TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSA YILMAZ ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1664)
|
|
Karar Tarihi: 16/7/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Musa Yılmaz ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Metin FEYZİOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında açılan ceza
davasının 13 yıl sürmesi, hükme esas alınan bilirkişi raporunun katılan taraf
kurumun mensuplarınca hazırlanması ve beyanları hükme esas alınan tanığın
savcılık ile mahkeme huzurundaki ifadelerinin değerlendirmeye alınmadığı
gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek
tazminata ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
25/3/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm, 4/12/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin
birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir.
Adalet Bakanlığı, görüşünü 4/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/2/2014
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı
beyanlarını 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet
Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1997 yılında, Ordu İli
Kumru İlçesinde doktor olarak çalışmıştır.
9. Başvurucu dışındaki bir kısım
sanıklar hakkında resmi evrakta sahtecilik suçundan Ünye Cumhuriyet
Başsavcılığının 26/5/1999 tarihli iddianamesi ve
24/9/1999 tarihli ek iddianamesiyle Ünye Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
10. Ünye Ağır Ceza Mahkemesi 28/12/1999 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Ordu
Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.
11. Ordu Ağır Ceza Mahkemesi, 31/1/2000 tarihli kararı ile Ünye Ağır Ceza Mahkemesinden
görevsizlikle gelen dosya ile kendi esasında kayıtlı 1999/201 esas sayılı dava
dosyasının birleştirilmesine karar vermiştir.
12. Ünye Cumhuriyet Başsavcılığı, 31/5/2000 tarihli iddianamesiyle bir kısım başka sanıklar
hakkında yalan tanıklık suçundan cezalandırılmaları için Ünye Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açmıştır. Ünye Ağır Ceza Mahkemesi bu dava dosyasının 24/10/2000 tarihli kararı ile Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin
1999/201 esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.
13. Başvurucunun, 1997 yılında
hastaları muayene etmeden reçete yazdığı iddiasıyla Ünye Cumhuriyet
Başsavcılığının 1/12/2000 tarihli iddianamesiyle,
resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması için Ünye Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
14. Başvurucu hakkında açılan davanın,
Ünye Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2001 tarihli kararı
ile Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/201 esas sayılı davası ile
birleştirilmesine karar verilmiştir.
15. Başvurucu hakkında ayrıca 18/10/2001 tarihli ek iddianameyle dolandırıcılık suçundan
cezalandırılması için bu kez Ordu Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
16. Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin
1999/201 Esas sayılı dava dosyası üzerinden yapılan yargılama sonucunda
Mahkemenin 6/2/2002 tarihli kararı ile başvurucu dâhil
tüm sanıkların cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
17. Temyiz üzerine Yargıtay 6. Ceza
Dairesinin 18/2/2004 tarihli ilamı ile karar bozularak
dosya Ordu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
18. Ordu Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2004 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Ünye
Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.
19. Ünye Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/43
Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 12/6/2007 tarihli kararı ile başvurucu hakkında devam eden
kamu kurumunu dolandırmak suçundan açılan kamu davasının dava zamanaşımının
dolması sebebiyle düşürülmesine ancak başvurucunun resmi evrakta sahtecilik
suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir.
20. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Ceza
Dairesinin 15/5/2008 tarihli ilamı ile karar bozulmuş,
dosya tekrar Ünye Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
21. Ünye Ağır Ceza Mahkemesinin
2008/133 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 17/11/2009 tarihli kararı ile başvurucunun “evrakta sahtekarlık” suçundan 2 yıl 11 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
22. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Ceza
Dairesinin 11/12/2012 tarihli ilamı ile karar
onanmıştır.
B. İlgili
Hukuk
23. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk
Ceza Kanunu’nun 339. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bir memur memuriyetini icrada tamamen veya kısmen sahte bir
varaka tanzim eder veya hakiki bir varakayı tağyir ve tahrif eyler ve bundan
dolayı umumi ve hususi bir mazarrat tevellüt edebilirse üç seneden on seneye
kadar ağır hapis cezasına mahküm olur. Eğer işbu
varaka sahteliği ispat edilmedikçe muteber olan evrak kabilinden ise ağır hapis
cezası beş seneden on iki seneye kadar verilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/7/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/3/2013 tarih ve 2013/1664
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, hakkında devam eden ceza davasının yaklaşık 13
yıl sürmesi nedeniyle yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, hükme
dayanak olan bilirkişi raporunun katılan Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK)
mensubunca hazırlanması ve karara esas alınan tanık beyanının yine katılan
SSK’nın başka bir mensubunca alınmış olması, ancak aynı tanığın bu ifadesini
yalanlayan savcılık ve mahkeme beyanlarının dikkate alınmaması nedeni ile
silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Hükmün Tarafsız Olmayan Bilirkişi Raporuna
Dayandırıldığı İddiası
26. Başvurucu, hükme esas alınan
bilirkişi raporlarından biri olan 30/4/1999 tarihli
raporun, katılan SSK’nın bir mensubunca hazırlanmış olması nedeniyle taraflı
olduğunu ve bu nedenle dezavantajlı duruma getirildiğini dolayısıyla adil
yargılanma hakkı kapsamında korunan silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
27. Adalet Bakanlığı görüşünde, silahların eşitliği
ilkesinin, davanın taraflarının usuli haklar bakımından
aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf
bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme
önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına geldiği belirtilmiş ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatları hatırlatılmıştır.
28. Adalet Bakanlığı, Ünye Ağır Ceza
Mahkemesinin Yargıtay incelemesinden de geçen esasa ilişkin kararını,
başvurucunun ileri sürdüğü tek bilirkişi raporuna değil değişik zamanlarda
farklı bilirkişi kurullarınca yapılan incelemeler neticesinde temin edilen
raporlara dayandırdığını belirtmiştir.
29. Başvurucu Adalet Bakanlığının
görüşüne karşı dosyada başkaca raporların bulunmasının, taraflı olan raporun
delil olarak değerlendirilmesini meşrulaştırmayacağını, 4/12/2004
tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64. maddesi (3) numaralı
fıkrasının “Kanunların belirli konularda
görevlendirdiği resmî bilirkişiler öncelikle atanırlar. Ancak kamu görevlileri,
bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamazlar.” hükmünü
amir olduğunu, dava dosyasının katılanı ile bilirkişisinin aynı kurum olduğunu
belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasını
tekrarlamıştır.
30. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (3) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa
temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle
ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa
hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin
aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile
ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve
harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.
…
(6) Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması
hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu
veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir
süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin
tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği bildirilir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı
verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen
şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya
temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan
ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” başlıklı
59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
…
ç) Kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem,
eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti.
d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi
nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü
açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının
doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
…
h) Başvurucunun talepleri.
…
(3) Başvuru formuna aşağıdaki belgeler ya da onaylı
örnekleri eklenir:
…
e) Dayanılan belgelerin asılları ya da onaylı örnekleri.
…
(4) Başvurucu ihlal iddiasına dayanak gösterdiği üçüncü
fıkradaki belgelere herhangi bir nedenle erişememesi hâlinde bunun gerekçelerini
belirtir. Mahkeme gerekli gördüğü takdirde bu bilgi ve belgeleri resen toplar.
…”
33. İçtüzüğün “Formun ve eklerinin hazırlanmasına ilişkin ilkeler”
başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“(1) Başvuru formu, İçtüzüğün 59 uncu maddesine uygun olarak
düzenlenir ve aynı maddede belirtilen belgeler ya da onaylı örnekleri başvuru
formuna eklenir.
(2) Başvuru formu okunaklı ve başvurunun esasına yönelik
özlü bilgileri içerir şekilde hazırlanır. Başvuru formunun ekler hariç on
sayfayı geçmesi hâlinde başvurucunun ayrıca başvuru formuna olayların özetini
eklemesi gerekir.
(3) Başvurucu, başvuru formunun ekinde sunduğu belgeleri,
tarih sırasına göre numaralandırarak her bir belgeyi tanımlayıcı başlıklar
hâlinde dizi pusulasına bağlar.”
34. İçtüzüğün “Form ve eklerinin ön incelemesi ve eksiklikler”
başlıklı 66. maddesi şöyledir:
“(1) Bireysel Başvuru Bürosu gelen başvuruları şeklî
eksiklikler bulunup bulunmadığı yönünden inceler. Başvuru formunda veya
eklerinde herhangi bir eksiklik tespit edilmesi hâlinde, bunların
tamamlattırılması için başvurucuya, varsa avukatına veya kanuni temsilcisine onbeş günü geçmemek üzere bir süre verilir.
(2) Eksikliklerin tamamlattırılmasına dair yazıda
başvurucuya geçerli bir mazereti olmaksızın verilen sürede eksiklikleri
tamamlamadığı takdirde başvurusunun reddine karar verileceği bildirilir.
(3) Başvurunun; süresinde yapılmadığı, 59 uncu ve 60 ıncı maddelerdeki şekil şartlarına uygun olmadığı ve tespit
edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı hâllerde
Komisyonlar Başraportörü tarafından reddine karar
verilir ve başvurucuya tebliğ edilir. Bu karara tebliğ tarihinden itibaren yedi
gün içinde Komisyona itiraz edilebilir. Bu konuda Komisyonların verdiği
kararlar kesindir.”
35. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin
(3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59.
maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer.
36. Başvurucunun, kamu gücünün işlem,
eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile
dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile
ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya
kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru
dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da
ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru
kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin
gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
37. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin
(6) numaralı fıkrasına göre başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması
hâlinde, Anayasa Mahkemesi başvurucudan, eksikliğin tamamlanmasını ister.
İçtüzüğün 66. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Mahkemenin başvurucudan
giderilmesini isteyebileceği eksiklikler, şekli eksikliklerdir. İlk olarak
Mahkeme, usulünce doldurulmamış olan başvuru formunun usulüne uygun olarak
doldurulmasını isteyebilir. İkinci olarak ise başvurucunun ihlal iddiasına
dayanak gösterdiği bilgi, belge ve deliller başvuru dilekçesine eklenmemiş ise
dayanılan bu belgelerin tamamlanması istenebilir (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 21).
38. Öte yandan İçtüzüğün 59. maddesinin
(4) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucunun iddialarını dayandırdığı
belgelerden bir bölümü başvurucunun elinde olmaması nedeniyle sunulamamışsa bu
durum ayrıca başvuru formunda açıklanmalıdır. Başvurucunun, ilgililerin elinde
olan belgeleri Anayasa Mahkemesinin yardımı olmadan alamayacağını ikna edici
şekilde açıklaması ve gerekli diğer bilgi ve belgeleri de sunmasına bağlı
olarak Anayasa Mahkemesi, gerekli gördüğü bilgi, belge ve delilleri
ilgililerden isteyebilir (B. No:
2013/276, 9/1/2014, § 22).
39. Yukarıda belirtilen koşullar yerine
getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun
olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun
olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinde yeterli kanaat oluşması, başvurucu tarafından
ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta, başvuru
hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve
eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması ve gerekli açıklamaları
yapması zorunludur (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 23).
40. Dosya kapsamından, başvurucunun
mahkumiyeti ile sonuçlanan kararda, hükme esas alınan 25/2/1999
tarihli, 30/4/1999 tarihli ve 17/2/2001 tarihli üç bilirkişi raporu ile
8/8/2000 tarihli kurum başmüfettiş raporunun bulunduğu anlaşılmaktadır.
41. Başvurucu, dilekçesinde, 30/4/1999 tarihli raporun SSK mensuplarınca hazırlandığını
ve bu nedenle hükme esas alınamayacağını belirtmiş ancak söz konusu raporu
dosyaya arz etmemiş ve raporun niçin arz edilmediğini veya edilemediğini ikna
edici bir şekilde de açıklayamamıştır. Kaldı ki 7/1/2014
tarihli yazı ile başvurucudan ihlal iddiasının dayanağı olan belgeleri Anayasa
Mahkemesine ibraz etmesi istenmiş, ancak başvurucunun iddiasının dayanağı olan
rapor Anayasa Mahkemesine sunulmadığı gibi başvurucu herhangi bir bilgi ve
belgenin ilgililerden istenmesi için Mahkemeden bir talepte de bulunmamıştır.
42. Anayasa Mahkemesine yapılan
bireysel başvurularda başvurucuların başvurularını takip etme yükümlülükleri
vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvuru formu titizlikle
doldurulmalı, ihlal iddiasının dayanağı olan tüm olaylar gösterilmeli,
başvuruyu aydınlatacak ve hükmün esasını etkileyecek argümanları
destekleyici tüm belgeler başvuru dilekçesine eklenmelidir. Şayet bir belge
elde edilememişse, bunun da nedenleri açıklanmalıdır.
43. Somut başvuruda başvurucu bu
iddiasının temel dayanağı olan belgeyi başvuru dilekçesine eklememiş, şikayete konu belgenin yargılama sürecinde tarafsızlığı
ortadan kaldıran hangi yönlerinin bulunduğunu da somut ifadeler ile
anlatamamış, söz konusu belgeyi elde edememişse bunun nedenlerini de
açıklamamıştır. Başvurucunun yukarıda zikredilen koşulları yerine getirmeyerek
iddialarının temel dayanağı olan belgeleri Anayasa Mahkemesine ibraz
etmediğinden başvurusunun esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle, ileri sürülen
bu ihlal iddiasının başvurucu tarafından kanıtlanmamış olması sebebiyle, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun” olan iddianın kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Hükmün Katılan
Kurum Mensubunca İfadesi Alınan Tanık Beyanına Dayandırıldığı İddiası
45. Başvurucu, katılan kurum
müfettişlerince dinlenen tanığın beyanlarının hükme esas alındığını, ancak aynı
tanığın ilk beyanlarının doğru olmadığına ilişkin Savcılık ve Mahkeme huzurunda
verdiği yeminli ifadelerinin bulunduğunu, buna rağmen bu ifadelere itibar
edilmeyip mahkumiyet kararı verildiğini, bu nedenle
silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Adalet Bakanlığı görüşünde,
delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle
yerel mahkemeleri ilgilendirdiğinin AİHM içtihatlarında da açık olduğunu
belirtmiştir. Ayrıca yerel mahkemelerce olguların veya hukukun
değerlendirilmesinde ortaya çıkan yanlışların, Anayasa ve AİHS tarafından
güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel
başvuruya konu edilemeyeceğini, Anayasa Mahkemesinin de bu yönde kararları
olduğunu ifade etmiştir.
47. Adalet Bakanlığı, somut olayda
ifadeleri hükme esas olarak alınan tanığın beyanlarının SSK başmüfettişince
alındığını, bu bağlamda kurum müfettişlerinin işlemlerinin yasal dayanağının
bulunduğunu, müfettişlerce düzenlenen raporların yargıda her zaman önem arz
ettiğini ayrıca yerel mahkemenin başka tanıkların da ifadelerine başvurup
bunları tartışarak sonuca ulaştığını belirtmiştir.
48. Başvurucu Adalet Bakanlığının
görüşlerine karşı cevabında, söz konusu tanığın, kurum müfettişine verdiği
ifadelerin doğru olmadığını belirten Savcılık ve Mahkeme huzurunda verilmiş
beyanları olduğunu, hükümde bu beyanlara hiç yer verilmediğini ifade etmiş;
aleyhe başka tanık beyanlarının bulunmasının, hukuka aykırı olarak hükme esas
alınan beyanları meşrulaştırmayacağını belirtmiştir.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
50. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
51. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
52. Anılan kurallar
uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
53. Başvuru konusu
olayda derece mahkemesince tanık olarak kabul edilen şahsın değişen
beyanlarından hangisine itibar edileceği meselesi karar veren mahkemenin
takdirinde olan bir husustur. Başvurucu, yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi
delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan
delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
54. Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiası incelendiğinde, iddianın özünün derece
mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
55. Açıklanan
nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddianın kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, İlk Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya
açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle, kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
56. Açıkça dayanaktan
yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir
neden de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
57. Başvurucu, yargılamasının makul
olmayan bir sürede sonuçlandığını iddia etmiştir.
58. Adalet Bakanlığı başvurucunun bu
iddiasına ilişkin görüş bildirmemiştir.
59. Makul sürede yargılanma hakkının
amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları
maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği
şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın
çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı
edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/673, 19/12/2013, § 27).
60. Yargılama süresinin makul olup
olmadığı incelenirken davanın karmaşıklığı, başvurucunun yargılama süresince
gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama
makamlarının tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve söz konusu
yargılama bir ceza yargılaması ise başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi
hususların dikkate alınması gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§§ 41-45; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41).
61. Yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması, yargılama faaliyetinin süresi üzerinde etkili
olabilir. Bu nedenle her bir başvuru açısından sürenin değerlendirilmesi, çoğu
zaman hem niteliğe hem de niceliğe ilişkin bir inceleme yapılmasını gerektirir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 42).
62. Yargılama faaliyetinin süresine
ilişkin değerlendirmede, ilgili makamların tutumunun da göz önünde
bulundurulması gerekir. Bu kapsamda sadece yargı makamları değil, Devletin kamu
gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı
incelenmelidir. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin
davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere
adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini
gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
63. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
64. Yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne
göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin saptanması gereklidir (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 43). Ceza muhakemesinde
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı,
bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi
veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, §§ 73–75). Ceza yargılamasında sürenin sona
erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam
eden davalar açısından ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetleriyle
ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2012/695, 9/1/2014,
§ 35).
65. Somut olayda Kumru Cumhuriyet
Savcılığı tarafından 1/3/1999 tarihinde görevi kötüye
kullanmak ve sahtecilik suçlamaları ile başvurucunun ifadesi alınmış ardından
başvurucu hakkında Ünye Cumhuriyet Başsavcılığının 1/12/2000 tarihli
iddianamesiyle resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması için Ünye
Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında daha sonra 18/10/2001 tarihli ek iddianameyle de dolandırıcılık
suçundan cezalandırılması için bu kez Ordu Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
66. 1/12/2000 tarihli iddianame ile açılan dava
diğer bir kısım sanıkların yargılandığı Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/201
esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, Ordu Ağır Ceza Mahkemesince
6/2/2002 tarihli karar ile başvurucu dâhil tüm sanıkların cezalandırılmalarına
karar verilmiştir. Ancak karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, temyiz
incelemesi neticesinde Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 18/2/2004
tarihli ilamı ile bozularak dosya Ordu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
67. Ordu Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2004 tarihli kararı ile görevsizlik kararı vererek
dosyayı Ünye Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Ünye Ağır Ceza Mahkemesinin
2005/43 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 12/6/2007 tarihli kararı ile başvurucu hakkında, kamu
kurumunu dolandırmak suçundan açılan kamu davasının dava zamanaşımının dolması
sebebiyle düşürülmesine, resmi evrakta sahtecilik suçundan ise cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 15/5/2008 tarihli ilamı ile karar tekrar bozularak dosya
Ünye Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
68. Ünye Ağır Ceza Mahkemesinin
2008/133 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin, 17/11/2009 tarihli kararı ile başvurucunun “evrakta sahtekarlık” suçundan 2 yıl 11 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 11.
Ceza Dairesinin 11/12/2012 tarihli ilamı ile karar onanarak kesinleşmiştir.
69. Başvurucunun, uzun yargılama
şikayeti ile ilgili dikkate alınması gereken süre, Kumru Cumhuriyet
Başsavcılığınca başvurucunun ifadesinin alındığı 1/3/1999
tarihi ile Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 11/12/2012 tarihli onama kararı
arasında geçen toplam 13 yıl 9 ay 10 günlük süredir.
70. Yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
71. Bu kapsamda, yargı sisteminin
yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün
yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 40).
72. Başvuruya konu yargılama faaliyeti
açısından söz konusu olan 13 yıl 9 ay 10 günlük yargılama süresinin 6 yıllık
bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında somut başvuru
açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon
eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar
incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama
sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve
birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin
6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 56). Zira devlet, yargılama sisteminde çözüm
bekleyen uyuşmazlıkların artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu
yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek
biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
73. Başvuru dosyasının incelenmesinde,
başvurucunun isnat edilen suçtan haberdar olduğu tarih ile hakkında derece
mahkemesince ilk kez hüküm verilmesi arasında 2 yıl 11 ay 5 gün geçtiği ancak
derece mahkemesince verilen kararın üç defa temyiz edildiği tespit edilmiştir.
Derece mahkemesinin kararı ile ilk temyiz incelemesi neticesinde verilen 18/2/2004 tarihli bozma kararı arasında ise 2 yıl geçmiştir.
Bu bozma kararı sonrasında dosya kendisine gönderilen ilk derece mahkemesinin
görevsizlik kararı vererek dosyayı Ünye Ağır Ceza Mahkemesine göndermesi de 10
ay sürmüştür. Görevsizlik kararı üzerine dosya kendisine gelen ilk derece
mahkemesinin esasa ilişkin kararının çıkması 2 yıl 6 ay; tekrar bozma kararı
ile neticelenen ikinci temyiz incelemesi ise yaklaşık 11 ay sürmüştür. İkinci
temyiz incelemesinde verilen bozma kararı sonrası ilk derece mahkemesinin
yeniden esas hakkında karar vermesi için 1 yıl 6 ay geçmiş, bu kararın Yargıtayca onanarak kesinleşmesi ise 3 yıl 1 ayı bulmuştur.
74. Bu bağlamda yargı sisteminin
yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya
ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile
Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları
makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil
yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz
önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona
ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.
75. Yargılama süresinin makul olup
olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık
sayısı, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç
için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut davadaki yargılama
süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak vermemektedir. Başvurucunun
tutumunun da yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit
edilmemiştir.
76. Dört sanığın yargılandığı ve
karmaşık nitelikte olmayan davanın yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate
alındığında, 21/3/1999 tarihinde ifadesi alınmakla
başlayıp 11/12/2012 tarihli Yargıtay ilamı ile sonuçlanan davadaki toplam 13
yıl 9 ay 10 günlük yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
77. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan “makul
sürede yargılanma hakkı”nın
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği
belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
79. Başvuruda, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Başvurucu, mağduriyetinin
giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasının sağlanmasını, lehine
30.000,00 TL manevi ve cezaevinde kalacağı süre dikkate alınarak mahrum kalınan
kazanç oranında 161.730,45 TL maddi tazminat ile yargılama ücret ve giderlerine
hükmedilmesini; başvuru dosyası üzerindeki incelemenin duruşmalı yapılmasını
talep etmektedir.
81. Anayasa Mahkemesi başvurucunun
sadece ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüde manevi zarar görmüş olduğunu
kabul etmektedir. Dolayısıyla, davaya ilişkin olayları dikkate alarak
başvurucuya takdiren 14.950,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
82. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Davada
verilen hükmün silahların eşitliği ilkesini ihlal ettiği yönünden ileri sürülen
iddialar bakımından “açıkça dayanaktan
yoksun” olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılamanın makul süreyi aştığına yönelik iddia bakımından KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 14.950,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.