TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HANIM KILIÇ VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1655)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hanım KILIÇ
|
|
|
2. Berivan KILIÇ
|
|
|
3. Süleyman KILIÇ
|
|
|
4. Gülbahar KILIÇ
|
|
|
5. Helin KILIÇ
|
|
|
6. Vedat KILIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Rehşan Bataray
SAMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların
yakınının hükümlü olarak bulunduğu cezaevinde hayatını kaybettiği olayda
devletin gerekli önlemleri almaması ve ölüm olayına ilişkin etkili bir
soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle anayasal hakların ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/2/2013
tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından 2/7/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 14/7/2015 tarihinde
tebliğ edilmiş; başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 29/7/2015
tarihinde sunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Hanım
Kılıç’ın eşi, diğer başvurucuların ise babası olan Abdülvahit
Kılıç (A.K.), kaldığı Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 19/6/2012 tarihinde boğazını kesmek suretiyle intihara
teşebbüs etmiştir.
8. Olay sonrası Diyarbakır
Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan A.K. tedavi sonrasında cezaevi
idaresine verdiği 27/6/2012 tarihli dilekçede özetle
intihar girişiminde bulunmasının cezaevinde kaldığı odada yaşadığı
sıkıntılardan kaynaklandığını, beraber kaldığı kişilerce öldürülmek istendiğini
anlayınca tuvalete kaçtığını ve orada bulduğu bir jilet ile boğazını kestiğini
belirterek tedavisinin ardından can güvenliği için başka bir cezaevine sevkini
istemiştir.
9. Anılan sevk talebi üzerine
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, A.K.nin güvenlik
nedeniyle Midyat M tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapılmasına karar
vermiş ve hükümlünün konumuna uygun bir bölümde barındırılması gerektiğini Ceza
İnfaz Kurumuna bildirmiştir.
10. A.K.nin, 28/6/2012
tarihinde nakledildiği Midyat M tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun geçici hekimi
tarafından yapılan ilk muayenesinde herhangi bir rahatsızlığına rastlanmamış ve
kendisi de herhangi bir sağlık probleminin bulunduğundan bahsetmemiştir.
11. Ceza İnfaz Kurumunda tek
başına kalmak istediğini bildirmesi üzerine A.K.,
İdare ve Gözlem Kurulunun kararı ile üç ayrı koğuştan oluşan ikinci müşahede
bölümünde koridorun sonunda bulunan odaya yerleştirilmiştir.
12. A.K. 29/6/2012
tarihinde saat 21.20 civarında gömleği ile demir parmaklıklara boynundan asılı
şekilde ölü olarak bulunmuştur.
1. Ölüm
Olayının Ardından Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
13. Ölüm olayının ardından
yapılan olay yeri incelemesinde A.K.nin gömleği ile
demir parmaklılara boynundan asılı olduğu, gömlekle kendisini 202 santimetre
yükseklikteki yere paralel uzanan demir parmaklıklara bağladığı, cesedin
boynunda önceki intihar girişiminden kalan yaranın ası nedeniyle açılmış
olduğu, yaranın kanamış ve kurumuş olduğu, ölenin kendisini, kendisine ait
lacivert kısa gömlekle demir parmaklıklara astığı, gömleğin ters çevrildiği,
sol ucunun demir parmaklıklara sabitlendiği, gömlek ucunun kolsuz bölümden
halka yapılmak suretiyle bir kez boynuna dolandığının gözlendiği, ceplerinde
veya kaldığı odada not ya da benzeri herhangi bir doküman bulunmadığı tespit
edilmiştir.
14. Ölüm olayına ilişkin
başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan hükümlü M.S.D.
“yirmi gün önce terör suçlarından
hükümlülerin bulunduğu koğuştan ayrılmak istediğini, bu koğuştan çıkarılarak
müşahede bölümüne getirildiğini, 28/6/2012 günü öğleden sonra Abdülvahit'in müşahede bölümüne getirildiğini, koridorun
sonundaki odaya yerleştirildiğini, o gün kendisi ile konuşmadığını, ertesi gün
yani 29/6/2012 günü ise akşam saatlerinde Abdulvahit'e
seslendiğini, nereden geldiğini ve niçin koğuşta kalmadığını sorduğunu,
Diyarbakır'dan geldiğini, koğuşta kalmak istemediğini, koğuşta sıkıldığını
ölenin kendisine anlattığını, nöbetçi memurların sürekli koridorda dolaştığını,
zaman zaman da Abdulvahit'le konuştuklarını, bir ara
memurun yanlarından ayrıldığını, yanındaki arkadaşı S. ile Abdulvahit'e
seslendiklerini, ancak ses gelmediğini, yaşlı olduğunu, uyumuş olabileceğini
düşünerek bir daha seslenmediklerini, hatırladığı kadarı ile saat 21:30
civarında nöbetçi memurun yeni bir hükümlüyü müşahede bölümüne getirdiğini,
odasına bıraktıktan sonra Abdulvahit'in yanına
gittiğini, hemen koşarak geri döndüğünü, yüzünün bembeyaz olduğunu, herhangi
bir ses ya da bağrışma duymadığını, olay öncesinde olumsuz bir durumun da
yaşanmadığını” beyan etmiştir.
15. Yine A.K. ile Cezaevinin
aynı koridorunda ancak farklı bir odasında bulunan S.A. ise ifadesinde “yirmi gün önce terör suçlarından hükümlülerin
bulunduğu koğuştan ayrılmak istediğini, bu koğuştan çıkarılarak müşahede
bölümüne getirildiğini, 28/6/2012 günü yaşlı bir şahsın müşahede odasına getirildiğini,
başka bir odaya yerleştirildiğini, bir ara aynı koğuşta kaldığı M.S.D.'nin bu şahsa seslendiğini,
bir şeyler konuştuklarını, nöbetçi memurların sürekli koridorda dolaştığını,
bir ara nöbetçi memurdan sıcak suyu açmasını istediklerini, banyo yaptıklarını,
nöbetçi memurun bir ara müşahede bölümünden ayrılarak bir süre sonra geri
döndüğünü, bir başka hükümlüyü getirdiğini, herhangi bir ses duymadıklarını,
olumsuz bir durum yaşanmadığını” beyan etmiştir.
16. A.K.nin öldüğü esnada başvurucunun
bulunduğu koridorda nöbetçi olan ve olaya ilk müdahalede bulunan infaz ve
koruma memuru M.C. alınan ifadesinde “ölenin
kuruma bir önceki gün (28/6/2012) saat 14:00'te geldiğini, daha önce intihara
teşebbüs ettiğinin söylendiğini, şahsın tedirgin olduğunu, "beni
öldürecekler" diye konuştuğunu, kendisini sakinleştirmeye çalıştığını,
ailesi hakkında konuştuklarını, bunun dışında olumsuz bir durumun olmadığını,
nöbeti devrettiği arkadaşına Abdulvahit'in durumunu
anlattığını, olay günü ise saat 18:00'de N.A.'dan nöbeti devraldığını, müşahede bölümünde bir odada
iki kişi, koridorun sonundaki odada ise Abdulvahit
olmak üzere toplamda üç kişi bulunduğunu, ölene herhangi bir ihtiyacı olup
olmadığını sorduğunu, sık sık müşahede bölümünde dolaştığını, içeride bulunanlarla
konuştuğunu, bir ara banyolarını yapmaları için bu bölümdekilere sıcak su
verilmesini sağladığını, B bloktaki görevli arkadaşına havalandırma kapılarını
kapatması için yardımcı olduğunu, daha sonra müşahede bölümüne yeni gelen bir
hükümlüyü alması gerektiğinin söylendiğini, bu nedenle girişe gittiğini, İ.Y.
isimli bu hükümlünün girişini yaptıklarını, onu müşahede bölümüne götürerek
odaya koyduktan sonra Abdulvahit'in yanına gittiğinde
üzerindeki gömlek ile kendisini müşahede odasının parmaklıklarına astığını ve
hareketsiz durduğunu gördüğünü, hemen telefonun bulunduğu bölüme koşarak durumu
başmemur N.A.'ya
ilettiğini, ölenin kendisine intihardan söz etmediğini, sürekli kendisini
öldüreceklerinden söz ettiğini, bulunduğu yere başka mahkumların gelip gelmeyeceğini
sorduğunu” beyan etmiştir.
17. Midyat M tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumu 2. Müdürü C.A. alınan ifadesinde “27/6/2012 günü Diyarbakır D Tipi Ceza İnfaz Kurumu'ndan arandığını, terör örgütü
mensuplarının kaldığı koğuştan kendi isteği ile ayrılan ve intihara teşebbüs
eden Abdulvahit Kılıç'ın Midyat M Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumu'na naklediğini öğrendiğini, şahsın terör
örgütü mensuplarından korunması gerektiğinin söylendiğini, durumu M.A. isimli
memura anlattığını, durumun başmemurlara da iletilmesi
talimatı verdiğini, 28.06.2012 günü öğleden sonra Abdulvahit'in
kuruma getirildiğini, başmemurlar Y.Y. ve L.Y. ile
birlikte şahısla görüştüğünü, ölenin terör örgütüyle hiçbir ilişkisi
olmadığını, Diyarbakır'da kaldığı koğuşta terör örgütü mensuplarından baskı
gördüğünü, kendisini öldüreceklerine dair şeyler duyduğunu, bu nedenle koğuşun
tuvaletine giderek permatik ile boğazını kestiğini
söylediğini, daha sonra o koğuştan ayrılmak istediğini, Midyat'ta kesinlikle
terör örgütü mensupları ile kalmak istemediğini, tarafsız konumda olanlara da
güvenmediğini, bu nedenle tek başına kalmak istediğini söylediğini, kurumda
kapasite fazlası olması ve boş oda bulunmaması nedeniyle Abdulvahit'in
müşahede bölümüne alındığı, kendisi ile yapılan görüşmede psikolojik sorununun
olmadığı ve ilaç kullanmadığının öğrenildiğini, nöbetçileri uyardıklarını,
doktor muayenesinden de geçirildiğini, olay günü 21:30 sıralarında başmemur N.A'nın kendisini arayıp
ölenin kendisini astığını söylediğini” beyan etmiştir.
18. Müteveffanın eşi ve
çocukları (başvurucular) ise alınan ifadelerinde “ölenin hayat dolu yaşamayı seven bir kişi olduğunu, gayet sakin ve ne
konuştuğunu bir kişi olduğunu, psikolojisinin iyi durumda olduğunu, cezaevine
girmeden intihar girişiminde bulunduğunu, can güvenliğinden endişe ettiğine
dair kendilerine bir beyanda bulunmadığını, kendisine yönelik bir tehdit
unsurunun bulunmadığını” beyan etmiştir.
19. Soruşturma kapsamında
incelenen Ceza İnfaz Kurumu güvenlik kamera kayıtlarından olay günü infaz
koruma memurlarının belirli aralıklarla müşahede bölümüne giriş çıkış
yaptıkları, ölüm olayından önce en son infaz koruma memuru M.C.nin 18.15, 18.37 ve 19.40’ta müşahede bölümüne
girdiği ve kontrol yaptığı, 19.49’da bu bölümden ayrıldığı, daha sonra M.C.nin 21.16’da Ceza İnfaz Kurumuna yeni gelen bir
hükümlüyü müşahede bölümüne götürdüğü, 21.19’da ise müşahede bölümünden koşarak
geri döndüğü, orada bulunan telefonla görüştüğü ve ardından diğer infaz ve
koruma memurlarının, Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürü’nün, sağlık ekibinin ve
Cezaevi Savcısı’nın olay yerine intikal ettiği tespit edilmiştir.
20. Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının 30/6/2012 tarihli ölü muayene ve
otopsi tutanağında A.K.nin ölümünün asıya bağlı asfiksi sonucu meydana geldiği ve ası fiilinin kişi canlıyken
vuku bulduğu belirtilmiştir.
21. Somut olaya ilişkin Midyat
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda 14/11/2012 tarihli ve K.2012/1049 sayılı kararla kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“... Midyat M Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu'na bir gün önce nakille gelen Abdülvahit
Kılıç'ın, tutulduğu müşahade bölümünde kendisini
asarak intihar ettiği olay hakkında ceza infaz kurumu idare ve personellerini
de içine alacak şekilde soruşturma yürütülmüşse de; yukarıda ayrıntılı şekilde
anlatıldığı üzere ölenin ası sonucu öldüğünün ve asının kişi sağken vuku
bulduğunun otopsi işlemi ile belirlendiği, ölende daha önceki intihar girişimi
nedeniyle boğazındaki yara dışında başkaca yeni darp-cebir izinin bulunmadığı,
ölenin daha önce Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda intihar
girişiminde bulunduğu, bunun nedeninin ise koğuşta kendisinin öldürülmesine
karar verildiği olarak gösterdiği, Diyarbakır'dan başka bir yerdeki ceza infaz
kurumuna sevkini istediği, Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na geldiğinde
de terör örgütü mensuplarının kaldıkları koğuşta ya da bağımsız terör koğuşunda
kalmak istemediğini, güvenmediğini, tek başına kalmak istediğini idareye
bildirdiği, bu nedenle hem ölenin güvenliği hem de kendi talebi doğrultusunda
ölenin müşahade odasına alındığı, burada infaz koruma
memurlarınca kendisi ile ilgilenildiği, gün içerisinde sık sık müşahade nöbetçi memurlarınca müşahade
bölümünde kontrollerin yapıldığı, ancak olay saatinde müşahade
nöbetçisi olan M.C.'nin müşahade
bölümüne bir başka hükümlüyü getirmek üzere bölümden ayrıldığı bir zamanda
ölenin kendisine ait gömleği ile kendisini müşahade
odası parmaklıklarına astığı, bu şekilde intihar girişiminde bulunarak hayatını
kaybettiği, somut olayda Abdülvahit Kılıç'ta intihar
düşüncesinin bir başkası tarafından oluşturulduğuna, ölenin intihara
azmettirildiğine ya da bu konuda teşvik edildiğine, bu yönde aldığı kararın bir
başkası tarafından güçlendirildiğine veya ölene intihara kalkışması konusunda
yardım edildiğine dair herhangi bir bulgu ve delil de bulunmadığı, tüm dosya
kapsamına göre ölenin infaz kurumunda intihara kalkışarak hayatını
kaybetmesinde infaz kurumu idaresine ve infaz koruma görevlilerine atfı kabil
herhangi bir kusur bulunmadığı, kamu görevlilerinin görevlerinin gereklerine
aykırı hareket ettiklerine, görevlerini ihmal ettiklerine ya da savsadıklarına
dair herhangi bir delil yada bulgu bulunmadığı
anlaşıldığından; soruşturmaya konu edilen olay hakkında suç yokluğu
nedeniyle...”
22. Başvurucuların kovuşturmaya
yer olmadığına dair karara karşı itirazları üzerine, itiraz incelemesini yapan
Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2012 tarihli ve
2012/551 Değişik İş sayılı kararıyla “dosya
kapsamı ve kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararın gerekçesi dikkate
alındığında müştekiler vekilinin iddiasının iddianame konusu yapılmasına yeter
delil bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir.
23. Bu karar 10/1/2013
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup 8/2/2013 tarihli bireysel
başvuruda süre aşımı bulunmadığı anlaşılmıştır.
2. Ölüm
Olayına İlişkin Yürütülen Disiplin Soruşturması Süreci
24. Meydana gelen ölüm olayına
ilişkin olarak Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliği
tarafından olay tarihinde müşahede bölümünde nöbetçi olan infaz ve koruma
memuru M.C. ile infaz ve koruma başmemuru N.A.
hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.
25. M.C. hakkında yapılan
disiplin soruşturması sonucunda M.C.nin
müteveffanın durumundan haberdar olduğu için kendisini sık sık kontrol ettiği
ve kendisine tavsiyelerde bulunduğu, olay günü de belli aralıklar ile müşahede
bölümünü kontrol ettiği, daha sonra Cezaevine yeni gelen bir hükümlüyü müşahede
bölümüne yerleştirmek için geri döndüğünde ölüm olayını fark edip derhâl
vardiya sorumlusuna bildirdiği ve bu nedenle olayda herhangi bir kasıt veya
ihmalinin olmadığı belirtilerek disiplin cezası verilmesine yer olmadığına
karar verilmiştir.
26. N.A. hakkında yapılan
disiplin soruşturması sonucunda ise N.A.nın olayı
öğrenir öğrenmez görevli personeli toplayarak müşahede kısmında hazır
bulundukları, akabinde durumu Kurum Müdürü ve 112 acil servise bildirdiği ve
olayda herhangi bir ihmal veya gecikmeye mahal vermediği belirtilerek disiplin
cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
3. Ölüm
Olayının Ardından Açılan Tazminat Davası Süreci
27. UYAP sistemi üzerinden elde
edilen bilgilere göre başvurucular 13/5/2013 tarihli
dilekçede özetle “A.K.’nin
hükümlü olarak bulunduğu Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda girdiği
bunalım yüzünden kendini asarak intihar etmesinde davalı idarenin hizmet kusuru
bulunduğunu, A.K.’nin daha önce intihar girişiminde
bulunduğu halde hiçbir psikolojik destek ve tedavi uygulanmadan Ceza İnfaz
Kurumuna geri gönderildiğini, durumuna uygun bölümde barındırılmadığını ve tek
başına gözden uzak bir bölüme konulduğunu” belirtmiş ve Bakanlık
aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
28. Mardin İdare Mahkemesi, 22/1/2014 tarihli ve E.2013/871, K.2014/172 sayılı kararıyla
davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:
“…
Dava konusu
olayda, Abdulvahit Kılıç'ın 28/06/2012
tarihinde sevk edildiği Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kendi talebi
ve özel durumu gözetilerek tek başına kalabileceği, bu şekilde daha önceki
intihar girişiminin nedeni olarak gösterdiği "başkaları (terör örgütü
mensupları) tarafından öldürülme korkusu ve kaygısının" en aza
indirgenebileceği müşahade bölümüne konulduğu,
intihar girişimini kolaylaştırabilecek kesici ve delici aletler, ip, kemer vb.
herhangi bir eşyanın kendisine verilmediği, bununla birlikte üzerindeki
gömleğini kullanarak kendini astığı görülmektedir.
Olayda, davalı
idarenin Abdulvahit Kılıç'ın intihar girişimini
kolaylaştıracak fiziki şartları bahsi geçen kişiye sunmaması ve insani ihtiyaç
olarak kabul edilmesi zorunlu olan giyim eşyası dışında herhangi bir eşyanın
kendisine verilmemesi durumu birlikte gözetildiğinde, davalı idarenin bu
yönüyle herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı açıktır.
Diğer yandan, Abdulvahit Kılıç'ın daha önce intihar girişiminde bulunması
nedeniyle, intihar eğilimi olan biri olarak gerekli tüm psikolojik ve
psikiyatrik tedavi ve desteklerin davalı idare tarafından sağlanması gerektiği
açık olmakla birlikte, bahsi geçen kişinin fiziki tedavisinin ardından 28/06/2012 tarihinde sevk edildiği Midyat M Tipi Kapalı Ceza
Evinde sevk tarihinin ertesi günü (29/06/2012) tarihinde intihar etmesi
nedeniyle, davalı idarenin sunacağı veya sunma ihtimali olan psikolojik ve
psikiyatrik tedavi ve destekleri sunmasına imkan vermediği görülmektedir. Bu
nedenle, daha önceki intihar girişiminden kaynaklanan fiziki yaralarının
tedavisi tamamlandıktan sonra doğrudan Midyat M Tipi Kapalı Ceza Evine sevk
edilen Abdulvahit Kılıç'a davalı idare tarafından
psikolojik destek ve tedavi imkanı sunulup
sunulmayacağının varsayıma dayalı olarak tespiti ve bu şekilde davalı idarenin
hizmet kusurunun bulunduğunun kabulünün mümkün olmadığı açıktır.
Bu durumda, davalı
idarenin intihar girişimini kolaylaştıracak fiziki ortamı, kesici ve delici
aletler ile ası olayında kullanılabilecek ip ve kemer benzeri eşyaları bahsi
geçen kişiye sunmaması, bunun yanında intihar olayında kullanılan gömleğin
zorunlu bir insani ihtiyaç olması, intihar eğilimi olduğu açık olan Abdulvahit Kılıç'ın sevkinin ertesi günü intihar etmek
suretiyle psikolojik destek ve tedaviye imkan
vermemesi ve diğer yandan olayın sessizlik içerisinde gerçekleşmiş olması
hususu da göz önüne alındığında, davalı idare tarafından intihar olayını
engelleme konusunda gerekli önlemlerin alınmadığı ve intihar eylemi nedeniyle
davalı idarenin kusurlu olduğu sonucuna ulaşmak mümkün olmadığından, davalı
idarenin tazmin sorumluluğundan söz etmeye hukuken imkan bulunmamaktadır.”
29. Bu karar başvurucular
tarafından temyiz edilmiş olup hâlen Danıştay nezdinde derdesttir.
B. İlgili Hukuk
30. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar
başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:
“(1) Hapis cezalarının infaz
rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:
a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir
biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin
çerçevesinde tutulurlar.
b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli
bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı
hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve
manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer
hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen
kurallar uyarınca kısıtlanabilir.
c) Cezanın infazında hükümlünün
iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün
kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak
üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik
ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.
…
f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam
hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu
tedbirin alınması zorunludur.
…”
31. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis
cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı
16. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Akıl hastalığına tutulan
hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar
Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen
sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler
cezaevinde geçmiş sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî
sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu
durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike
teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.”
32. 5275 sayılı Kanun’un “Akıl
hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı”
kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
“(1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl
hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları
hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri
gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde
infaz edilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilenlerin
cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç duyduğu uzman ve
diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır.”
33. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün
muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü, beden ve ruh
sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi
olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için
hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya
üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”
34. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün
(İnfaz Tüzüğü) “Psiko-sosyal yardım servisi” başlıklı 24.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Psiko sosyal yardım
servisi personel ve hükümlülerin ruh ve beden sağlığı ve bütünlüğüne ilişkin
koruyucu, geliştirici programları araştıran, uygulayan ve gerektiğinde tedavi
sürecine katılarak psikolojik destek ve müdahalede bulunan, ayrıca hükümlülerin
bireysel özelliklerini, yaşam koşullarını ve suç işleme nedenlerini
belirleyerek bireysel gelişmelerine yardımcı olan, kurum yaşamına uyumlarını ve
toplumsal yaşamla uyumlaşmalarını sağlayan ve bireyin yeniden suç işlemesini
engelleyecek önlemleri alan ve bu amaçla gerektiğinde kurum en üst amirinin
bilgisi dahilinde, aileler ve sosyal çevreyle görüşme
yapan servistir. Psiko-sosyal yardım servisinde,
psikolog ve sosyal çalışmacı görev yapar.”
35. 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında
Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik’in “Giyim eşyaları” başlıklı 7. maddesi
şöyledir:
“Hükümlülerin koğuş, oda ve eklentilerinde birer adet palto, manto ve
mont, iki adet ceket veya ceket yerine kullanılabilen hırka, dört adet pantolon
ve/veya etek, bayan için iki adet elbise, bir takım eşofman, dört adet gömlek,
iki adet kazak, iki takım pijama, bir spor ayakkabısı, bir kışlık ayakkabı, bir
iskarpin, üç adet tişört, iki adet kravat, bir adet kemer, gerektiği kadar iç
çamaşırı, çorap, bir terlik, havlu ve bir bornoz ile kaşkol, 25/11/1925
tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanuna
aykırı olmayan bir adet şapka bulundurulmasına izin verilir.
Hükümlüler;
ceza infaz kurumu dışından getirilmesine izin verilen giyim eşyalarından
eskiyenlerini, yenileriyle değiştirebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların
8/2/2013 tarihli ve 2013/1655 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
37. Başvurucular, müteveffanın
daha önceden de intihar girişiminde bulunmuş olmasına rağmen yeterince tedavi
edilmeden tekrar cezaevine sevk edildiğini, okuma yazma düzeyi zayıf olan
müteveffanın kendi isteği ile başka bir cezaevine sevk talebinde bulunduğuna
ilişkin soruşturma dosyasında yer alan dilekçenin sahte olabileceğini, intihar
düşüncesi olan müteveffanın herhangi bir psikolojik tedavi ve destek
sağlanmadan cezaevine gönderildiğini ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca
Midyat Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen yazıda durumun hassasiyetinin
belirtilmesine rağmen cezaevi idaresince gerekli güvenlik önlemleri alınmadan
müşahede odasına konulduğunu, müşahede bölümünde görevli memurun denetim ve
gözetim görevini yerine getirmediğini, bu ihmaller zincirinin müteveffanın
intihar etmemiş olabileceği şüphesini uyandırdığını, intihar etmiş olsa bile bu
ihmallerin ölüm olayında etkili olduğunu, soruşturma dosyasındaki mevcut
delillere rağmen Midyat Cumhuriyet Başsavcılığınca sorumluları koruma kaygısı
ile kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğini, bu karara itiraz
etmelerine rağmen itirazı inceleyen mercii tarafından hiçbir somut gerekçe
gösterilmeden matbu cümlelerle itirazlarının reddedildiğini belirterek
Anayasanın 17. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat
taleplerinde bulunmuşlardır.
38. Başvurucular ayrıca
müteveffanın siyasi bir olaydan dolayı cezaevinde bulunduğunu, “Kürt” kökenli
olması nedeniyle cezaevinde ayrımcılığa maruz kaldığını ve bu durumun da
yakınlarını ölüme sürükleyen etkenlerden biri olduğunu belirterek Anayasa’nın
10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
39. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Somut olayda başvurucular, her ne kadar gerekçeli karar haklarının da
ihlal edildiğini ileri sürmüş olsalar da başvurucuların bu yöndeki iddiaları
yaşam hakkı kapsamında yapılan incelemelerde değerlendirilecektir. Bu nedenle
başvurucuların şikâyetleri Anayasa’nın 10. ve 17. maddelerinde güvence altına
alınan eşitlik ilkesi ile yaşam hakkı kapsamında incelenecektir.
1. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
40. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından
ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
41. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir;
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
42. Yaşam hakkına yönelik
yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun, başvuru ehliyeti ve ihlal
iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı denetlenmelidir. 6216
sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala
bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler
açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle
mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucular,
başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi ve çocukları olup başvuru konusu olaya
ilişkin yürütülen ceza soruşturmasına etkin bir şekilde katılmışlar ve
soruşturma sürecini takip etmişlerdir. Bu nedenle başvuruda, gerçekleşen ölüm
olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam
hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucuların meşru menfaati
olacağı anlaşıldığından başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmadığı
tespit edilmiştir.
43. Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan
devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir
yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve
hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
44. Anayasa Mahkemesinin yaşam
hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından
benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek
şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi; devlete,
elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari
çerçevenin, yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun
veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
45. Başvuru konusu olayda
başvurucular tarafından, kamu görevlilerince müteveffanın yaşamını korumak için
gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüm olayına ilişkin etkin bir soruşturma
yürütülmediği ileri sürülmektedir. Bu nedenle başvurucuların yaşam hakkının
ihlaline ilişkin iddialarının, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde,
devletin müteveffanın yaşamını koruma konusunda gerekli tedbirleri alma
yükümlülüğü ile ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü
kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
a.
Yaşam Hakkı Kapsamında Yürütülen Ceza Soruşturmasının Etkili Olmadığı İddiası
Yönünden
46. Başvurucular, A.K.nin hayatını kaybettiği olaya ilişkin yürütülen
soruşturma sonucunda Midyat Cumhuriyet Başsavcılığınca sorumluları koruma
kaygısı ile kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğini ve bu
karara itiraz etmelerine rağmen itirazı inceleyen merci tarafından hiçbir somut
gerekçe gösterilmeden matbu cümlelerle itirazlarının reddedildiğini ileri
sürmüşlerdir.
47. Bakanlık görüş yazısında
öncelikli olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca
yaşam hakkı kapsamında yürütülecek bir ceza soruşturmasının, olayın
gerçekleştiği koşulların kesin olarak belirlenmesi, makul bir hızlılık içinde
yürütülmesi ve sorumluların belirlenmesi ile gerekirse cezalandırılmalarına
imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.
48. Bakanlık görüşünde, yine
AİHM kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil, bu
sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu,
yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden
beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği ve soruşturmada sorumlu kişi
ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin
onun etkinliğine zarar verebileceği belirtilmiştir.
49. Bakanlık görüşünde mevcut
başvuru ile ilgili olarak başvurucuların yakını A.K.nin
ölümü sonrasında Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma
yürütüldüğü, soruşturma kapsamında olay yeri keşif görgü tespit tutanağı
hazırlandığı, müteveffanın cesedi üzerinde ölü muayenesi ve otopsi işlemi
yapıldığı, anılan işlemler neticesinde ölümün asıya bağlı asfiksi
sonucu meydana geldiğinin belirlendiği, Savcılık tarafından ayrıca olay yerinde
inceleme yapılıp fotoğraf ve video çekimi yapıldığı, olay yeri krokisi
çizildiği, olayın gerçekleştiği Cezaevi müşahede bölümüne ait güvenlik kamera
görüntülerinin incelendiği, Cezaevi görevlileriyle A.K. ile müşahede odasında
bulunan diğer hükümlülerin ifadelerinin alındığı ve son olarak müteveffanın eşi
ve çocuklarının alınan ifadelerinde müteveffanın psikolojik rahatsızlığı
bulunmadığını ve psikolojisinin iyi olduğunu belirttikleri ifade edilmiştir.
50. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyan dilekçesinde, başvuru formundaki iddia ve taleplerinin
tekrarı mahiyetinde ifadelerde bulunmuşlardır.
51. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
52. Anayasa’nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu
pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü
çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî
bir soruşturma yürütmek durumundadır. (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği
şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif
yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki
negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
53. Yaşam hakkı kapsamında
yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa
sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri, başvuruculara üçüncü
tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği
veya devlete tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
54. Soruşturmanın etkililik ve
yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve
ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık
Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014,
§ 94 ).
55. Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının
kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin
yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, § 58).
56. Yaşanan bir ölüm olayının
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların
ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini
anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair
iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp
karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi
gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).
57. Bu çerçevede başvuru konusu
olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere (bkz. §§ 13-21) bakıldığında
ölüm olayının ardından derhâl soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında
detaylı olay yeri incelemesi yapıldığı, olay yeri krokisinin çizildiği, olayın
gerçekleştiği Cezaevi müşahede bölümüne ait güvenlik kamerası görüntülerinin
incelendiği, müteveffanın cesedi üzerinde ölü muayenesi ve klasik otopsi
işlemlerinin uygulandığı; anılan işlemlerde A.K.nin
ası sonucu öldüğünün, asının kişi sağken vuku bulduğunun ve ceset üzerinde
önceki intihar girişimi nedeniyle boğazında oluşan yara dışında başkaca
darp-cebir izinin bulunmadığının tespit edildiği ayrıca soruşturma kapsamında Cezaevi görevlilerinin, A.K. ile müşahede
odasında bulunan diğer hükümlülerin ve A.K.nin eşi
ile çocuklarının ifadelerinin alındığı ve böylelikle müteveffanın yakınlarının
meşru menfaatleri gereği soruşturma sürecine etkin bir şekilde katılımlarının
sağlandığı görülmektedir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek müteveffanın kendi
iradesiyle intihar ettiği sonucuna ulaşıldığı anlaşılmıştır.
58. Öte yandan soruşturma
kapsamında müteveffanın kaldığı müşahede bölümünün Ceza İnfaz Kurumu
görevlilerince sık sık denetlendiği, bu durumun kamera kayıtlarıyla tespit
edildiği, müteveffanın intihar etmesini kolaylaştıracak belirli eşyalara
erişimi engellenmiş olmasına rağmen üzerinde bulunan gömlek ile kendisini
müşahede odası parmaklıklarına astığı, ayrıca olay tarihinde müşahede bölümünde
nöbetçi olan infaz ve koruma memuru M.C. ile infaz ve koruma başmemuru N.A. hakkında yapılan disiplin soruşturması
sonucunda her iki kamu görevlisi hakkında da olayda herhangi bir kasıt veya
ihmallerinin bulunmadığı gerekçesiyle disiplin cezası verilmesine yer
olmadığına karar verildiği tespit edilmiştir. Bu çerçevede Midyat
Cumhuriyet Başsavcılığı, 14/11/2012 tarihli kararıyla
müteveffanın intihar etmek suretiyle hayatını kaybettiği olayda herhangi bir
kişiye atfı kabil bir suç bulunmadığından bahisle kovuşturma yapılmasına yer
olmadığına karar vermiştir.
59. Bütün bu veriler kapsamında
somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından ölüm olayının akabinde derhâl soruşturmaya başlandığı ve
soruşturmanın yaklaşık altı ay gibi makul bir sürede tamamlandığı, müteveffanın
intihar etmesinden önce yaşadığı olaylara ilişkin detaylı bir araştırma yapıldığı,
olaya ilişkin delillerin elde edilmesine yönelik ayrıntılı bir çalışma
yürütüldüğü, müteveffanın yakınlarının soruşturma sürecine etkili bir şekilde
katılımlarının sağlandığı ve bu surette somut olayın aydınlatılmasına yönelik
yeterli çabanın gösterildiği anlaşılmıştır. Bu durumda, yukarıda
bahsedilen yaşam hakkının usul boyutuna ilişkin ilkeler karşısında başvuru
konusu olayda, soruşturma makamının olayların seyrini aydınlatmaya yönelik
işlemlerinden kuşku duyulmasını gerektiren bir durumun veya yürütülen
soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir
eksikliğin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
60. Ayrıca başvurucular, Midyat
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair
karara itiraz etmelerine rağmen itirazı inceleyen merci tarafından hiçbir somut
gerekçe gösterilmeden matbu cümlelerle itirazlarının reddedilmesi nedeniyle
gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların
bu iddialarının da yaşam hakkı kapsamında yürütülen soruşturmanın etkililiği
incelenirken değerlendirilmesi gerekmektedir.
61. Temyiz veya itiraz mercilerinin kararların tamamen
gerekçeli olması zorunlu değildir. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun
kapsamı, kararın niteliğine göre değişebilir (Mehmet
Yavuz, B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51).
Kanun yolu incelemesi yapan merciin, yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca
ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya aynı atıfla kararına
yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
62. Başvuru konusu olayda Mardin
1. Ağır Ceza Mahkemesi, ölüm olayına ilişkin verilen kovuşturma yapılmasına yer
olmadığına dair karara yapılan itirazı, Savcılıkça verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın gerekçesine atıf yaparak ve bu gerekçeyi kabul ederek
reddetmiştir (bkz. § 22). Dolayısıyla itiraz mercii tarafından verilen
kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
63. Açıklanan nedenlerle somut
olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usul boyutunun ihlaline
neden olabilecek bir yön bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası Yönünden
64. Başvurucular, yakınları A.K.nin psikolojik sorunları bulunmasına ve daha önceden de
intihar girişiminde bulunmasına rağmen kamu görevlilerinin gerekli tedbirleri
almaması sonucu yaşamını yitirdiğini iddia etmektedirler.
65. Bakanlık görüşünde,
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler
değerlendirilirken AİHM’in, devletin yaşamı koruma
yükümlülüğünü, devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara karşı
korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin
AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’in bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk
oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği hâlde makul tedbirleri
almamasının devletin sorumluluğunu doğurabileceği, bu itibarla her türlü
özgürlükten mahrumiyetin -doğası gereği- tutuklu veya hükümlü kişinin
psikolojisinin bozulmasına neden olduğu ve dolayısıyla bunun kırılgan ve
korumasız bir kişinin intihar etme riskini artırabileceği belirtilmiştir.
Ayrıca bu yüzden ulusal mevzuatların cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında
daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklediği, tutuklu veya hükümlü kişilerin
hayatlarının gereksiz yere tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler getirdiği, bununla
birlikte intihar olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif
yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde, insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden kaçırılmaması
gerektiği ifade edilmiştir.
66. Bakanlığın görüş yazısında
somut olaya ilişkin olarak müteveffanın Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu sırada boğazını kesmek suretiyle intihara
teşebbüs ettiği, kaldırıldığı hastanede yapılan tedavisinin ardından başka bir
cezaevine sevkini istediği, bu talep doğrultusunda taburcu olduktan sonra
Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiği, müteveffanın intihar
teşebbüsünden sonra hastanede bulunması ve kuruma dönüşte hemen naklinin
gerçekleştirilmesi nedeniyle müteveffaya Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda psikolojik desteğin sağlanamadığı, Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda müteveffanın tek başına ayrı bir bölümde kalmak istediğini belirtmesi
ve bu yönde dilekçe sunması üzerine İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla müşahede
bölümüne yerleştirildiği, Kurumun müşahede bölümünde bulunan altı ayrı odada
barındırılan hükümlü ve tutuklular için 24 saat nöbetçi infaz ve koruma memuru
bulundurulduğu ve nöbetçinin rutin aralıklarla müşahede odalarını gözlemlediği,
müteveffanın da müşahede odasında nöbetçinin rutin kontrolünün hemen ardından
kendi gömleğini demir parmaklıklara bağlamak suretiyle intihar ettiği,
müteveffanın Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı sürede kurum
görevlilerine herhangi bir talep veya sorununu bildirmediği, Kurum geçici
hekimi tarafından yapılan ilk muayenesinde herhangi bir rahatsızlığa
rastlanmadığı, kendisinin de herhangi bir sağlık problemini bildirmediği, bu
süreçte herhangi bir psikolog desteğin verilmediği ve daha önceden herhangi bir
hastalığının olup olmadığı konusunda bir bilginin bulunmadığı bilgilerine yer
verilmiştir.
67. Başvurucular, Bakanlığın
görüş yazısına karşı sundukları dilekçede özetle; müteveffanın ölümünde
idarenin gerekli tedbirleri almaması nedeniyle kusurlu olduğunu, Bakanlığın,
müşahede odasındaki nöbetçinin rutin kontrolünün hemen ardından müteveffanın
intihar ettiğine dair görüşünün kabul edilemeyeceğini zira müşahede bölümünde
görevli olan memurun müşahede bölümünden 19.49’da çıktığını, müteveffanın
intiharının ise 21.19’da tespit edilebildiğini beyan etmişlerdir.
68. Devletin, yaşam hakkını
koruma konusundaki pozitif yükümlülüğü kapsamında, yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin
gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (bkz. § 43).
69. Bu kapsamda bazı özel
koşullarda devletin, kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de
bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri,
§ 74). Cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu
yükümlülüğün ortaya çıkması için cezaevi yetkililerinin, kendi kontrolleri
altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu
bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek; böyle
bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler
çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her
şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık,
B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 92; Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, §
72). Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 74). Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun cezaevi yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konulması gerekmektedir.
70. Tutuklanan veya hürriyeti
bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin, daha önce sahip oldukları pek
çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir
değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak psikolojik sağlıkları
bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu
kişilerin intihar etme riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil
düzenlemelerin, cezaevi yetkililerine, bu kişiler hakkında daha duyarlı ve
dikkatli olma görevi yüklemesi ve tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının
tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve
sağlık durumlarının takip edilmesi ve gerektiğinde doktor muayenesine
başvurulması, diğer yandan bu konuda meyli olduğu anlaşılanlar açısından,
kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi ve intihar
eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara; kemer, çamaşır ipi veya
ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konularak bu tip risklerin azaltılmasına
yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Keenan/Birleşik Krallık, §§
90, 91, Tanrıbilir/Türkiye, § 74).
71. Kasten ya da saldırı veya
kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda
Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte ceza
soruşturmaları yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen
idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi,
yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
değildir. Ancak bu yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması
yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
72. Öte yandan ihmal suretiyle
meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu
konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen
yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri
bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler
kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına
başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60)
73. Başvuru konusu olayda
başvurucular, yakınları olan A.K.nin kaldığı
cezaevinde gömleği ile demir parmaklıklara boynundan asılı şekilde ölü
bulunduğu olayda müteveffanın, kamu görevlilerinin ihmal içeren davranışları
neticesinde hayatını kaybettiğini zira daha önceden de intihar girişiminde
bulunan müteveffaya Cezaevinde herhangi bir psikolojik destek sağlanmadığını ve
müteveffanın yaşamını korumak için gerekli tedbirlerin alınmadığını ileri
sürmüşlerdir.
74. A.K. Midyat M Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmeden önce Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda da intihar teşebbüsünde bulunmuş, tedavi sürecinin ardından talebi
doğrultusunda Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve Ceza
İnfaz Kurumu idaresi A.K.nin durumu hakkında
bilgilendirilmiştir. Bu durumda, somut olay açısından Ceza İnfaz Kurumu
görevlilerinin, müteveffanın hayatını kaybettiği olayda muhakeme hatasını veya
dikkatsizliği aşan bir ihmallerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
75. Bu kapsamda, Midyat M Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen A.K., öncelikle
Kurumun geçici hekimi tarafından bir muayeneye tabi tutulmuş ve bu muayenede
müteveffanın herhangi bir rahatsızlığına rastlanılmadığı gibi müteveffa da
herhangi bir sağlık probleminden bahsetmemiştir. Müteveffanın tek başına kalma
yönündeki isteği de “terör örgütü mensupları tarafından öldürüleceği” yönündeki
korku ve kaygılarının azaltılabileceği düşüncesiyle Ceza İnfaz Kurumu İdare ve
Gözlem Kurulu tarafından kabul edilerek müteveffa, müşahede bölümünde bulunan
bir odaya yerleştirilmiştir. Anılan odada -müteveffanın olası bir intihar
girişimini engellemek amacıyla- kesici, delici veya zarar verici nitelikte
eşyaların bulundurulmasına izin verilmemiş ve müteveffa, nöbetçi infaz koruma
memurlarınca rutin aralıklarla gözlemlenmiştir. Ayrıca
başvurucular her ne kadar müteveffaya Ceza İnfaz Kurumunda psikolojik destek
sağlanmadığını ileri sürmüş iseler de müteveffanın Midyat M Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumuna nakledildikten bir gün sonra intihar etmesi nedeniyle psikolojik
veya psikiyatrik tedavinin gerekli olup olmadığı konusunda bir araştırma
yapılabilmesine imkân tanıyacak yeterli sürenin varlığı konusunda net bir
saptama yapılamayacaktır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde
somut olayda Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin kastının veya ağır bir ihmalinin
varlığından söz edilemeyecektir.
76. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından
başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit
edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi
hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel
başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin
inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı
bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi
ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını
ortadan kaldırabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, B. No: 36813/97, 29/3/2006, §§ 178 vd.; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, §§
64-70; Jensen/Danimarka, B. No: 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08,
9/4/2013, §§ 45, 46).
77. Mağdur sıfatının ortadan
kalkması özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali
tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı
zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01, 74860/01, 9/2/2006, § 68). Başvuruculara sunulan telafi imkânının
uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve
özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının
tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir
başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için
aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar
verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 84; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Gafgen/Almanya
[BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116, Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, §§ 48, 49).
78. Başvurucular bireysel
başvuruda bulunduktan sonra 13/5/2013 tarihli dilekçe
ile A.K.nin ölümünde idarenin hizmet kusuru
bulunduğundan bahisle Bakanlık aleyhine 10.000 TL maddi, 70.000 TL manevi
tazminat davası açmışlardır. Bu dava, her ne kadar Mardin İdare Mahkemesinin 22/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş ise de hâlen temyiz
aşamasında Danıştay nezdinde derdesttir.
79. Somut olayda ölümün
gerçekleşmesinde kamu görevlilerinin kasıt veya ağır ihmallerinin bulunmadığı, olaya
ilişkin yürütülen kapsamlı bir ceza soruşturmasının ardından başvurucular
tarafından ölüm olayında kamu görevlilerinin kusuru olduğundan bahisle tazminat
davası açıldığı, anılan davanın başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri
maddi ve manevi zararlarının tazminini sağlayarak mağduriyetlerini ortadan
kaldırabilecek nitelikte olduğu ancak bu davanın henüz temyiz aşamasında
derdest durumda bulunduğu dikkate alındığında başvurucuların Bakanlık aleyhine
açtıkları tam yargı davasının sonucunu beklemeden ikincil nitelikteki bireysel
başvuru yoluna başvurdukları anlaşılmıştır.
80. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların, yakınları olan A.K.nin ölümünde
idarenin gerekli önlemleri almaması sebebiyle kusurlu olup olmadığını tespit
edip yeterli miktarda tazminata hükmedilmesi suretiyle mağdur sıfatlarını sona
erdirebilecek nitelikteki tam yargı davasının sonucunu beklemeden bireysel
başvuruda bulundukları anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Eşitlik
İlkesinin İhlal Edildiği İddiası
81. Başvurucular, müteveffanın
siyasi bir olaydan dolayı cezaevinde bulunduğunu, “Kürt” kökenli olması
nedeniyle cezaevinde ayrımcılığa maruz kaldığını ve bu durumun da yakınlarını
ölüme sürükleyen etkenlerden biri olduğunu belirterek Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
82. Anayasa'nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10.
maddesi şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
...
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
83. Başvurucuların, Anayasa'nın
10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında soyut
olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve AİHS kapsamında yer
alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
84. Başvurucuların, eşitlik
ilkesinin ihlali iddialarının kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması gerekir.
Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bakımından
eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp bu hakkın
kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan
tamamlayıcı nitelikte haklardandır.
85. Ayrımcılık yasağının ihlal
edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için başvuruda, kişinin hangi temel hak
ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının
gösterilmesi gerekir. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucuların benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile yakınlarına
yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru
bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene
dayandığını makul delillerle ortaya koymaları gerekir. Somut
olayda başvurucular, müteveffanın “Kürt” kökenli olması nedeniyle bulunduğu
Ceza İnfaz Kurumunda ayırımcılığa uğradığını dile getirmiş ancak etnik kökeni
nedeniyle müteveffanın nasıl bir ayrımcı muameleye maruz kaldığını veya bezer
durumdaki diğer tutuklu ve hükümlülerin yararlandığı hangi haklardan yararlanamadığını
ortaya koyabilecek herhangi bir beyanda bulunmaksızın soyut olarak eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
86. Açıklanan nedenlerle
başvurucular, ihlal iddialarını kanıtlayacak herhangi bir delil ileri
sürmeksizin soyut olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürdüklerinden başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1.
Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki
şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun
olması,
2.
Yaşam hakkının koruması için gerekli tedbirlerin alınmadığı yönündeki
şikâyetlerinin başvuru yollarının
tüketilmemesi,
3.
Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına
4/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.