TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
ALİ SARIPINAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5973)
Karar Tarihi:17/12/2015
R.G. Tarih ve Sayı: 12/2/2016-29622
Başkan
:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Erdal TERCAN
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Ali SARIPINAR
Vekili
Av. Süleyman BİLGİÇ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklanma, iletişimin usulsüz olarak tespiti, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılması nedenleriyle Anayasa’nın 19., 20. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2013 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için gönderilmiş; Bakanlığın 5/11/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
6. İkinci Bölüm tarafından 1/12/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, başvuru yaptığı tarih itibarıyla Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürüdür.
9. Başvurucu, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen E.2011/8212 sayılı soruşturma kapsamında silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle 4/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Batman 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 7/2/2012 tarihli ve 2012/46 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. Tutuklama kararının gerekçesi şu şekildedir:
“Sanıkların üzerine atılı olan suçları işlediklerine dair dosya kapsamında kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgu ve delillerin bulunması, üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı sebebiyle ayrıca isnat edilen suçların CMK’nın 100. maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle şüphelilerin CMK’nın 100. maddesinde belirtilen şartların şüpheliler açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü, şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA,”
11. Batman 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 7/3/2012 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesinde “atılı suçun kanunda öngörülen cezasının üst sınırı, delillerin tam olarak toplanmamış olması ve suçun niteliğinin değişmesi” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
12. Batman Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında hazırladığı fezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı E.2012/1150 sayılı soruşturma kapsamında E.2012/943 sayılı iddianameyle başvurucunun terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır.
13. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 13/6/2012 tarihli ve 2012/1150 Soruşturma sayılı iddianamesinde başvurucuyla ilgili telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen dokümanlar ışığında başvurucu hakkında şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:
“ DEĞERLENDİRME: Görüşmeden Batman Belediyesine yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla 18/12/2011 günü gerçekleştirmek istenen, ancak izin verilmemesi üzerine Batman ili Yılmaz Güney Sineması önünde basın açıklaması yapılmasıyla son bulan yürüyüşü organize ettiği ve bu yürüyüş için ihtiyaç duyulan meşaleleri temin ettiği anlaşılmaktadır.
FİZİKİ TAKİP-1
Batman 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 27.09.2011 tarih ve 2011/1010 Değişik İş sayılı Fiziki Takip ve Teknik Araçlarla İzlenmesi kararına istinaden 02.10.2011 tarihinde teknik araçlarla alınan ses ve görüntü kaydında şüpheli Ali SARIPINAR’ın; PKK/KCK adına Batman ilinde oluşturulan yapılara, alanlara sözde motivasyon sağlayabilmek amacıyla düzenlenen ve yasadışı sloganların atıldığı Batman Kent Meclisi konferansına katıldığı, konferansa başlamadan önce ölen PKK/KCK terör örgütü mensupları için saygı duruşunda bulunduğu, PKK/KCK terör örgütünün sözde Siyasi Perspektifini ve Abdullah ÖCALAN’ın perspektifini okuduğu, bu konferansta PKK/KCK terör örgütü mensuplarının gerçekleştirdikleri silahlı ve bombalı eylemleri destekleyici, terör örgütü mensuplarına yönelik gerçekleştirilen operasyonları protesto edici beyanlarda bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ı ÖNDER, PKK/KCK terör örgütünü de sözde ÖZGÜRLÜK HAREKETİ olarak gördüğü, “Önderliğimiz işkence altındadır, ondan habersiziz. Siyasi temsilcilerimiz zindana atılıyor. Her gün halkımızın onuru çiğneniyor. Buna karşı namuslu hiçbir Kürt ve şerefli hiçbir insan sessiz kalmamalıdır. Tüm yurtsever-demokratik kurum ve kuruluşlar, AKP’nin bu faşizan uygulamalarına karşı daha fazla örgütlenmeli, kendi özerk sistemini kurmalı ve mücadelesini yükseltmelidir. Serhildan (başkaldırı) hareketi niteliksel bir gelişme yaşayarak, bu faşist uygulamalara dur diyecek bir düzeye gelmelidir. Bunu gerilladan beklememek lazım, halkımız bunu kendisi yapmalıdır. Bu uygulamalara dur diyecek bir serhildan (Başkaldırı) hareketine ihtiyaç vardır. Gün artık söz söyleme günü değil, pratik günüdür. Gün, herkesin bulunduğu yerde mücadeleyi yükseltmek için elinden geleni yapma günüdür” şeklinde halkı isyana teşvik edici ve propagandif sözler sarf ettiği, konferansta Batman Kent Meclisiyle ilgili eksiklikler üzerine eleştirilerde bulunduğu, meclis (Batman Kent Meclisi) yapısını oluşturma çalışmalarında bulunduğu, Abdullah ÖCALAN üzerinde uygulandığını iddia ettiği tecrit ve izolasyon politikasını bulunduğu, Abdullah ÖCALAN üzerinde uygulandığını iddia ettiği tecrit ve izolasyon politikasını Kürt halkına yönelik açılmış bir savaş olarak gördüğü, bundan dolayı da eylemsellik faaliyetlerinde bulunduğu, okumuş olduğu "Sonuç Bildirgesi"nde, Kent Meclisi bileşenlerinin Abdullah ÖCALAN’ın "demokratik modernite paradigması"nı yeterli düzeyde algılamadığı, paradigmanın temel örgütleme ağı olan komün, mahalle ve kent meclislerinin oluşturulması için doğru yaklaşım içerisinde bulunulmadığı, halkın kendi öz yeterlilik mekanizmasını oluşturma noktasında doğru öncülük yapılmadığı, Kent meclislerinin en küçük toplumsal birimin örgütlendirilerek söz yetki karar süreçlerine dâhil edilmesi gerekirken elit kaldığı ve kimi tarz eski alışkanlıkların devam ettirilmesi için direnç oluşturulduğu, halkın iyi niyetli örgütsel yapının dinamik, kitlesel eylem ve etkinlik ortaya koyamayacağı, son dönemlerde Abdullah ÖCALAN başta olmak üzere, örgütün dağ kadrosunda bulunan mensupları ve örgüt adına çalışmalar yapan kurumlara karşı geliştirilen operasyonlara karşı direnç gösterilmemesinin oluşturulan eksik örgütlenme modelinin sonucu olduğu yönünde eleştirilerde bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ın sözde özgürlüğünü kendi operasyonlara karşı direnç gösterilmemesinin oluşturulan eksik örgütlenme modelinin sonucu olduğu yönünde eleştirilerde bulunduğu, Abdullah ÖCALAN’ın sözde özgürlüğünü kendi özgürlüğü, sağlığını kendi sağlığı, güvenliğini de kendi güvenliği olarak görerek bunu sahiplendiği ve bundan sonraki temel hedefin Abdullah ÖCALAN’ın serbest bırakılmasını sağlamak olduğu ve konferans ile KCK tutuklularının serbest bırakılmaları ve KCK operasyonlarına son verilmesini konferans ile KCK tutuklularının serbest bırakılmaları ve KCK operasyonlarına son verilmesini istediği, konferansı ölen PKK/KCK terör örgütü mensuplarına adadığı, Diyarbakır ilinde gerçekleşen örgütsel toplantılarda Batman Kent Meclisi’ni temsilen Amed Bölge Yürütmesinde görevlendirildiği, konferansa sunduğu özeleştiri raporundan; Kültür Komitesi olarak birinci hedefin sözde Demokratik Özerkliğin ilan edilmesinin ayaklarının kurulmasını sağlamak olduğu ve bunun için çalışmalar yürüttüğü, komite olarak 15 Şubat eylemlerine katıldığı, sözde Demokratik Çözüm çadırlarının kurulmasına öncülük ettiği ve çadır eylemlerine katıldığı tespit edilmiştir.
FİZİKİ TAKİP-2
Batman 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 27.09.2011 tarih ve 2011/1010 Değişik İş sayılı Fiziki Takip ve Teknik Araçlarla İzlenmesi kararına istinaden 19.11.2011 tarihinde teknik araçlarla alınan ses ve görüntü kaydında şüphelimiz Ali SARIPINAR’ın; PKK/KCK terör örgütünün propagandasını yapmak amacıyla ihtiyaç duyulan örgütsel dokümanların kendisinden temin edildiği, propaganda amaçlı sinevizyon gösterilerinin her sene kendisi tarafından yapıldığı ve bu konuda teknik bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
GİZLİ TANIK DİCLE: 10.01.2012 günü Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan DİCLE isimli gizli tanık; şüpheli Ali SARIPINAR'ın PKK/KCK’ya bağlı Batman yapılanmasının İdeolojik Alan Merkezi altında faaliyet yürüten ve gerçekleştirilecek etkinliklerde düzenlenecek konser, miting, sinevizyon gösterimi vb faaliyetler ile ilgili müzikal aletler, sahnenin ayarlanması, sanatçıların temin edilmesi vb faaliyetleri yerine getiren Kültür Komitesinden sorumlu olduğunu, söz konusu olacak faaliyetlerle ilgili örgütsel bilgi ve belgelerin kendisinden istendiğini, bu yönde donanımının kuvvetli olduğunu beyan ederek fotoğrafını net olarak teşhis etmiştir.
Şüpheli Ali SARIPINAR’ın faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; PKK/KCK terör örgütüne bağlı Batman Kent Meclisi yapılanmasının Kültür Komitesinden sorumlu olduğu, aynı zamanda PKK/KCK adına Diyarbakır ilinde düzenlenen toplantılara katılıp burada alınan kararları Batman’da uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini temsilen sözde Amed Bölge Meclisinde görevlendirildiği, Batman ilinde terör örgütü adına yapılan illegal eylemler ile örgüt mensuplarına ait cenazelerin alınması, getirilmesi, taziye çadırı kurulması, basın açıklamaları, terör örgütü adına yapılacak olan etkinlikler için mahallelerde komisyonlar oluşturarak şahısların toplantı ve basın açıklamalarına katılımlarının sağlanması amacıyla çalışmalarda bulunulması, yapılan basın açıklamalarında terör örgütü liderinin sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiğini anlaşılmaktadır. Bu suretle şüphelinin üzerine atılı TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FAALİYETLERİNİ DÜZENLEMEK SURETİYLE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ YÖNETME SUÇUNU işlediğinin anlaşıldığı, …”
ŞÜPHELİNİN KATILDIĞI GEÇMİŞ TARİHLİ OLAYLAR
OLAY-1 KCK TUTUKLAMALARINI PROTESTO MİTİNGİ
29.11.2011 günü, KCK tutuklanmalarını ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından KCK Önderlik Komitesine yönelik yapılan operasyon kapsamında yakalanarak tutuklanan BDP Batman İl Başkanı olan Av. ..’ün tutuklanmasını protesto etmek amacıyla BDP Batman İl Örgütü tarafından saat 12.00 sıralarında Batman ili Şafak mahallesi Zeki Otel civarından Diyarbakır caddesi üzerinde bulunan Belediye Binasına kadar bir protesto yürüyüşü ve ardından basın açıklaması düzenleneceği bilgisinin alındığı, yapılacak olan bu yürüyüşle ilgili olarak saat 11.00 sıralarında yürüyüşün yapılacağı Zeki Otel önünde ve ulaşım güzergâhlarında Batman Emniyet Müdürlüğü görevlilerince gerekli güvenlik önlemleri alındığı, saat 12.00 sıralarında toplanmaya başlayan grup aralarında Batman Belediye Başkanvekili Serhat TEMEL, BDP Batman İl Başkan yardımcısı Veysi GEYİK, BDP Batman merkez ilçe başkanı Mehmet Şerif ÇAKAR, BDP İl Meclis genel üyesi Salih AKTAN ve bazı sivil toplum kuruluşu yetkilileri ile örgütün yandaş kitlesinden oluşan grubun sayısı yaklaşık 200 kişiye ulaştığı, toplanan grubun saat 12.15'te Milli Egemenlik bulvarından Belediye önüne gelene kadar, “BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ İRADEMİZİ KIRAMAZSINIZ. BDP BATMAN İL ÖRGÜTÜ” yazılı pankart eşliğinde yürüyüş esnasında, grup içerisinde lokal olarak bazı şahıslar tarafından; PKK/KCK terör örgütü lehine “BİJİ SEROK APO, ÖCALAN ÖCALAN, BE SEROK JİYAN NABE, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ” şeklinde yasadışı sloganlar atarak geldikleri, toplanan grubun Diyarbakır caddesini tek taraflı trafiğe kapatarak, BDP Batman il yönetiminde bulunan Mehmet Selim ARATEMUR'un KCK tutuklamalarını protesto amaçlı bir konuşma yaptığı, konuşmanın ardından BDP Batman İl Başkan yardımcısı şüpheli Veysi GEYİK tarafından yine KCK tutuklamalarını protesto amaçlı bir basın metni okunduğu, ardından toplanan grubun saat 12.45 itibariyle dağıldığı tespit edilmiştir.
Şüphelinin Batman ilinde meydana gelen olaylara katıldığı, yukarıda belirtilen yasadışı sloganları atan grubun içerisinde bulunarak destek verdiği ve bütünleştiği tespit edilmiştir.Sloganları atan grubun içerisinde bulunarak destek verdiği ve grupla bütünleştiği tespit edilmiştir.
OLAY-2 : “BEN DE KCK’LIYIM KENDİMİ İHBAR EDİYORUM” EYLEMİ
19.12.2011 günü saat 13:00 sıralarında BDP Batman Milletvekili Ayla AKAT ATA ve Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL’in de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişilik bir grup, Adliye binası önünde toplanarak, burada Milletvekili Ayla AKAT ATA tarafından yapılan basın açıklamasına müteakip son dönemde bölücü terör örgütüne yönelik yapılan operasyonları protesto etmek ve tutuklamaları sahiplenmek amacıyla “BEN DE KCK’LIYIM, KENDİMİ İHBAR EDİYORUM” adı altında yürütülen kampanya kapsamında imzaladıkları dilekçeleri Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermek istediklerini beyan ederek adliye giriş kapısına geldikleri, grup içerisinden sadece Batman Milletvekili Ayla AKAT ATA ve Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL'in dilekçelerini verdikleri, müracaat savcımızca Belediye Başkan Vekili Serhat TEMEL’in ifadesinin alınmasını müteakip, grubun dilekçelerini vermeden olaysız bir şekilde dağıldıkları tespit edilmiştir.
Şüphelinin Adliye Binası önünde bölücü terör örgütüne yönelik yapılan operasyonları protesto etmek ve tutuklamaları sahiplenmek amacıyla “ben de KCK’lıyım, kendimi ihbar ediyorum” adı altında yürütülen kampanya destek vermek amacıyla bu eyleme katıldığı, aynı amaçla toplanan gruba destek vererek bütünleştiği tespit edilmiştir.
OLAY-3: 2011 NEVRUZ
20.03.2011 günü yapılacak olan Nevruz Kutlamaları ile ilgili olarak BDP. Batman İl Başkanlığında oluşturulan Tertip komitesi tarafından nevruz Başkanı Saadet BECEREKLİ başkanlığında oluşturulan Tertip Komitesi tarafından Nevruz Kutlama Etkinliği adı altında açık hava toplantısı (miting) düzenleme talebinde bulunulduğu, Batman Valiliği'nin 17.03.2011 tarihli ve 230 sayılı olurları ile gerekli iznin verildiği, PKK/Kongra-gel terör örgütü güdümünde yayın yapmakta olan www.firatnews.org isimli internet sitesinin 19 Mart 2011 tarihli "KOMALÊN CİWAN: GENÇLİK ROLÜNÜ OYNAYACAK" başlığı altında “Komalên Ciwan, Newrozu, özgürlük serhıldanlarına dönüştürmenin yanı sıra Kürdistan gençliğinin içinden geçilen tarihi süreçte 'yönünü özgürlük dağlarına vermesinin en kutsal görevleri' olduğunu belirterek, gerillanın özgürlük zemini olduğunu vurguladı. Tüm gençleri bulundukları alanlarda Newroz ateşini serhıldanlarla büyütmeye ve ‘ya özgürlük, ya özgürlük’ şiarıyla zaferi yaratmaya çağırıyoruz.”; 20 Mart 2011 tarihli "KONGRA-GEL NEWROZ MESAJI" başlığı altında “Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm halkımızı, Önderliğimizin çözüm projesi olan Demokratik Özerk Kürdistanı inşa etmeye, Önder APO’ya ve halkımıza yönelik konseptleri boşa çıkarmak temelinde özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.”; "PKK'DEN NEVROZ MESAJI" başlığı altında “Kürt halkını, 2011 Newroz’unu bir özgürlük ve demokratik çözüm Newrozu haline getirme temelinde kutlamaya,” davet ettikleri; www.dozaciwanan.com isimli internet sitesinin 19 Mart 2011 tarih ve "KCK:KCK NEVROZ MESAJI: DEMOKRATİK ÇÖZÜMDE ISRARLI OLACAĞIZ" başlığı altında “ 'Özgürlük, direniş, birlik ve mücadele günü olan Newroz, öncelikle özgürlük mücadelemizin çözüm aşamasına gelmesinde büyük emeği olan Önder Apo’ya, tüm yurtsever halkımıza, tüm bölge halklarına, tüm yapımıza ve özgürlük gerillasına, zindan direnişçilerine ve tüm şehit ailelerine kutlu olsun' diyen KCK, Newroz kutlamalarını toplumsal mücadelenin zirvesi haline getirme çağrısı yaptı” şeklinde çağrılara yer verdiği tespit edilmiştir.çağrılara yer verildiği tespit edilmiştir.
20.03.2011 günü saat 09.00 itibari ile aralarında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Batman Milletvekilleri Ayla AKAT ATA ve Bengi YILDIZ, Batman Belediye Başkanvekili Serhat TEMEL, Barış ve Demokrasi Partisi Batman İl Başkanı Saadet BECEREKLİ, İl Başkan Yardımcısı Şehmus ASLAN, Barış ve Demokrasi Partisi Batman Merkez İlçe Başkanı Mehmet Şerif ÇAKAR, Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Batman Şube Başkanı Fatma KURHAN, Başkan Yardımcısı Rıfat BAŞALAK, Avrupa Parlamentosu eski üyesi Feleknaz UCA ve parti yöneticileri ile bazı sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de bulunduğu kalabalık sayısı yaklaşık olarak 45.000 kişiyi buldukları, etkinlik öncesi alanda bulunan platform üzerinde "Jİ BO JİYANEKİ Bİ RUMET AN AZADİ AN AZADİ (ONURLU BİR YAŞAM İÇİN YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK), VİNA AZAD NASNAMEYA AZAD XWESERİYA DEMOKRATİK (ÖZGÜR İRADE ÖZGÜR KİMLİK DEMOKRATİK ÖZERKLİK)" şeklinde pankartların açıldığı, programın sırasıyla müzik dinletileri, Almanya Ezidiler Federasyonuna bağlı olan bir şahsın konuşması ve KCK operasyonu çerçevesinde tutuklanan ve halen Diyarbakır Cezaevinde tutuklu bulunan Batman Belediye Başkanı Necdet ATALAY’ın eşi Devrim ATALAY, BDP Batman Milletvekili Bengi YILDIZ ile Ayla Akat ATA’nın konuşmalarıyla devam ettiği, Ayla Akat ATA’nın konuşması esnasında PKK/Kongra-gel terör örgütünün oluşumlarından olan Kürdistan Demokratik Birlikleri (YDK), Demokratik Konfederalizmi (KCK) sembolize eden sözde bayrakların, Abdullah ÖCALAN, Mahsum Korkmaz ve Haki Karer isimli örgüt mensuplarının posterlerinin platform üzerinden bazı KORKMAZ ve Haki KARER isimli örgüt mensuplarının posterlerinin platform üzerinden bazı şahıslar tarafından açılarak dalgalandırıldığı, etkinlik boyunca alanda bulunan grup tarafından yoğun bir şekilde “BİJİ SEROK APO (YAŞASIN BAŞKAN APO), BİJİ KÜRDİSTAN (YAŞASIN KÜRDİSTAN), BE SEROK JİYAN NABE (BAŞKANSIZ YAŞAM OLMAZ), PKK HALKTIR HALK BURADA, BATMAN OVASI GERİLLA YUVASI, ERDOĞAN KERDOĞAN TU KURBANA ÖCALAN (ERDOĞAN EŞEKDOĞAN SEN ÖCALANA KURBAN) JI BO JIYANEK BI RUMET AN AZADI AN AZADI (ONURLU BİR YAŞAM İÇİN YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK), GENÇLİK APONUN FEDAİSİDİR, İNTİKAM İNTİKAM, ŞEHİT NAMIRIN (ŞEHİTLER ÖLMEZ), BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ"şeklinde yasadışı sloganlar atıldığı, BDP Batman Milletvekili Ayla AKAT ATA'nın, konuşmasını bitirdikten sonra saat 13.15 sıralarında kalabalığa yönelik “Programımız bitti. Hep birlikte Özgürlük Çadırına yürüyeceğiz” şeklinde anons yapması üzerine grubun etrafa zarar vererek yürüyüşe geçtiği, söz konusu grubun, çadırın bulunduğu alan ve çadırın önündeki Diyarbakır Caddesi'ni tek yönlü gidiş istikametini trafiğe kapatarak halaylar çekmeye başladığı, bu esnada grup içerisinde bulunan bazı şahısların çöp konteynırlarını yolun ortasına çekerek yolu kapatmaya çalıştıkları ve yol ortasında lastik yakarak “BİJİ SEROK APO, BİJİ KÜRDİSTAN, BE SEROK JİYAN NABE” şeklinde PKK/Kongra-gel terör örgütü lehine sloganlar attıkları, saat 14.00 sıralarında BDP Batman Milletvekili Bengi YILDIZ'ın kısa bir konuşma yaptığı, saat:15.30’a kadar yüksek sesli PKK/Kongra-gel terör örgütünün Kürtçe propagandasını yapan müzikler eşliğinde halaylar çekildiği tespit edilmiştir.
Şüphelinin Batman ilinde meydana gelen olaylara katıldığı, yukarıda belirtilen yasadışı sloganları atan grubun içerisinde bulunarak destek verdiği ve grupla bütünleştiği tespit edilmiştir.”
14. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin, 4. Ağır Ceza Mahkemesinin ve 7. Ağır Ceza Mahkemesinin sırasıyla 2/4/2012, 2/5/2012, 31/5/2012 tarihlerinde resen yaptıkları tutukluluk incelemelerinde isnat olan suçun niteliği, kuvvetli suç şüphesi, delillerin henüz toplanmamış olması ve atılı suçun katalog suçlardan olması, mevcut delil durumu, atılı suçun kanunda öngörülen üst sınır gerekçelerine dayanılarak başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
15. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/361 sayılı dosyasında başvurucunun yargılanmasına başlanmıştır.
16. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/6/2012 tarihli tensip duruşmasında başvurucunun üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, bu suçlarla ilgili delil durumu, delillerin toplanmamış oluşu, kaçma şüphesi, atılı suçun katalog suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı gerekçeleriyle tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
17. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 15/11/2012 ile 22/1/2014 tarihleri arasında bir ay aralıklarla yapılan resen tutukluluk incelemelerinde “başvurucunun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, aleyhindeki mevcut delil durumu” gerekçeleriyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
18. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 17/10/2012 ile 29/5/2013 tarihleri arasında yapılan duruşmalarda başvurucunun tahliye talepleri “isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, delillerin toplanılmamış oluşu, kaçma şüphesi, atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, bu aşamada adli kontrolün yetersiz kalacağı, atılı suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar kapsamında olması, sanığın üzerine atılı suçta kuvvetli şüphenin varlığının bulunması” gerekçeleriyle reddedilmiştir.
19. Son olarak Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 29/5/2013 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
20. Başvurucunun söz konusu karara 3/6/2013 tarihinde itiraz etmesi üzerine Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2013 tarihli ve 2013/283 Değişik İş sayılı kararında sanığın “üzerine atılı Yasadışı PKK Terör Örgütünün Üyesi Olmak suçunun vasıf ve mahiyeti, üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, üzerine atılı suç için öngörülen cezanın miktarına göre; sanığın kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan beklenen amacın adli kontrol ile elde edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve tutuklamanın dosya kapsamına göre makul ve ölçülü olması dikkate alınarak, itiraza konu kararda tutukluluğa ilişkin olarak gösterilen gerekçelerin yasaya uygun bulunduğu” gerekçeleriyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 24/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 25/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. Bireysel başvuru tarihinden sonra da İlk Derece Mahkemesi benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
23. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli ve E.2012/361, K.2014/184 sayılı kararıyla görevsiz olduğu gerekçesiyle dosyanın Batman Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
24. Başvurucu 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
25. Görevsizlik kararı üzerine dava, Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/102 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi.
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135. maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
…
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
13. Silahlı örgüt (Madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (Madde 315),
…”
28. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 25/7/2013 tarihli ve 2013/5973 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun devamına ilişkin kararın ve bu karara itiraz etmesi üzerine verilen itirazın reddi kararının gerekçesiz olduğunu, tutukluluk kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, adli kontrolle serbest bırakılma talebinin dikkate alınmadığını, kendisine isnat edilen suçlamaların soyut ve mesnetsiz olduğunu, kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandığını, gizli tanık ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, hakkında verilen iletişimin tespiti ve teknik izleme kararlarının hukuka aykırı olduğunu ve hükme esas alınamayacağını belirterek etkili başvuru, adil yargılanma, kişi özgürlüğü ve güvenliği, özel hayatın gizliliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu; gizli tanık ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, hakkında verilen iletişimin tespiti ve teknik izleme kararlarının hukuka aykırı olduğunu ve yargılamada delil olarak kullanıldığını, kendisine isnat edilen suçlamaların soyut ve mesnetsiz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
34. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
35. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
36. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
37. Başvurucu hakkındaki dava, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/102 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Dolayısıyla başvurucunun, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının, yargılamanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle derece mahkemeleri önünde ileri sürülme imkânı bulunduğundan yargılama süreci sona ermeden Anayasa Mahkemesince incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mümkün değildir. Dolayısıyla bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Özel Hayatın Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, hakkında verilen iletişimin tespiti kararlarının süresinin kuvvetli suç şüphesine dayanılmadan ve matbu gerekçelerle uzatıldığını, bu durumun özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
40. Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının yapılması oldukça zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer, esasen kişisel bağımsızlıktır. Bu koruma herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu alandan uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No: 2013/6995, 8/9/2015, § 33).
41. Başvurucu, telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin olarak özel hayata ve haberleşmeye saygı haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anılan hak Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinde yer alan özel hayata ve haberleşmeye saygı hakları kapsamındadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin tedbirin Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında başvurucuların “haberleşme” ve “özel hayat” haklarına hukuki alanda müdahale niteliğinde olduğunu belirtmektedir (Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 41; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 64).
42. Somut olayda silahlı terör örgütünü yönetme suçunu işlediği iddiasıyla yapılan soruşturmada 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesine istinaden Sulh Ceza Mahkemesince verilen karar uyarınca başvurucunun telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon görüşmeleri) dinlenmiştir.
43. Başvurucu, Batman Ağır Ceza Mahkemesinde silahlı terör örgütünü yönetme suçundan yargılanmaktadır. Yargılama süreci devam eden telefon dinlemeleriyle ilgili olarak henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır. Telefon dinlemeleri gerçekleşmiş olmakla birlikte bunların hukukiliğinin ve kesin sonuçlarının Yargıtay tarafından yapılacak temyiz incelemesi sonucunda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
44. Bu durumda aynı dava sürecine ilişkin iddiaların farklı ortamlarda hem Anayasa Mahkemesince hem de Yargıtay tarafından yargısal incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurudaki ikincil nitelikteki rolüne uygun olmayacağından başvurucunun özel yaşama ve haberleşmeye saygı haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının da öncelikle derece mahkemelerince incelenmesi gerekmektedir.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
46. Başvurucu, hakkındaki suç isnadı ile ilgili olarak kuvvetli suç şüphesi ile tutuklama nedenlerinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
47. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
48. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında -şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla- kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
49. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
50. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı şekilde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
51. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi, ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması durumunda tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
52. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).
53. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 4/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 7/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesi olarak isnat edilen suçlamaya ilişkin telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen dokümanlar gösterilmiştir. Başvurucu atılı suçlamaları kabul etmemiştir. İddianamede başvurucunun PKK/KCK terör örgütüne bağlı Batman Kent Meclisi yapılanmasının Kültür Komitesinden sorumlu olduğu, aynı zamanda PKK/KCK adına Diyarbakır ilinde düzenlenen toplantılara katılıp burada alınan kararları Batman’da uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini temsilen sözde Amed Bölge Meclisinde görevlendirildiği, Batman ilinde terör örgütü adına yapılan illegal eylemler ile örgüt mensuplarına ait cenazelerin alınması, getirilmesi, taziye çadırı kurulması, basın açıklamaları, terör örgütü adına yapılacak olan etkinlikler için mahallelerde komisyonlar oluşturarak şahısların toplantı ve basın açıklamalarına katılımlarının sağlanması amacıyla çalışmalarda bulunulması, yapılan basın açıklamalarında terör örgütü liderinin sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiği şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuş ve bu hususlara ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren olgulara yer verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi de bu olgulara dayanarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun sadece belediye kültür müdürü olarak yaptığı faaliyetler nedeniyle suçlandığının söylenmesi bu aşamada zordur.
54. Başvurucuya isnat edilen eylemin suç oluşturup oluşturmadığı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı görecek mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde -hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere- isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 77).
55. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle ilgili sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı, ilk tutuklama bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 84). Somut olayda soruşturmanın ilk aşamasında Mahkemenin verdiği tutuklama kararının gerekçesi incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
57. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucu, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun devamına ilişkin kararın ve bu karara itiraz etmesi üzerine verilen itirazın reddi kararının gerekçesiz olduğunu belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ve tutukluluk kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
59. Başvurucunun Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilmesi gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
60. Somut olayda başvurucunun iddiasının özü, tutukluluk kararlarına karşı yaptığı itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmesine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu iddiasının ve diğer iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde incelenmesi gerekir.
61. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
62. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.
63. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
64. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konması gerekir (Murat Narman, § 62).
65. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların -olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla- tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
66. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunması durumunda ve bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
67. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 63, 64).
68. Diğer taraftan kişi özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM; Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 69).
69. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya, § 56).
70. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi, gözaltına alındığı 4/2/2012 tarihi ile İlk Derece Mahkemesince tahliye edildiği 23/5/2014 tarihi arasındaki 2 yıl 3 ay 19 gündür.
71. Başvurucunun değişik tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri; özetle başvurucu hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların var olduğu, isnat edilen suçların katalog suçlardan olduğu, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmadığı, başvurucunun serbest kalması hâlinde kaçma şüphesinin bulunduğu, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Somut olayda başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, isnat edilen suçla ilgili kuvvetli şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ile tutukluluk süresi dikkate alındığında tutukluluk hâlinin devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı söylenemez. Dolayısıyla başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığı 2 yıl 3 ay 19 günlük süre somut davanın koşullarında makuldür.
72. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devam ettiği ilk derece yargılaması sürecinde tutukluluk nedeniyle yargılamanın yürütülmesinde gösterilmesi gereken özel hassasiyetin yargılama makamınca gösterilmediği sonucuna varılması için bir neden bulunmamaktadır.
73. Başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, isnat edilen suçla ilgili şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devam ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
17/12/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, uzun süre tutuklu kalmasının Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında korunan makul sürede serbest bırakılma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Başvuru tarihi itibarıyla Batman Belediyesi’nde kültür müdürü olarak görev yapan başvurucu, silahlı örgüt kurma ve yönetme suçunu işlediği şüphesiyle 4/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış, 7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Böylece, başvurucu 2 yıl 3 ay ve 19 gün boyunca hürriyetinden mahrum kalmıştır. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 13/6/2012 tarihli ve 2012/1150 soruşturma sayılı iddianamesiyle açılan kamu davası devam etmektedir.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Mustafa Ali Balbay, B.No: 2012/1272, 4/12/2013, § 103).
4. Mahkememizin yerleşik içtihatlarında vurgulandığı üzere, yakalama veya tutuklama anındaki delil düzeyi ile ilerleyen aşamalarda kişinin suçla itham edilebilmesi, tutukluluk halinin devamı ve nihayet mahkûmiyeti için gerekli delil düzeyi aynı değildir. Başka bir ifadeyle, suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgu ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73). Tutuklamanın başlangıcındaki nedenler belli bir süreye kadar yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi, bu gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olması gerekir (Murat Narman, B.No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63; Savaş Çetinkaya, B.No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, belli bir sürenin üzerindeki tutukluluk için makul şüphenin ötesinde zorlayıcı nedenlerin bulunması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, bir kararında tutukluluk için başlangıçta ileri sürülen suç şüphesinin çok genel olmakla birlikte yeterli kabul edilebileceğini, ancak zaman geçtikçe tutukluluğun devamına karar verilirken serbest bırakmanın risklerinin gerçekten varlığının ve mafya tipi örgüt içinde önemsiz bir yere sahip olduğu anlaşılan başvurucunun gerçek bir tehlike arz ettiğinin ortaya konamadığını belirtmiş, netice olarak da başvurucunun 2 yıl 7 ay tutuklu kalmasını sağlayan gerekçelerin "yeterli" olmadığına hükmetmiştir (Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 161, 163, 164).
6. Diğer yandan AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin üçüncü fıkrasının otomatik tutuklamaya izin vermediğini, tutukluluğun devamı için, masumiyet karinesine rağmen, kişi özgürlüğüne ağır basacak bir kamu yararının varlığının somut olgularla ve ikna edici şekilde gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştır (bkz. Ilijkov/Bulgaristan, B.No: 33977/96, 26/7/2001, § 84). Aynı şekilde, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası da belirli bir süreyi aşmayan tutukluluğa şartsız ve otomatik olarak izin vermemektedir. Süre ne kadar kısa olursa olsun, kişileri hürriyetinden mahrum bırakan tutuklama tedbirinin haklılığı konusunda mahkeme kararının ikna edici olması zorunludur.
7. Somut başvuruya bu ilkeler ışığında bakıldığında, başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yeterli olduğu söylenemez. Başvurucunun tutukluk boyunca yaptığı tahliye talepleri, isnat olunan suçun mahiyeti, kuvvetli suç şüphelerinin varlığı, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, başvurucunun serbest kalması durumunda kaçma şüphesinin bulunması, adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı gibi gerekçelerle reddedilmiştir.
8. Başvurucunun, bireysel başvuru yapmadan önce, tutukluluğun devamına ilişkin karara karşı yaptığı itiraz, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 11/6/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme, sanığın üzerine atılı yasadışı terör örgütü üyesi olmak “suçunun vasıf ve mahiyeti, üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, üzerine atılı suç için öngörülen cezanın miktarına göre; sanığın kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan beklenen amacın adli kontrol ile elde edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve tutuklamanın dosya kapsamına göre makul ve ölçülü olması dikkate alınarak, itiraza konu kararda tutukluluğa ilişkin olarak gösterilen gerekçe yasaya uygun bulunduğundan İTİRAZIN REDDİNE” karar vermiştir.
9. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame incelendiğinde, başvurucuya yöneltilen suçlamaların bazı protesto gösterilerine katılmak, bu gösterileri ve bazı konferansları organize etmek ve bu tür toplantılara örgütsel doküman sağlamak gibi eylemlere dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz, bu fiillerin ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı ve başvurucuya isnat edilen suçun sabit görülmesi bakımından yeterli olup olmadığı derece mahkemeleri tarafından belirlenecektir. Ancak, söz konusu fiillerin mahiyeti dikkate alındığında, başvurucuya isnat edilen suçun vasfının değişme ihtimalinin olduğu, dolayısıyla iki yılı aşan tutukluluk süresinin makul olmadığı söylenebilir.
10. Diğer yandan, isnat edilen suçun niteliği ve öngörülen cezanın ağırlığı bu kadar uzun bir süre tutukluluğu tek başına haklı gösteremez. Bu yaklaşım bizi cezası ağır olan suçlardan dolayı yargılanan kişilerin mutlaka tutuklu kalması gerektiği gibi yanlış bir sonuca götürebilir. Kişilerin yargılandıkları suçun cezasının ağırlığı kaçma şüphesi değerlendirilirken dikkate alınabilirse de, bunu kişilerin kaçacaklarına dair mutlak bir karine olarak kabul etmek mümkün değildir.
11. Tutuklamanın devamına dair kararlarda, başvurucunun uzun süredir kamu görevlisi olarak görev yapması ve sabit bir ikametgâhının olması gibi kişisel özellikleri dikkate alınmadan, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ifade edilmiştir. Ancak, kararlarda adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağına ve tutuklamadan beklenen amacın neden adli kontrolle sağlanamayacağına dair hiçbir açıklamaya yer verilmemiştir. Bu yaklaşım da tutuklamanın istisnai niteliğiyle bağdaşmamaktadır.
12. Öte yandan, daha önceki bir karşıoy gerekçesinde de belirttiğimiz üzere, tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, söz konusu tedbirin kişilerin ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile siyasi faaliyetlerine etkileri de dikkate alınmalıdır (bkz. İzzettin Alpergin, B.No: 2013/385, 14/7/2015). Nitekim, bu etki Mahkememizin eldeki başvuruyla aynı gün karara bağladığı bir kararında açık bir şekilde vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun 2 yıl 2 ay ve 28 gün boyunca tutuklu kalmasının makul olmadığını belirlerken tutuklamanın siyasi faaliyetler üzerindeki caydırıcı etkisine dikkat çekmiştir.
13. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal bulduğu Engin Demir kararının ilgili kısmı şu şekildedir: “Başvurucunun iki yıldan daha fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine yöneltilen suçlamaların özünde yer alan hususun BDP Siyaset Akademisindeki eğitim faaliyetlerini koordine etmek, görevlendirmeler yapmak ve eğitim vermek suretiyle silahlı terör örgütünü yönetmek suçu olduğu anlaşılmaktadır. Siyasi parti üye ve yöneticileri; son derece radikal ve muhalif fikirler barındıran siyasi söylem, açıklama ve eylemlerinin makul olmayan bir süre devam edebilecek tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse bu gibi faaliyetlere katılmaktan veya bunları düzenlemekten kaçınma eğiliminde olacaklardır. Kuşkusuz bu durumun siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkisi olacaktır. Diğer koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlükleri işlevsiz hâle getirebileceği göz ardı edilmemelidir.” (Engin Demir, B.No: 2013/2947, 17/12/2015, § 64).
14. Siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü için söz konusu olan caydırıcı etkinin, ifade ve örgütlenme özgürlükleri yönünden de geçerli olduğu açıktır. Somut başvuruda başvurucu, aynı zamanda, muhalif söylem ve eylemleriyle bilinen bir sendikanın da il temsilcisidir. Kişiler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma, organize etme ve aykırı da olsa düşüncelerini açıklama gibi eylemlerinin makul olmayan bir süre devam edebilecek tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse, bu gibi faaliyetlere katılmaktan kaçınma eğilimine gireceklerdir. Bu da demokratik toplumun gelişmesine zarar verecek şekilde caydırıcı etki yaratacaktır.
15. Sonuç olarak, yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyetinin korunması arasında ölçülü bir dengenin kurulduğu, tutuklamanın devamına ilişkin karar gerekçelerinin "ilgili” ve “yeterli" olduğu, dolayısıyla 2 yıl 3 ay ve 19 günlük tutukluluk süresinin makul olduğu söylenemez.
Bu gerekçelerle, başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında korunan makul sürede serbest bırakılma hakkının ihlal edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
1. Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olan başvurucu silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle 7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun yargılanması Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
2. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklanmasından ve uzun bir süre tutuklu kalmasından şikâyet etmektedir. Bu nedenle, başvurunun Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 103)
4. Başvurucu, toplam 2 yıl 3 Ay 19 gün tutuklu kalmıştır İsnat edilen suçun niteliği ve soruşturma konusunun kapsamı gibi gerekçeler bu kadar uzun bir süre tutukluluğu tek başına haklı gösteremez.
5. Başvuru tarihinde BDP üyesi ve TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi olan başvurucu, Batman Belediyesi kültür müdürü görevinde bulunmaktaydı. Başvurucunun iki yıldan fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine yöneltilen suçlamaların temelinde çeşitli protesto gösterilerine katılmak, bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman sağlayarak silahlı terör örgütü yönetmek suçu yatmaktadır.
6. Protesto gösterileri ve konferanslarda ifade özgürlüğü ve siyasi parti özgürlüğü kapsamında görülemeyecek bazı beyanların olduğu kabul edilse bile bu suçun Türk Ceza Kanunu bağlamında bir terör örgütüne üyelik ve bir terör örgütünü yönetmek suçundan daha hafif nitelikte bir suçu oluşturabileceği ve bu nedenle suç vasfının değişme ihtimali dikkate alındığında 2 yıldan fazla süren bir tutukluluk makul gözükmemektedir.
7. Tutukluluğa dönük yapılan itirazların gerekçelerinde suçun katalog suçlardan olması önemli bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte, somut olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda somut olguların varlığı ikna edici şekilde ortaya konulmamış ve sadece isnat edilen suçun katalog suçlardan olması hususuna atıf yapılmıştır.
8. Mahkemeler tarafından ileri sürülen diğer gerekçelere bakıldığında kaçma ve delilleri değiştirme tehlikelerinin herhangi bir açıklama sunulmadan belirtildiği görülmektedir. Bunlara ek olarak, mahkemeler, kanunda öngörülen cezanın ağırlığını da tutukluluğa itiraz taleplerinin reddedilmesinde gerekçe olarak kullanmışlardır. Bütün bu gerekçeler tutukluluğun başlangıcında geçerli olabilir ama tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de artması gerekir. Mahkemeler, ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçtaki kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak herhangi bir yeni somut unsura değinmemişlerdir.
9. Başvurucu lehine adli kontrol tedbirine de hükmedilebilirdi. Bu göz önüne alınmadan ve bu tedbirlerin neden yetersiz kalacağı tartışılmadan tutukluluk tedbirinin uygulandığı anlaşılmaktadır.
10. Başvurucunun yasal bir siyasi parti üyesi ve sendika temsilcisi olduğunu da düşünürsek, somut olmayan gerekçelere dayanılarak 2 yıldan fazla tutuklu kalmasının düşünce özgürlüğüne dayalı siyasi faaliyetler ve sendika özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etkide bulunacağı yadsınamaz.
11. Başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulamadığı kanaatine, uzun tutukluluğun ifade özgürlüğü ve sendika özgürlüğü üzerindeki caydırıcı etkileri de göz önüne alınarak, varılmıştır.
12. Belirtilen nedenlerle başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna ulaşıldığından, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
1. Başvurucu, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli duruşmada verdiği tutukluluğun devamına ilişkin kararın ve bu karara itiraz etmesi üzerine verilen itirazın reddi kararının gerekçesiz olduğunu, kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını, adli kontrolle serbest bırakılma talebinin dikkate alınmadığını, kendisine isnat edilen suçlamaların soyut ve mesnetsiz olduğunu belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ve tutukluluk kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Mahkememizce başvurucunun iddiasının özünün, tutukluluk kararlarına karşı yaptığı itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmesine ilişkin olduğu belirtilerek bu iddianın Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde incelenmesine karar verilmiştir.
2. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, makul süre açısından dikkate alınması gereken tutukluluk süresinin 2 yıl 3 ay 19 gün olduğu, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, isnat edilen suçla ilgili kuvvetli şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ile tutukluluk süresi dikkate alındığında tutukluluk hâlinin devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığının söylenemeyeceği belirtildikten sonra, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, isnat edilen suçla ilgili şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devam ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
3. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
4. Bir koruma tedbiri olan tutuklama bir kimsenin suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır. Bu özelliğiyle geçici bir tedbir olan tutuklamanın bir ceza olmadığı, cezalandırma maksadıyla kullanılamayacağı, asıl olanın tutuksuz yargılama olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Aksine uygulama tutuklama tedbirinin niteliğine aykırı olacaktır. Keza, hukukumuzda tutuklama ihtiyari bir koruma tedbiri olup, koşulları mevcut olsa bile mutlaka tutuklamaya başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır.
5. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.
6. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
7. Tutuklama, koruma tedbirleri arasında kişi özgürlüğünü en ağır biçimde sınırlandıran bir tedbirdir. Bu nedenle ancak zorunlu hallerde bu tedbire başvurulmalı, tutuklama ile gözetilen amaçlara başka tür ve daha hafif koruma tedbirleri ile ulaşılabilme imkanının varlığı halinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır.
8. Bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır. Bu kapsamda kuvvetli şüphe yargılama makamlarının sezgilerine, korkularına, ideolojik, dini, siyasi veya ahlaki önyargılarına dayanamaz, mutlaka objektif maddi olgularla desteklenmelidir.
9. İkinci olarak kuvvetli suç şüphesi yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen tutuklama nedenlerinin de bulunması gerekir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir.
10. Kanuna uygun tutuklamanın koşulları olan kuvvetli suç şüphesi, kaçma ve delil karartma olasılığının bulunması şeklindeki tutuklama nedenleri tutukluluk durumunun her aşamasında birlikte varlığı gereken zorunlu koşullardır. Tutuklama nedenleri ile ilgili bu koşulların da her bir şüpheli açısından somut olarak değerlendirilmesi ve gerekçeye yansıtılması gerekir. AİHS sisteminden farklı olarak ulusal mevzuatımızda bu konuda ilk tutuklama kararı ile sonraki tutukluluk incelemeleri arasında herhangi bir ayırım öngörülmemiştir.
11. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda, kuvvetli suç şüphesini, kaçma ve delil karartma olasılığını, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi gerekir. Ancak gerekçe sayesinde tutuklamanın yasal nedenlerle yapılıp yapılmadığı anlaşılabileceği gibi; sanığın ve müdafiin tutuklamanın nedeni konusunda bilgi edinerek savunmasını hakkıyla yapabilmesi, itiraz merciinin de buna göre inceleme yapabilmesi yine gerekçe sayesinde mümkün olacaktır. Gerekçe, kararın akla uygun, çelişkisiz ve inandırıcı biçimde dayanaklarının gösterilmesi demektir. Bu nedenle, sadece tutuklama nedeninin, yani kaçma veya delilleri karartma şüphesi bulunduğunun belirtilmiş olması, kanundaki terimlerin tekrarlanması kararın gerekçeli olduğu anlamına gelmez.
12. Tutuklamanın bir koşulu da kişinin tutuklanmasına neden olarak gösterilen gerekçeye göre gözetilen amaç ile başvurulan ve özgürlük ve güvenlik hakkına ağır bir müdahale teşkil eden tutuklama tedbiri arasında bir orantının ve ölçülülüğün bulunmasıdır. Cezalandırmada olduğu gibi koruma tedbirlerinin uygulanmasında da ölçülülük ilkesi önemli bir işleve sahip olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin hafiften ağıra doğru giden sıralama içinde uygulama yapılmasını gerektirir. Ceza muhakemesinin amacına daha hafif bir tedbirle ulaşılması mümkün ise öncelikle o tedbirin uygulanması gerekir. Aksi takdirde kişi özgürlüğüne yapılan müdahale ölçülülük ilkesine aykırı bir uygulama olacaktır.
13. Ölçülülük ilkesinin bir gereği olarak tutuklama kararı verilirken, isnat olunan suçların niteliğinin yanında, kişinin özel durumunun dikkate alınması, tutuklama yerine uygulanabilecek alternatif koruma tedbirlerinin ölçülülük ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi de bir zorunluluktur.
14. AİHS’nin 5. maddesinin 3. fıkrasında, yakalanan veya tutuklanan kişinin derhal hakim önüne çıkarılma hakkı düzenlendikten sonra, kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı olduğu belirtilmiştir. Sanık, dava kesin mahkumiyetle sonuçlanıncaya kadar suçsuz sayılacağından dolayı mahkemelerin somut olayda tutukluluk durumunun makul olup olmadığını değerlendirirken masumiyet karinesini de göz önünde bulundurmaları gerekir.
15. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası, belirli bir süreyi aşmayan tutukluluğa şartsız olarak izin verdiği biçiminde yorumlanamaz. Süresi ne kadar kısa olursa olsun, tutukluluğun haklı olduğu kararda ikna edici bir şekilde gösterilmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Belchev/Bulgaristan, B. No: 39270/98, 8/4/2004, § 82). AİHM, tutukluluğun devamına ve tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararlarda mahkemelerin, aynı kelimelerin ve kalıpların tekrarlanmasından ibaret gerekçeler kullanmaları halinde bunun Sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrasına aykırı olduğu sonucuna varmaktadır. (Çayan Bilgin/Türkiye, B.No:37912/04, 8.12.2009; Kürüm/Türkiye, B.No:56493/17, 26.1.2010; Erdem/Almanya, B.No:38321/97, 5.7.2001; Shishkov/Bulgaristan, B.No:38822/97, 9.1.2003; Ilijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001, § 84). AİHM’e göre Kanun, tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngördüğünde, bireysel özgürlüğe müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının ikna edici biçimde ortaya konulması zorunludur (Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§ 58-65).
16. Tutuklama tedbirinin kanuna uygun kabul edilebilmesi için kuvvetli suç şüphesi ile birlikte tutuklama nedenlerinden en az birinin tutukluluğun her aşamasında birlikte mevcut olması zorunludur. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararların gerekçelerinde, kuvvetli suç şüphesinin, tutuklama nedenlerinin varlığının ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin “somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi” gerekir.
17. İlk tutuklama kararı verilirken gösterilen tutuklama nedenleri başlangıçta ve belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
18. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).
19. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında olmakla beraber kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlara dayalı uygulamalar yapılması veya delillerin takdirinde açıkça keyfiliğin bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
20. Somut olayda BDP üyesi ve TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi olan başvurucu Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak görev yapmaktadır. Silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle 7/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
21. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 13/6/2012 tarihli ve 2012/1150 Soruşturma sayılı iddianamesinde başvurucuyla ilgili telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen dokümanlar ışığında başvurucu hakkında isnad edilen eylemler şöyle açıklanmıştır: “Şüpheli Ali SARIPINAR’ın faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; PKK/KCK terör örgütüne bağlı Batman Kent Meclisi yapılanmasının Kültür Komitesinden sorumlu olduğu, aynı zamanda PKK/KCK adına Diyarbakır ilinde düzenlenen toplantılara katılıp burada alınan kararları Batman’da uygulamak amacıyla Batman Kent Meclisini temsilen sözde Amed Bölge Meclisinde görevlendirildiği, Batman ilinde terör örgütü adına yapılan illegal eylemler ile örgüt mensuplarına ait cenazelerin alınması, getirilmesi, taziye çadırı kurulması, basın açıklamaları, terör örgütü adına yapılacak olan etkinlikler için mahallelerde komisyonlar oluşturarak şahısların toplantı ve basın açıklamalarına katılımlarının sağlanması amacıyla çalışmalarda bulunulması, yapılan basın açıklamalarında terör örgütü liderinin sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiğini anlaşılmaktadır. Bu suretle şüphelinin üzerine atılı TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FAALİYETLERİNİ DÜZENLEMEK SURETİYLE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ YÖNETME SUÇUNU işlediğinin anlaşıldığı, …”.
22. Görüldüğü gibi başvurucu hakkında yürütülen ve tutuklamaya esas alınan iddialar çeşitli protesto gösterilerine katılmak, bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman sağlamak gibi ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini de ilgilendiren eylem ve faaliyetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, tutukluluk süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, tutuklamaya ve tutukluluğun devamına yönelik kararlarda özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte ilgili diğer temel hak ve özgürlüklerin de gözetilmesi, değerlendirilmesi ve özgürlükten yoksun bırakma yönünde uygulanan tedbirin ölçülü olduğunu gösteren gerekçelerin ortaya konulmuş olması gerekir.
23. Anayasanın çeşitli maddelerinde geçen "demokratik toplum" kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplum" ölçütü, Anayasa'nın 13. maddesi ile AİHS'in bu ölçütün kullanıldığı 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 61).
24. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler." (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
25. Genel olarak basın, ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile sendika hakkı Anayasa'da benimsenen temel değerlerden biri olan siyasal demokrasiyi somutlaştıran hak ve özgürlükler arasında yer alır ve demokratik toplumun önemli temel unsurlarını oluşturur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında demokrasinin temellerinin çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olduğunu vurgulamıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95). Buna göre sendika hakkını kullanan bireyler, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinin korumasından yararlanırlar. Başka bir deyişle şiddete teşvik etme veya demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, sendika hakkı çerçevesinde dile getirilen bazı görüşler veya bunların dile getirilme biçimi yetkili makamların gözünde kabul edilemez olsa dahi, basın, ifade, örgütlenme ve sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler demokrasiye hizmet edemez ve hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, farklı düşüncelerin sendikal özgürlükler veya başka yollarla dile getirilmesine imkan tanınmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/3/2007, § 36).
26. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).
27. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97). Bu sebeple sendika hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
28. Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbiri ile birlikte özgürlük ve güvenlik hakkı yanında ifade özgürlüğü, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı, sendika hakkı gibi genel katılım içeren temel hak ve özgürlüklere de sınırlama getirildiği hallerde tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Zira diğer koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlüklerin içini boşaltabileceği ve işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir.
29. Silahlı örgüt kurma ve yönetme suçlarını işlediği şüphesiyle 7/2/2012 tarihinde tutuklanan ve 23/5/2014 tarihinde tahliye edilmiş bulunan başvurucunun BDP üyesi, TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi ve aynı zamanda Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak görev yapmakta olması karşısında, başvurucuya isnad edilen eylemlere göre tutukluluk durumunun, başvurucunun ve somut olayın özellikleri ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Eldeki işte başvurucunun da aralarında bulunduğu kişiler hakkında düzenlenen iddianamede başvurucu hakkında yürütülen ve tutuklamaya esas alınan iddialar çeşitli protesto gösterilerine katılmak, bunları ve bazı konferansları organize etmek, bu faaliyetlere örgütsel doküman sağlamak gibi ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini de ilgilendiren eylem ve faaliyetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, tutukluluk süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, tutuklamaya ve tutukluluğun devamına yönelik kararlarda özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte ilgili diğer temel hak ve özgürlüklerin de gözetilmesi, değerlendirilmesi ve özgürlükten yoksun bırakma yönünde uygulanan tedbirin ölçülü olduğunu gösteren gerekçelerin ortaya konulmuş olması gerekir.
30. Kişilerin ceza kanunlarına aykırı davranışları ve cezalandırma söz konusu olduğunda kural olarak-bu durumun ağırlaştırıcı veya hafifletici neden sayılması gibi haller dışında- eylemi gerçekleştiren şahsın kimliği, mesleği ve özel nitelikleri önemli değildir. Ceza kanunları, kanunda öngörülen istisnalar dışında herkese eşit olarak uygulanır. Tutuklama tedbiri bakımından da aynı açıklamalar geçerlidir. Ancak, kişi özgürlük ve güvenliği hakkını doğrudan etkileyen bu tedbire başvurulurken, uygulanan tedbir ile hakkında tedbir uygulanan kişinin veya olayın özelliğine göre özgürlük ve güvenlik hakkı yanında başka temel hak ve özgürlüklerin de sınırlandırılması veya ortadan kaldırılması sözkonusu olacaksa somut olayın özellikleri de gözetilmek suretiyle tedbir ile temel hak ve özgürlükler arasında adil bir denge kurulmalıdır.
31. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mustafa Ali Balbay (B.No:2012/1272, 4.12.2013) ve Mehmet Haberal (B.No:2012/849, 4.12.2013) kararlarında başvurucuların milletvekili sıfatı taşımaları nedeniyle tutukluluğun devamı kararlarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının da gözetilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Her iki kararda tekrarlanan gerekçenin ilgili bölümü şöyledir:
“Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir.
Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.”
32. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun bu kararlarında benimsediği yaklaşım esas alındığında tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi bir milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, kişinin siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkını kullanamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Aynı yaklaşım ifade ve örgütlenme özgürlüğünün diğer görünümlerini oluşturan basın, örgütlenme ve sendika özgürlükleri bakımından da geçerlidir.
33. Bu çerçevede mahkemelerin ifade özgürlüğü ve onun diğer görünümlerini oluşturan faaliyetlere yönelik soruşturmalarda tutukluluğun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de anılan özgürlüklerin kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Dolayısıyla, başvurucunun sendika ve ifade özgürlüğünü kullanması ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
34. AİHM’ne göre, ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün farklı görünüm biçimlerini oluşturan basın, örgütlenme, siyasi faaliyet ve sendika özgürlüklerinin kullanımına yapılan müdahalelerin ölçülülük değerlendirmesinde, uygulanan yaptırımın ağırlık ve niteliğinin de dikkate alınması gerekir. AİHM, uygulanan yaptırım hafif olmasına rağmen eğer başvurucu üzerinde caydırıcı bir etki meydana getiriyorsa, bunu sorunlu görmektedir. AİHM’e göre, uygulanan yaptırımın yukarıda belirtilen kriterler bağlamında haklı kılınmış olması gerekir (Axel Springer AG/Almanya [BD], B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 95). Mahkeme, sendikal faaliyet kapsamında verilen hafif cezaların dahi sendikaya üye kişileri, çıkarlarını savunmak amacıyla yapılan sendikal faaliyetlere katılmaktan vazgeçirecek bir niteliğe sahip olduğunu kabul etmektedir (bkz. Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04, 15/12/2009, § 30; Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/6/2007, § 37; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 43).
35. Bu nedenle, belirtilen özgürlüklerle ilgili soruşturmalarda tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, uygulanan tutuklama koruma tedbirinin anılan özgürlüğü işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Öngörülen tedbir ile sınırlanması veya ortadan kaldırılması söz konusu olan temel hak ve özgürlük arasında yapılacak dengelemede, kişinin bu hak ve özgürlüğünü kullanmasına engel olmayacak diğer koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebileceğini öngören 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinde buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir.
36. Tutuklama nedenlerinin varlığının tutukluluk süresince tekrar gözden geçirilmesi ve somut olarak ortaya konulması sırasında tutukluluk halinin devamına karar verilirken, özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte söz konusu olan diğer hak ve özgürlüklerin de ölçülülük açısından yapılacak değerlendirmede ayrıca gözetilmesi gerekir. Bu anlamda verilen kararlar da denetime elverişli olacak şekilde yeterli gerekçeyi içermeli ve hakkında tutuklama tedbiri uygulanan kişi bakımından yeterli somutlaştırmayı sağlamalıdır. Aksi yaklaşım, kanunda belirtilen kalıpların tekrarından ibaret olarak verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararları tamamen denetimsiz bırakan ve bu yönüyle AİHM içtihatlarında belirtilen, Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanununda yer verilen güvencelere aykırı biçimde sürdürülen uygulamaların devamına yol açar.
37. Eldeki işte, başvurucunun değişik tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri özetle; başvurucu hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesinin varlığını göstermesi, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı şeklindeki gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir. Böylece başvurucunun tutukluluk süresi 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde ağır cezalık suçlar için öngörülen iki yıllık süreyi 8.2.2014 tarihinden itibaren aşmış ve toplamda 2 yıl 3 ay 19 güne ulaşmış bulunmaktadır.
38. Başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, diğer alternatif koruma tedbirlerinin uygulanmasını ölçülülük açısından değerlendirmemiş, BDP üyesi, TÜMBELSEN sendikası Batman il temsilcisi ve aynı zamanda Batman Belediye Başkanlığında kültür müdürü olarak görev yapmakta olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamışlardır. Kararda tekrarlanan bu gerekçeler 2 yıl 3 ay 19 gün süren bir tutukluluk için yeterli görülemez.
39. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun bu başlık altında dile getirdiği şikâyetleri yönünden Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadık.
Üye