TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET ARİF KILINÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1656)
Karar Tarihi: 16/7/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Zühtü ARSLAN
Raportör
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
Başvurucu
Mehmet Arif KILINÇ
Vekili
Av. Mehmet İLHAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, rızası olmaksızın bir üçüncü kişi tarafından özel hayatına ilişkin görüntülerinin kayda alınarak, elde edilen bu görüntülerin şantaj maksatlı kullanılması ve bu kapsamda yaptığı suç duyurusu üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, takipsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/2/2013 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu tarafından, bir üçüncü kişi tarafından özel hayatına ilişkin görüntülerinin kayda alındığı, kendisine iletilen ve belirtilen görüntüleri içeren CD’nin iki şüpheli tarafından ele geçirilerek kendisine şantaj yapıldığı, şüphelilerce kendisinden bu kapsamda para alındığı, şüphelilerce yağmalandığı, tehdit edilerek hürriyetinin tahdit edildiği iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 9/2/2012 tarih ve S.2012/2006 sayılı kararı ile, şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
6. Başvurucu tarafından belirtilen karar aleyhine yapılan itiraz Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/3/2012 tarih ve 2012/313 değişik sayılı kararı ile kabul edilerek, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına hükmedilmiştir.
7. Belirtilen karar sonrası yürütülen soruşturma neticesinde, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2012 tarih ve S.2012/5866 sayılı kararı ile, şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
8. Başvurucu tarafından belirtilen karar aleyhine yapılan itiraz, Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/12/2012 tarih ve 2012/954 değişik sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
9. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 106., 107., 109. ve 148. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
10. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/2/2013 tarih ve 2013/1656 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
11. Başvurucu, bir üçüncü kişi tarafından özel hayatına ilişkin görüntülerinin kayda alındığını, bu şahıs tarafından kendisine iletilen ve belirtilen görüntüleri içeren CD’nin diğer iki kişi tarafından ele geçirilerek kendisine şantaj yapıldığını, bu kapsamda yaptığı suç duyurusu üzerine Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2012 tarih ve S.2012/5866 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, karara karşı yaptığı itirazın Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/12/2012 tarih ve 2012/954 değişik sayılı kararı ile reddedildiğini, kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın, eksik yapılan ceza soruşturmasına dayandığını ve itirazen verilen kararın yeterli gerekçe içermediğini belirterek, adil yargılanma ve özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
12. Başvurucu, rızası olmaksızın bir üçüncü kişi tarafından kayda alınan özel hayatına ilişkin görüntülerinin şantaj maksatlı kullanıldığı iddiasıyla yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkında eksik inceleme yapılmak suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ve bu karara karşı yaptığı itiraz üzerine verilen kararın yeterli gerekçe ihtiva etmediğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
13. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir…”
14. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
15. Anılan Anayasa ve Kanun hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
16. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
17. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
18. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).
19. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No. 2012/917, 16/4/2013, § 21).
20. Bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No. 47287/99, 12/2/2004, § 70).
21. Hukuk sistemimiz açısından, 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin de ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Özel Hayatın Gizliliği Hakkı Yönünden
23. Başvurucu, rızası olmaksızın bir üçüncü kişi tarafından özel hayatına ilişkin görüntülerinin kayda alındığını ve diğer iki kişi tarafından ele geçirilen bu görüntülerin şantaj amaçlı kullanıldığını belirterek, Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş olup, başvurucunun iddiasının esasen belirtilen eylem nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine etkili bir soruşturma yapılmadığı hususuna dayandığı anlaşılmaktadır.
24. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”
25. Devlet, özel hayatın gizliliğine keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Somut başvuruda olduğu gibi, özel kişiler arasındaki ihtilaflar açısından, çoğu zaman klasik müdahale biçimlerinden biri söz konusu olmamakla beraber, bu kapsamda da yetkili makamlar için geçerli olan usulî özen yükümlülüğü, gerekli usulî güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların özel kişiler arasındaki bir uyuşmazlıkta etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluğunu ifade etmektedir. Ancak Devletin, bu müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türlerinin tamamı açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması iddiaya konu müdahale ve korunan hukuki yarara bağlı olarak, hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
26. Ancak başvuruya konu olayda söz konusu olduğu gibi, üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilmekle birlikte, özellikle konusu suç teşkil eden ve kişinin özel hayat unsurları üzerinde önemli etkiler doğuran eylem biçimleri açısından farklı bir değerlendirme yapılması zaruridir.
27. Anayasa’nın 20. maddesi esas itibarıyla bireyi kamu makamlarının keyfi müdahalesine karşı korumakla birlikte, Devletin sadece böyle bir müdahalede bulunmaktan kaçınmasını gerektirmemekte, belirtilen negatif yükümlülüğün yanı sıra, özel ve aile yaşamına etkili bir şekilde saygı gösterilmesi noktasındaki pozitif yükümlülükleri de kapsamına almaktadır. Bu yükümlülükler, bireylerin kendi aralarındaki ilişkiler alanında olsa dahi, özel yaşama saygıyı sağlamayı hedefleyen tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar. Anayasa’nın 20. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte ele alındığında, belirtilen pozitif yükümlülüklere işaret etmekte olup, özel hayatın gizliliği ve korunması hakkına ilişkin bu pozitif yükümlülükler, bireyin özel hayat unsurlarının korunması konusunda etkili soruşturma yükümlülüğünü de kapsamına almaktadır. Özel şahısların eylemleri karşısında, belirtilen unsurların korunması noktasında Anayasa’nın 20. maddesine uygunluğu sağlamak için gerekli vasıtaların seçimi, kural olarak kamu makamlarının takdir alanı içinde kalmakla birlikte, yukarıda ifade edildiği üzere, temel değerlerin ve özel yaşamın esaslı yönlerinin tehlikeye girdiği ağır eylem biçimlerinin söz konusu olması durumunda, Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün gereği olarak, devletin belirtilen eylemleri etkili bir şekilde cezalandıran hükümleri ihdas etme ve bunları etkili soruşturma ve kovuşturma suretiyle uygulamaya geçirme yükümlülüğü bulunduğunun kabulü gerekir.
28. Bu kapsamda yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, özel hayatın gizliliğini koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde tatbiki ile sorumluların tespiti ve etkili müeyyidelerin uygulanmasını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan belirtilen yükümlülük, Anayasa’nın 20. maddesinin, başvurucuya üçüncü tarafları bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırılmalarını talep hakkı, kamusal makamlara ise tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza hükmüyle sonuçlandırma ödevi yüklediği şeklinde yorumlanamaz. Zira, bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi, cezai takibatın bir mahkumiyet kararı ile sonuçlanması ve bu halde takdir edilecek cezanın miktar ve mahiyetinin belirlenmesi Anayasa Mahkemesinin görevi dâhilinde olmayıp, bu husus esasen derece mahkemelerinin takdirindedir.
29. Bireysel başvuru kapsamında yapılacak değerlendirmede dikkate alınacak husus, yukarıda belirtilen yükümlülükler kapsamında, yeterli usuli güvenceleri sunan etkili bir cezai takibat yürütülüp yürütülmediği olup, bu çerçevede, yürütülecek cezai soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız bir biçimde ve kamu denetimine tabi olarak özenle ve süratle yürütülmesi ve etkili olması zaruridir.
30. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından 1/11/2011 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile, bir üçüncü kişi tarafından özel hayatına ilişkin görüntülerinin kayda alındığı, kendisine iletilen ve belirtilen görüntüleri içeren CD’nin bilahare iki şüpheli tarafından ele geçirilerek kendisine şantaj yapıldığı, şüphelilerce kendisinden bu kapsamda para alındığı, yağmalandığı, tehdit edilerek hürriyetinin tahdit edildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunulmuş olduğu, aynı tarihte başvurucunun ilgili Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınarak, ilgili kolluk birimine şüphelilerin kimlik bilgilerinin tespiti ve bahse konu CD’lerin mevcudiyetinin araştırılarak gerektiğinde arama kararı talep edilmesi hususunda yazılı talimat verildiği, devam eden süreçte şüpheli ifadelerinin aldırılarak başvurucunun iddiasına konu çeklerin ne zaman ve kim tarafından tahsil edildiği hususunun ilgili banka ile yapılan yazışmalar kapsamında tespit edildiği, soruşturma sürecinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın itirazen kaldırılması üzerine soruşturma işlemlerine devam edilerek tanık ifadesine başvurulduğu ve yukarıda belirtilen soruşturma işlemleri neticesinde, başvurucunun soyut iddiaları dışında şüpheliler hakkında müsnet suçlardan kamu davası açılmasını gerektirecek somut delil bulunmadığı belirtilerek, kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği görülmektedir. Bu kapsamda, başvurucunun şikayeti üzerine aynı gün soruşturma işlemlerine başlanılarak makul sürede tamamlandığı, soruşturma sürecinde başvurucunun iddialarında geçen şüpheli ve tanık ifadelerine başvurulduğu, iddiaya konu çeklere ilişkin araştırmanın ilgili banka nezdinde yaptırıldığı, bu suretle başvurucu tarafından ileri sürülen hususların soruşturma makamlarınca tetkik edildiği, belirtilen süreçte başvurucunun soruşturma evrakına erişim ve sürece katılım noktasında herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulduğunu gösteren bir bulguya rastlanmadığı gibi, süreçte sunduğu talep dilekçelerinde yer verilen hususların da soruşturma makamlarınca değerlendirildiği, soruşturma neticesinde müsnet suçlardan kamu davası açılmasını gerektirecek somut delil bulunmadığı belirterek şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmekle birlikte, başvurucunun iddiasına konu olayın soruşturulmasının ve özellikle olaydaki kamu görevlilerinin gösterdikleri yaklaşımın, özel hayatın gizliliği hakkına yapılan müdahalelerin soruşturulması hususunda ceza hukuku sistemini etkili olarak uygulama şeklindeki pozitif yükümlülüğün gerektirdiği şartların gerisinde kalmadığı anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının korunması noktasındaki pozitif yükümlülüklerin ihlal edilmediğinin açık olduğu anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 20. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.