) ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” cezası verilmiştir.
23.
Başvuru formları ve eklerinde, başvurucuların söz konusu disiplin cezasına
karşı şikâyet veya itirazda bulunduklarına ilişkin bilgi ve/veya belge
bulunmamaktadır.
24.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/7/2013 tarihli
ve E. 2013/277 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “silahlı terör
örgütüne üye olma, silahlı terör örgütünün yönetici olma, terör örgütü
propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, tasarlayarak öldürmeye
teşebbüs ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme” suçlarını işlediklerinden bahisle
cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 10. madde
ile görevli) kamu davası açılmıştır.
25.
Başvurucular ile birlikte toplam 22 sanığın cezalandırılmasının talep edildiği
ve 622 sayfadan oluşan iddianamede, başvurucuların isnat edilen suçları
işlediklerine yönelik olarak “Hollanda ve
Belçika Adli Makamları tarafından adli istinabe yolu ile teslim edilen örgüt
arşivinin yer aldığı dokümanlar, arama ve el koyma tutanakları, inceleme
tutanakları, fotoğraftan teşhis tutanakları, daha önce örgüt üyeliğinden
soruşturma geçiren şüpheli anlatımları, tanık anlatımları, gizli tanık
anlatımları, müşteki beyanı, olay evrakları, adli tıp raporu, kroki, emanet
eşyaları” gibi delillere dayanılmıştır.
26.
İddianamede, İstanbul ve Ankara illerinde bulunan bürolarında arama yapılan
“Halkın Hukuk Bürosu” ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır:
“Halkın Hukuk Bürosu
DHKP/C terör örgütü adına faaliyet yürüten avukatların bir araya geldiği bir
yapılanmadır. Gözaltına alınan ya da yargılanmakta olan
DHKP/C terör örgütü mensuplarına hukuki yardımda bulunmak, bu şahıslar ile
yakınlarının örgüte olan bağlılık ve aidiyet duygularını pekiştirmek, gözaltına
alınan şüphelilerin gözaltında bulundukları süre zarfında ifade vermelerini,
örgütsel sırları ifşa etmelerini engellemek ve örgüte iletilmesi gereken önemli
bilgileri ilgili yapılanmalara iletmek Halkın Hukuk Bürosunun kuruluş
amaçlarındandır.”
27.
İddianamede başvuruculara yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:
i. Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı Yönünden
“Şüpheli Selçuk Kozağaçlı’nın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan
operasyonlarda ele geçirilip adli istinabe yoluyla Belçika ve Hollanda adli
makamları tarafından ülkemize teslim edilen örgütün arşivinin bulunduğu
dokümanlarda çok sayıda isminin geçtiği, doküman içeriklerinden açık şekilde
DHKP/C terör örgütü adına faaliyetler yürüttüğünün anlaşıldığı, örgüte rapor
sunan yöneticiler tarafından şüpheli ve eşine örgütsel faaliyetlerinde
kullanılmak üzere para verildiğinin örgüt raporlarında açık şekilde yazıldığı,
şüphelinin Z.R. isimli şüpheliyi evinde barındırarak tedavisini üstlendiği, bu
tedaviye ilişkin örgütle bağlantılı ve ‘manav’ kod ismini kullanan avukatlardan
yardım aldığı, Y. kod ismini kullanan M.K. ile irtibatlı olduğu, onun
talimatları doğrultusunda avukatlığını yaptığı T. kod T.İ isimli örgütten
uzaklaştırılan bir kişinin avukatlığını bıraktığı, örgüt dokümanlarına göre
gözaltına alınan örgüt mensuplarının işlemlerini ne şekilde takip ettiğinin Y.
kod tarafından yazılan bilgi notlarında açıkça belirtildiği, özellikle 29/08/2003 tarihli örgüt arşivinden çıkan ve Y. Kod M.K.
tarafından yazılan bir raporda kamuflajlı olarak bahsedilen ve kolluk
tarafından zapt edilen bilgisayara ilişkin şüphelinin bizzat takip yaptığı,
bilgisayarda bulunan örgütsel bilgilerin ele geçirilmemesini sağlamaya
çalıştığı, yine örgütün Ankara Sorumlusu olan F. kod F.D.G. tarafından
düzenlenen 30/08/2003 tarihli rapor içeriğinde F. kod F.D.G’nin
kendisine daha önce gelen örgütle bağlantılı olmayan M.K. isimli avukata
evindeki zulayı söylemesi nedeniyle uyarıda bulunduğu, yine Y. kod M.K.
tarafından yazılan 20/09/2003 tarihli raporda itirafçılara ait duruşmada
kalabalık bir avukat katılımını sağlayıp, mahkeme üzerinde baskı oluşturmaya
çalışılacağına ilişkin raporun bulunduğu, yine 06/10/2003 tarihli Y. kod M.K.
tarafından yazılan raporda ele geçen kamuflajlı dosyaların çözülememesi
nedeniyle emniyete gönderilen disket çözümlerine ilişkin konulardan bahsettiği,
şüphelinin bu şekilde çok sayıda Belçika ve Hollanda makamları tarafından
ülkemize teslim edilen dokümanlarda isminin geçtiği, Hollanda Ulusal
Savcılığının 06/02/2007 tarihli yazıları ile teslim edilen tüm araştırma
bilgilerinin ve bilişim materyallerinin örgüt arşivinden ele geçirilmesi
nedeniyle DHKP-C terör örgütü hakkında açılan tüm davalarda delil olarak
kullanılabileceğinin belirtildiği,
Şüphelinin terör
örgütü güdümünde yapılan polis karakoluna intihar saldırısı yapan örgüt
mensuplarının cenaze törenlerinin örgüt propagandasına dönüştürülmesi için
faaliyette bulunduğu ve aynı şekilde terör örgütü yöneticisi D.K.’nın cenaze töreninde Halkın Hukuk Bürosu avukatları ile
birlikte yer aldığı,
Şüphelinin dosyada
bulunan A.O.Ç., S.A., yüzleşme ve çelik mahlaslı gizli
tanıklar ile şüpheli anlatımlarına göre Halkın Hukuk Bürosunun Ankara'daki
avukatlarından biri olduğu, şüphelinin örgütsel faaliyetlerinden dolayı gözaltına
alınanların herhangi bir talep olmadan dosyalarını takip ettiği, gözaltına
alınan şahıslara gözdağı vererek polis gözetimindeyken direnmelerini, hiçbir
şeye imza atmamalarını söylediğinin belirlendiği,
Her
ne kadar şüpheli hakkında daha önceden E. ve A. dergisinin bürosunda yapılan
aramada mevcut olan disket kayıtlarının içeriğindeki ibareler nedeniyle 2004
yılında yargılanıp beraat etmiş ise de; mahkemece verilen kararın gerekçesinde
disket kayıtlarında bulunan isimlerin örgütle bağlantılı gerçek kişiler olup
olmadığının tespitinin yapılamadığından dolayı beraat kararı verildiğinden
bahsedildiği, dosyamız kapsamında delil olarak kullanılan dokümanların ise
yapılan ortak operasyon çerçevesinde örgüt arşivinden elde edilen belgeler
olduğu, bu belgelerin adli istinabe yoluyla ülkemize teslim edildiği,
dokümanlarda ismi geçen şahısların büyük ölçüde kimliklerinin belirlendiği,
Hollanda ve Belçika Adli Makamlarınca gönderilen dokümanlarda şüphelinin
örgütle bağlantılı çok sayıda faaliyetinin yazılı olduğu, bu dokümanların resmi
adli makamlar tarafından teslim edilmesi nedeniyle tüm DHKP-C dosyalarında
delil olarak kullanıldığı tespit edilmiş olup,
Bu
şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü
ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği,
Halkın Hukuk Bürosuna eleman kazandırma faaliyetlerini organize ettiği, doküman
içeriklerinden de anlaşılacağı üzere örgütün Ankara sorumlusuna uyarılarda
bulunabildiği, Ankara’daki Halkın Hukuk Bürosunun işlemlerinden sorumlu olduğu,
halen yurt dışındaki örgüt yöneticileri ile yazışmalar yapmak suretiyle
irtibatını devam ettirdiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü
yöneticisi olmak suçunu işlediği,
Ayrıca şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 14-16/09/2012 tarihinde
zincirleme şekilde terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği
anlaşılmıştır.”
ii.
Başvurucu Taylan Tanay Yönünden
“Şüpheli Taylan
Tanay’ın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele
geçirilip adli istinabe yoluyla ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika
dokümanları isimli belgelerde, gizli tanıklar K., Y.,
A. ve Ç.’nin beyanlarında, A.O.Ç., A.E., M.S., Y.G.,
U.A., S.A. isimli tanıkların ve şüphelilerin ifadelerinde de belirtildiği üzere
DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin
atadığı DHKP/C terör örgütünün Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk yapılanmasında
görev aldığı, dokümanların incelenmesinde Taylan Tanay’ın avukat olmadan önce
DHKP/C terör örgütünün okul sorumlusu olduğu, 1999 yılında DHKP/C’ye yönelik
yapılan operasyonda tutuklandığı, tutuklanmasından sonra cezaevinden örgüte
özgeçmiş raporu gönderdiği, şüphelinin örgüte özgeçmiş raporu göndermiş
olmasının şüphelinin örgüt hiyerarşisine dahil olduğunu gösterdiğinin Yargıtay
kararları ile anlaşıldığı, 2003 yılında örgüt yönetiminin izni ve bilgisi
dahilinde Halkın Hukuk Bürosunda avukat olarak çalışmaya başladığı, DHKP/C
terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların
yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak
görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi,
susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu,
daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları
hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve
örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve
eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son
dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen
silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere
katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere
örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri
doğrultusunda cesaret verdiği, örgütün yapılanmalarından olan Devrimci İşçi
Hareketi içerisinde sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğü,
Bu şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece tüm dosya
kapsamına göre Halkın Hukuk Bürosunda ve Devrimci İşçi Hareketi içerisinde
sorumlu düzeyde faaliyet yürütmek suretiyle üzerine atılı silahlı terör örgütü
yöneticisi olmak suçunu işlediği,
Ayrıca Halkın Hukuk
Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların
güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı
işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi
yaptırmamak için direnme suçunu işlediği,
Yine şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012, 23/07/2012,
21/09/2012, 14-16/09/2012 ve 01/10/2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü propagandası
yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”
iii.
Başvurucu Barkın Timtik Yönünden
“Şüpheli Barkın Timtik’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan
operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika
dokümanları isimli belgelerde, gizli tanıkların ve A.O.Ç.,
A.E.Ş., S.A., M.S. isimli şüpheli ve tanıkların ifadelerinde de belirtildiği
üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren yöneticisini
DHKP/C’nin atadığı terör örgütünün Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk
yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama
ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin
herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı
yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme
gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı
şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği,
DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak
istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek
için girişimlerde bulunduğu, hatta barodan avukat talep eden DHKP/C
şüphelilerini tehdit ederek ifade vermemesine yönelik faaliyette bulunduğu, son
dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarının cenaze törenlerinin
tamamına katılarak bu eylemlere katılan diğer örgüte müzahir kişilere örgütsel
dokümanlarda da yer aldığı şekliyle güven ve cesaret verdiği, bu haliyle örgüt
tarafından verilen talimatları yerine getirdiği,
Bu şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği,
Ayrıca Halkın Hukuk
Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların
güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı işlemleri
yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi yaptırmamak için
direnme suçunu işlediği,
Yine şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 13/01/2012, 25/02/2012,
16/03/2012, 21/06/2012, 14-16/09/2012 ve 2012 tarihlerinde 6 kez terör örgütü
propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”
iv. Başvurucu Ebru Timtik Yönünden;
“Şüpheli Ebru Timtik’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan
operasyonlar sonucu elde edilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika
dokümanlarında, gizli tanıkların ve A.O.Ç., İ.Ö., M.S.
isimli tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün
güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı terör örgütünün
Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör
örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların
yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak
görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi,
susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu,
daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları
hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve
örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve
eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son
dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen
silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere
katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere
örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri
doğrultusunda cesaret verdiği, özellikle İ.Ö. isimli kişinin ifadesinden ve
dosya kapsamındaki diğer delillerden de anlaşıldığı üzere şüphelinin müşteki C.K.’ya yönelik tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs ve
mağdur F.Ş.’ye yönelik eylem planlanmasında kurye
olarak bizzat yer aldığı, terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerden önceden
haberdar olduğu,
Bu
şekilde şüphelinin müşteki C.K.’ya yönelik olarak
silahlı terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının cebir ve Şiddet
kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vehamet
arz eden adam öldürmeye teşebbüs suçunda kuryelik yapmak suretiyle bu suça
iştirak etmiş olması, şüphelinin eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz
etmesi, terör örgütü ile organik bağ kurması bir bütün halinde
değerlendirildiğinde TCK 309. maddesinde düzenlenen anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs, silahlı terör örgütü üyesi olmak ve tasarlayarak adam
öldürmeye teşebbüs suçlarını işlediği,
Ayrıca Halkın Hukuk
Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların
güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı
işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi
yaptırmamak için direnme suçunu işlediği,
Yine şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012, 16/03/2012,
21/06/2012, 14-16/09/2012 ve 2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü propagandası
yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.
v. Başvurucu Günay Dağ Yönünden;
“Şüpheli
Günay Dağ’ın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonlarda
ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanları isimli
belgelerde, tanık, gizli tanık ve şüpheli ifadelerinde de belirtildiği üzere
DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C'nin
atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C
terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev aldığı, avukat olmadan önce de
DHKP/C’nin gençlik yapılanması olan DEV- GENÇ adlı yapılanmada uzun süre görev
aldığı, DHKP/C terör örgütü mensuplarına hukuki yardım sağlamasının yanında
örgüt mensuplarına yapılan toplantılarda örgütsel eğitim verdiği, zira yapılan
ortam dinlemesinde yaptığı konuşmalarda polisleri şehit eden DHKP/C terör
örgütü üyelerinden ve eylemlerinden övgüyle söz ettiği, DEV GENÇ tarafından
yapılan eylemlerin organize edilmesinde yer aldığı, yine DHKP/C terör örgütü
ile ilgili yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmalar kapsamında cezaevinde
tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan örgüt mensuplarının ölüm orucu eylemine
katılmalarını sağlayarak bu eylemleri organize ettikleri yönünde konuşmalar
yaptığı, son dönemde silahlı ve bombalı eylemleri organize eden şahıslarla
birlikte yasadışı gösterilere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak
örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve
stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, DHKP/C terör örgütü üyelerinin
çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması
eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı,
atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve
görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden
müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel
talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği
avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde
avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin
silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı
eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu
şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen
dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği,
DHKP/C terör örgütünün silahlı kanadı olan SPB mensubu N.A.’nın
yakalandıktan sonra götürüldüğü Okmeydanı hastanesi önünde örgüte müzahir kitle
tarafından yapılan eyleme katıldığı,
Bu şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği ,
Ayrıca Halkın Hukuk
Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların
güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı
işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi
yaptırmamak için direnme suçunu işlediği,
Yine şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012,16.03.2012, 21/06/2012
23/07/2012, 13.09.2012 ve 14-16/09/2012 tarihlerinde 6 kez terör örgütü
propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”
vi.
Başvurucu Naciye Demir Yönünden;
“Şüpheli
Naciye Demir’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda
ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında,
yukarıda giriş kısmında belirtilen ifadelerde de belirtildiği üzere DHKP/C
terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı,
Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör
örgütünün hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin
çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması
eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev
aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma
hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha
önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda
örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün
bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem
çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, yine barodan özel
avukat talep eden DHKP/C şüphelilerini baskı altına alarak şüphelilerin bu
taleplerini engellemeye çalıştığı, kendi müvekkili olmamasına rağmen örgütün
deşifre olmasını sağlayan beyanlarda bulunan kişilerin ifadelerini temin ederek
örgüt üst yönetimine ve arşivine aktardığı, örgütün basın organlarından olan Y.
Dergisi ile çok yakın ilişki içerisinde olduğu, örgütün Türkiye Komitesi üyesi
olduğu şüphesi ile gözaltına alınan K.K. ile örgütsel görüşmeler yaptığına dair
hakkında ifadelerin bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB
mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren
şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak
örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve
stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, evinde ele geçirilen dijital
malzemeler ve belgelerde örgütsel bağlantıyı gösterecek çok sayıda doküman,
terör örgütünü simgeleyen görüntüler, örgüt üyelerine ait fotoğraflar, örgüt
güdümünde yayın yapan Y. Dergisinin taslak haber metinleri, dergiye ait gelir
gider hesaplarının bulunduğu, bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere
şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik
ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi
olmak suçunu işlediği anlaşılmıştır.
Ayrıca şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 13/01/2012, 25/02/2012,
21/06/2012, 23/07/2012 ve 14-16/09/2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü
propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”
vii.
Başvurucu Şükriye Erden Yönünden;
“Şüpheli
Şükriye Erden’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda
ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, gizli
tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde
faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda
‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk
yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama
ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin
herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı
yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme
gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı
şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği,
DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak
istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek
için girişimlerde bulunduğu, yine barodan özel avukat talep eden DHKP/C
şüphelilerini baskı altına alarak şüphelilerin bu taleplerini engellemeye
çalıştığı, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca
organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte
eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir
kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri
doğrultusunda cesaret verdiği, örgütün yapılanmalarından olan Devrimci İşçi
Hareketi içerisinde aktif şekilde faaliyet yürüttüğü,
Bu şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği anlaşılmıştır.
Ayrıca şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 21/06/2012, 16/09/2012,
01/10/2012 ve 2012 tarihlerinde 4 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu
da işlediği anlaşılmıştır.”
viii.
Başvurucu Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı
Yönünden;
“Şüpheli
Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı’nın
terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip
ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, gizli tanıklar, daha
önce soruşturma geçiren bir kısım şüpheli sanık ve tanıkların ifadelerinde de
belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren,
yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak
şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev
yaptığı, davalarına baktığı DHKP/C örgütü mensuplarının hukuki durumları ile
ilgili bilgileri, Halkın Hukuk Bürosu sorumlusunun örgütsel konumunu bilerek
aktardığı, DHKP/C terör örgütü tarafından organize edilen Ölüm Orucu eyleminin
9. Ekipleri konusunda cezaevinde bulunan örgüt mensuplarına hazırlanmalarını
söylediği, cezaevinde bulunan örgüt mensuplarına örgüt yönetiminin
talimatlarını ilettiği, yine örgüt yönetimi ile cezaevinde bulunan örgüt
mensupları arasında para vb. konularda kuryelik yaptığı, DHKP/C terör örgütü
üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların
yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak
görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi,
susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu,
daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda
örgütsel talimatı ilettiği, terör örgütü propagandasına dönüştürülen yasadışı
gösterilere ve ölen terör örgütü lideri ve sorumlularının cenaze törenlerine
katıldığı, kullandığı bilgisayarlarda terör örgütü ile bağı gösterecek savaşçı
andının bulunduğu,
Bu Şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği,
Ayrıca şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 29/05/2012 ve
01/10/2012 tarihlerinde 2 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da
işlediği anlaşılmıştır.”
ix.
Başvurucu Avni Güçlü Sevimli Yönünden;
“Terör
örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize
teslim edilen örgütün arşivinin bulunduğu Hollanda ve Belçika dokümanlarında
çok sayıda isminin geçtiği, dokümanlarda, gizli tanık, tanık ve şüpheli
beyanlarında belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren
yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak
şifrelenen avukat olarak görev alıp DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında
görev yaptığı, örgüt içerisinde M.2 kod ismini kullandığı, ölüm oruçları
sürecinde ölüm orucu eyleminde bulunan tutuklu ve hükümlüleri takip ettiği,
durumlarına ilişkin örgüt sorumlularına raporlar ilettiği, güvenlik güçlerine
yönelik saldırılarda ölen örgüt mensuplarının cenaze törenlerine katıldığı,
örgüt propagandasına dönüştürülen yasadışı gösterilerde yer aldığı,
Bu şekilde yukarıda
ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ
kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği,
Ayrıca şüphelinin
yukarıda izah edildiği şekilde 23/07/2012 tarihinde 1
kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”
28.
İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde E.2013/126 sayılı dosya üzerinden yapılan
yargılamada 26/12/2013 tarihinde yapılan 3. celsede
başvurucular Şükriye Erden, Avni Güçlü Sevimli, Nazan Betül Vangölü
Kozaağaçlı ve Naciye Demir’in tahliyelerine karar
verilmiştir.
29. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile
3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin
kaldırılması üzerine dosya, İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/117
sayısı ile devredilmiştir.
30.
İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesince 21/3/2014
tarihinde dosya üzerinden yapılan tensip incelemesi sonucunda başvurucular
Selçuk Kozaağaçlı, Taylan Tanay, Barkın Timtik, Ebru Timtik ve Günay
Dağ’ın tahliyelerine karar verilmiştir.
31.
Dava, inceleme tarihi itibarıyla İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/117
sayılı dosyası kapsamında derdesttir.
32.
Başvurucular 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli haller” kenar başlıklı 82.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten öldürme
suçunun;
a) Tasarlayarak,
…
İşlenmesi halinde,
kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
34.
5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak
için direnme” kenar başlıklı 265. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Kamu görevlisine
karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi,
altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Suçun, kişinin
kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle veya birden fazla kişi
tarafından birlikte işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında
artırılır.”
35.
5237 sayılı Kanun’un “Anayasayı ihlal”
kenar başlıklı 309. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Cebir ve şiddet
kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan
kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin
fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası ile cezalandırılırlar.
(2) Bu suçun işlenmesi
sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili
hükümlere göre cezaya hükmolunur.”
36.
5237 sayılı Kanun’un “Silahlı örgüt”
kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
37.
5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar
başlıklı 91. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet
Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına
karar verilebilir…”
38. 5271
sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri”
kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
...”
39.
5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı”
kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki
bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir.”
40.
5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanıkla
ilgili arama” kenar başlıklı 116. maddesi şöyledir:
“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği
hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu,
işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.”
41.
5271 sayılı Kanun’un “Diğer kişilerle ilgili
arama” kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç
delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstü, eşyası,
konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.
(2) Bu hâllerde aramanın yapılması, aranılan kişinin veya
suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak
sağlayan olayların varlığına bağlıdır.
(3) Bu sınırlama, şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler ile, izlendiği sırada girdiği yerler hakkında geçerli
değildir.”
42.
5271 sayılı Kanun’un “Gece yapılacak arama” kenar
başlıklı 118. maddesi şöyledir:
“(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece
vaktinde arama yapılamaz.
(2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile
yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya
hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü
uygulanmaz.”
43.
5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı 119. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(Değişik : 25/5/2005 – 5353/15 md.) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise
kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak,
konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri
ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları
Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.”
44.
5271 sayılı Kanun’un “Avukat bürolarında
arama, elkoyma ve postada elkoyma” kenar başlıklı 130. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda
belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir.
Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
(2) Arama sonucu elkonulmasına
karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı
veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî
ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya
paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli
kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde
hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan
şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında,
elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan
işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.”
45.
5271 sayılı Kanun’un “Bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” kenar başlıklı 134. maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut
delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil
elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine
şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar
kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına,
bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar
verilir.
(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin
yedeklemesi yapılır.
(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya
çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek
imza altına alınır.”
46.
5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin “Tazminat
istemi” kenar
başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
47.
5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin
dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(2) Müdafiin dosya içeriğini
inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla
kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen
soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
...
(3) Yakalanan kişinin
veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı
geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin
tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.”
48.
5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek
kararlar” kenar başlıklı 267. maddesi şöyledir:
“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme
kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
49.
5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı 271. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz
hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde
Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.”
50. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı” kenar başlıklı 58. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“(Değişik: 23/1/2008-5728/331 md.) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya
da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında
işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının
vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda
belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro
temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına
giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.”
51.
3713 sayılı Kanun’un“Terör örgütleri” kenar başlıklı mülga 7. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8
md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit
içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı
teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi
hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın
organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da
bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve
davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese
dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da
taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin
üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi”
52.
3713 sayılı Kanun’un “Görev ve yargı
çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” kenar başlıklı mülga 10. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
“Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
…
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve
316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında,
görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet
savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983
tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.
c) Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi
gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve
sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.
…”
53.
5275 sayılı Kanun’un “Ziyaretçi kabulünden
yoksun bırakma” kenar başlıklı 43. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün
bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüşüne çıkarılmamasıdır.
(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren
eylemler şunlardır:
...
b) Aramaya karşı çıkmak.
...”
54.
5275 sayılı Kanun’un “Şikâyet ve itiraz”
kenar başlıklı 52. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Disiplin cezalarına ve tedbirlerine karşı şikâyet ve itiraz
durumunda 16.5.2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu hükümleri
uygulanır.”
55. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” kenar başlıklı 1.
maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun, ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya
bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve
kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hakimliklerine ilişkin hükümleri kapsar.”
56.
4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hakimliklerinin görevleri” kenar başlıklı 4.
maddesi şöyledir:
“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır :
...
3. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri
ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile
genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara
bağlamak.
...”
57.
4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hakimliğine şikâyet ve usulü” kenar başlıklı 5.
maddesi şöyledir:
“Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve
tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun,
tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu
işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş
gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz
hakimliğine başvurulabilir.
Şikâyet, dilekçe ile
doğrudan doğruya infaz hakimliğine yapılabileceği
gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü
aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hakimliği dışında
yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hakimliğine gönderilir.
Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir.
...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
58.
Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvurucuların 1/3/2013 tarihli ve 2013/1631 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
59.
Gerçek kişi başvurucular;
i. Gözaltına alınırken ve gözaltında iken darp edildiklerini,
kötü muamele gördüklerini, açlık grevi yaptıkları (48 saatlik) gözaltı
süresince kendilerine su ve şeker verilmediğini, tuvalet ihtiyaçlarını
gideremediklerini, Savcılığa sevk edilmelerini müteakip adliyede otuz saat
boyunca bekletildikleri yerin havasız, penceresiz ve kalabalık olduğunu;
oturacak yerin bulunmadığını, gerekli olmamasına rağmen hukuka aykırı olarak
işkenceyle parmak izi, kan ve tükürük örneklerinin alındığını; (başvurucular
Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı,
Taylan Tanay, Ebru Timtik ve Naciye Demir) Cezaevi
girişinde insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muameleye tabi tutularak üstlerinin
arandığını belirterek Anayasa’nın 17., 36., 38. ve 40.
maddelerinin,
ii. Avukat olmaları
nedeniyle ifadelerinin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınması gerekirken
haklarında gözaltına alma kararı verildiğini; kişiselleştirme yapılmadan toplu
yapılan bir değerlendirme sonucunda kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular
açıklanmadan, gerekçesiz bir şekilde ve verilmesi muhtemel ceza gözetilerek
haklarında tutuklama kararı verildiğini, Sorgu Hâkimliğince verilen tutuklama
kararının masumiyet karinesine aykırı olduğunu ve tutukluluğa itiraz
incelemesinin duruşmalı yapılmadığını belirterek Anayasa’nın 19. ve 141.
maddelerinin,
iii. Soruşturma dosyasında
gizlilik (kısıtlama) kararı bulunduğunu, silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkelerinin ihlal edildiğini, soruşturmada gizli tanık beyanlarına
dayanıldığını ve etkili bir araştırma yapılmadığını, soruşturma sürecinde
farklı Cumhuriyet savcılarının işlem yapmasının soruşturmanın bütünlüğünü
bozduğunu, soruşturmanın taraflı yürütüldüğünü, haklarında şikâyette
bulundukları bir kısım polis görevlilerinin soruşturmanın yürütülmesinde görev
yapmaya devam ettiklerini, soruşturma konusu olayla ilgili daha önceden
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olduğunu ve gözaltına
alındıktan sonra 24 saat süreyle müdafileriyle görüştürülmediklerini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinin,
iv. Mahkeme kararı gerekmesine rağmen tek hâkim tarafından
verilen karar uyarınca avukatlık bürolarında arama ve el koyma işlemi
yapıldığını, müvekkilleri ile aralarındaki mesleki sır niteliğinde yazışmalara
el konulduğunu, haksız tutuklama nedeniyle müvekkillerinin yasal işlemlerini
yerine getiremediklerini ve ekonomik kayba uğradıklarını, arama kararının
Halkın Hukuk Bürosu hakkında verilmiş olmasına rağmen Büronun üst katında
bulunan ve konut olarak kullanılan bölümde de arama yapıldığını, aramanın
kolluk görevlilerince yapıldığını, kolluğa gerekçesiz olarak gece arama yetkisi
verildiğini, el koyma işleminin âdeta polisin talimatıyla savcı tarafından
gerçekleştirildiğini, Cumhuriyet savcısı beklenmeden kapı kırılarak içeri
girildiğini, bilgisayarlarına el konularak imajlarının alındığını, avukat
olarak mesleki faaliyetlerinin soruşturma konusu edildiğini belirterek
Anayasa’nın 21., 22. ve 48. maddelerinin,
v. Soruşturmanın, üyesi oldukları Çağdaş Hukukçular Derneğinin
faaliyetlerine yöneldiği; Derneğin İstanbul Şubesinde yapılan aramada Derneğin
dosyalarının zarar gördüğünü ve işlerin aksadığını, avukatlık ve dernek üyeliği
sıfatıyla gerçekleştirdikleri faaliyetler nedeniyle tutuklandıklarını
belirterek Anayasa’nın 26., 33. ve 34. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşler ve hak ihlali tespiti ile birlikte tazminat
talebinde bulunmuşlardır.
60.
Tüzel kişi niteliğini haiz başvurucu İstanbul Barosu, soruşturmanın bireysel
avukatlık hakları ile örgütsel olarak savunma hakkının engellenmesine yönelik
olması nedeniyle Baro olarak hem savunma haklarının hem de üyelerinin avukatlık
meslek haklarının ihlal edildiğini belirterek “avukatlık
hakkı ile toplu olarak savunma ve savunmanın örgütlenme hakkı”nın ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
61.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu itibarla başvurucuların;
i. Soruşturmada gizli tanık
beyanlarına dayanıldığı ve etkili bir araştırma yapılmadığı, soruşturma
sürecinde farklı Cumhuriyet savcılarının işlem yapmasının soruşturmanın
bütünlüğünü bozduğu, gözaltına alındıktan sonra yirmi dört saat süreyle
müdafiden yararlanma haklarının kısıtlandığı, soruşturmanın taraflı
yürütüldüğü, haklarında şikâyette bulundukları bir kısım polis görevlilerinin
soruşturmanın yürütülmesinde görev yapmaya devam ettikleri ve soruşturma konusu
olayla ilgili daha önceden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olduğu
şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesi,
ii. Gözaltına alınırken ve
gözaltında iken darp edildikleri, kötü muamele gördükleri, açlık grevi
yaptıkları gözaltı süresince kendilerine su ve şeker verilmediği, tuvalet
ihtiyaçlarını giderme imkânı tanınmadığı, adliyede bekletildikleri yerin
havasız, penceresiz ve kalabalık olduğu; oturacak yerin bulunmadığı,
kendilerinden işkenceyle parmak izi, kan ve tükürük örneği alındığı;
(başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı,
Taylan Tanay, Ebru Timtik ve Naciye Demir’in) Cezaevi
girişinde insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muameleye tabi tutularak üstlerinin
arandığı şikâyetlerinin Anayasa’nın 17. maddesi,
iii. Soruşturma dosyasında
kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin ihlal edildiği, avukat olmaları nedeniyle ifadelerinin Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından alınması gerekirken haklarında gözaltına alma kararı
verildiği; gerekli kişiselleştirme yapılmadan, kuvvetli suç şüphesini gösteren
olgular açıklanmadan ve gerekçesiz bir şekilde tutuklama kararı verildiği,
avukat olarak mesleki faaliyetlerinin soruşturma konusu edildiği, haksız
tutuklama nedeniyle müvekkillerinin yasal işlemlerini yerine getiremedikleri,
tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmalı yapılmadığı şikâyetlerinin
Anayasa’nın 19. maddesi,
iv. Bürolarında ve konutlarında
hukuka aykırı bir şekilde arama işlemi yapıldığı şikâyetlerinin Anayasa’nın 20.
ve 21. maddeleri,
v. Arama sırasında
müvekkilleri ile aralarındaki mesleki sır niteliğinde yazışmalara el konulduğu
ve bilgisayarlarına elkonularak imajlarının alındığı
şikâyetlerinin Anayasa’nın 22. maddesi,
vi. Soruşturmanın, üyesi oldukları Çağdaş Hukukçular Derneğinin
faaliyetlerine yöneldiği ve dernek üyeliği sıfatıyla gerçekleştirdikleri
faaliyetleri nedeniyle tutuklandıkları şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. ve 33.
maddeleri,
vii. Çağdaş Hukukçular Derneğinin İstanbul Şubesinde yapılan
aramada, Derneğin dosyalarının zarar gördüğü şikâyetinin Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
62.
Başvurucu İstanbul Barosunun şikâyeti ise Anayasa’nın 135. maddesi kapsamında
değerlendirilmiştir.
1. Başvurucu İstanbul Barosu Yönünden
63.
Başvurucu İstanbul Barosu, soruşturmanın bireysel avukatlık hakları ile
örgütsel olarak savuma hakkının engellenmesine yönelik olması nedeniyle Baro
olarak hem savunma haklarının hem de üyelerinin avukatlık meslek haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64.
Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
(AİHM) benzer kararlarına atıf yapılarak kamu tüzel kişilerinin bireysel
başvuru yapmalarının mümkün olmadığı, başvurucu İstanbul Barosunun Anayasa’nın
135. maddesi gereğince kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olup kamu
tüzel kişiliğini haiz olduğu belirtilmiştir.
65. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz.”
66.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1)
numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru yapma hakkı tanınmıştır.
67.
6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bireysel başvurunun
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği kurala
bağlanmış, buna karşılık aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
ise kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacakları belirtilmiştir.
68.
Anılan fıkrada belirtilen “kamu tüzel
kişisi” kavramı içine, merkezi idare birimleri ve yerinden yönetim
kuruluşlarının yanında kanunla kurulan meslek kuruluşları da girmektedir.
69.
Anayasa’nın 135. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları ... kamu
tüzelkişilikleridir.”
70.
1136 sayılı Kanun’un 76. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Barolar
... kamu kurumu niteliğinde meslek
kuruluşlarıdır.”
71.
Anayasa’nın 135. maddesinin birinci fıkrası ve 1136 sayılı Kanun’un 76.
maddesinin birinci fıkrasına göre karar organları seçimle işbaşına gelen ve
kamu tüzel kişiliğini haiz meslek kuruluşu olan İstanbul Barosuna, kamu tüzel
kişilerinin bireysel başvuru yapamayacaklarını hükme bağlayan 6216 sayılı
Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yapma
hakkı tanınmamıştır.
72.
Başvuru konusu olayda avukatlar hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle
avukatlık hakları ile örgütsel olarak savuma hakkının engellendiği iddiasıyla
bireysel başvuruda bulunan İstanbul Barosunun, kamu tüzel kişiliğini haiz kamu
kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olması nedeniyle bireysel başvuru ehliyeti bulunmamaktadır.
73.
Açıklanan nedenlerle kamu tüzel kişiliğine sahip olan başvurucu İstanbul
Barosunun bireysel başvuru ehliyeti bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN bu sonuca farklı gerekçeyle
katılmıştır.
2. Diğer Başvurucular Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
74.
Başvurucular, Çağdaş Hukukçular Derneğinin İstanbul Şubesinde yapılan aramada,
Derneğin dosyalarının zarar gördüğünü ileri sürmüşlerdir.
75.
Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
76.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
77.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir”
78.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel
başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre
bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel
ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvuruya konu edilen
ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da
ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir
hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur”
olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur
Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
79.
Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla
başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi “mağdur” statüsü
kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).
80.
Başvuru konusu olayda başvurucular, üyesi oldukları Derneğin İstanbul Şubesinde
yapılan aramada, derneğin dosyalarının zarar gördüğünü ileri sürmüşlerdir.
Başvuruculardan Selçuk Kozağaaçlı dosyalarının zarar
gördüğü iddia edilen Çağdaş Hukukçular Derneğinin Başkanı, Taylan Tanay
İstanbul Şubesi Başkanı, Avni Güçlü Sevimli İstanbul Şubesi Sekreteri, Nazan
Betül Vangölü Kozaağaçlı
Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadırlar. Dernek
Tüzüğü’ne göre Derneği temsil yetkisi genel yönetim kuruluna ve genel başkana
ait iken, gerektiğinde Dernek adına dava açmaya karar verme yetkisi münhasıran
genel yönetim kuruluna ait bulunmaktadır. Somut olayda mülkiyet hakkına
müdahale edildiği iddia olunan kişi, başvurucular değil; Çağdaş Hukukçular
Derneğinin tüzel kişiliğidir.
81.
Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı, mülkiyet hakkına
müdahale edildiği iddia olunan Derneğin Genel Başkanı olarak Dernek tüzel
kişiliğini temsile yetkili ise de Dernek tüzel kişiliği adına yapılan bir
bireysel başvuru bulunmamaktadır. Başvurucular kendi adlarına bireysel
başvuruda bulunmuşlardır. Derneğin yöneticileri ve üyeleri olan başvurucuların
şikâyet konusu olan Dernek Genel Merkezindeki arama sırasında Derneğin
dosyalarının zarar gördüğü şikâyetlerine ilişkin olarak mülkiyet hakkı
kapsamında güncel ve kişisel bir haklarının doğrudan etkilenmesi söz konusu
değildir. Bu işlemden Dernek yöneticisi veya üyesi sıfatıyla dolaylı olarak
etkilenmek, başvuruculara anılan şikâyet bakımından mağdur statüsü kazandırmaz.
Bu durumda söz konusu işlemin başvurucuların haklarına bir müdahale oluşturduğu
söylenemez. İşlemin mağduru olmayan başvurucuların, bu işlem aleyhine bireysel
başvuru yapma hakkı bulunmamaktadır.
82.
Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkı yönünden başvurucuların mağdur sıfatı
taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
83.
Başvurucular; soruşturmada gizli tanık beyanlarına dayanıldığını ve etkili bir
araştırma yapılmadığını, soruşturma sürecinde farklı Cumhuriyet savcılarının
işlem yapmasının soruşturmanın bütünlüğünü bozduğunu, gözaltına alındıktan
sonra yirmi dört saat süreyle müdafiden yararlanma haklarının kısıtlandığını, soruşturmanın
taraflı yürütüldüğünü, haklarında şikâyette bulundukları bir kısım polis
görevlilerinin soruşturmanın yürütülmesinde görev yapmaya devam ettiklerini,
soruşturma konusu olayla ilgili daha önceden kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
84.
Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
85.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
86.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
87.
Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal
ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin
düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde
ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
88.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin
derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte
bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
89.
Somut olayda başvurucular, haklarında soruşturma devam ederken Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesince incelemenin
yapıldığı tarih itibarıyla başvurucular hakkındaki dava İlk Derece Mahkemesinde
devam etmektedir. Başvurucuların, haklarındaki soruşturma sürecinde yapılan
uygulamalar nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına
ilişkin şikâyetlerini derece mahkemelerinde yapılan yargılama ve temyiz
süreçlerinde ileri sürebilme ve ileri sürülmüş ise bu şikâyetlerin bu
aşamalarda incelenme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede başvurucular tarafından
derece mahkemelerinin yargılama ve temyiz süreçleri beklenmeden soruşturma
sürecindeki adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetlerinin bireysel başvuruya konu
edildiği görülmüştür.
90.
Açıklanan nedenlerle derece mahkemeleri önünde usulüne uygun olarak açılmış ve
devam eden başvuru yolları tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c.
İşkence, Kötü Muamelede Bulunma ve Onur Kırıcı Davranma Yasağının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
91. Anayasa’nın
17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
92. Sözleşme’nin
“İşkence Yasağı” kenar başlıklı
3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
93. Herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun
korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi
tutulamayacağı belirtilmiştir (Cezmi Demir
ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §
80).
94. Devletin,
bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme
yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani
anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve
ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin vücut ve
ruh sağlığını korumadan kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81). Diğer
taraftan devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm
bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve
diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek
risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve
manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla
yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
i. Maruz Kalınan Eylemler Yönünden
95. Başvurucular;
gözaltına alınırken ve gözaltı süresinde darp edildiklerini, açlık grevi
yaptıkları sürece kendilerine su ve şeker verilmediğini, tuvalet ihtiyaçlarını
giderme imkânı tanınmadığını; parmak izlerinin, kan ve tükürük örneklerinin
işkenceyle alındığını, (başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı, Taylan Tanay, Ebru Timtik
ve Naciye Demir) Cezaevi girişinde insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muameleye
tabi tutularak üstlerinin arandığını ileri sürmüşlerdir.
96.
Bakanlık görüşünde, Sözleşme’nin 3. maddesinin getirdiği korumanın işkencenin
yanı sıra insan onuruna ve fiziksel bütünlüğüne karşı pek çok farklı saldırıyı
kapsadığı, diğer yandan her türlü kaba ve sert müdahalenin 3. madde kapsamına
girmediği, AİHM’e göre kötü muamelenin 3. maddenin
kapsamına girmesi için belli bir asgari şiddet düzeyinde olması gerektiği ve bu
düzeyin; muamelenin süresi, fiziksel ya da ruhsal etkileri ve mağdurun yaşı,
cinsiyeti, sağlık durumu özelliklerine göre farklılık arz edebileceği, somut
olayda başvurucuların gözaltına alınmaları sonrasında Adli Tıp Kurumu
tarafından düzenlenen raporlarda, gözaltı sırasında işkence ya da kötü
muameleye maruz kaldıklarına ilişkin bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir.
97.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu
iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir (bkz. §§ 87, 88).
98.
Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvuru yapıldığı
tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru
yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili değilse Mahkeme somut olayın
koşullarını dikkate alarak başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).
99.
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü muamele yasağına
ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili bir hukuk
mekanizmasının olması ve bu mekanizmanın sadece teorik değil pratik olarak da
işlemesi gereklidir. Mevcut hukuk sisteminde teorik olarak etkili bir hukuk
mekanizması olmadığı söylenemez. Bununla birlikte bu mekanizmanın pratik olarak
etkili işlemesi her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 48).
100.
Somut olayda başvuru formları ve eklerinde, başvurucuların; gözaltına alınırken
ve gözaltı süresinde kendilerini darp eden, gözaltında iken açlık grevi
yaptıkları süreç içerisinde yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamayan, tuvalet
ihtiyaçlarını gidermelerine imkân sağlamayan, zorla parmak izi ve tükürük
örneklerini alan ve (başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı, Taylan Tanay, Ebru Timtik
ve Naciye Demir’in) Cezaevi girişinde üstlerini arayan kamu görevlileri
hakkında idari ve yargısal mercilere şikâyette bulunmalarına rağmen
mağduriyetlerinin giderilmediğine dair iddialarına yönelik bilgi veya belge
bulunmamaktadır. Bir kısım başvurucular, Savcılık ifadelerinde müdafileri
aracılığıyla, gözaltına alınırken yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında bir
kısım polis görevlilerinin kendilerine kötü muamelede bulunduğunu belirterek bu
durumun dikkate alınmasını talep etmişlerse de başvuru formları ve eklerinde bu
şikâyetlere ilişkin idari ve/veya adli mercilerce yapılan işlemler hakkında ve
bu bağlamda başvurularının, etkin bir şekilde soruşturulmadığına ya da sonuçsuz
kaldığına yönelik bir bilgi veya belge sunulmamıştır. Başvuru formlarına eklenen
ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 16/1/2013
tarihinde sunulan şikâyet dilekçesi; başvurucular Taylan Tanay, Şükriye Erden
ve Naciye Demir’in 19/11/2012 tarihinde yaptıkları bir basın açıklaması
sırasında kötü muamele gördükleri iddiasına ilişkin olup bireysel başvuruya
konu olaylar ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Başvurucular, Savcılık
ifadelerinde dile getirdikleri olaylara ilişkin olarak ifadelerinin alındığı
tarihten yaklaşık 40 gün sonra iddialarına ilişkin idari ve/veya yargısal
mercilerin işlemlerini ya da tutumlarını da belirtmeksizin doğrudan bireysel
başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucuların Savcılık ifadelerinde dile
getirmedikleri olaylara ilişkin ise herhangi bir idari ve/veya yargısal mercie
şikâyetlerini iletmeden doğrudan bireysel başvuru yoluyla hak arama yoluna
gittikleri görülmektedir. Yine başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli,
Selçuk Kozaağaçlı ve Taylan Tanay hakkında 5275
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli
Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 31/3/2013
tarihli kararı ile verilen “bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma”
disiplin cezasına karşı başvurucular, 5275 sayılı Kanun’un 52. ve 4675 sayılı
Kanun’un 4. ve 5. maddeleri gereğince İnfaz Hâkimliğine itiraz veya şikâyette
bulunma yoluna gitmemişlerdir (bkz. § 23).
101.
Başvurucuların bireysel başvurularına konu ettikleri ve yukarıda anılan
şikâyetlerine ilişkin olarak idari ve/veya yargısal mercilere başvurmadan ve
başvurulmuş ise olağan başvuru yolları tüketilmeden doğrudan Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmaları, bireysel başvurunun “ikincil
niteliği” ile bağdaşmamaktadır. Başvurucuların şikâyetlerine konu iddialar
dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını
gerektiren bir durumun olmadığı görülmektedir.
102.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların anılan kötü muamele iddiaları ile ilgili
olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru
yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
ii. Gözaltında Tutulma Koşulları Yönünden
103.
Başvurucular, Savcılığa sevk edilmelerini müteakip adliyede otuz saat boyunca
bekletildikleri yerin havasız, penceresiz, kalabalık olduğunu ve
bekletildikleri bölümde oturacak yer bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
104.
Bakanlık görüşünde AİHM’e göre kötü muamelenin, Sözleşme’nin
3. maddesi kapsamına girmesi için belli bir asgari şiddet düzeyinde olması
gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 96).
105.
Somut olayda başvurucular, suç şüphesi ile 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesi
uyarınca yetkili merci olan Cumhuriyet savcısı tarafından verilen gözaltı
kararı uyarınca tutularak hürriyetlerinden yoksun bırakılmışlardır.
Başvurucuların adliyeye sevk edildiklerinde gözaltında tutuldukları yerin maddi
koşullarının Sözleşme’nin 3. ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamına girebilmesi
için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşiğin
değerlendirilmesi ise koşullarla ilgili tüm verilerin, özellikle de muamelenin
süresine, fiziksel ya da ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı
ve sağlık durumuna bağlı olarak değerlendirilmelidir (Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60).
106.
Bir muamelenin “insanlık dışı” olarak nitelendirilebilmesi için bunun
tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel
veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi
için ise mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde onlara korku, endişe,
aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (Rıda Boudraa, § 61).
107.
Bir ceza veya muamelenin, Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında “aşağılayıcı”
muamele olup olmadığını tespit ederken bunların amacının ilgiliyi rencide etme
ve aşağılık duruma düşürme olup olmadığının ve etkilerine bakıldığında söz
konusu tedbirin, Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı şekilde,
ilgilinin kişiliğini etkileyip etkilemediğinin araştırılması gerekmektedir. Bununla birlikte böyle bir amacın olmaması, kesin olarak bu hükmün
ihlal edilmiş olması ihtimalini devre dışı bırakmamakla birlikte bir ceza veya
muamelenin, “insanlık dışı” ya da “aşağılayıcı” olabilmesi için rencide edilme
veya ızdırabın, meşru bir muamele ya da cezanın
barındırdığı rencide olma duygusu ve ızdırabın
ötesine geçmiş olması gerekmektedir (Rıda Boudraa, § 62).
108.
6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer. Başvurucunun; kamu gücünün
işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve
özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan
deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler
olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu
gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair
olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin
gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19-20).
109.
Somut olayda başvurucular, başvuru formu ve eklerinde Savcılığa sevk
edilmelerini müteakip adliyede bekletildikleri yerin fiziksel koşullarının
durumuna ilişkin belge ya da bilgi sunmamışlardır. Başvurucular; yalnızca
bekletildikleri yerin havasız olduğunu, penceresinin bulunmadığını, kalabalık
olduğunu ve bekletildikleri bölümde oturacak yer bulunmadığını ileri
sürmüşlerdir. Bu itibarla başvurucuların şikâyetleri değerlendirilirken
başvurucular tarafından bildirilen bu koşullar ile sınırlı bir inceleme
yapılmıştır.
110.
Başvurucuların suç şüphesi ile gözaltı kapsamında adliyede tutuldukları yerin
penceresinin bulunmadığı, havasız ve kalabalık olduğu, bekletildikleri yerde
oturacak yer bulunmadığı yönündeki şikâyetlerine ilişkin; gözaltında tutuldukları
süre, tutma koşulları nedeniyle başvurucuların ruhsal ve fiziksel yönden
sağlıklarının bozulduğu yönünde bir tespitin ve hatta şikâyetin bulunmaması,
muamelenin niteliği ile birlikte değerlendirildiğinde tutuldukları yerin maddi
koşulları nedeniyle başvurucuların maruz bırakıldıkları durumun, insanlık dışı
ya da aşağılayıcı muamele olarak nitelendirilmesi için gereken asgari ağırlık
eşiğine ulaşmadığı sonucuna varılmıştır.
111.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların gözaltında iken adliyede tutulma koşulları
nedeniyle kötü muamele gördükleri iddialarına ilişkin bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
112.
Başvurucular, arama sırasında müvekkilleri ile aralarındaki mesleki sır
niteliğinde olan yazışmalara el konulduğunu ve bilgisayarlarına el konularak
imajlarının alındığını ileri sürmüşlerdir.
113.
Bakanlık görüşünde AİHM’e göre suçun maddi
delillerini toplamak ve gerektiğinde sorumluları kovuşturmak amacıyla arama ve
el koyma tedbirlerine başvurulabileceği ancak bu tür müdahalelere ilişkin keyfîliğe ve istismara karşı yeterli ve etkili
koruyucuların sağlanması gerektiği belirtilmiştir.
114.
Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti”
kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:
“Herkes, haberleşme
hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği
esastır.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme
engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve
kuruluşları kanunda belirtilir.”
115.
Anayasa’nın 22. maddesinde herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve
haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözleşme’nin 8.
maddesinde de herkesin haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip
olduğu düzenlemesine yer verilmiştir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı, haberleşme hürriyetinin yanı sıra, içeriği ve biçimi ne olursa olsun,
haberleşmenin gizliliğini de güvence altına almaktadır. Haberleşme bağlamında
bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine
konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir. Posta, elektronik
posta, telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin
haberleşme hürriyeti ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi
gerekir (Yasemin Çongar ve diğerleri,
B. No: 2013/7054, 6/1/2015, §§ 48-50).
116.
Görüldüğü üzere haberleşme özgürlüğü ve haberleşmenin gizliliğine saygı hakkı,
gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de güvence altına
alınmıştır. Anılan düzenlemelerde ifade edilen haberleşme kavramı, avukatların
müvekkilleri ile yazışmalarını ve bilgisayarlarındaki iletişime ilişkin
kayıtları da içine almaktadır. Dolayısıyla başvurucuların, müvekkilleri ile
yazışmalarına el konulduğu ve bilgisayarlarındaki kayıtların imajının alındığı
iddialarının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında bulunan
haberleşme hürriyeti çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Campbell ve Fell/İngiltere,
B. No: 7819/77-7878/77, 28/6/1984, §§
108-110, 114-120).
117.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu
iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir (bkz. §§ 87, 88).
118.
Somut olayda İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin 17/1/2013
tarihli kararı uyarınca İstanbul ilinde bulunan Halkın Hukuk Bürosu isimli
avukatlık bürosunda yapılan aramada, üzerinde “Son
Mektuplar” yazılı bir klasörün içerisinde yer alan belgelerin,
avukat-müvekkil ilişkisi hakkında olduğu belirtildiğinden numaralandırılmadan
ve incelenmeksizin mühürlenerek ayrı torbaya konulduğu Cumhuriyet savcıları ve
kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak içeriklerinden anlaşılmaktadır. Anılan
belgelere yönelik belirtilen usulün dışında bir yöntemle el koyma işlemi
yapıldığına yönelik başvurucuların iddiası bulunmamaktadır. Hâkimliğin 17/1/2013 tarihli arama kararı uyarınca başvurucu Şükriye
Erden’in İstanbul ilinde bulunan evinde yapılan aramada, başvurucunun müdafii ve baro temsilcisi, el konulan doküman ve
evrakların bir kısmının mesleki faaliyete ilişkin olduğunu belirterek arama ve
el koyma işleminin hukuka aykırı olduğuna dair arama tutanağına şerh
düşmüşlerse de el konulan hangi doküman ve evrakın başvurucunun mesleki
faaliyetine ilişkin olduğu ve bunların avukat ile müvekkili arasındaki mesleki
ilişkiye ait olup olmadığı hususlarında bir açıklamada bulunmamışlardır. Öte
yandan başvurucuların evlerinde ve bürolarında yapılan aramalarda ele geçirilen
bir kısım sabit disk, hafıza kartı, CD, Mp3 player,
kamera kayıt cihazı, flash bellek ve disket gibi
dijital verilerin imajları alınmıştır.
119.
5271 sayılı Kanun’un 130. maddesinde şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi veya
suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla avukat bürolarında yapılacak
aramalarda el koyma işleminin nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre arama sonucu el konulmasına karar verilen materyaller
bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden
avukat bunların avukat ile müvekkili arasındaki mesleki ilişkiye ait olduğunu
öne sürerek karşı koyarsa bu materyaller ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak
hazır bulunanlarca mühürlenecek ve soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden,
kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden bu konuda gerekli kararı vermesi,
istenecektir. Yetkili hâkim el konulan materyalin avukatla müvekkili
arasındaki mesleki ilişkiye ait olduğunu saptadığında el konulan materyal
derhâl avukata iade edilecek ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan
kaldırılacaktır. Bu konuda soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilecek
olan karara karşı 5271 sayılı Kanun’un 267. maddesi uyarınca itiraz yoluna
başvurulabilecektir.
120.
Öte yandan 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesi uyarınca bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde yapılacak aramalarda kopyalama ve el
koyma işlemi, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi suretiyle yapılacaktır.
Maddede alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline
verileceği belirtilmiştir. Dijital verilere el konulmasına dair soruşturma
aşamasında hâkim tarafından verilecek olan karara karşı da 5271 sayılı Kanun’un
267. maddesi uyarınca itiraz yoluna başvurulabilecektir.
121.
Somut olayda başvuru formu ve eklerinde, İstanbul ilinde bulunan Halkın Hukuk
Bürosunda yapılan aramada el konulan ve arama sırasında avukat ile müvekkili
arasındaki mesleki yazışmalar olduğu ifade edildiğinden numaralandırılmadan ve
incelenmeden ayrı bir torbaya konularak mühürlenen belgeler hakkında 5271
sayılı Kanun’un 130. maddesi uyarınca ilgili Hâkimlik tarafından ne yönde karar
verildiği, başvurucuların bu karara karşı itiraz yoluna başvurup başvurmadıkları
ve başvurulmuş ise itiraz merciince itirazın ne şekilde sonuçlandırıldığı; yine
başvurucu Şükriye Erden’in İstanbul ilinde bulunan evinde yapılan aramada el
konulan doküman veya evraklardan herhangi birinin, avukat ile müvekkili
arasındaki mesleki yazışmalar olduğundan bahisle 5271 sayılı Kanun’un 130.
maddesi uyarınca ilgili Hâkimliğe başvurulup başvurulmadığı, başvurulmuş ise
Hâkimlik tarafından ne yönde karar verildiği, başvurucunun bu karara karşı
itiraz yoluna başvurup başvurmadığı ve başvurulmuş ise itiraz merciince
itirazın ne şekilde sonuçlandırıldığı; ayrıca başvurucuların bürolarında ve
evlerinde yapılan aramalar sonucunda el konularak yedekleri alınan dijital
verilere ilişkin olarak ilgili Hâkimlik tarafından 5271 sayılı Kanun’un 134.
maddesine göre verilen el koyma kararlarına karşı itiraz yoluna başvurulup
başvurulmadığı ve başvurulmuş ise itiraz merciince itirazın ne şekilde
sonuçlandırıldığı hususlarında bilgi ve belge bulunmamaktadır.
122.
Başvurucuların anılan şikâyetlerine ilişkin olarak ilgili yargısal mercilere
başvurmadan ve başvurulmuş ise olağan kanun yolları tüketilmeden doğrudan
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmaları, bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmamaktadır.
123.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların haberleşme hürriyetlerinin ihlal edildiği
iddiaları ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel
başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e.
Özel Hayatın Gizliliğine ve Konut Dokunulmazlığına Saygı Haklarının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
124.
Başvurucular; mahkeme kararı gerekmesine rağmen tek hâkim tarafından verilen
karar uyarınca avukatlık bürolarında arama ve el koyma işlemi yapıldığını,
İstanbul ilinde bulunan Halkın Hukuk Bürosu hakkında verilen arama kararına
dayanılarak büronun üst katında bulunan ve konut olarak kullanılan yerde de
arama yapıldığını, aramanın kolluk görevlilerince yapıldığını, kolluğa
gerekçesiz olarak gece arama yetkisi verildiğini, Cumhuriyet savcısı
beklenmeden kapı kırılarak içeri girildiğini ileri sürmüşlerdir.
125.
Bakanlık görüşünde, bir suç şüphelisinin yakalanması veya işlenmiş bir suç
fiiliyle ilgili delillere ya da suçun işlenmesini önlemek üzere suç
vasıtalarına el konulması amacıyla kişinin üstünün, eşyasının, aracının, konut
veya iş yerinin ve eklentilerinin aranmasının Sözleşme’nin 8. maddesi ile
korunan haklara müdahale teşkil ettiği ancak Sözleşme’nin 8. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca “hukuka göre”
yapılmış olması, “meşru bir amaç”
taşıması ve “demokratik bir toplumda gerekli
olması” hâlinde bu tür bir müdahalede bulunulabileceği
belirtilmiştir.
126.
Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin; özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamayacağı; 21. maddesinde de kimsenin konutuna dokunulamayacağı
belirtilmiştir (AYM, E.2003/38, K.2005/63, 12/10/2005).
127.
Özel hayatın korunması her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması,
başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir. Kişinin özel hayatında
yaşananların, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler
tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel haklarından biridir ve bu
niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde yer
almış, tüm demokratik ülkelerin mevzuatlarında açıkça belirlenen istisnalar
dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur (AYM, E.2009/1,
K.2011/82, 18/5/2011).
128.
Modern toplumlarda diğer kişi haklarında olduğu gibi özel hayatın gizliliği ve
konut dokunulmazlığı da sınırsız bir hak niteliğinde değildir. Bazı hâllerde bu
haklara da müdahale edilmesi gerekebilmekte, kişiler de önemli nedenlerle
yapılan bu müdahalelere katlanmak durumunda kalmaktadırlar (Benzer yöndeki bir
değerlendirme için bkz. AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011).
129.
Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının yapılması oldukça
zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda
yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte özel hayat kavramının;
herkesin, kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu alandan
uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No. 2013/6995, 8/9/2015,
§ 33).
130.
Anayasa’nın 20. ve 21. maddelerinde, bu maddeler ile koruma altına alınan
haklar bakımından aynı sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Buna göre özel
hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı hakları; millî güvenlik, kamu düzeni,
suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına
bağlı olarak sınırlanabilir.
131.
Anayasa’nın 20. ve 21. maddelerinde sayılan nedenlerden biri veya birkaçına
bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça yine bu sebeplere
bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü özel kağıtları ve eşyası
aranamayacak ve bunlara el konulamayacak, kimsenin konutuna girilemeyecek,
arama yapılamayacak ve buradaki eşyaya el konulamayacak, yetkili mercii kararı
yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulacak; hâkim, kararını el
koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklayacak, aksi hâlde el koyma
kendiliğinden kalkacaktır (AYM, E.2003/38, K.2005/63, 12/10/2005).
132.
Arama, suçu önlemek amacıyla suç işlenmeden önce veya suç işlendikten sonra
delillerin elde edilmesi ve/veya sanığın veya şüphelinin yakalanabilmesi için
bireylerin bazı temel haklarının sınırlandırılmasına sebep olacak şekilde
yürütülen bir koruma tedbiridir. Arama ile başlıca özel hayatın gizliliği,
konut dokunulmazlığı ve vücudun dokunulmazlığı gibi temel haklar
sınırlandırılmış olur (AYM, E.2005/43, K.2008/143, 18/9/2008).
133.
AİHM konut kavramını genellikle özel yaşamın ve aile yaşamının geliştiği, maddi
olarak belirlenmiş yer olarak tanımlamıştır (Giacomelli/İtalya, B. No: 59909/00, 2/11/2006, § 76). Öte yandan AİHM, konut kavramını iş
yerlerini de kapsayacak şekilde genişletmiş; bu bağlamda bir kişinin mesleğini
sürdürdüğü bürosunun, özel bir kişinin işlettiği şirketin faaliyetlerinin
yürütüldüğü kayıtlı merkezin, tüzel kişilerin kayıtlı merkezlerinin,
şubelerinin ve diğer iş yerlerinin bu kapsamda olduğunu ifade etmiştir (Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 30; Petri Sallinen/Finlandiya, B. No:
50882/99, 27/12/2005, § 70).
134.
AİHM’e göre ceza soruşturmasında arama ve el koyma
yetkilerinin kullanılması meşru olmakla birlikte başvuruya konu olayın şartları
çerçevesinde, bu tedbirlere yerinde ve yeterli gerekçelerle ve orantılı olarak
başvurulması gerekir. Bu konu değerlendirilirken özellikle arama izninin
verildiği sırada başka bir delilin varlığı gibi şartların, arama izninin
içeriği ve kapsamı, arama sırasında bağımsız gözlemcilerin bulunması, aramanın
gerçekleştirilme biçimi ve aramadan etkilenen kişinin işi ve itibarına yönelik
olan etkinin boyutu gibi hususlar gözönüne
alınmalıdır (Chappell/İngiltere, B. No: 10461/83, 30/3/1989, § 60; Buck/Almanya, B. No: 41604/98, 28/4/2005, § 45).
135.
Somut olayda silahlı terör örgütü üyesi olduklarından bahisle suç şüphesi
bulunan ve avukat olarak görev yapan başvurucular hakkında İstanbul (2) No.lu
Hâkimliğinin 17/1/2013 tarihli kararları uyarınca
İstanbul ve Ankara illerinde bulunan “Halkın
Hukuk Bürosu” isimli avukatlık bürolarında, İstanbul ilinde bulunan
büronun eklentisi olup bir kısım başvurucular tarafından kısmen konut olarak
kullanılan bölümlerde, Çağdaş Hukukçular Derneğinin Ankara’da bulunan Genel
Merkezinde ve İstanbul Şubesinde, bir kısım başvurucuların evlerinde ve
araçlarında, Baro temsilcilerinin refakatiyle suç delili elde etmek amacıyla
aramalar yapılmıştır. Söz konusu arama işlemleri, Cumhuriyet savcılarının
denetiminde gerçekleştirilmiş olup ayrıca aramalara başvurucuların müdafileri
de katılmıştır. Başvurucular hakkında arama kararı verildiğinde başvurucuların
suç şüphesi altında bulunduklarına ilişkin “Hollanda
ve Belçika Adli Makamları tarafından adli istinabe yolu ile teslim edilen örgüt
arşivinin yer aldığı dokümanlar” gibi bir kısım delillerin bulunduğu
görülmektedir.
136.
Buna göre Halkın Hukuk Bürosu isimli avukatlık bürolarında ve kısmen konut
olarak kullanılan eklentilerinde, başvurucuların üyesi oldukları Derneğin Genel
Merkezinde ve İstanbul Şubesinde, bir kısım başvurucuların evlerinde ve araçlarında
yapılan arama işlemleri “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan
başvurucular hakkında yürütülen soruşturmada suç delillerinin elde edilmesi
amacıyla yapıldığından Anayasa ile düzenlen “millî
güvenlik”, “kamu düzeni”,
“suç işlenmesinin önlenmesi” ve “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması”
şeklindeki sınırlama sebeplerine uygundur (Benzer yöndeki değerlendirme için
bkz. AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011). Öte yandan
arama işlemleri, 3713 sayılı Kanun’un mülga 10. maddesi ile görevli kılınan
hâkim tarafından verilen kararlar uyarınca yapılmış; ayrıca yapılan aramalar
5271 sayılı Kanun’un 130. maddesinde öngörülen usuller çerçevesinde Cumhuriyet
savcılarının denetiminde ve Baro temsilcisinin refakatinde yerine
getirilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların özel hayatlarının
gizliliği ve konut dokunulmazlıklarına yapılan müdahale, anılan haklara yönelik
anayasal sınırlama sebepleri çerçevesinde Anayasa ve Kanun ile öngörülen usule
göre ve suç delili elde edilmesi meşru amacına dayalı olarak bağımsız
gözlemciler olan Baro temsilcilerinin gözetiminde gerçekleştirilmiş olup
müdahalenin niteliği ve müdahale ile öngörülen meşru amaç gözönüne
alındığında demokratik bir toplumda gereklidir.
137.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların, yapılan arama işlemlerinin hukuka aykırı
olduğu iddialarına ilişkin bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
f. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
138.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü
fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak
Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin
varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat
Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
139.
Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Sözleşme’nin 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan
fıkranın (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü
usule uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı
belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B.
No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).
140.
Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri
keyfî bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması gerekir (Abdullah
Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).
i. Hukuka
Aykırı Olarak Gözaltına Alınma İddiası
141.
Başvurucular, avukat olmaları nedeniyle ifadeleri yalnızca Cumhuriyet
başsavcılığı tarafından alınabilecekken haklarında gözaltına alma kararı
verildiğini ileri sürmüştür.
142.
Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
143.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu
iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir (bkz. §§ 87, 88).
144.
Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında,
telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini
gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu
yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili
olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış
olması gerekir (Ramazan Aras, B.
No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
145.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E. 2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Davacılar vekilleri aracılığıyla kasten
yaralama olayına karıştıkları gerekçesi ile yetkili Cumhuriyet savcısının
gözaltı emri olmaksızın kanuna aykırı şekilde gözaltına alındıkları ve bir gün
gözaltında kaldıkları nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın
141 ve devamı maddeleri uyarınca manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Yargılama yapan Iğdır Ağır Ceza Mahkemesince, tazminat istemine konu ceza
davasının derdest olup, henüz sonuçlanmadığı, gözaltında geçirilen sürelerin
TCK’nın 63. maddesi uyarınca cezadan mahsubunun söz konusu olabileceği, derdest
davalarda koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açılamayacağı
gerekçeleriyle, tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
...
5271 sayılı CMK’nın; “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi
incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için,
davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı
dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek
bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olay
incelendiğinde, talebin dava sonucuyla veya verilecek hükümle bir ilgisi
bulunmamaktadır. Gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin, sanıkların mahkumiyeti halinde bu cezalarından mahsubu imkanının
bulunması da ulaşılan bu sonucu değiştirmeyecektir. Hal böyle iken, davanın
esasıyla ilgili henüz hüküm verilmediği ve derdest davalarda koruma
tedbirlerine dayalı olarak dava açılamayacağına ilişkin gerekçenin yasal bir
dayanağı bulunmadığı gibi mahkemenin bu yöndeki değerlendirmesi de isabetsiz
olup, davanın kabulü yerine, yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi,
Kanuna aykırı
olup...”
146.
Buna göre gözaltı işleminin hukuka aykırı olması hâlinde asıl davanın
sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine göre
tazminat talep edilmesi mümkündür.
147.
Bir suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin, gözaltına
alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal
sonucunun kişisel durumuna bir etkisinin olması mümkün görünmemektedir. Zira
gözaltına alma kararı hukuka aykırı da olsa kişi, hâkim tarafından
tutuklandığından gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu yönündeki bir tespit ve
ihlal kararı “tutuklu” kişinin serbest kalmasına tek başına imkân
vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında verilecek muhtemel bir
ihlal kararı, ancak başvurucular lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu
doğurabilecektir.
148.
Başvurucular hakkında verilen gözaltı kararının hukuka uygun olup olmadığı 5271
sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada da incelenebilir.
Nitekim Yargıtay içtihadı bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak
dava yoluyla gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu tespit edildiğinde
tazminata da hükmedilebilecektir.
149.
Somut olayda 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun
başvurucuların durumlarına uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu
olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvuruların
incelenmesinin, bireysel başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmadığı
sonucuna varılmıştır.
150.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların hukuka aykırı olarak gözaltına alındıkları
iddiaları ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel
başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamışlardır.
ii. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığı İddiası
151.
Başvurucular; haklarında kişiselleştirme yapılmadan, toplu yapılan bir
değerlendirme sonucunda, kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular açıklanmadan
gerekçesiz bir şekilde haklarında tutuklama kararı verildiğini ileri sürmüşlerdir.
152.
Öte yandan başvurucular; haksız tutuklama nedeniyle müvekkillerinin yasal
işlemlerini yerine getiremediklerini, avukat olarak mesleki faaliyetlerinin
soruşturma konusu edildiğini ve bu faaliyetlerine dayanılarak tutuklandıklarını
belirterek Anayasa’nın 48. maddesi ile güvence altına alınan çalışma
hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların
tutuklanmaları nedeniyle mesleklerini icra edememeleri, hürriyetlerinden yoksun
kalmalarının doğal sonucu olup ayrıca başvurucuların çalışma hürriyetlerine bir
müdahalede bulunulmamıştır. Başvurucuların mesleki faaliyetlerinin soruşturma
konusu edildiği ve bu faaliyetleri nedeniyle tutuklandıkları iddiası ise
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir şikâyet niteliğindedir. Bu nedenlerle başvurucuların
anılan iddialarının, tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddiası çerçevesinde
incelenmesi uygun görülmüştür.
153.
Bakanlık görüşünde, aynı nitelikteki iddialara ilişkin daha önce yapılan
başvurularda görüş bildirildiğinden eldeki başvuruda başvurucuların bu
iddiaları hakkında görüş bildirilmeyeceği belirtilmiştir.
154.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme
bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç
işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri
için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine
özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali
Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
155.
Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama
veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka
gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya
kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin
doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir
şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere
dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında
tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali
Balbay, § 73).
156.
Tutukluluk 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde
tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir.
Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
157.
Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara
dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk
konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz
şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfîlik
halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel
başvuruda incelenmesi gerekir (Abdullah
Ünal, § 39).
158.
Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin
özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede
güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM,
Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin
bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini
vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
159.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunmak koşuluyla hakkında dava açmak için gerekli delillerin
tespiti amacıyla tutulabilir. Tutmanın amacı ayrıca kişi hakkındaki şüpheleri
teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87).
160.
Somut olayda başvurucuların yargılandıkları davada, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 1/7/2013 tarihli
iddianame ile başvurucuların DHKP/C terör örgütü adına faaliyet yürüten “Halkın Hukuk Bürosu” isimli yapılanmada
yer aldıklarının, bu kapsamda gözaltına alınan ya da yargılanmakta olan DHKP/C
terör örgütü mensuplarına örgütün talimatıyla hukuki yardımda bulunduklarının,
bu kişilerin ve yakınlarının örgüte olan bağlılık ve aidiyet duygularını
pekiştirdiklerinin, gözaltına alınan şüphelilerin gözaltında bulundukları süre
zarfında ifade vermelerini ve örgütsel sırları ifşa etmelerini engellemek
amacıyla baskı ve tehdit içerikli girişimlerde bulunduklarının, örgüte iletilmesi
gereken önemli bilgileri, örgütün diğer ilgili yapılanmalarına ilettiklerinin
iddia edildiği görülmektedir (bkz. § 26).
161.
Öte yandan iddianamede başvuruculara; örgütsel faaliyetlerde kullanılmak üzere
örgütten para almak, örgüt üyelerini evlerinde barındırmak ve tedavilerini
yaptırmak, avukat olarak mesleki faaliyetlerini örgüt yöneticilerinden
aldıkları talimatlar doğrultusunda yerine getirmek ve bu faaliyetlerine ilişkin
örgüt yöneticilerine bilgi vermek, intihar saldırısında bulunan örgüt üyelerinin
cenaze merasimlerini örgüt propagandasına dönüştürmeye yönelik faaliyetlerde
bulunmak, gözaltına alınan ve müdafiliğini yürüttükleri örgüt üyelerine açlık
grevi yapmaları, ifade vermemeleri ve görevlilere direnmeleri yönünde telkinde
bulunmak, örgütün silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı
ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katılmak,
örgüt üyelerinin şiddet içerikli bir kısım eylemlerinde kurye olarak görev
almak, örgüt mensuplarına yapılan toplantılarda örgütsel eğitim vermek, DEV
GENÇ tarafından yapılan eylemlerin organize edilmesinde yer almak, örgüt ile
ilgili yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmalar kapsamında cezaevinde tutuklu
ya da hükümlü olarak bulunan örgüt mensuplarının ölüm orucu eylemine katılmalarını
sağlamak, müdafiliğini yaptıkları şüphelilere örgütsel talimatları iletmek,
barodan özel avukat talep eden örgüt üyelerini baskı altına alarak şüphelilerin
bu taleplerini engellemeye çalışmak, örgütün deşifre olmasını sağlayan
beyanlarda bulunan kişilerin ifadelerini temin ederek örgüt üst yönetimine ve
arşivine aktarmak, cezaevinde bulunan örgüt mensuplarına örgüt yönetiminin
talimatlarını iletmek, örgüt yönetimi ile cezaevinde bulunan örgüt mensupları
arasında para vb. konularda kuryelik yapmak gibi suçlamalar yöneltilmiştir
(bkz. § 27).
162.
İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş
olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten
yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır.
Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı
ilk tutma bakımından yeterli olabilir (Hikmet
Kopar ve diğerleri, B. No: 2014/14061, 8/4/2015,
§ 84).
163.
Başvurucuların; iddianame ile kendilerine isnat edilen eylemleri işleyip
işlemedikleri, isnat edilen eylemlerin iddianamede belirtilen suçları oluşturup
oluşturmadığı devam etmekte olan yargılamanın sonucunda ve bir bütünlük
içerisinde görevli Mahkemece belirlenecektir. Yine bu belirlemeye göre varılacak
sonucun hukuka uygun olup olmadığı kanun yolu incelemesi ile tespit edilebilir.
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik bulunması hâlinde, hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere, isnat edilen eylemlerin suç
oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun
hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
164.
Somut olayda başvurucular hakkında yürütülen soruşturmanın niteliği ve kapsamı gözönüne alındığında İstanbul (1) No.lu Hâkimliği
tarafından, soruşturma dosyasında bulunan
“teknik ve fiziki takip tutanakları ile gizli tanık beyanlarına” dayanılarak
başvurucuların isnat edilen DHKP/C terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak
suretiyle “silahlı terör örgütü
üyesi olma” suçunu işlediklerine
yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutuklama kararı
verildiği görülmektedir (bkz. § 19). Başvurucuların tutuklama kararına yönelik
itirazlarını değerlendiren İstanbul (2) No.lu Hâkimliği de dosya içerisinde
bulunan “Hollanda ve Belçika ülkelerinden
gönderilen belgeler, fiziki takip ve iletişimin tespiti tutanakları,
fotoğraflar, teşhisler, şüphelilerin ev ve bürolarındaki aramalarda ele geçen
deliller, gizli tanık beyanları ve başka soruşturmalardaki şüpheli ifadelerine”
dayanarak başvurucuların isnat edilen suç yönünden kuvvetli suç
şüphesi altında olduklarını kabul etmiştir (bkz. § 20). Başvurucular hakkında
düzenlenen iddianamede başvurucuların isnat edilen suçlardan cezalandırılmaları
talep edilmiş ve delil olarak özellikle “Hollanda
ve Belçika Adli Makamları tarafından adli istinabe yolu ile teslim edilen örgüt
arşivinin yer aldığı dokümanlar, arama ve el koyma tutanakları, inceleme
tutanakları, fotoğraftan teşhis tutanakları, daha önce örgüt üyeliğinden
soruşturma geçiren şüpheli anlatımları, tanık anlatımları, gizli tanık
anlatımları, müşteki beyanı, olay evrakları, adli tıp raporu, kroki, emanet eşyaları”na
dayanılmıştır (bkz. § 25). Dava dosyası, iddianame ile başvuruculara isnat edilen ve
yukarıda özetlenen eylemler ile başvurucular hakkında verilen tutuklama ve
tutukluluğa itirazın reddi kararlarındaki gerekçeler birlikte
değerlendirildiğinde başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden
şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Başvuruculara isnat edilen “silahlı
örgüt üyesi olma” suçu, 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında
olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu görülmektedir. Öte
yandan başvurucular hakkında verilen tutuklama kararında, tutuklamanın ölçülü
olduğu ifade edilmiş; tutuklamaya itirazın reddi kararında ise isnat edilen
suçun ağırlığı, suç için öngörülen ceza miktarı, başvurucuların yurt dışı
irtibatları dikkate alınarak kaçma şüphelerinin bulunduğu belirtilerek
tutuklama nedenleri açıklanmıştır.
165.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların; haklarında kişiselleştirme yapılmadan,
toplu yapılan bir değerlendirme sonucunda, kuvvetli suç şüphesini gösteren
olgular açıklanmadan ve gerekçesiz bir şekilde tutuklama kararı verildiği
iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Soruşturma
Dosyasına Erişimin Kısıtlandığı İddiası
166.
Başvurucular, soruşturmada “kısıtlama” kararı verilmesi nedeniyle silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
167.
Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in
benzer kararlarına atıf yapılarak silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin korunmadığı bir davada adil bir yargılamadan söz etmenin olanaklı
olmadığı, Sözleşme’de açıkça düzenlenmeyen müdafiin dosyayı inceleme yetkisinin Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bendinde önemli dayanak
noktalarının olduğunu ve koruma altına alındığını belirtmiştir.
168.
Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kimseye
yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı
olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak
derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar
bildirilmesini öngörmektedir.
169.
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi,
kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna
aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir
yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
170.
Anayasa’nın anılan hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu
hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen
serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma
hakkına sahiptir. Fıkrada öngörülen bu prosedürde adil yargılanma hakkının
bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen
tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir
(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849,
4/12/2013, §§ 122, 123).
171.
Tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde
“silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Hikmet Yayğın,
B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30).
172.
Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine tanınıp
diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil
bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, § 70).
173.
Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi
olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın
bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi,
silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini
tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi
durumunda davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge
bozulacaktır (Bülent Karataş, §
71).
174.
AİHM, müdafiin dosya içeriğini incelemesinden mahrum
bırakılmasını silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak değerlendirmektedir (Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 41). Ancak AİHM’e
göre millî güvenlik, suçların araştırılmasına ilişkin polisiye yöntemlerin
gizli kalma gerekliliği ya da üçüncü bir kişinin temel haklarının ve kamu
düzeninin korunması için gerektiği ölçüde çelişmeli yargılama ilkesi
kısıtlanabilir. Bununla birlikte savunma haklarının kısıtlanması nedeniyle
karşılaşılan zorlukların yargılama sırasında yeteri kadar giderilmesi gerekir (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
3455/05, 19/2/2009, § 205).
175.
AİHM’e göre yakalanan bir kimseye, yakalanmasının
temel maddi ve hukuki sebepleri teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir
dilde açıklanmalı ve böylece kişi, eğer uygun görürse yakalanmasının Sözleşme’nin
5. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek
üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Sözleşme’nin 5.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan kişiye isnat
edilen suçların tam bir listesini içermesini gerektirmemektedir (Bordovskiy/Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 56; Nowak/Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011, § 63).
176.
AİHM, ifadesi alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine
ilişkin sorular sorulmuş ve başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında
bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun
tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğuna, içerikleri
hakkında yeterli bilgiye sahip olduğuna ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin
gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını elde ettiğine karar
vermektedir (Ceviz/Türkiye, § 43;
Hebat Aslan ve Firas
Aslan/Türkiye, B. No: 15048/09, 28/10/2014,
§ 62). Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği
hakkında yeterli bilgiye sahiptir (Hidayet
Karaca, B. No: 2015/144, 14/7/2015, § 107).
177.
Somut olayda başvurucuların Cumhuriyet Savcılığı ve sorgu sürecinde alınan
savunmaları incelendiğinde başvuruculara, isnat edilen suçun içeriğine yönelik
bilgi verildiği, isteyen müdafilere suçlamaya dayanak bir kısım belgeleri ve
soruşturma dosyasını inceleme imkânı sağlandığı, başvurucuların haklarındaki
suç isnadına ilişkin temel bilgilere sahip olarak müdafileriyle birlikte suç
isnadına dayanak olan belge ve delillere yönelik vasıflandırma da yapmak
suretiyle ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları görülmektedir. Yine başvurucuların,
tutuklama kararlarına karşı yaptıkları itiraz kapsamında sundukları
dilekçelerinde usul ve esasa ilişkin olarak ayrıntılı bir biçimde savunmada
bulundukları tespit edilmiştir. Öte yandan başvurucuların 5271 sayılı Kanun’un
153. maddesinin (3) numaralı fıkrasına aykırı olarak kuralda belirtilen
ifadelerini içeren tutanaklar, bilirkişi raporları ve hazır bulunmaya yetkili
oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklara erişimlerinin kısıtlandığı
yönünde bir şikâyetleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucuların ve
müdafilerinin isnat edilen suçlamaya ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere
erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
178.
Suç işlendiği şüphesine bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk
aşamasında yapılan yargısal denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan
temel unsurların başvuruculara veya müdafilerine bildirilmiş ve başvuruculara
bunlara itiraz etme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında salt kısıtlılık
kararı nedeniyle başvurucuların soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun
bırakıldığı ve bu itibarla silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin ihlal edildiğinin kabulü mümkün değildir.
179.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların, soruşturmada kısıtlama kararı verilmesi
nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği
iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. İtiraz İncelemesinin Duruşmasız Yapıldığı
İddiası
180.
Başvurucular, tutuklamaya yönelik itiraz incelemesinin duruşmasız yapıldığını
ileri sürmüşlerdir.
181.
Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
182.
Tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde
“silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı” ilkelerine riayet edilmelidir (bkz.
§ 171).
183.
AİHM’e göre Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı
fıkrasından kaynaklanan ilk temel teminat, tutukluluğa karşı itirazın hâkim
önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Tutuklu kişi, bu
haktan düzenli ararlıklarla yararlanabilmelidir (Knebl/Çek Cumhuriyeti, B. No: 20157/05, 28/10/2010, § 85).
184.
Hürriyeti kısıtlanan kişinin, salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk
derece mahkemesi huzurunda hazır bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı
mahkemenin önüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması, silahların eşitliği
ilkesi gözetildiği müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile
sağlanan teminatları ihlal etmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 67).
185.
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca tutukluluğun devamına
ilişkin olarak mahkemelerce verilen kararlara yapılan her itirazda başvurucunun
dinlenilmesi gerekli olmamakla beraber tutuklu kişinin makul aralıklarla
dinlenilmeyi talep etme hakkı vardır (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 68).
186.
Somut olayda itiraz incelemesi sırasında duruşma yapılmamıştır. Başvurucuların
ve Cumhuriyet savcısının tutukluluk hâlinin hukuka aykırı olup olmadığına
ilişkin sözlü açıklama yapmak üzere Mahkemeye çağrılmadığı ve dinlenmediği
incelemede silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğinden bahsedilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
§ 71).
187.
Somut olayda başvurucular, İstanbul (1) No.lu Hâkimliğinin 20-21/1/2013 tarihli kararları ile tutuklanmışlardır.
Başvurucular hakkında tutuklama kararı verilirken Hâkimlik tarafından
kendilerine isnat edilen suçlar açıklanmış, yasal hakları hatırlatılmış,
başvurucuların ve müdafilerinin hem suçlamaya hem de Cumhuriyet Savcılığının
tutuklama talebine karşı sözlü beyan ve savunmaları alınmıştır. Başvurucular 28/1/2013 tarihinde tutuklama kararlarına itiraz etmiş,
itiraz dilekçelerinde incelemenin duruşmalı yapılmasını talep etmişlerdir.
İtirazı inceleyen İstanbul (2) No.lu Hâkimliği 1/2/2013
tarihli kararı ile başvurucuların, incelemenin duruşmalı yapılması talebini “yasal olarak imkân bulunmadığı”
gerekçesiyle kabul etmemiş ve incelemesini dosya üzerinden gerçekleştirerek
itirazı reddetmiştir.
188.
Buna göre İstanbul (1) No.lu Hâkimliği tarafından başvurucuların ve
müdafilerinin sözlü olarak dinlenilmesi ve sonrasında tutuklanmalarına karar
verildiği tarihler (20-21/1/2013) ile İstanbul (2)
No.lu Hâkimliği tarafından başvurucuların tutukluluğa itirazlarının duruşmasız
olarak incelendiği tarih (1/2/2013) arasında 11-12 günlük bir zaman dilimi
bulunmaktadır. AİHM içtihatlarına göre bir ayın altındaki süre (28 gün)
aralığında tutukluluğun devamına ilişkin incelemenin, ilgili dinlenilmeden
yapılması Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlali olarak
değerlendirilmemektedir (Çatal/Türkiye,
B. No: 26808/08, 17/4/2012, §§ 41, 42).
189.
5271 sayılı Kanun'un 267. maddesine göre resen ya da talep üzerine tutukluluk
hakkında verilmiş tüm kararlar bir başka mahkeme önünde itiraza konu
edilebilmektedirler. Böyle bir sistemde başvuruya konu olay bakımından her bir
itirazın duruşmalı incelenmesi tutukluluk bakımından yargılamanın itiraz
merciinde tekrar edilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla başvurucuların
tutuklandıkları tarihlerden 11-12 gün sonra yapılan itiraz incelemesinin
duruşmasız olmasının çelişmeli yargılama ilkesini ihlal ettiği söylenemez.
190.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutuklamaya itiraz incelemesinin duruşmasız
olarak yapıldığı iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
g.
Düşünceyi Açıklama ve Yayma ile Dernek Kurma Hürriyetlerinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
191.
Başvurucular soruşturmanın, üyesi oldukları Derneğin faaliyetlerine yöneldiğini
ve dernek üyeliği sıfatıyla gerçekleştirdikleri faaliyetleri nedeniyle
tutuklandıklarını ileri sürmüşlerdir.
192.
Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
193.
Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
kenar başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi
olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu
fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların
izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”
194.
Anayasa’nın “Dernek kurma hürriyeti”
kenar başlıklı 33. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, önceden izin
almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine
sahiptir.
Hiç kimse bir derneğe
üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz.”
195.
Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında vurgulandığı üzere ifade
özgürlüğü; herkesin söz, yazı, resim veya başka yollarla düşünce ve
kanaatlerini açıklama ve yayma hakkını ve buna bağlı olarak haber veya görüş
alma ve verme özgürlüklerini kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü;
kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi,
düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya
başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir (Bekir Coşkun, B. No:
2014/12151, 4/6/2015, § 33)
196.
Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana
unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel
şartlardan birini oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünün sadece toplum tarafından
kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil;
incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli
olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve
açık fikirliliğin bir gereğidir (Handyside/Birleşik
Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
İfade özgürlüğü, bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması
ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç, B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 48).
197.
Örgütlenme özgürlüğü ise bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini
temsil eden kolektif bir oluşum meydana getirerek bir araya gelme özgürlüğünü
ifade etmektedir. “Örgütlenme” kavramının Anayasa çerçevesinde özerk bir anlamı
vardır ve bireylerin devamlı olarak ve eş güdüm içerisinde yürüttükleri
faaliyetlerin hukukumuzda örgütlenme olarak tanınmaması, Anayasa hükümleri
kapsamında örgütlenme özgürlüğünün zorunlu olarak gündeme gelmeyeceği anlamına
gelmez (Tayfun Cengiz, B. No:
2013/8463, 18/9/2014, § 30).
198.
Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği
örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir. Demokrasilerde
böyle bir “örgüt”, devlet tarafından saygı gösterilmesi ve korunması gereken
temel haklara sahiptir (Tayfun Cengiz,
§ 31).
199.
AİHM, ceza yargılaması sürecinde tutukluluk nedeniyle kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği durumda bununla bağlantılı olarak ifade
hürriyeti açısından yaptığı değerlendirmede tutuklama tedbirinin tamamen varsayımsal bir risk olarak değerlendirilemeyeceğini,
aksine gerçek ve fiilî bir zorlama teşkil edeceğini, bu açıdan Sözleşme’nin 10. maddesi
tarafından koruma altına alınan ifade özgürlüğünün kullanımına bir “müdahale” oluşturacağını tespit etmiştir
(Nedim Şener/Türkiye, 38270/11, 8/7/2014, § 96).
200.
Somut olayda başvurucular Çağdaş Hukukçular Derneğinin üyeleridirler. Öte
yandan başvuruculardan Selçuk Kozaağaçlı Genel
Başkan, Taylan Tanay İstanbul Şubesi Başkanı, Avni Güçlü Sevimli İstanbul
Şubesi Sekreteri, Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi olarak
Dernekte yönetici konumunda görev yapmaktadırlar. Başvurucular, soruşturmanın
Derneğin faaliyetlerine yöneldiğini iddia etmektedirler.
201. Başvurucuların üyesi oldukları Derneğin amacı, Dernek
Tüzüğü’nün 2. maddesinde “Hukukun, insanlığın
binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın
özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence
altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak üzere
temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü saldırının önlenmesi için
çalışma yapmak” olarak belirtilmiştir. Başvurucular hakkında
yürütülen soruşturmada başvurucuların DHKP/C terör örgütünün üyesi oldukları,
örgüt adına şiddeti teşvik eden propaganda faaliyetlerinde bulundukları ve bir
kısım şiddet eylemlerine yardım ettikleri, avukatlık görevleri nedeniyle
eriştikleri bir kısım bilgileri örgüt yöneticilerine ilettikleri, örgüt
üyelerinin barınma ve tedavisine yardım ettikleri iddialarıyla haklarında
“silahlı terör örgütü üyesi olma” suçundan cezalandırılmalarına ilişkin dava
açıldığı görülmektedir (bkz, §§ 26-27).
202.
Başvurucuların tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde
başvurucuların suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için inandırıcı
delillerin bulunduğu ve olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu sonucuna
varılmıştır (bkz. §§ 151-165). Dolayısıyla başvurucuların; soruşturmanın, üyesi
oldukları Derneğin faaliyetlerine yöneldiği ve bu faaliyetleri nedeniyle
tutuklandıkları iddialarının yerinde olmadığı görülmektedir.
203.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların; soruşturmanın, üyesi oldukları Derneğin
faaliyetlerine yöneldiği ve dernek üyeliği sıfatıyla gerçekleştirdikleri
faaliyetleri nedeniyle tutuklandıkları iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Başvurucu İstanbul Barosu yönünden başvurunun kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2.
Diğer başvurucular yönünden,
a. Mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
b. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
c. Gözaltına alınırken,
gözaltı süresince ve sevk edildikleri cezaevi girişinde maruz kaldıkları
eylemler nedeniyle işkence, kötü muamelede bulunma ve onur kırıcı davranma
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
d. Gözaltında iken adliyede
tutuldukları yerin fiziksel koşulları nedeniyle işkence, kötü muamelede bulunma
ve onur kırıcı davranma yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
e. Haberleşme hürriyetinin
ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
f. Özel hayatın gizliliğine
ve konut dokunulmazlığına saygı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
g. Hukuka aykırı olarak
gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
h. Tutuklanmaların hukuki
olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
i. Soruşturma dosyasına
erişimlerin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
j. İtiraz incelemesinin
duruşmasız yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
k. Düşünceyi açıklama ve
yayma ile dernek kurma hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına OYBİRLİĞİYLE
17/12/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucular,
Avukat olmaları nedeniyle ifadelerinin yalnızca savcılık tarafından alınacak
olmasına rağmen haklarında verilen gözaltı kararının hukuka aykırı olduğunu, bu
nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiklerini ileri
sürmüşlerdir.
Mahkememiz
çoğunluk görüşü; gözaltına alınmanın hukuka aykırılığının tespitinin 5271
sayılı yasanın 141. maddesine göre açılacak bir tazminat davasında
incelenebileceğini, hukuka aykırılık olsa da bu tespit ve ihlal kararının
“tutuklunun” serbest kalmasına, imkan vermeyeceğini,
aykırılığın gideriminde telafi edici yolun tazminat
olduğu nedenleri ile başvuruyu Başvuru Yollarının Tüketilmemiş Olması nedeniyle
kabul edilemez bulmuştur.
Kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında Anayasa’nın 19. maddesinin 2. fıkrası
kanunda öngörülen haller hariç kimsenin hürriyetinden yoksun
bırakılamayacağını, AİHS’nin 5. maddesi 1. fıkrasında da yasanın öngördüğü usul
dışında özgürlükten yoksun bırakılamayacağı ifade edilmektedir.
Kuralda
yer alan fikrin özü ve amacı kişinin sahip olduğu hak ve özgürlükleri korumak,
insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, yasalar çerçevesinde saygı göstermek ve
gelişmesine katkıda bulunmaktır.
Ancak
Mahkememiz gerekçede, bireysel başvurunun ikincil niteliğini öne çıkarmakta ve
ihlalin niteliğine bakarak aşırı bir şekilcilikle, Başvuru yolunun tüketilmesi
kuralının katı bir yorumla mutlak bir kural gibi uygulanması gerektiğine vurgu
yapmaktadır.
Karar
gerekçemizde, tavsiye edilen 5271 sayılı Yasa’nın 141. maddesinin öngördüğü
tazminat yolu, Anayasa’nın 19. maddesinin ve Sözleşme’nin 5. maddesi 5. fıkrası
bağlamında şeklen doğru gibi gözükse de, ülkemizde benzer bir ihlal ile
karşılaşan bir başvurucuyu etkili şekilde tatmin etmiş, istikrar bulmuş, yol
olarak kabul edilecek kararlara henüz yoktur.
Kamu
otoritesinin hak ve özgürlüklere uygun ve saygın davranmasının temini, hukuk
devletinin koruyucu ve uygulayıcılarının asli görevi iken, hukuka aykırı somut
işleme karşı etkili olduğu kanıtlanmamış tazminat yolunu, hukuk dışı uygulamayı
karşılayacak ve meşru bir zemin olması yolunu açan anlayışın kabulü mümkün
değildir.
Hukuka
aykırı olarak gözaltına alınma iddiası karşısında haklardan
yararlandırılmamayı, kişiler yönünden mağduriyeti telafi edici, şikayeti gidermede makul başarı şansı tanımış emsal kararda
yoktur.
Benzer
konulara temyiz mercii olarak bakan Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
uygulamalarında verilmiş tazminatlar bulunmakta ise de bunların, aykırılığın
denetiminde başvuru yolunun etkili olup olmadığı yönünde referans alınmış ve
Mahkememize yapılmış bir değerlendirme henüz bulunmamaktadır. Benzer yöndeki
AİHM kararı için bakınız (Murat ÖZDEMİR/TÜRKİYE, B.No:
60225/11, 15/4/2015, § 27-34 )
AİHM’nin
5271 sayılı Yasa’nın 141. maddesini 148. maddedeki koşullara bağlaması
nedeniyle etkili bir yol olmadığına ilişkin sayısız kararı bulunmaktadır
(3719/08, 3746/08, 2422/06, vb).
Mahkememiz
kanuna aykırılık olarak nitelenen azami tutukluk sürelerinin aşılması şikayetlerinde, Başvurunun karara bağlandığı tarihte tahliye
edilmiş olmalarını da gözeterek verilecek ihlal kararının başvurucunun kişisel
durumunda bir değişiklik yaratmayacağını bilmesine rağmen kimi başvuruları
kabul edilebilir bulup ihlal kararları vermiş iken. (2012/239, 2013/1789,
2013/1420, 2013/496, 2013/2653) bu kez aynı gerekçe ile somut dosyada verilecek
ihlal kararının başvurucunun şahsi durumda bir değişiklik yaratmayacağına vurgu
yapılmış ve bu nedenle tazminat yolunu kullanmamış olması başvurunun kabul
edilmezliğine gerekçe olmuştur.
Bu
konuya ilişkin benzer değerlendirmeler 2013/2950 sayılı Bireysel Başvuru
dosyasına yazılı karşıoyda da ayrıntılı şekilde
anlatılmıştır.
Anılan
nedenler ile, Başvurunun bu kısmının açıkça kabul
edilmezliğini haklı kılacak bir neden bulunmadığı gerekçesi ile başvurunun
kabul edilebilir bulunup esas yönünden de incelenmesi gerektiğini düşündüğümden
karşı yöndeki karar gerekçesine katılınmamıştır.
FARKLI GEREKÇE VE KARŞIOY
I. Baro’nun Bireysel Başvuru Ehliyeti Konusunda Farklı
Gerekçe:
1. Başvurucu
İstanbul Barosu, avukat olan diğer başvurucuların bireysel avukatlık hakları
ile örgütsel olarak savunma hakkının engellenmesine yönelik hak ihlalleri
nedeniyle Baro olarak hem savunma haklarının hem de üyelerinin meslek
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Baronun
bireysel başvuru ehliyeti konusunda öncelikle Baro’nun, Anayasa’nın 135.
maddesinde yer alan “Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşu” kapsamındaki
tüzel kişiliğiyle mi yoksa Anayasa’nın 33. ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 11. maddeleri kapsamında örgütlenme özgürlüğünden yararlanan bir
tüzel kişi sıfatıyla mı hareket ettiğinin tespit edilmesi gerekir.
3. Anayasa’nın
135. maddesinde “Kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların
müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak,
mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek
mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve
güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını
korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından
kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen
kamu tüzelkişilikleridir” denilmektedir. Buna göre, Anayasa’da
sayılan görev ve yetkilerle ilgili olarak baroların kamu tüzel kişisi sayıldığı
ve bu kapsamdaki iş ve işlemlerden doğan uyuşmazlıklarla ilgili olarak,
bireysel başvuru ehliyetine sahip olmadıkları açıktır. Ancak Barolar, genel
idarenin bir parçası da değildirler. Kamu tüzel kişisi olmakla birlikte,
örneğin, kamulaştırma yetkileri bulunmamaktadır (Danıştay 6. Dairesinin
Esas:1986/212, Karar:1986/321 sayılı kararı).
4. Öte
yandan, aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşu olan ve bu kapsamda Anayasa’nın
ve AİHS’nin örgütlenme özgürlüğüne ilişkin hükümlerinin güvencesi altında olan
baroların bu kimlikleriyle, bireysel başvuru yapabilecekleri kabul edilmelidir.
Baroların kamusal yetkileri dışındaki özel mülkiyet, ifade özgürlüğü ve
örgütlenme ile ilgili iş ve işlemlerine kamu gücü tarafından müdahale
edildiğinde, olağan kanun yolları tüketildikten sonra, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yapabileceklerinin kabul edilmesi gerekir. Aksi takdirde, baro
özel mülkiyetine veya baro seçimlerine kamu gücü tarafından yapılacak haksız bir
müdahalede Barolar, sıradan bir dernek veya vakfa sağlanan bireysel başvuru imkanından dahi yararlanamayacaktır. Böyle bir durumun,
temel haklar ve bireysel başvuru sistematiğine uygun olacağı söylenemez. Bu
nedenle, 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki “Özel hukuk tüzelkişileri sadece tüzel kişiliğe ait
haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir”
şeklindeki ikinci cümlenin amaçsal yorumlanması ve
Baroların özel hukuk tüzel kişisi gibi hareket ettikleri durumlarda bireysel
başvuru yapmalarına bir engel olarak görülmemesi gerekir.
5. Somut
başvuruda, İstanbul Barosu mensubu dokuz avukatın temel hak ihlali iddiası
vardır. Başvurucular, İstanbul Barosunun yöneticisi değildir. Yaklaşık 25.000
üyesi bulunan bir Baronun mensubu olan az sayıdaki avukatın tutuklanmasının,
bir süre mesleki faaliyetten alıkonulmakla birlikte, Baronun örgütlenme
özgürlüğüne yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil ettiğinden söz edilemez. Bu
durumda Baronun örgütsel bir mağduriyeti bulunmamaktadır.
6. Bireysel
başvuruda bulunabilmek için başvurucunun güncel ve kişisel bir hakkının
doğrudan etkilenmiş olması gerekir. Başvuruda bu koşul yerine gelmediğinden,
başvurunun “mağdur sıfatının bulunmaması”
nedeniyle reddi gerekir.
7. Yukarıdaki
nedenlerle, sonuç itibariyle “kişi
bakımından yetkisizlik” kararına, başvuranın kamu tüzel kişisi
olması nedeniyle değil, mağdur sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle
katılmaktayım.
II. Başvurucuların Özel Hayatın Gizliliğine ve Konut
Dokunulmazlığına Saygı Haklarının İhlal İddiasına İlişkin Karşıoy:
8. Başvurucular,
aynı zamanda konut olarak da kullanılan avukatlık bürolarında kolluğa
gerekçesiz olarak gece arama yetkisi verildiğini, Cumhuriyet savcısı
beklenmeden kapı kırılarak içeri girildiğini belirtmişlerdir.
9. Başvuruculara
yönelik uygulama, Belçika ve Hollanda’dan istinabe yolu ile temin edilen, “örgüt arşivinin yer aldığı dokümanlar”
şeklinde tanımlanan delillere dayandırılmıştır. Dosyada yer alan iddianameden,
bahse konu dokümanların 2003 yılına ait oldukları, bunların “Hollanda Ulusal Savcılığının 06/02/2007 tarihli
yazıları ile teslim edilen tüm araştırma bilgilerinin ve bilişim
materyallerinin örgüt arşivinden ele geçirilmesi nedeniyle …
delil olarak kullanılabileceğinin”
belirtildiği anlaşılmaktadır.
10. Başvurucular,
yıllardan beri avukatlık yapmakta olup 1974 yılından beri yasal olarak faaliyet
gösteren Çağdaş Hukukçular Derneği’nin üyesidirler. Örgütlendikleri diğer bir
dernek olan Halkın Hukuk Bürosu ise bazı suçların işlendiği şüphesi ile bir
süredir takip altındadır. İstinabe evraklarının alınması uzun bir sürede
gerçekleşmiş ve bütün bu zaman zarfında başvurucuların tutuklanmasını gerektirecek
bir eylemi olmamıştır.
11. Bu
durumda, başvurucuların konut ve bürolarında yapılan arama her ne kadar meşru
bir amaca dayanmakta ve demokratik bir toplumda zorunlu sayılabilecek ise de
gece vakti, kapı kırılmak suretiyle arama yapılmasını gerektirecek derecede
acil değildir. Bu nedenle, olayda başvurucuların özel hayatının gizliliğine ve
konut dokunulmazlığına yapılan müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez.
Başvurunun bu iddia yönünden Kabul Edilebilirliğine karar verilmesi gerekir.
III. Başvurucuların Hukuka Aykırı Olarak Gözaltına Alınma
İddiasına İlişkin Karşıoy:
12. Başvurucular,
avukat olmaları nedeniyle ifadeleri yalnızca savcılık tarafından alınacak
olmasına rağmen haklarında gözaltı kararı verildiğini ileri sürmüşlerdir.
13. Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulunca, gözaltı işleminin hukuka aykırı olması halinde asıl
davanın sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine
göre tazminat istenebileceği, bu yönde Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
E:2012/21752, K:2012/20353 sayılı kararının bulunduğu, bunun tüketilmesi
gereken etkili bir yol olduğu, bu yola gidilmediğinden başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmediği”
gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
14. AİHM’nin,
5271 sayılı Kanun’un 141. maddesiyle ilgili kararları önceden beri, Yargıtayın son kararındakiyle aynı yolu göstermekteydi.
AİHM, uygulamada aynı Kanun’un 142. maddesinde öngörülen, tazminat talep
edilebilmesi için kararın kesinleşmesinin beklenmesi kuralına dayanılarak verilen
yargı kararları nedeniyle 141. maddeyi etkili bir yol olarak kabul etmemiştir. Bu konuda AİHM’nin verdiği çok sayıda ihlal kararı bulunmaktadır (Tunce ve
Diğerleri/Türkiye, 2422/06, 3718/08, 3714/08, 3715/08, 3717/08, 3718/08,
3719/08, 3724/08, 3725/08, 3728/08, 3730/08, 3731/08, 3733/08, 3734/08,
3735/08, 3737/08, 3739/08, 3740/08, 3745/08, 3746/08).
15. Yargıtay
12. Ceza Dairesinin 141. maddenin bazı durumlarda kararın kesinleşmesi
beklenmeden uygulanabileceğine dair içtihadı her ne kadar AİHM kararlarıyla
uyumlu ise de bu yolun iç hukukta henüz istikrar bulmuş bir uygulamaya
dönüşmediği gözetildiğinde, başvuru tarihi itibariyle tutuklu olan ve davaları
devam eden başvurucuların tüketmesi gereken etkili bir yol bulunduğu
söylenemez.
16. Avukatların
gözaltına alınması, hukuka aykırı gözaltı uygulamasının en açık bir örneğini
oluşturduğundan, başvurucuların somut olayda sonuç verip vermeyeceği henüz
belli olmayan, 141. maddeye göre tazminat talep etme yoluna gitmeden Anayasa
Mahkemesine yaptıkları bireysel başvurunun kabulü gerekir. Bu nedenle
başvurunun bu kısmının Kabul Edilebilirliğine karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmamaktayım.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından 18/1/2013 tarihinde gözaltına
alma kararı verilmiş; 20/1/2013 tarihinde ifadeleri alınmış ve “silahlı terör
örgütüne üye olma” suçundan
tutuklanmaları istemiyle İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine (CMK 10. madde ile
görevli) sevk edilmişlerdir.
Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı
ise 20/1/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/1/2013 tarihinde ifadesi alındıktan sonra
“silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan
tutuklanması istemiyle İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine sevk edilmiştir.
İstanbul
(1) No.lu Hâkimliğinin 20/1/2013 tarihli ve 2013/12
Sorgu sayılı kararı ile başvurucuların, 21/1/2013 tarihli ve 2013/13 Sorgu
sayılı kararı ile “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmalarına karar verilmiştir.
Başvurucular,
bu süreç hakkında bireysel başvuruda bulunmuşlar, diğer iddialarının yanında,
avukat olmaları nedeniyle ifadelerinin yalnızca Savcılık tarafından alınması
gerekirken, haklarında belirsiz süreli ve usulsüz gözaltına alma kararı
verildiğini, daha sonra da gerekçesiz olarak tutuklandıklarını belirterek
Anayasa’nın 19. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkememiz
çoğunluğu tarafından, başvurucuların haksız olarak gözaltına alındıkları
iddiasıyla ilgili olarak, CMK m. 141 gereğince tazminat talep edilebilmesinin
mümkün olduğu, bir suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan
kişinin, gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel
başvuruda ihlal sonucunun kişisel durumuna bir etkisinin olmasının mümkün
görünmediği; zira gözaltına alma kararı hukuka aykırı da olsa kişi, hâkim
tarafından tutuklandığından gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu yönündeki
bir tespit ve ihlal kararının “tutuklu” kişinin serbest kalmasına tek başına
imkân vermeyeceği, dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında verilecek muhtemel
bir ihlal kararının, ancak başvurucular lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu
doğurabileceği gerekçesiyle "başvuru
yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle, başvurunun kabul
edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Başvurucuların haksız olarak gözaltına alındıkları iddiası
nedeniyle Mahkememiz çoğunluğu tarafından başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilemez bulunmasına yönelik anılan
karara aşağıdaki gerekçelerle katılmıyoruz (bkz. 2014/14061 numaralı ve 8/4/2015 tarihli bireysel başvuru kararına tarafımızca
yazılan karşı görüşler: R.G. 8.7.2015, Sayı:-29410):
CMK
m.141’de kabul edilen tazminat yolunun, bireysel başvuru açısından tüketilmesi
gereken yol olup olmadığı, başvurucunun fiili durumu ve talepleri
değerlendirilerek belirlenmelidir. Halen gözaltında bulunan yahut daha sonra
tutuklanan ve tahliye edilmeyi talep eden başvurucunun durumu ile gözaltı veya
tutukluluk durumu sona ermiş olan ve aykırılığın tespiti ile tazminata karar
verilmesini isteyen başvurucunun durumu aynı şekilde değerlendirilmemelidir.
Nitekim Mahkememizde aynı şekilde hareket etmiş ve 2.7.2013 tarih ve 2012/239 sayılı
Ramazan Aras kararında konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır:
"(26.) Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir: "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır."
(27.) 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir: "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
(28.) Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir
hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu
otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari
ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru
yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan
kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
(29.)Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının
ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde
başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir.
Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp
uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili
olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir.
(30.)Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere
5271 sayılı Kanun'un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun
olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan
ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her
türlü zararlarını Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta
bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun'un tazminat isteminin
koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında "Karar
veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her
hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde"
tazminat isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
(31.)Somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin
dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun
makul süreyi aştığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı
hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru
maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir. Aynı şekilde makul
süreyi aşan tutukluluk da tazminat istemi nedenlerinden biridir.
(32.)Ancak başvurucunun başvuru tarihi itibariyle istemi
tazminat değildir. Başvurucu, Kanun'da öngörülen azami tutukluluk süresinin
dolmuş olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini talep etmektedir.
Bundan başka uzun süren tutukluluk hâlinden de şikâyetçidir.
(33.)5271 sayılı Kanun'un koruma tedbirleri nedeniyle
tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle
ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol
yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini teminat altına almakta, fakat
hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda
bir imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce
tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesi somut talebi
açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi gerekmez.
(34.)Bununla birlikte başvurucu hakkındaki davanın karara
bağlanmış olması nedeniyle tutukluluk halinin hükmen tutukluluğa dönüştüğü,
dolayısıyla her ne kadar başvuru anındaki talebi tahliye ise de, kararla birlikte
bunun mümkün olamaması dikkate alındığında şikâyet konusu anayasal hakların
ihlaline dair bir tespit ve tazminata hükmedilmesi hâlinde ihlalin giderilmesi
mümkündür. Bu durumda 5271 sayılı Kanun'un 141. vd. maddelerinde belirtilen
yola öncelikle başvurulmasının zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekir.
(35.)Bakanlık, bu
yola öncelikle gidilmesi gerektiğini bir kısım kararlara atıfla ileri
sürmüştür. Bakanlığın görüşünde bahsettiği Yargıtay kararları belli durumlarda
tazminat talebi için asıl hükmün kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir
(Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 4/4/2012 tarih ve E.
2011/15700, K. 2012/9187; 15/5/2012 tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı
kararları). Tutukluluk süresinin verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul
görülmediği, bu nedenle tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara
rastlamak da mümkündür (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17/12/2012
tarih ve E. 2012/20277, K.2012/27572; 3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1
sayılı kararları). Ancak bu örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu
yolun etkili olduğuna örnek teşkil etmemektedir.
(36.) Açıklanan nedenlerle Bakanlığın başvuru yollarının
tüketilmediği yönündeki görüşü kabul edilemez. Başvurucunun iddiaların
dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir."
Belirtilen
bu gerekçelerle, söz konusu başvurunun esası incelenerek Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Mahkememizin
söz konusu kararında da belirtildiği üzere, kural olarak bireysel başvuru
yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin
ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir. Bununla birlikte AİHM'nin de
kabul ettiği yaklaşım doğrultusunda başvuru yollarının tüketilmesi kuralının
bir dereceye kadar esneklikle ve aşırı şekilcilikten uzak biçimde uygulanması
gerekir. Başvuru yollarının tüketilmesi kuralı mutlak olmadığı gibi otomatik
olarak uygulanabilir nitelikte bir kural da değildir. Bu kurala uyulup
uyulmadığının denetlenmesi sırasında her bir olayın özel şartlarına dikkat
edilmesi gerekir. Yani bu kurala uyulup uyulmadığı denetlenirken başka şeylerin
yanında, hukuk sistemindeki biçimsel hukuk yollarının varlığı değil, aynı
zamanda bu yolların işlerlik kazandıkları genel hukuki ve siyasal bağlam ve
ayrıca başvurucunun kişisel durumu da gerçekçi bir biçimde dikkate alınmak
zorundadır (Akdıvar ve Diğerleri/ Türkiye, B.No: 21893/93, 16/9/1996, § 69).
Başvurucuların tazminat değil tahliyeyi sağlamayı amaçladığı başvurularda
başvuru yollarının tüketilmesi kuralının, insan haklarının gerçekten etkili
korunması amacıyla esnek olarak yorumlanması gerekir. Somut başvuruda da,
başvurucuların öncelikle özgürlüklerine kavuşmayı talep ettikleri açıktır.
AİHM'e göre tutulma konusunda,
yöntemine uygun başvuruyla yapılan serbest bırakılma talebi etkili ve yeterli
bir başvuru olup başvuranın, tutulma halinin devamının yasallığının adli
denetimi ve serbest bırakılmayı sağlayacak diğer başvuru yollarını da yerine
getirmek gibi bir sorumluluğu bulunmamaktadır (Wojik-Polonya, başvuru no:26757/95, 7 Temmuz 1997 tarihli
Komisyon kararı ve Pezone-İtalya, başvuru no: 42098/98, 18 Aralık 2003). AİHM, ayrıca "yasada belirlenen yollar"
haricinde tutulmama hakkının, tutulma nedeniyle tazminat alma hakkından farklı
olduğunu kabul etmektedir. Zira, AİHS'nin 5.
maddesinin 1. paragrafı sözü edilen ilk hakka, 5. paragrafı ise ikinci hakka
dairdir (Bkz,
Değerli ve diğerleri-Türkiye, başvuru no: 18242/02, 5
Şubat 2008). Mevcut davada, tutulmasının kanuna aykırı olduğuna
itiraz etmek ve özgürlüğüne kavuşmak için yapmış olduğu başvurular göz önüne
alındığında başvuran, özü itibariyle aynı amacı taşıyan hatta daha yüksek
başarı şansı da sunmayan Hükümet'in ifade ettiği hukuki yolları kullanmamakla
suçlanamaz (Şahin Karataş/ Türkiye,
B.No: 16110/03, 17/6/2008).
Somut
başvuruda da, başvurucular haklarında yürütülen soruşturma aşamaları boyunca
gerçekleştirilen arama, yakalama, nezaret, gözaltına alma, sorgu, tutuklama
gibi işlemlerin tamamının temel hak ve özgürlüklerini ihlal ettiğini ve yapılan
bu hukuka aykırılıklara rağmen halen tutuklu bulunmalarının ihlali
ağırlaştırdığını ileri sürmüşlerdir. Bu durumda önceki aşamada gerçekleşen tüm
ihlal iddiaları için etkili olup olmadığı tartışmalı olan Ceza Muhakemesi
Kanununun 141. maddesine göre tazminat yolunun tüketilmesi yolunun gösterilmesi
bireysel başvurunun temel hakların etkili biçimde korunması işleviyle de
bağdaşmaz. Gözaltı durumu sonrasında kişiler serbest kalmış olsa idi artık
geçmişte kalan bir ihlalin giderilmesi amacıyla anılan yolun tüketilmesi
gerektiği söylenebilirdi. Çünkü böyle bir durumda ilgililer hali hazırda
serbest olarak, kanuna aykırılığı bir mahkeme kararıyla tespit ettirebilirler
ve talepleri halinde tazminat elde edebilirlerdi. Ancak somut olayda yakalama
ile başlayıp halen devam eden bir hürriyetten mahrumiyet söz konusu olup,
başvurucuların devam eden bu süreçle bağlantılı daha başka şikayetleri
de mevcuttur. Bu nedenle incelemenin, bu şikayet
ayıklanarak bir başka yasa yoluna bırakılması yerine, bütünlük içinde yapılması
gerekir.
Nitekim, kanunda belirtilen azami
tutukluluk sürelerinin aşıldığı şikayetleriyle ilgili olarak Mahkememiz
istikrarlı kararlarında başvuruları, başka bir yol göstermeden kabul edilebilir
bulmuş ve kanunda belirtilen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun
tespit edildiği durumlarda ihlal kararları vermiştir (Bkz. B.No:
2012/239, 2/7/2013; 2013/1782, 17/7/2014; 2013/1420, 17/7/2014; 2013/496,
3/4/2014; 2013/776, 20/3/2014; 2013/843, 3/4/2014). Hatta bu başvurularda
bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibariyle başvurucuların derece
mahkemelerince tahliye edilmiş olmaları ve dolayısıyla Mahkememizce verilecek
bir ihlal kararının başvurucunun tahliyesi konusunda hukuki durumunda bir
değişiklik yaratmayacak olan durumlarda dahi Mahkememizce başvurunun kabul
edilebilirliği sorun olarak görülmemiş ve başvurular kabul edilebilir
bulunmuştur. Somut başvurudaki haksız gözaltına alınmaya ilişkin şikayetin, CMK m. 141’in uygulanması açısından kanuni
tutukluluk süresinin aşılmasına ilişkin şikâyetlerden bir farkı yoktur.
Diğer
taraftan Mahkememiz çoğunluğunun kabul ettiği gerekçe, somut olay bağlamında
insan hak ve özgürlüklerini koruma amacından uzak olduğu gibi, tehlikeli
sonuçlar doğmasına da neden olabilir. Bu gerekçeye göre soruşturma makamları,
kişileri, haklarında tutuklanmaları için yetecek kadar delil elde edinceye
kadar gözaltında tutabilecekler, bundan sonra da tutuklama kararı verildiği
için ilgili sadece tazminat talebinde bulunabilecektir. Somut olayda
başvurucular, konut ve işyerlerinde yapılan aramalardan sonra gözaltına
alınmışlar, daha sonra da tutuklanmışlardır. Dolayısıyla tüm bu sürecin bir
bütün olarak ayrıntılı biçimde incelenmesi gerekir.
Yukarıda
belirtilen nedenlerle, başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının
tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilmezliğine karar verilmemesi, başvurunun
diğer kabul edilebilirlik kriterleri açısından da
incelenmesi gerektiği kanaatinde olduğumuzdan, Mahkememiz çoğunluğunun görüşüne
katılmamız mümkün olmamıştır.
Üye
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
FARKLI GEREKÇE
Başvurucu
avukatlar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/1/2013 tarihinde gözaltına alma kararı verilmiş;
20/1/2013 tarihinde ifadeleri alınmış ve “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmaları istemiyle
İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine (CMK 10. madde ile görevli) sevk edilmişlerdir.
Başvurucu
Selçuk Kozaağaçlı ise 20/1/2013
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
21/1/2013 tarihinde ifadesi alındıktan sonra “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul
(1) No.lu Hâkimliğine sevk edilmiştir.
İstanbul
(1) No.lu Hâkimliğinin 20/1/2013 tarihli ve 2013/12
Sorgu sayılı kararı ile başvurucuların, 21/1/2013 tarihli ve 2013/13 Sorgu
sayılı kararı ile “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmalarına karar verilmiştir.
Başvurucu
İstanbul Barosu, soruşturmanın bireysel avukatlık hakları ile örgütsel olarak
savuma hakkının engellenmesine yönelik olması nedeniyle, Baro olarak hem
savunma haklarının hem de üyelerinin avukatlık meslek haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek bireysel başvuruda bulunmuştur.
Mahkememiz
çoğunluğu, Anayasa’nın 135. maddesinin birinci fıkrası ve 1136 sayılı Kanun’un
76. maddesinin birinci fıkrası gereğince İstanbul Barosu’nun kamu tüzel
kişiliğini haiz meslek kuruluşu olduğu, 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2)
numaralı fıkrası uyarınca, kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru
yapamayacaklarının kabul edildiğini, o nedenle İstanbul Barosunun başvurusunun
“kişi bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir.
Başvurucu,
bir kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Anayasa’nın 135. maddesi ve
1136 sayılı K. m.76 hükümleri çerçevesinde kamu tüzel kişiliğine sahiptir.
Anayasa’nın
148. maddesinin 3. fıkrasında ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin 1.
fıkrasında “herkes” in bireysel başvuruda bulunabileceği kabul edilmiştir. 6216
sayılı Kanun’un 46, 2. maddesinde ise, “kamu tüzel kişileri bireysel başvuru
yapamaz” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün, kamu tüzel kişilerinin bireysel
başvuru haklarını engellediği gerekçesiyle iptali istenmiş,“… Anayasalar genel ve soyut düzenlemeler içeren
metinlerdir. Anayasa’nın 148. maddesinde bireysel başvuruda bulunma hakkı
herkese tanınmış bir hak olarak gözükmekle birlikte, Anayasa’da yer alan
“herkes” ibaresinin kapsamında aynı zamanda kişilerin niteliğinden kaynaklanan
nedenlerle bazı kısıtlamaları da içinde barındırdığının, kabulü gerekir.
Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan “herkes” ibaresinin,
kamu gücü kullanan kamu tüzel kişilerini de kapsadığı şekilde anlaşılmaya elverişli
olmadığı, bu konuda kanun koyucunun bireysel başvuruda bulunma ile ilgili hak
sahipleri yönünden takdir hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir.
Bireysel başvuru yolu, Anayasa’da yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin korunması için kabul edilmiş bir yol olmadığı gibi genel bir hak
arama yolu da değildir. Bu nedenle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan hak
arama özgürlüğünden de farklı bir niteliğe sahiptir. Anayasa’nın 36. maddesinde
yer alan hak arama özgürlüğü genel mahkemelerin koruma işlevini düzenlerken,
bireysel başvuru yolu daha özel, istisnai ve ikincil bir hak arama yolu olarak
düzenlenmiştir. Bu nedenle 36. maddede yer alan “herkes” ibaresi ile 148.
maddede yer alan “herkes” ibaresinin her iki maddede düzenlenen hak arama
yollarının niteliğine uygun olarak yorumlanması gerekmektedir”(AYM, 01.03.2012, E.2011/59,
K.2012/34) gerekçesiyle iptal talebi reddedilmiştir.
6216
s.K. m.46,2’deki hükmün lafzı doğrultusunda, söz
konusu başvuruyu değerlendirdiğimizde, başvurucu bir kamu tüzel kişisi olduğundan,
başvurunun “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle reddi gerekmektedir. Ancak
kanaatimce, söz konusu hükmün uygulama alanını, sadece lâfzına bağlı kalarak
belirlemek doğru değildir; bireysel başvurunun niteliğini ve amacını da dikkate
alarak amaçsal yoruma da tabi tutmak ve ona göre
uygulama alanını belirlemek daha uygun olacaktır.
Anayasa
m. 148, 3 ve 6216 s.K. m. 45,1 hükümleri çerçevesinde
herkes, Anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerinden, AİHS ve
Türkiye tarafından kabul edilen ek protokoller kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından ihlâl edilmesi halinde bireysel başvuruda bulunabilir. Şu
halde, bireysel başvuru Anayasada güvence altına alınan bir temel hakkın, AİHS
veya Türkiye tarafından kabul edilen eki protokollerde düzenlenmek kaydıyla,
kamu gücü tarafından ihlâl edilmesi halinde, hakkı ihlâl edilenlere tanınan
tali nitelikte olağanüstü bir hukuki yoldur. Bu yol, kamu gücü kullananlara
karşı, kamu gücü kullanmayan, zayıf durumda olanların temel haklarının korunması
için kabul edilmiştir. “Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz” hükmünü
bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Kural olarak kamu tüzel kişileri, kamu
gücünü kullandıklarından, bu durum dikkate alınarak, kamu tüzel kişilerinin
bireysel başvuruda bulunamayacaklarına ilişkin genel bir hüküm konulması gerek
bireysel başvurunun, gerekse kamu tüzel kişilerinin niteliğine uygundur.
Gerçekten, kamu tüzel kişilerinin, bir taraftan kamu gücünü kullanıp işlem
yapmaları, diğer taraftan bundan şikayet etmeleri çelişki
oluşturur. Keza ihlâle neden olan da, kamu gücünü kullanan bir diğer organ
olduğundan, devlet organlarının kendi içindeki çatışmayı yahut fikir ayrılığını
bireysel başvuruya konu etmek mümkün değildir. Kamu tüzel kişilerinin, diğer
gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri gibi, nitelikleri gereği diğer tüm
temel hak ve özgürlüklere aynı şekilde sahip oldukları da söylenemez; o nedenle
de kamu gücüne karşı, temel hak ve özgürlükler açısından korunma ihtiyacı
içinde oldukları kabul edilemez. Nitekim yukarıda belirtildiği üzere, bu
nedenlerle söz konusu hükmün iptaline ilişkin talep de reddedilmiştir.
Ancak,
6216, s.K. m.46,2 cümle 1’deki hükmü, kamu tüzel
kişilerinin kamu gücü kullanmadıkları hallere de teşmil etmek, kamu tüzel
kişilerinin de yararlanabilecekleri temel hak ve özgürleri kapsam dışı
bırakacak şekilde yorumlayıp uygulamak ve kamu tüzel kişilerinin kategorik
olarak hiçbir şekilde bireysel başvuruda bulunamayacaklarını kabul etmek,
bireysel başvurunun niteliğine aykırı olduğu gibi, amacına da uygun düşmez. O nedenle, kamu tüzel
kişilerinin kamu gücü kullanmadıkları hallerde, yararlanabilecekleri temel hak
ve özgürlüklere ilişkin konularda, sınırlı da olsa bireysel başvuruda
bulunabilmelerini kabul etmek gereklidir. Nitekim Alman hukukunda da, kamu
tüzel kişilerinin, kamu gücü kullandıkları sürece bireysel başvuruda (anayasa
şikayetinde) bulunmaları kural olarak yasak olmakla birlikte1, istisnaen yargılamaya ilişkin (yahut usule ilişkin) temel
haklara (Anayasa m. 101,1; 103,1 gibi) ilişkin olarak, örneğin kanuni hakim ilkesi, hak arama özgürlüğü, adil yargılanma hakkı
gibi konularda bireysel başvuruda bulunabilecekleri kabul edilmektedir 2.
Gerçekten bu gibi hallerde, kamu tüzel kişilerinin de söz konusu haklardan
yararlanmaları ve bu haklar ihlâl edildiğinde, bireysel başvuruda
bulunabilmeleri, kamu tüzel kişilerinin konumuna aykırı olmadığı gibi, bireysel
başvurunun niteliğine ve amacına da uygun düşmektedir. Bu durum, özellikle
yargı organlarının keyfi davranışlarla, hak ihlâline neden olmalarının bertaraf
edilmesi açısından da gereklidir.
O
nedenle, kamu tüzel kişileri tarafından bireysel başvuruda bulunulduğunda, bu
başvuruları kategorik olarak kesin olarak kabul edilemez bulmak uygun değildir.
Kamu tüzel kişisi tarafından ileri sürülen hakkın niteliğine, keza ileri
sürülen ihlâlde kamu tüzel kişisinin kamu gücü kullanıp kullanmadığına
bakılmalı ve ona göre karar verilmelidir.
Somut
olayda İstanbul Barosunun başvurusunun, yukarıda belirtildiği şekilde bir
değerlendirmeye tâbi tutulmadan, sadece kamu tüzel kişisi olduğu gerekçesiyle
kişi bakımından kabul edilemez olduğuna karar verilmesi, o nedenle kanaatimizce
uygun değildir.
6216
s.K. m.46,1’de bireysel başvurunun “güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından” yapılabileceği kabul edilmiştir. İstanbul Barosunun
başvurusunu bu açıdan değerlendirdiğimizde, ihlâl edildiği ileri sürülen hakkın
başvurucuya ait olmadığı, üyelerinin ve meslek mensuplarının haklarının ihlâl
edildiği ve bunların korunması amacıyla yapıldığını görüyoruz. O nedenle
başvurucuya ait olmayan bir hak bireysel başvuruya konu edildiğinden,
başvurunun bu gerekçeyle “kişi bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul
edilmemesi uygun olur.
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|