TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ALİ SARIPINAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5973)
|
|
Karar Tarihi:17/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 12/2/2016-29622
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Ali SARIPINAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman BİLGİÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, kuvvetli suç şüphesi
olmadan tutuklanma, iletişimin usulsüz olarak tespiti, hukuka aykırı delillerin
yargılamada kullanılması nedenleriyle Anayasa’nın 19., 20. ve 36. maddelerinin
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2013 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru belgelerinin bir örneği
bilgi için gönderilmiş; Bakanlığın 5/11/2015 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
6. İkinci Bölüm tarafından 1/12/2015 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula
sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, başvuru yaptığı tarih itibarıyla Batman Belediye Başkanlığında
kültür müdürüdür.
9. Başvurucu, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen
E.2011/8212 sayılı soruşturma kapsamında silahlı örgüt kurma ve yönetme
suçlarını işlediği şüphesiyle 4/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Batman 1.
Sulh Ceza Mahkemesinin 7/2/2012 tarihli ve 2012/46 Sorgu sayılı kararıyla
tutuklanmıştır.
10. Tutuklama kararının gerekçesi şu şekildedir:
“Sanıkların üzerine atılı olan suçları işlediklerine dair
dosya kapsamında kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgu ve delillerin bulunması,
üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı
sebebiyle ayrıca isnat edilen suçların CMK’nın 100.
maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle şüphelilerin CMK’nın 100. maddesinde belirtilen şartların şüpheliler
açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü, şüphelilerin ayrı ayrı
TUTUKLANMALARINA,”
11. Batman 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 7/3/2012 tarihinde resen
yaptığı tutukluluk incelemesinde “atılı
suçun kanunda öngörülen cezasının üst sınırı, delillerin tam olarak toplanmamış
olması ve suçun niteliğinin değişmesi” gerekçeleriyle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
12. Batman Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında hazırladığı
fezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı E.2012/1150 sayılı soruşturma kapsamında E.2012/943
sayılı iddianameyle başvurucunun terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek
suretiyle örgütü yönetme suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır.
13. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 13/6/2012 tarihli ve
2012/1150 Soruşturma sayılı iddianamesinde başvurucuyla ilgili telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri
ve arama sonucu elde edilen dokümanlar ışığında başvurucu hakkında şu
değerlendirmelerde bulunulmuştur:
“ DEĞERLENDİRME: Görüşmeden Batman Belediyesine yapılan
operasyonları protesto etmek amacıyla 18/12/2011 günü gerçekleştirmek istenen,
ancak izin verilmemesi üzerine Batman ili Yılmaz Güney Sineması önünde basın
açıklaması yapılmasıyla son bulan yürüyüşü organize ettiği ve bu yürüyüş için
ihtiyaç duyulan meşaleleri temin ettiği anlaşılmaktadır.
FİZİKİ TAKİP-1
Batman 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 27.09.2011 tarih ve
2011/1010 Değişik İş sayılı Fiziki Takip ve Teknik Araçlarla İzlenmesi kararına
istinaden 02.10.2011 tarihinde teknik araçlarla alınan ses ve görüntü kaydında
şüpheli Ali SARIPINAR’ın; PKK/KCK adına Batman ilinde
oluşturulan yapılara, alanlara sözde motivasyon sağlayabilmek amacıyla düzenlenen
ve yasadışı sloganların atıldığı Batman Kent Meclisi konferansına katıldığı,
konferansa başlamadan önce ölen PKK/KCK terör örgütü mensupları için saygı
duruşunda bulunduğu, PKK/KCK terör örgütünün sözde Siyasi Perspektifini ve
Abdullah ÖCALAN’ın perspektifini okuduğu, bu
konferansta PKK/KCK terör örgütü mensuplarının gerçekleştirdikleri silahlı ve
bombalı eylemleri destekleyici, terör örgütü mensuplarına yönelik
gerçekleştirilen operasyonları protesto edici beyanlarda bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ı ÖNDER, PKK/KCK terör örgütünü de sözde ÖZGÜRLÜK
HAREKETİ olarak gördüğü, “Önderliğimiz işkence altındadır, ondan habersiziz.
Siyasi temsilcilerimiz zindana atılıyor. Her gün halkımızın onuru çiğneniyor.
Buna karşı namuslu hiçbir Kürt ve şerefli hiçbir insan sessiz kalmamalıdır. Tüm
yurtsever-demokratik kurum ve kuruluşlar, AKP’nin bu faşizan uygulamalarına
karşı daha fazla örgütlenmeli, kendi özerk sistemini kurmalı ve mücadelesini
yükseltmelidir. Serhildan (başkaldırı) hareketi
niteliksel bir gelişme yaşayarak, bu faşist uygulamalara dur diyecek bir düzeye
gelmelidir. Bunu gerilladan beklememek lazım, halkımız bunu kendisi yapmalıdır.
Bu uygulamalara dur diyecek bir serhildan
(Başkaldırı) hareketine ihtiyaç vardır. Gün artık söz söyleme günü değil,
pratik günüdür. Gün, herkesin bulunduğu yerde mücadeleyi yükseltmek için
elinden geleni yapma günüdür” şeklinde halkı isyana teşvik edici ve propagandif sözler sarf ettiği, konferansta Batman Kent
Meclisiyle ilgili eksiklikler üzerine eleştirilerde bulunduğu, meclis (Batman
Kent Meclisi) yapısını oluşturma çalışmalarında bulunduğu, Abdullah ÖCALAN
üzerinde uygulandığını iddia ettiği tecrit ve izolasyon politikasını bulunduğu,
Abdullah ÖCALAN üzerinde uygulandığını iddia ettiği tecrit ve izolasyon
politikasını Kürt halkına yönelik açılmış bir savaş olarak gördüğü, bundan
dolayı da eylemsellik faaliyetlerinde bulunduğu,
okumuş olduğu "Sonuç Bildirgesi"nde, Kent
Meclisi bileşenlerinin Abdullah ÖCALAN’ın
"demokratik modernite paradigması"nı
yeterli düzeyde algılamadığı, paradigmanın temel örgütleme ağı olan komün,
mahalle ve kent meclislerinin oluşturulması için doğru yaklaşım içerisinde
bulunulmadığı, halkın kendi öz yeterlilik mekanizmasını oluşturma noktasında
doğru öncülük yapılmadığı, Kent meclislerinin en küçük toplumsal birimin
örgütlendirilerek söz yetki karar süreçlerine dâhil edilmesi gerekirken elit
kaldığı ve kimi tarz eski alışkanlıkların devam ettirilmesi için direnç
oluşturulduğu, halkın iyi niyetli örgütsel yapının dinamik, kitlesel eylem ve
etkinlik ortaya koyamayacağı, son dönemlerde Abdullah ÖCALAN başta olmak üzere,
örgütün dağ kadrosunda bulunan mensupları ve örgüt adına çalışmalar yapan
kurumlara karşı geliştirilen operasyonlara karşı direnç gösterilmemesinin
oluşturulan eksik örgütlenme modelinin sonucu olduğu yönünde eleştirilerde
bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ın sözde özgürlüğünü kendi
operasyonlara karşı direnç gösterilmemesinin oluşturulan eksik örgütlenme
modelinin sonucu olduğu yönünde eleştirilerde bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ın sözde özgürlüğünü kendi özgürlüğü, sağlığını
kendi sağlığı, güvenliğini de kendi güvenliği olarak görerek bunu sahiplendiği
ve bundan sonraki temel hedefin Abdullah ÖCALAN’ın
serbest bırakılmasını sağlamak olduğu ve konferans ile KCK tutuklularının
serbest bırakılmaları ve KCK operasyonlarına son verilmesini konferans ile KCK
tutuklularının serbest bırakılmaları ve KCK operasyonlarına son verilmesini
istediği, konferansı ölen PKK/KCK terör örgütü mensuplarına adadığı, Diyarbakır
ilinde gerçekleşen örgütsel toplantılarda Batman Kent Meclisi’ni temsilen Amed Bölge Yürütmesinde görevlendirildiği, konferansa
sunduğu özeleştiri raporundan; Kültür Komitesi olarak birinci hedefin sözde
Demokratik Özerkliğin ilan edilmesinin ayaklarının kurulmasını sağlamak olduğu
ve bunun için çalışmalar yürüttüğü, komite olarak 15 Şubat eylemlerine
katıldığı, sözde Demokratik Çözüm çadırlarının kurulmasına öncülük ettiği ve
çadır eylemlerine katıldığı tespit edilmiştir.
FİZİKİ TAKİP-2
Batman 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 27.09.2011 tarih ve
2011/1010 Değişik İş sayılı Fiziki Takip ve Teknik Araçlarla İzlenmesi kararına
istinaden 19.11.2011 tarihinde teknik araçlarla alınan ses ve görüntü kaydında
şüphelimiz Ali SARIPINAR’ın; PKK/KCK terör örgütünün
propagandasını yapmak amacıyla ihtiyaç duyulan örgütsel dokümanların
kendisinden temin edildiği, propaganda amaçlı sinevizyon
gösterilerinin her sene kendisi tarafından yapıldığı ve bu konuda teknik
bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
GİZLİ TANIK DİCLE: 10.01.2012 günü Batman Cumhuriyet
Başsavcılığınca ifadesi alınan DİCLE isimli gizli tanık; şüpheli Ali SARIPINAR'ın PKK/KCK’ya bağlı
Batman yapılanmasının İdeolojik Alan Merkezi altında faaliyet yürüten ve
gerçekleştirilecek etkinliklerde düzenlenecek konser, miting, sinevizyon gösterimi vb
faaliyetler ile ilgili müzikal aletler, sahnenin ayarlanması, sanatçıların
temin edilmesi vb faaliyetleri yerine getiren Kültür
Komitesinden sorumlu olduğunu, söz konusu olacak faaliyetlerle ilgili örgütsel
bilgi ve belgelerin kendisinden istendiğini, bu yönde donanımının kuvvetli
olduğunu beyan ederek fotoğrafını net olarak teşhis etmiştir.
Şüpheli Ali SARIPINAR’ın
faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; PKK/KCK terör örgütüne
bağlı Batman Kent Meclisi yapılanmasının Kültür Komitesinden sorumlu olduğu,
aynı zamanda PKK/KCK adına Diyarbakır ilinde düzenlenen toplantılara katılıp
burada alınan kararları Batman’da uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini
temsilen sözde Amed Bölge Meclisinde
görevlendirildiği, Batman ilinde terör örgütü adına yapılan illegal eylemler ile
örgüt mensuplarına ait cenazelerin alınması, getirilmesi, taziye çadırı
kurulması, basın açıklamaları, terör örgütü adına yapılacak olan etkinlikler
için mahallelerde komisyonlar oluşturarak şahısların toplantı ve basın
açıklamalarına katılımlarının sağlanması amacıyla çalışmalarda bulunulması,
yapılan basın açıklamalarında terör örgütü liderinin sahiplenilmesi eylemlerini
organize ettiğini anlaşılmaktadır. Bu suretle şüphelinin üzerine atılı TERÖR
ÖRGÜTÜNÜN FAALİYETLERİNİ DÜZENLEMEK SURETİYLE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ YÖNETME SUÇUNU
işlediğinin anlaşıldığı, …”
ŞÜPHELİNİN KATILDIĞI GEÇMİŞ TARİHLİ OLAYLAR
OLAY-1 KCK TUTUKLAMALARINI PROTESTO MİTİNGİ
29.11.2011 günü, KCK tutuklanmalarını ve İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından KCK Önderlik Komitesine yönelik yapılan operasyon
kapsamında yakalanarak tutuklanan BDP Batman İl Başkanı olan Av. ..’ün
tutuklanmasını protesto etmek amacıyla BDP Batman İl Örgütü tarafından saat
12.00 sıralarında Batman ili Şafak mahallesi Zeki Otel civarından Diyarbakır
caddesi üzerinde bulunan Belediye Binasına kadar bir protesto yürüyüşü ve
ardından basın açıklaması düzenleneceği bilgisinin alındığı, yapılacak olan bu
yürüyüşle ilgili olarak saat 11.00 sıralarında yürüyüşün yapılacağı Zeki Otel
önünde ve ulaşım güzergâhlarında Batman Emniyet Müdürlüğü görevlilerince
gerekli güvenlik önlemleri alındığı, saat 12.00 sıralarında toplanmaya başlayan
grup aralarında Batman Belediye Başkanvekili Serhat TEMEL, BDP Batman İl Başkan
yardımcısı Veysi GEYİK, BDP Batman merkez ilçe başkanı Mehmet Şerif ÇAKAR, BDP
İl Meclis genel üyesi Salih AKTAN ve bazı sivil toplum kuruluşu yetkilileri ile
örgütün yandaş kitlesinden oluşan grubun sayısı yaklaşık 200 kişiye ulaştığı,
toplanan grubun saat 12.15'te Milli Egemenlik bulvarından Belediye önüne gelene
kadar, “BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ İRADEMİZİ KIRAMAZSINIZ. BDP BATMAN İL ÖRGÜTÜ”
yazılı pankart eşliğinde yürüyüş esnasında, grup içerisinde lokal olarak bazı
şahıslar tarafından; PKK/KCK terör örgütü lehine “BİJİ SEROK APO, ÖCALAN ÖCALAN, BE SEROK JİYAN NABE, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ”
şeklinde yasadışı sloganlar atarak geldikleri, toplanan grubun Diyarbakır
caddesini tek taraflı trafiğe kapatarak, BDP Batman il yönetiminde bulunan
Mehmet Selim ARATEMUR'un KCK tutuklamalarını protesto
amaçlı bir konuşma yaptığı, konuşmanın ardından BDP Batman İl Başkan yardımcısı
şüpheli Veysi GEYİK tarafından yine KCK tutuklamalarını protesto amaçlı bir
basın metni okunduğu, ardından toplanan grubun saat 12.45 itibariyle dağıldığı
tespit edilmiştir.
Şüphelinin Batman ilinde meydana gelen olaylara katıldığı,
yukarıda belirtilen yasadışı sloganları atan grubun içerisinde bulunarak destek
verdiği ve bütünleştiği tespit edilmiştir.Sloganları
atan grubun içerisinde bulunarak destek verdiği ve grupla bütünleştiği tespit
edilmiştir.
OLAY-2 : “BEN DE KCK’LIYIM KENDİMİ
İHBAR EDİYORUM” EYLEMİ
19.12.2011 günü saat 13:00 sıralarında BDP Batman
Milletvekili Ayla AKAT ATA ve Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL’in
de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişilik bir grup, Adliye binası önünde toplanarak,
burada Milletvekili Ayla AKAT ATA tarafından yapılan basın açıklamasına
müteakip son dönemde bölücü terör örgütüne yönelik yapılan operasyonları
protesto etmek ve tutuklamaları sahiplenmek amacıyla “BEN DE KCK’LIYIM, KENDİMİ
İHBAR EDİYORUM” adı altında yürütülen kampanya kapsamında imzaladıkları
dilekçeleri Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermek istediklerini beyan ederek
adliye giriş kapısına geldikleri, grup içerisinden sadece Batman Milletvekili
Ayla AKAT ATA ve Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL'in
dilekçelerini verdikleri, müracaat savcımızca Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL’in ifadesinin alınmasını müteakip, grubun
dilekçelerini vermeden olaysız bir şekilde dağıldıkları tespit edilmiştir.
Şüphelinin Adliye Binası önünde bölücü terör örgütüne yönelik
yapılan operasyonları protesto etmek ve tutuklamaları sahiplenmek amacıyla “ben
de KCK’lıyım, kendimi ihbar ediyorum” adı altında
yürütülen kampanya destek vermek amacıyla bu eyleme katıldığı, aynı amaçla
toplanan gruba destek vererek bütünleştiği tespit edilmiştir.
OLAY-3: 2011 NEVRUZ
20.03.2011 günü yapılacak olan Nevruz Kutlamaları ile ilgili
olarak BDP. Batman İl Başkanlığında oluşturulan Tertip komitesi tarafından
nevruz Başkanı Saadet BECEREKLİ başkanlığında oluşturulan Tertip Komitesi
tarafından Nevruz Kutlama Etkinliği adı altında açık hava toplantısı (miting)
düzenleme talebinde bulunulduğu, Batman Valiliği'nin 17.03.2011 tarihli ve 230
sayılı olurları ile gerekli iznin verildiği, PKK/Kongra-gel
terör örgütü güdümünde yayın yapmakta olan www.firatnews.org isimli internet
sitesinin 19 Mart 2011 tarihli "KOMALÊN CİWAN: GENÇLİK ROLÜNÜ
OYNAYACAK" başlığı altında “Komalên Ciwan, Newrozu, özgürlük serhıldanlarına dönüştürmenin yanı sıra Kürdistan
gençliğinin içinden geçilen tarihi süreçte 'yönünü özgürlük dağlarına
vermesinin en kutsal görevleri' olduğunu belirterek, gerillanın özgürlük zemini
olduğunu vurguladı. Tüm gençleri bulundukları alanlarda Newroz
ateşini serhıldanlarla büyütmeye ve ‘ya özgürlük, ya
özgürlük’ şiarıyla zaferi yaratmaya çağırıyoruz.”; 20 Mart 2011 tarihli
"KONGRA-GEL NEWROZ MESAJI" başlığı altında “Başta gençler ve kadınlar
olmak üzere tüm halkımızı, Önderliğimizin çözüm projesi olan Demokratik Özerk
Kürdistanı inşa etmeye, Önder APO’ya ve halkımıza
yönelik konseptleri boşa çıkarmak temelinde özgürlük ve demokrasi mücadelesini
yükseltmeye çağırıyoruz.”; "PKK'DEN NEVROZ MESAJI" başlığı altında
“Kürt halkını, 2011 Newroz’unu bir özgürlük ve
demokratik çözüm Newrozu haline getirme temelinde
kutlamaya,” davet ettikleri; www.dozaciwanan.com isimli internet sitesinin 19
Mart 2011 tarih ve "KCK:KCK NEVROZ MESAJI: DEMOKRATİK ÇÖZÜMDE ISRARLI
OLACAĞIZ" başlığı altında “ 'Özgürlük, direniş, birlik ve mücadele günü
olan Newroz, öncelikle özgürlük mücadelemizin çözüm
aşamasına gelmesinde büyük emeği olan Önder Apo’ya,
tüm yurtsever halkımıza, tüm bölge halklarına, tüm yapımıza ve özgürlük
gerillasına, zindan direnişçilerine ve tüm şehit ailelerine kutlu olsun' diyen
KCK, Newroz kutlamalarını toplumsal mücadelenin
zirvesi haline getirme çağrısı yaptı” şeklinde çağrılara yer verdiği tespit edilmiştir.çağrılara yer verildiği tespit edilmiştir.
20.03.2011 günü saat 09.00 itibari ile aralarında Barış ve
Demokrasi Partisi (BDP) Batman Milletvekilleri Ayla AKAT ATA ve Bengi YILDIZ,
Batman Belediye Başkanvekili Serhat TEMEL, Barış ve Demokrasi Partisi Batman İl
Başkanı Saadet BECEREKLİ, İl Başkan Yardımcısı Şehmus
ASLAN, Barış ve Demokrasi Partisi Batman Merkez İlçe Başkanı Mehmet Şerif
ÇAKAR, Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Batman Şube Başkanı Fatma KURHAN, Başkan Yardımcısı Rıfat BAŞALAK, Avrupa
Parlamentosu eski üyesi Feleknaz UCA ve parti
yöneticileri ile bazı sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de bulunduğu
kalabalık sayısı yaklaşık olarak 45.000 kişiyi buldukları, etkinlik öncesi
alanda bulunan platform üzerinde "Jİ BO JİYANEKİ Bİ RUMET AN AZADİ AN
AZADİ (ONURLU BİR YAŞAM İÇİN YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK), VİNA AZAD NASNAMEYA AZAD
XWESERİYA DEMOKRATİK (ÖZGÜR İRADE ÖZGÜR KİMLİK DEMOKRATİK ÖZERKLİK)" şeklinde
pankartların açıldığı, programın sırasıyla müzik dinletileri, Almanya Ezidiler Federasyonuna bağlı olan bir şahsın konuşması ve
KCK operasyonu çerçevesinde tutuklanan ve halen Diyarbakır Cezaevinde tutuklu
bulunan Batman Belediye Başkanı Necdet ATALAY’ın eşi Devrim
ATALAY, BDP Batman Milletvekili Bengi YILDIZ ile Ayla Akat ATA’nın
konuşmalarıyla devam ettiği, Ayla Akat ATA’nın
konuşması esnasında PKK/Kongra-gel terör örgütünün
oluşumlarından olan Kürdistan Demokratik Birlikleri (YDK), Demokratik Konfederalizmi (KCK) sembolize eden sözde bayrakların,
Abdullah ÖCALAN, Mahsum Korkmaz ve Haki Karer isimli örgüt mensuplarının posterlerinin platform
üzerinden bazı KORKMAZ ve Haki KARER isimli örgüt mensuplarının posterlerinin
platform üzerinden bazı şahıslar tarafından açılarak dalgalandırıldığı,
etkinlik boyunca alanda bulunan grup tarafından yoğun bir şekilde “BİJİ SEROK
APO (YAŞASIN BAŞKAN APO), BİJİ KÜRDİSTAN (YAŞASIN KÜRDİSTAN), BE SEROK JİYAN
NABE (BAŞKANSIZ YAŞAM OLMAZ), PKK HALKTIR HALK BURADA, BATMAN OVASI GERİLLA
YUVASI, ERDOĞAN KERDOĞAN TU KURBANA ÖCALAN (ERDOĞAN EŞEKDOĞAN SEN ÖCALANA
KURBAN) JI BO JIYANEK BI RUMET AN AZADI AN AZADI (ONURLU BİR YAŞAM İÇİN YA
ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK), GENÇLİK APONUN FEDAİSİDİR, İNTİKAM İNTİKAM,
ŞEHİT NAMIRIN (ŞEHİTLER ÖLMEZ), BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ"şeklinde
yasadışı sloganlar atıldığı, BDP Batman Milletvekili Ayla AKAT ATA'nın, konuşmasını bitirdikten sonra saat 13.15
sıralarında kalabalığa yönelik “Programımız bitti. Hep birlikte Özgürlük
Çadırına yürüyeceğiz” şeklinde anons yapması üzerine grubun etrafa zarar
vererek yürüyüşe geçtiği, söz konusu grubun, çadırın bulunduğu alan ve çadırın
önündeki Diyarbakır Caddesi'ni tek yönlü gidiş istikametini trafiğe kapatarak
halaylar çekmeye başladığı, bu esnada grup içerisinde bulunan bazı şahısların
çöp konteynırlarını yolun ortasına çekerek yolu kapatmaya çalıştıkları ve yol
ortasında lastik yakarak “BİJİ SEROK APO, BİJİ KÜRDİSTAN, BE SEROK JİYAN NABE”
şeklinde PKK/Kongra-gel terör örgütü lehine sloganlar
attıkları, saat 14.00 sıralarında BDP Batman Milletvekili Bengi YILDIZ'ın kısa bir konuşma yaptığı, saat:15.30’a kadar
yüksek sesli PKK/Kongra-gel terör örgütünün Kürtçe
propagandasını yapan müzikler eşliğinde halaylar çekildiği tespit edilmiştir.
Şüphelinin Batman ilinde meydana gelen olaylara katıldığı,
yukarıda belirtilen yasadışı sloganları atan grubun içerisinde bulunarak destek
verdiği ve grupla bütünleştiği tespit edilmiştir.”
14. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin, 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
ve 7. Ağır Ceza Mahkemesinin sırasıyla 2/4/2012, 2/5/2012, 31/5/2012
tarihlerinde resen yaptıkları tutukluluk incelemelerinde isnat olan suçun
niteliği, kuvvetli suç şüphesi, delillerin henüz toplanmamış olması ve atılı
suçun katalog suçlardan olması, mevcut delil durumu, atılı suçun kanunda
öngörülen üst sınır gerekçelerine dayanılarak başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar verilmiştir.
15. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/361 sayılı
dosyasında başvurucunun yargılanmasına başlanmıştır.
16. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/6/2012 tarihli tensip
duruşmasında başvurucunun üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, bu suçlarla
ilgili delil durumu, delillerin toplanmamış oluşu, kaçma şüphesi, atılı suçun
katalog suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı gerekçeleriyle
tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
17. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 15/11/2012 ile 22/1/2014
tarihleri arasında bir ay aralıklarla yapılan resen tutukluluk incelemelerinde “başvurucunun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, aleyhindeki mevcut
delil durumu” gerekçeleriyle tutukluluk hâlinin devamına karar
verilmiştir.
18. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 17/10/2012 ile 29/5/2013
tarihleri arasında yapılan duruşmalarda başvurucunun tahliye talepleri “isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil
durumu, delillerin toplanılmamış oluşu, kaçma şüphesi, atılı suçu işlediğine
dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, bu aşamada adli kontrolün yetersiz
kalacağı, atılı suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen anayasal düzene
ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar kapsamında olması, sanığın üzerine atılı
suçta kuvvetli şüphenin varlığının bulunması” gerekçeleriyle
reddedilmiştir.
19. Son olarak Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 29/5/2013 tarihli
duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
20. Başvurucunun söz konusu karara 3/6/2013 tarihinde itiraz etmesi
üzerine Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2013 tarihli ve 2013/283 Değişik
İş sayılı kararında sanığın “üzerine atılı
Yasadışı PKK Terör Örgütünün Üyesi Olmak suçunun vasıf ve mahiyeti, üzerine
atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
delillerin bulunması, üzerine atılı suç için öngörülen cezanın miktarına göre;
sanığın kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan
beklenen amacın adli kontrol ile elde edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve
tutuklamanın dosya kapsamına göre makul ve ölçülü olması dikkate alınarak,
itiraza konu kararda tutukluluğa ilişkin olarak gösterilen gerekçelerin yasaya
uygun bulunduğu” gerekçeleriyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu
karar 24/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 25/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. Bireysel başvuru tarihinden sonra da İlk Derece Mahkemesi benzer
gerekçelerle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
23. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli ve E.2012/361,
K.2014/184 sayılı kararıyla görevsiz olduğu gerekçesiyle dosyanın Batman Ağır
Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
24. Başvurucu 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
25. Görevsizlik kararı üzerine dava, Batman 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2014/102 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam
etmektedir.
B. İlgili Hukuk
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesi.
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135.
maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile
değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve
kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve
başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli
veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir,
dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet
savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim
tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından
derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle
arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu
durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen
suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının
türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu,
tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için
verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353
S.K./17.mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili
olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin
müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
…
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan
işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan
suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
13. Silahlı örgüt (Madde 314) veya bu örgütlere silah
sağlama (Madde 315),
…”
28. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 25/7/2013 tarihli ve 2013/5973 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013
tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun devamına ilişkin kararın ve bu karara
itiraz etmesi üzerine verilen itirazın reddi kararının gerekçesiz olduğunu,
tutukluluk kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, adli
kontrolle serbest bırakılma talebinin dikkate alınmadığını, kendisine isnat
edilen suçlamaların soyut ve mesnetsiz olduğunu, kuvvetli suç şüphesi olmadan
tutuklandığını, gizli tanık ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, hakkında
verilen iletişimin tespiti ve teknik izleme kararlarının hukuka aykırı olduğunu
ve hükme esas alınamayacağını belirterek etkili başvuru, adil yargılanma, kişi
özgürlüğü ve güvenliği, özel hayatın gizliliği haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; gizli tanık ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını,
hakkında verilen iletişimin tespiti ve teknik izleme kararlarının hukuka aykırı
olduğunu ve yargılamada delil olarak kullanıldığını, kendisine isnat edilen
suçlamaların soyut ve mesnetsiz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş
olması gerekir.”
34. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola başvurulmadan
önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
35. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler
ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
36. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan
kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava
ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu
şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel
hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde
bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
37. Başvurucu hakkındaki dava, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2014/102 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir.
Dolayısıyla başvurucunun, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılması
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının, yargılamanın
henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle derece mahkemeleri önünde ileri sürülme
imkânı bulunduğundan yargılama süreci sona ermeden Anayasa Mahkemesince
incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mümkün değildir.
Dolayısıyla bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Özel
Hayatın Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, hakkında verilen iletişimin tespiti kararlarının
süresinin kuvvetli suç şüphesine dayanılmadan ve matbu gerekçelerle
uzatıldığını, bu durumun özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiğini iddia
etmiştir.
40. Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının
yapılması oldukça zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer, esasen kişisel
bağımsızlıktır. Bu koruma herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak,
kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve
dış dünyayı bu alandan uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No: 2013/6995, 8/9/2015, §
33).
41. Başvurucu, telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin olarak
özel hayata ve haberleşmeye saygı haklarının kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Anılan hak Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleri ile
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinde yer alan özel
hayata ve haberleşmeye saygı hakları kapsamındadır. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) de telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin
tedbirin Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında başvurucuların “haberleşme” ve
“özel hayat” haklarına hukuki alanda müdahale niteliğinde olduğunu
belirtmektedir (Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71,
6/9/1978, § 41; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, § 64).
42. Somut olayda silahlı terör örgütünü yönetme suçunu işlediği
iddiasıyla yapılan soruşturmada 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesine istinaden
Sulh Ceza Mahkemesince verilen karar uyarınca başvurucunun telekomünikasyon
yoluyla iletişimi (telefon görüşmeleri) dinlenmiştir.
43. Başvurucu, Batman Ağır Ceza Mahkemesinde silahlı terör örgütünü
yönetme suçundan yargılanmaktadır. Yargılama süreci devam eden telefon
dinlemeleriyle ilgili olarak henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır.
Telefon dinlemeleri gerçekleşmiş olmakla birlikte bunların hukukiliğinin ve
kesin sonuçlarının Yargıtay tarafından yapılacak temyiz incelemesi sonucunda
ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
44. Bu durumda aynı dava sürecine ilişkin iddiaların farklı
ortamlarda hem Anayasa Mahkemesince hem de Yargıtay tarafından yargısal
incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurudaki ikincil
nitelikteki rolüne uygun olmayacağından başvurucunun özel yaşama ve
haberleşmeye saygı haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının da
öncelikle derece mahkemelerince incelenmesi gerekmektedir.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
i. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
46. Başvurucu, hakkındaki suç isnadı ile ilgili olarak kuvvetli suç
şüphesi ile tutuklama nedenlerinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
47. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.”
48. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci
ve üçüncü fıkralarında -şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla-
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan
Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
49. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini
veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri
hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak
suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama
tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine
özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı,
B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
50. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham
edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde
toplanmış olması şart değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma
ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan
şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha
sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek
şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki
aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların
aynı şekilde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
51. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi, ancak hakkında suç işlediğine dair
kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu
da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya
kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın
davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması durumunda tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
52. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal
edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da
maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele
alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara
uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun
veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).
53. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında
4/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 7/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.
Tutuklama kararının gerekçesi olarak isnat edilen suçlamaya ilişkin telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri
ve arama sonucu elde edilen dokümanlar gösterilmiştir. Başvurucu atılı
suçlamaları kabul etmemiştir. İddianamede
başvurucunun PKK/KCK terör örgütüne bağlı Batman Kent Meclisi yapılanmasının
Kültür Komitesinden sorumlu olduğu, aynı zamanda PKK/KCK adına Diyarbakır
ilinde düzenlenen toplantılara katılıp burada alınan kararları Batman’da
uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini temsilen sözde Amed
Bölge Meclisinde görevlendirildiği, Batman ilinde terör örgütü adına yapılan
illegal eylemler ile örgüt mensuplarına ait cenazelerin alınması, getirilmesi,
taziye çadırı kurulması, basın açıklamaları, terör örgütü adına yapılacak olan
etkinlikler için mahallelerde komisyonlar oluşturarak şahısların toplantı ve
basın açıklamalarına katılımlarının sağlanması amacıyla çalışmalarda
bulunulması, yapılan basın açıklamalarında terör örgütü liderinin
sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiği şeklinde değerlendirmelerde
bulunulmuş ve bu hususlara ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren olgulara yer
verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi de bu olgulara dayanarak kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına ve tutukluluğunun
devamına karar vermiştir. Başvurucunun sadece belediye kültür müdürü olarak
yaptığı faaliyetler nedeniyle suçlandığının söylenmesi bu aşamada zordur.
54. Başvurucuya isnat edilen eylemin suç oluşturup oluşturmadığı,
yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı görecek mahkemece
belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun
yollarında incelenebilir. Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde -hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere- isnat edilen
eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil
kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (Mehmet
Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 77).
55. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç
işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve
özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle ilgili sınırlı bir
inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin
ciddi belirtilerin varlığı, ilk tutuklama bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, § 84). Somut olayda soruşturmanın ilk aşamasında
Mahkemenin verdiği tutuklama kararının gerekçesi incelendiğinde kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kuvvetli suç şüphesi
bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
57. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı,
ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucu, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013
tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun devamına ilişkin kararın ve bu karara
itiraz etmesi üzerine verilen itirazın reddi kararının gerekçesiz olduğunu
belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ve tutukluluk kararlarına karşı
etkili bir başvuru yolu bulunmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
59. Başvurucunun Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde
düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi
geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak
ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle
etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için hangi
temel hak ve özgürlüğü konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna
cevap verilmesi gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
60. Somut olayda başvurucunun iddiasının özü, tutukluluk kararlarına
karşı yaptığı itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmesine
ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu iddiasının ve diğer iddialarının
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde incelenmesi gerekir.
61. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul
süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama
süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak
için bir güvenceye bağlanabilir.”
62. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları güvence altına alınmıştır.
63. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir
ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak
bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine
göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine
rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması
durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B.
No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
64. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak,
öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu
yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından
incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve
olayların ortaya konması gerekir (Murat
Narman, § 62).
65. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan
bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı
olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının
tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk
hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona
erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla
yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya
silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı
da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest
bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel
başvuruların -olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla- tutukluluk hâli devam
ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 30).
66. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunması durumunda ve bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Bu
tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli
görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama
nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler
“ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp
yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair
olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen
özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
67. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal
edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan
kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği
sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul
edilmesi gerekir (Murat Narman,
§§ 63, 64).
68. Diğer taraftan kişi özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik
görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır.
Nitekim AİHM; Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin
bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini
vurgulamaktadır (Hanefi Avcı, B.
No: 2013/2814, 18/6/2014, § 69).
69. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun
ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih;
doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise
kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün
verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya,
§ 56).
70. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi, gözaltına alındığı
4/2/2012 tarihi ile İlk Derece Mahkemesince tahliye edildiği 23/5/2014 tarihi
arasındaki 2 yıl 3 ay 19 gündür.
71. Başvurucunun değişik tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri;
özetle başvurucu hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara
dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların var olduğu, isnat edilen
suçların katalog suçlardan olduğu, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir
durumun bulunmadığı, başvurucunun serbest kalması hâlinde kaçma şüphesinin
bulunduğu, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının
dava konusu açısından yetersiz kalacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Somut
olayda başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, isnat edilen suçla ilgili
kuvvetli şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve
tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ile tutukluluk süresi dikkate
alındığında tutukluluk hâlinin devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli
olmadığı söylenemez. Dolayısıyla başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığı
2 yıl 3 ay 19 günlük süre somut davanın koşullarında makuldür.
72. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devam ettiği ilk derece
yargılaması sürecinde tutukluluk nedeniyle yargılamanın yürütülmesinde
gösterilmesi gereken özel hassasiyetin yargılama makamınca gösterilmediği
sonucuna varılması için bir neden bulunmamaktadır.
73. Başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, hakkında soruşturma
yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, isnat edilen suçla ilgili
şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devam
ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, tutukluluk
süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle
reddedildiği yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2.
Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3.
Tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Tutukluluk süresinin makul
olmadığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B.
Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
17/12/2015 tarihinde karar
verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, uzun süre tutuklu
kalmasının Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında korunan makul sürede
serbest bırakılma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Başvuru tarihi itibarıyla
Batman Belediyesi’nde kültür müdürü olarak görev yapan başvurucu, silahlı örgüt
kurma ve yönetme suçunu işlediği şüphesiyle 4/2/2012 tarihinde gözaltına
alınmış, 7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve 23/5/2014 tarihinde tahliye
edilmiştir. Böylece, başvurucu 2 yıl 3 ay ve 19 gün boyunca hürriyetinden
mahrum kalmıştır. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
13/6/2012 tarihli ve 2012/1150 soruşturma sayılı iddianamesiyle açılan kamu
davası devam etmektedir.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz" şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama
süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını
gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (Mustafa Ali Balbay,
B.No: 2012/1272, 4/12/2013,
§ 103).
4. Mahkememizin yerleşik
içtihatlarında vurgulandığı üzere, yakalama veya tutuklama anındaki delil
düzeyi ile ilerleyen aşamalarda kişinin suçla itham edilebilmesi, tutukluluk
halinin devamı ve nihayet mahkûmiyeti için gerekli delil düzeyi aynı değildir.
Başka bir ifadeyle, suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan
olgu ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve
mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi
gerekir (Mustafa Ali Balbay, §
73). Tutuklamanın başlangıcındaki nedenler belli bir süreye kadar yeterli
görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama
nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi, bu
gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olması gerekir (Murat Narman, B.No:
2012/1137, 2/7/2013, § 63; Savaş Çetinkaya,
B.No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
5. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) de, belli bir sürenin üzerindeki tutukluluk için makul
şüphenin ötesinde zorlayıcı nedenlerin bulunması gerektiğini belirtmiştir.
AİHM, bir kararında tutukluluk için başlangıçta ileri sürülen suç şüphesinin çok
genel olmakla birlikte yeterli kabul edilebileceğini, ancak zaman geçtikçe
tutukluluğun devamına karar verilirken serbest bırakmanın risklerinin gerçekten
varlığının ve mafya tipi örgüt içinde önemsiz bir yere sahip olduğu anlaşılan
başvurucunun gerçek bir tehlike arz ettiğinin ortaya konamadığını belirtmiş,
netice olarak da başvurucunun 2 yıl 7 ay tutuklu kalmasını sağlayan
gerekçelerin "yeterli" olmadığına hükmetmiştir (Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6/4/2000,
§§ 161, 163, 164).
6. Diğer yandan AİHM, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin üçüncü fıkrasının otomatik
tutuklamaya izin vermediğini, tutukluluğun devamı için, masumiyet karinesine
rağmen, kişi özgürlüğüne ağır basacak bir kamu yararının varlığının somut
olgularla ve ikna edici şekilde gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştır (bkz. Ilijkov/Bulgaristan, B.No: 33977/96, 26/7/2001, § 84). Aynı şekilde,
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası da belirli bir süreyi aşmayan
tutukluluğa şartsız ve otomatik olarak izin vermemektedir. Süre ne kadar kısa
olursa olsun, kişileri hürriyetinden mahrum bırakan tutuklama tedbirinin
haklılığı konusunda mahkeme kararının ikna edici olması zorunludur.
7. Somut başvuruya bu ilkeler
ışığında bakıldığında, başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların
gerekçelerinin yeterli olduğu söylenemez. Başvurucunun tutukluk boyunca yaptığı
tahliye talepleri, isnat olunan suçun mahiyeti, kuvvetli suç şüphelerinin
varlığı, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, başvurucunun serbest kalması
durumunda kaçma şüphesinin bulunması, adli kontrol tedbiri uygulanmasının
yetersiz kalacağı gibi gerekçelerle reddedilmiştir.
8. Başvurucunun, bireysel
başvuru yapmadan önce, tutukluluğun devamına ilişkin karara karşı yaptığı
itiraz, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 11/6/2013 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Mahkeme, sanığın üzerine atılı yasadışı terör örgütü üyesi
olmak “suçunun vasıf ve mahiyeti, üzerine
atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin
bulunması, üzerine atılı suç için öngörülen cezanın miktarına göre; sanığın
kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan beklenen
amacın adli kontrol ile elde edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve
tutuklamanın dosya kapsamına göre makul ve ölçülü olması dikkate alınarak,
itiraza konu kararda tutukluluğa ilişkin olarak gösterilen gerekçe yasaya uygun
bulunduğundan İTİRAZIN REDDİNE” karar vermiştir.
9. Başvurucu hakkında
düzenlenen iddianame incelendiğinde, başvurucuya yöneltilen suçlamaların bazı
protesto gösterilerine katılmak, bu gösterileri ve bazı konferansları organize
etmek ve bu tür toplantılara örgütsel doküman sağlamak gibi eylemlere
dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz, bu fiillerin ifade ve örgütlenme özgürlüğü
kapsamında kalıp kalmadığı ve başvurucuya isnat edilen suçun sabit görülmesi
bakımından yeterli olup olmadığı derece mahkemeleri tarafından belirlenecektir.
Ancak, söz konusu fiillerin mahiyeti dikkate alındığında, başvurucuya isnat
edilen suçun vasfının değişme ihtimalinin olduğu, dolayısıyla iki yılı aşan
tutukluluk süresinin makul olmadığı söylenebilir.
10. Diğer yandan, isnat edilen
suçun niteliği ve öngörülen cezanın ağırlığı bu kadar uzun bir süre tutukluluğu
tek başına haklı gösteremez. Bu yaklaşım bizi cezası ağır olan suçlardan dolayı
yargılanan kişilerin mutlaka tutuklu kalması gerektiği gibi yanlış bir sonuca
götürebilir. Kişilerin yargılandıkları suçun cezasının ağırlığı kaçma şüphesi değerlendirilirken
dikkate alınabilirse de, bunu kişilerin kaçacaklarına
dair mutlak bir karine olarak kabul etmek mümkün değildir.
11. Tutuklamanın devamına dair
kararlarda, başvurucunun uzun süredir kamu görevlisi olarak görev yapması ve
sabit bir ikametgâhının olması gibi kişisel özellikleri dikkate alınmadan, adli
kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ifade edilmiştir. Ancak, kararlarda
adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağına ve tutuklamadan beklenen
amacın neden adli kontrolle sağlanamayacağına dair hiçbir açıklamaya yer
verilmemiştir. Bu yaklaşım da tutuklamanın istisnai niteliğiyle
bağdaşmamaktadır.
12. Öte yandan, daha önceki bir karşıoy gerekçesinde de belirttiğimiz üzere, tutukluluk
sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, söz konusu tedbirin
kişilerin ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile siyasi faaliyetlerine etkileri
de dikkate alınmalıdır (bkz. İzzettin
Alpergin, B.No:
2013/385, 14/7/2015). Nitekim, bu etki Mahkememizin eldeki başvuruyla aynı gün
karara bağladığı bir kararında açık bir şekilde vurgulanmıştır. Anayasa
Mahkemesi, başvurucunun 2 yıl 2 ay ve 28 gün boyunca tutuklu kalmasının makul
olmadığını belirlerken tutuklamanın siyasi faaliyetler üzerindeki caydırıcı
etkisine dikkat çekmiştir.
13. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal
bulduğu Engin Demir kararının
ilgili kısmı şu şekildedir: “Başvurucunun
iki yıldan daha fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine yöneltilen
suçlamaların özünde yer alan hususun BDP Siyaset Akademisindeki eğitim
faaliyetlerini koordine etmek, görevlendirmeler yapmak ve eğitim vermek
suretiyle silahlı terör örgütünü yönetmek suçu olduğu anlaşılmaktadır. Siyasi
parti üye ve yöneticileri; son derece radikal ve muhalif fikirler barındıran
siyasi söylem, açıklama ve eylemlerinin makul olmayan bir süre devam edebilecek
tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse bu gibi faaliyetlere katılmaktan veya
bunları düzenlemekten kaçınma eğiliminde olacaklardır. Kuşkusuz bu durumun
siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkisi olacaktır. Diğer
koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve
geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlükleri işlevsiz
hâle getirebileceği göz ardı edilmemelidir.” (Engin Demir, B.No: 2013/2947, 17/12/2015, § 64).
14. Siyasi faaliyette bulunma
özgürlüğü için söz konusu olan caydırıcı etkinin, ifade ve örgütlenme
özgürlükleri yönünden de geçerli olduğu açıktır. Somut başvuruda başvurucu,
aynı zamanda, muhalif söylem ve eylemleriyle bilinen bir sendikanın da il
temsilcisidir. Kişiler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma, organize
etme ve aykırı da olsa düşüncelerini açıklama gibi eylemlerinin makul olmayan
bir süre devam edebilecek tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse, bu gibi
faaliyetlere katılmaktan kaçınma eğilimine gireceklerdir. Bu da demokratik
toplumun gelişmesine zarar verecek şekilde caydırıcı etki yaratacaktır.
15. Sonuç olarak, yargılamanın
tutuklu olarak sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi
hürriyetinin korunması arasında ölçülü bir dengenin kurulduğu, tutuklamanın
devamına ilişkin karar gerekçelerinin "ilgili” ve “yeterli" olduğu,
dolayısıyla 2 yıl 3 ay ve 19 günlük tutukluluk süresinin makul olduğu
söylenemez.
Bu
gerekçelerle, başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında
korunan makul sürede serbest bırakılma hakkının ihlal edilmediği yönündeki
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Batman
Belediye Başkanlığında kültür müdürü olan başvurucu silahlı örgüt kurma ve
yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle 7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve
23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun yargılanması Batman 2.
Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
2.
Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklanmasından ve uzun bir süre
tutuklu kalmasından şikâyet etmektedir. Bu nedenle, başvurunun Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında tutuklanan
kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya
kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence
altına alınmıştır. Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifadesini bulan masumiyet
karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise
istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet
karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Mustafa Ali Balbay, B. No:
2012/1272, 4/12/2013, § 103)
4. Başvurucu, toplam 2 yıl 3 Ay 19 gün tutuklu kalmıştır İsnat edilen suçun niteliği ve soruşturma konusunun
kapsamı gibi gerekçeler bu kadar uzun bir süre tutukluluğu tek başına haklı
gösteremez.
5.
Başvuru tarihinde BDP üyesi ve TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi olan
başvurucu, Batman Belediyesi kültür müdürü görevinde bulunmaktaydı.
Başvurucunun iki yıldan fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine
yöneltilen suçlamaların temelinde çeşitli protesto gösterilerine katılmak,
bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman
sağlayarak silahlı terör örgütü yönetmek suçu yatmaktadır.
6.
Protesto gösterileri ve konferanslarda ifade özgürlüğü ve siyasi parti
özgürlüğü kapsamında görülemeyecek bazı beyanların olduğu kabul edilse bile bu
suçun Türk Ceza Kanunu bağlamında bir terör örgütüne üyelik ve bir terör
örgütünü yönetmek suçundan daha hafif nitelikte bir suçu oluşturabileceği ve bu
nedenle suç vasfının değişme ihtimali dikkate alındığında 2 yıldan fazla süren
bir tutukluluk makul gözükmemektedir.
7.
Tutukluluğa dönük yapılan itirazların gerekçelerinde suçun katalog suçlardan
olması önemli bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte, somut olayda tutukluluğun
devamına ilişkin kararlarda somut olguların varlığı ikna edici şekilde ortaya
konulmamış ve sadece isnat edilen suçun katalog suçlardan olması hususuna atıf
yapılmıştır.
8.
Mahkemeler tarafından ileri sürülen diğer gerekçelere bakıldığında kaçma ve
delilleri değiştirme tehlikelerinin herhangi bir açıklama sunulmadan
belirtildiği görülmektedir. Bunlara ek olarak, mahkemeler, kanunda öngörülen
cezanın ağırlığını da tutukluluğa itiraz taleplerinin reddedilmesinde gerekçe
olarak kullanmışlardır. Bütün bu gerekçeler tutukluluğun başlangıcında geçerli
olabilir ama tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin
seviyesinin de artması gerekir. Mahkemeler, ilk tutuklama tedbirinin üzerinden
iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçtaki kuvvetli suç şüphesini
doğrulayacak herhangi bir yeni somut unsura değinmemişlerdir.
9.
Başvurucu lehine adli kontrol tedbirine de hükmedilebilirdi. Bu göz önüne
alınmadan ve bu tedbirlerin neden yetersiz kalacağı tartışılmadan tutukluluk
tedbirinin uygulandığı anlaşılmaktadır.
10.
Başvurucunun yasal bir siyasi parti üyesi ve sendika temsilcisi olduğunu da
düşünürsek, somut olmayan gerekçelere dayanılarak 2 yıldan fazla tutuklu
kalmasının düşünce özgürlüğüne dayalı siyasi faaliyetler ve sendika özgürlüğü
üzerinde caydırıcı bir etkide bulunacağı yadsınamaz.
11.
Başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu
sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulamadığı kanaatine, uzun
tutukluluğun ifade özgürlüğü ve sendika özgürlüğü üzerindeki caydırıcı etkileri
de göz önüne alınarak, varılmıştır.
12.
Belirtilen nedenlerle başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı
sonucuna ulaşıldığından, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal
edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
|
|
|
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, Diyarbakır 5.
Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun
devamına ilişkin kararın ve bu karara itiraz etmesi üzerine verilen itirazın
reddi kararının gerekçesiz olduğunu, kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti
faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını, adli kontrolle serbest bırakılma
talebinin dikkate alınmadığını, kendisine isnat edilen suçlamaların soyut ve
mesnetsiz olduğunu belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ve
tutukluluk kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını belirterek
etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Mahkememizce
başvurucunun iddiasının özünün, tutukluluk kararlarına karşı yaptığı
itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmesine ilişkin olduğu
belirtilerek bu iddianın Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası
çerçevesinde incelenmesine karar verilmiştir.
2. Mahkememiz çoğunluğu
tarafından, makul süre açısından dikkate alınması gereken tutukluluk süresinin
2 yıl 3 ay 19 gün olduğu, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, isnat edilen
suçla ilgili kuvvetli şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller
ve tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ile tutukluluk süresi dikkate alındığında
tutukluluk hâlinin devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığının
söylenemeyeceği belirtildikten sonra, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği,
hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, isnat
edilen suçla ilgili şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve
tutukluluğun devam ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüklerinden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu
olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
4. Bir koruma tedbiri olan tutuklama
bir kimsenin suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün
geçici olarak kaldırılmasıdır. Bu özelliğiyle geçici bir tedbir olan
tutuklamanın bir ceza olmadığı, cezalandırma maksadıyla kullanılamayacağı, asıl
olanın tutuksuz yargılama olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Aksine uygulama
tutuklama tedbirinin niteliğine aykırı olacaktır. Keza, hukukumuzda tutuklama
ihtiyari bir koruma tedbiri olup, koşulları mevcut olsa bile mutlaka
tutuklamaya başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır.
5. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.
6. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
7. Tutuklama, koruma tedbirleri
arasında kişi özgürlüğünü en ağır biçimde sınırlandıran bir tedbirdir. Bu
nedenle ancak zorunlu hallerde bu tedbire başvurulmalı, tutuklama ile gözetilen
amaçlara başka tür ve daha hafif koruma tedbirleri ile ulaşılabilme imkanının
varlığı halinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır.
8. Bir kişinin tutuklanabilmesi
öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır.
Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı
delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın
kendine özgü şartlarına bağlıdır. Bu kapsamda kuvvetli şüphe yargılama
makamlarının sezgilerine, korkularına, ideolojik, dini, siyasi veya ahlaki
önyargılarına dayanamaz, mutlaka objektif maddi olgularla desteklenmelidir.
9. İkinci olarak kuvvetli suç şüphesi
yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
belirtilen tutuklama nedenlerinin de bulunması gerekir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilebilecektir.
10. Kanuna uygun tutuklamanın koşulları
olan kuvvetli suç şüphesi, kaçma ve delil karartma olasılığının bulunması
şeklindeki tutuklama nedenleri tutukluluk durumunun her aşamasında birlikte
varlığı gereken zorunlu koşullardır. Tutuklama nedenleri ile ilgili bu
koşulların da her bir şüpheli açısından somut olarak değerlendirilmesi ve
gerekçeye yansıtılması gerekir. AİHS sisteminden farklı olarak ulusal
mevzuatımızda bu konuda ilk tutuklama kararı ile sonraki tutukluluk
incelemeleri arasında herhangi bir ayırım öngörülmemiştir.
11. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine
göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda, kuvvetli suç şüphesini, kaçma ve delil karartma olasılığını,
tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu
gösteren delillerin somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi gerekir. Ancak gerekçe sayesinde
tutuklamanın yasal nedenlerle yapılıp yapılmadığı anlaşılabileceği gibi;
sanığın ve müdafiin tutuklamanın nedeni konusunda
bilgi edinerek savunmasını hakkıyla yapabilmesi, itiraz merciinin de buna göre
inceleme yapabilmesi yine gerekçe sayesinde mümkün olacaktır. Gerekçe, kararın
akla uygun, çelişkisiz ve inandırıcı biçimde dayanaklarının gösterilmesi
demektir. Bu nedenle, sadece tutuklama nedeninin, yani kaçma veya delilleri
karartma şüphesi bulunduğunun belirtilmiş olması, kanundaki terimlerin
tekrarlanması kararın gerekçeli olduğu anlamına gelmez.
12. Tutuklamanın bir koşulu da kişinin
tutuklanmasına neden olarak gösterilen gerekçeye göre gözetilen amaç ile
başvurulan ve özgürlük ve güvenlik hakkına ağır bir müdahale teşkil eden
tutuklama tedbiri arasında bir orantının ve ölçülülüğün bulunmasıdır.
Cezalandırmada olduğu gibi koruma tedbirlerinin uygulanmasında da ölçülülük
ilkesi önemli bir işleve sahip olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, kişi hürriyetinin
kısıtlanması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin hafiften ağıra doğru giden
sıralama içinde uygulama yapılmasını gerektirir. Ceza muhakemesinin amacına
daha hafif bir tedbirle ulaşılması mümkün ise öncelikle o tedbirin uygulanması
gerekir. Aksi takdirde kişi özgürlüğüne yapılan müdahale ölçülülük ilkesine
aykırı bir uygulama olacaktır.
13. Ölçülülük ilkesinin bir gereği
olarak tutuklama kararı verilirken, isnat olunan suçların niteliğinin yanında,
kişinin özel durumunun dikkate alınması, tutuklama yerine uygulanabilecek
alternatif koruma tedbirlerinin ölçülülük ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi
ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi de bir
zorunluluktur.
14. AİHS’nin 5. maddesinin 3.
fıkrasında, yakalanan veya tutuklanan kişinin derhal hakim
önüne çıkarılma hakkı düzenlendikten sonra, kişinin makul bir süre içinde
yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı olduğu
belirtilmiştir. Sanık, dava kesin mahkumiyetle sonuçlanıncaya kadar suçsuz
sayılacağından dolayı mahkemelerin somut olayda tutukluluk durumunun makul olup
olmadığını değerlendirirken masumiyet karinesini de göz önünde bulundurmaları
gerekir.
15. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası, belirli bir süreyi aşmayan tutukluluğa şartsız olarak izin verdiği
biçiminde yorumlanamaz. Süresi ne kadar kısa olursa olsun, tutukluluğun haklı
olduğu kararda ikna edici bir şekilde gösterilmelidir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Belchev/Bulgaristan, B. No: 39270/98, 8/4/2004, §
82). AİHM, tutukluluğun devamına ve tutukluluğa itirazın reddine ilişkin
kararlarda mahkemelerin, aynı kelimelerin ve kalıpların tekrarlanmasından
ibaret gerekçeler kullanmaları halinde bunun Sözleşmenin 5. maddesinin 3.
fıkrasına aykırı olduğu sonucuna varmaktadır. (Çayan Bilgin/Türkiye, B.No:37912/04, 8.12.2009; Kürüm/Türkiye, B.No:56493/17,
26.1.2010; Erdem/Almanya, B.No:38321/97, 5.7.2001; Shishkov/Bulgaristan,
B.No:38822/97, 9.1.2003; Ilijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001,
§ 84). AİHM’e göre Kanun, tutuklama nedenlerine
ilişkin bir karine öngördüğünde, bireysel özgürlüğe müdahaleyi gerektiren somut
olguların varlığının ikna edici biçimde ortaya konulması zorunludur (Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§
58-65).
16. Tutuklama tedbirinin kanuna uygun
kabul edilebilmesi için kuvvetli suç şüphesi ile birlikte tutuklama
nedenlerinden en az birinin tutukluluğun her aşamasında birlikte mevcut olması
zorunludur. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararların gerekçelerinde,
kuvvetli suç şüphesinin, tutuklama nedenlerinin varlığının ve tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin “somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi” gerekir.
17. İlk tutuklama kararı verilirken
gösterilen tutuklama nedenleri başlangıçta ve belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya
ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş
Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
18. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).
19. Tutukluluk konusundaki kanun
hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir
yetkisi kapsamında olmakla beraber kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı
yorumlara dayalı uygulamalar yapılması veya delillerin takdirinde açıkça
keyfiliğin bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür
kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel
başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
20. Somut olayda BDP üyesi ve TÜMBELSEN sendikası Batman il
temsilcisi olan başvurucu Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak
görev yapmaktadır. Silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle
7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
21. Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının 13/6/2012 tarihli ve 2012/1150 Soruşturma sayılı iddianamesinde
başvurucuyla ilgili telefon tapeleri, fiziki takip
tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen dokümanlar
ışığında başvurucu hakkında isnad edilen eylemler
şöyle açıklanmıştır: “Şüpheli Ali SARIPINAR’ın faaliyetleri bir bütün olarak
değerlendirildiğinde; PKK/KCK terör örgütüne bağlı Batman Kent Meclisi
yapılanmasının Kültür Komitesinden sorumlu olduğu, aynı zamanda PKK/KCK adına
Diyarbakır ilinde düzenlenen toplantılara katılıp burada alınan kararları
Batman’da uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini temsilen sözde Amed Bölge Meclisinde görevlendirildiği, Batman ilinde
terör örgütü adına yapılan illegal eylemler ile örgüt mensuplarına ait
cenazelerin alınması, getirilmesi, taziye çadırı kurulması, basın açıklamaları,
terör örgütü adına yapılacak olan etkinlikler için mahallelerde komisyonlar
oluşturarak şahısların toplantı ve basın açıklamalarına katılımlarının
sağlanması amacıyla çalışmalarda bulunulması, yapılan basın açıklamalarında
terör örgütü liderinin sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiğini
anlaşılmaktadır. Bu suretle şüphelinin üzerine atılı TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
FAALİYETLERİNİ DÜZENLEMEK SURETİYLE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ YÖNETME SUÇUNU işlediğinin
anlaşıldığı, …”.
22. Görüldüğü gibi başvurucu hakkında yürütülen ve
tutuklamaya esas alınan iddialar çeşitli protesto gösterilerine katılmak,
bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman
sağlamak gibi ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini de
ilgilendiren eylem ve faaliyetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, tutuklamaya ve tutukluluğun
devamına yönelik kararlarda özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte ilgili
diğer temel hak ve özgürlüklerin de gözetilmesi, değerlendirilmesi ve
özgürlükten yoksun bırakma yönünde uygulanan tedbirin ölçülü olduğunu gösteren
gerekçelerin ortaya konulmuş olması gerekir.
23. Anayasanın çeşitli maddelerinde
geçen "demokratik toplum"
kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplum" ölçütü,
Anayasa'nın 13. maddesi ile AİHS'in bu ölçütün
kullanıldığı 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça
yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve
açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94,
8/7/1999, § 61).
24. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları
uyarınca, "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp
güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup
tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni
gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler,
istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin
sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla
sınırlandırılabilirler." (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T.
24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne
dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa,
etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı
ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı
olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
25. Genel olarak basın, ifade ve
örgütlenme özgürlükleri ile sendika hakkı Anayasa'da benimsenen temel
değerlerden biri olan siyasal demokrasiyi somutlaştıran hak ve özgürlükler
arasında yer alır ve demokratik toplumun önemli temel unsurlarını oluşturur.
Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında demokrasinin temellerinin
çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olduğunu vurgulamıştır (B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 95). Buna göre sendika hakkını kullanan bireyler, çoğulculuk,
hoşgörü ve açık fikirlilik gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinin
korumasından yararlanırlar. Başka bir deyişle şiddete teşvik etme veya
demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, sendika hakkı çerçevesinde
dile getirilen bazı görüşler veya bunların dile getirilme biçimi yetkili
makamların gözünde kabul edilemez olsa dahi, basın, ifade, örgütlenme ve
sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler demokrasiye hizmet
edemez ve hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir
toplumda, farklı düşüncelerin sendikal özgürlükler veya başka yollarla dile
getirilmesine imkan tanınmalıdır (benzer
değerlendirmeler için bkz. Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/3/2007, § 36).
26. Hak ve özgürlüklere yapılacak her
türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa'nın 13.
maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir.
Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda
öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13.
maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki
ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz
bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir
ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler (B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
96).
27. Anayasa Mahkemesinin kararlarına
göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç
arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan
yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir (B. No:
2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97). Bu sebeple
sendika hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için
seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
28. Tutuklama ve tutukluluğun devamına
ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında, tahliyesini
talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk
gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Özellikle kişi hakkında
uygulanan tutuklama tedbiri ile birlikte özgürlük ve güvenlik hakkı yanında
ifade özgürlüğü, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma
hakkı, sendika hakkı gibi genel katılım içeren temel hak ve özgürlüklere de
sınırlama getirildiği hallerde tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin
ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması
gerekmektedir. Zira diğer koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran
tutuklama tedbirine yoğun ve geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel
hak ve özgürlüklerin içini boşaltabileceği ve işlevsiz hale getirebileceği göz
ardı edilmemelidir.
29. Silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği
şüphesiyle 7/2/2012 tarihinde tutuklanan ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiş
bulunan başvurucunun BDP üyesi, TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi ve
aynı zamanda Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak görev yapmakta
olması karşısında, başvurucuya isnad edilen eylemlere
göre tutukluluk durumunun, başvurucunun ve somut olayın özellikleri ile
birlikte değerlendirilmesi gerekir. Eldeki işte başvurucunun da aralarında
bulunduğu kişiler hakkında düzenlenen iddianamede başvurucu hakkında yürütülen
ve tutuklamaya esas alınan iddialar çeşitli protesto gösterilerine katılmak,
bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman
sağlamak gibi ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini de
ilgilendiren eylem ve faaliyetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, tutuklamaya ve tutukluluğun
devamına yönelik kararlarda özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte ilgili diğer
temel hak ve özgürlüklerin de gözetilmesi, değerlendirilmesi ve özgürlükten
yoksun bırakma yönünde uygulanan tedbirin ölçülü olduğunu gösteren gerekçelerin
ortaya konulmuş olması gerekir.
30. Kişilerin ceza kanunlarına aykırı
davranışları ve cezalandırma söz konusu olduğunda kural olarak-bu durumun ağırlaştırıcı veya hafifletici neden
sayılması gibi haller dışında- eylemi gerçekleştiren şahsın kimliği,
mesleği ve özel nitelikleri önemli değildir. Ceza kanunları, kanunda öngörülen
istisnalar dışında herkese eşit olarak uygulanır. Tutuklama tedbiri bakımından
da aynı açıklamalar geçerlidir. Ancak, kişi özgürlük ve güvenliği hakkını
doğrudan etkileyen bu tedbire başvurulurken, uygulanan tedbir ile hakkında
tedbir uygulanan kişinin veya olayın özelliğine göre özgürlük ve güvenlik hakkı
yanında başka temel hak ve özgürlüklerin de sınırlandırılması veya ortadan
kaldırılması sözkonusu olacaksa somut olayın
özellikleri de gözetilmek suretiyle tedbir ile temel hak ve özgürlükler
arasında adil bir denge kurulmalıdır.
31. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mustafa
Ali Balbay (B.No:2012/1272, 4.12.2013) ve Mehmet
Haberal (B.No:2012/849, 4.12.2013) kararlarında başvurucuların milletvekili
sıfatı taşımaları nedeniyle tutukluluğun devamı kararlarında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının yanında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının da
gözetilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Her iki kararda tekrarlanan gerekçenin
ilgili bölümü şöyledir:
“Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna,
Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve
özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında
karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi
eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş
milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu
mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede
mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar
verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır
basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri
gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken,
başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip
değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın
tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu
takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli
oldukları sonucuna varılabilir.
Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla
Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir
milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin
seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün
Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet
varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin
uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği,
maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının
artırıldığı görülmektedir.
Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında,
tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda
tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun
tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken
gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş
olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı
somut olgular ortaya koyamamıştır.”
32. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun
bu kararlarında benimsediği yaklaşım esas alındığında tutukluluğunun devamı
hakkında karar verilen kişi bir milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere
bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, kişinin
siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkını kullanamaması sonucu mahrum kalınan
kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Aynı yaklaşım ifade ve
örgütlenme özgürlüğünün diğer görünümlerini oluşturan basın, örgütlenme ve
sendika özgürlükleri bakımından da geçerlidir.
33. Bu çerçevede mahkemelerin ifade
özgürlüğü ve onun diğer görünümlerini oluşturan faaliyetlere yönelik
soruşturmalarda tutukluluğun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkından hem de anılan özgürlüklerin kullanılmasından kaynaklanan
yarardan çok daha ağır basan, korunacak bir yararın varlığını somut olgulara
dayanarak göstermeleri gerekir. Dolayısıyla, başvurucunun sendika ve ifade
özgürlüğünü kullanması ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında
ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin
ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
34. AİHM’ne göre, ifade özgürlüğü ve bu
özgürlüğün farklı görünüm biçimlerini oluşturan basın, örgütlenme, siyasi faaliyet
ve sendika özgürlüklerinin kullanımına yapılan müdahalelerin ölçülülük
değerlendirmesinde, uygulanan yaptırımın ağırlık ve niteliğinin de dikkate
alınması gerekir. AİHM, uygulanan yaptırım hafif olmasına rağmen eğer başvurucu
üzerinde caydırıcı bir etki meydana getiriyorsa, bunu sorunlu görmektedir. AİHM’e göre, uygulanan yaptırımın yukarıda belirtilen
kriterler bağlamında haklı kılınmış olması gerekir (Axel Springer AG/Almanya [BD], B. No:
39954/08, 7/2/2012, § 95). Mahkeme, sendikal faaliyet kapsamında verilen hafif
cezaların dahi sendikaya üye kişileri, çıkarlarını savunmak amacıyla yapılan
sendikal faaliyetlere katılmaktan vazgeçirecek bir niteliğe sahip olduğunu
kabul etmektedir (bkz. Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04, 15/12/2009, § 30;
Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/6/2007, § 37; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 43).
35. Bu nedenle, belirtilen
özgürlüklerle ilgili soruşturmalarda tutukluluk halinin incelenmesi sırasında,
uygulanan tutuklama koruma tedbirinin anılan özgürlüğü işlevsiz hale
getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Öngörülen tedbir ile sınırlanması veya
ortadan kaldırılması söz konusu olan temel hak ve özgürlük arasında yapılacak
dengelemede, kişinin bu hak ve özgürlüğünü kullanmasına engel olmayacak diğer
koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. Bir suç
sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100. maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebileceğini öngören 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinde buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı
Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı
görülmektedir.
36. Tutuklama nedenlerinin varlığının tutukluluk
süresince tekrar gözden geçirilmesi ve somut olarak ortaya konulması sırasında
tutukluluk halinin devamına karar verilirken, özgürlük ve güvenlik hakkı ile
birlikte söz konusu olan diğer hak ve özgürlüklerin de ölçülülük açısından
yapılacak değerlendirmede ayrıca gözetilmesi gerekir. Bu anlamda verilen
kararlar da denetime elverişli olacak şekilde yeterli gerekçeyi içermeli ve
hakkında tutuklama tedbiri uygulanan kişi bakımından yeterli somutlaştırmayı
sağlamalıdır. Aksi yaklaşım, kanunda belirtilen kalıpların tekrarından ibaret
olarak verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararları tamamen denetimsiz
bırakan ve bu yönüyle AİHM içtihatlarında belirtilen, Anayasa ve Ceza
Muhakemesi Kanununda yer verilen güvencelere aykırı biçimde sürdürülen uygulamaların
devamına yol açar.
37. Eldeki işte, başvurucunun değişik
tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri özetle; başvurucu hakkında isnat
olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini
gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması,
tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli
suç şüphesinin varlığını göstermesi, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir
durumun bulunmaması, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin
bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının
dava konusu açısından yetersiz kalacağı şeklindeki gerekçelerle reddedilmiştir.
Başvurucu tarafından mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar
da reddedilmiştir. Böylece başvurucunun tutukluluk süresi 5271 sayılı Kanun’un
102. maddesinde ağır cezalık suçlar için öngörülen iki yıllık süreyi 8.2.2014
tarihinden itibaren aşmış ve toplamda 2 yıl 3 ay 19 güne ulaşmış bulunmaktadır.
38. Başvurucunun tahliye taleplerini
inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince
kişiselleştirmemiş, diğer alternatif koruma tedbirlerinin uygulanmasını
ölçülülük açısından değerlendirmemiş, BDP üyesi, TÜMBELSEN sendikası Batman il
temsilcisi ve aynı zamanda Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak
görev yapmakta olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair
inandırıcı somut olgular ortaya koyamamışlardır. Kararda tekrarlanan bu
gerekçeler 2 yıl 3 ay 19 gün süren bir tutukluluk için yeterli görülemez.
39. Bu durumda,
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun
bu başlık altında dile getirdiği şikâyetleri yönünden Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmadık.
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|