TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN ŞAHİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1728)
|
|
Karar Tarihi: 12/11/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 31/12/2014-29222
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin ŞAHİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uzman erbaş
sözleşmesinin feshedilmesine yönelik işlem hakkında açtığı davanın reddedilmesi
nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini, aleyhine avukatlık ücretine hükmedilmesinin ise
Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13. maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı
olduğunu ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu
tarafından 5/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014 yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık, yazılı görüşünü 6/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı 12/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup,
başvurucu tarafından 13/2/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne cevap dilekçesi
sunulmuştur.
7. Bölüm tarafından 15/10/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği
itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanmasını gerekli gördüğünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar vermiştir
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile
ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, sözleşmeli uzman
erbaş olarak görev yapmakta iken 26/2/2003 tarihinde
yaya olarak yapılan intikal faaliyetine katılmaması nedeniyle 5 gün oda hapsi
cezası, 16/4/2007 tarihinde bankaya olan borcunu ödememesi nedeniyle uyarı
cezası ve 12/9/2007 tarihinde aşırı borçlanması nedeniyle uyarı cezası ile
cezalandırılmış, 1/11/2005, 1/11/2006, 6/9/2007 ve 27/8/2008 tarihlerinde
başvurucuya farklı icra müdürlüklerince icra takip ve haciz yazıları
gönderilmiştir.
10. Başvurucu, Ulş. Oto Tk. Komutanlığı emrinde
araç sevk uzmanı olarak görev yapmakta iken işlediği iddia olunan "zincirleme bir şekilde şahsi çıkar sağlamak amacıyla
memuriyet nüfuzunu sair surette kötüye kullanmak ve şahsi çıkar sağlamak
amacıyla memuriyet nüfuzunu sair surette kötüye kullanmak"
suçları nedeniyle Isparta Dağ ve Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı
Askeri Mahkemesinin 6/9/2011 tarih ve E.2011/44,
K.2011/271 sayılı kararı ile toplam 11 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmış
ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş, karar
27/10/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
11. Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Tayin Daire Başkanı tarafından Lojistik Komutanlığına gönderilen 15/11/2011 tarihli yazının ilgili kısmı şöyledir:
"...
4. Personel hakkında müsnet
suçlardan dolayı HAGB kararları verilmişse de; bu kararlarla personelin isnat
edilen suçları işlemediği değil tam tersine işlediğinin sabit görüldüğü mahkeme
tarafından tespit edilmekte olduğundan söz konusu personelin içinde bulunduğu
durum ortadan kalkmamaktadır. İşlenen fiillerin TSK'nın disiplinini esastan
sarsacak ve itibarını zedeleyecek nitelikte olması nedeniyle personelin ahlaki
durumunun TSK'da görev yapmayı engelleyecek düzeyde vahamet derecesine ulaştığı
değerlendirilmiş olup, adı geçen personelin kendisinden istifade edilmesine
imkân bulunmamaktadır.
5. İşlenen fiillerin niteliği ve niceliği
itibariyle askerlik mesleği değerlerini sarsması ve personelin kendisinden
istifade edilmeyeceğinin anlaşılması nedeniyle ilgi (b) Kanun'un 12'nci maddesi
ve ilgi (c) Yönetmelik'in 13'üncü maddesi gereğince adı geçen uzman çavuşun
sözleşmesinin emrin alınmasını müteakip disiplinsizlik nedeniyle fesh edilmesini arz ederim."
12. Bu yazı üzerine askerlik
mesleğinin değerlerini sarstığı ve kendisinden istifade edilemeyeceği
gerekçesiyle başvurucunun sözleşmesi fesh edilmiştir.
13. Başvurucu tarafından fesih
işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde dava açılmış, Daire 19/9/2012 tarih ve E.2011/1846, K.2012/881 sayılı kararı ile davayı
reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“...
…[D]avacı hakkındaki mahkumiyet kararı ile ilgili olarak hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı verilmiş olmasının davacının mahkemece sabit bulunan
eylemlerini değiştirmeyeceği ve bu eylemleri gerçekleştirmemiş sonucunu
doğurmayacağı, buna bağlı olarak davacının ceza yargılamasına konu ve sabit
bulunan eylemleri ile özlük dosyasındaki diğer belgelere nazaran aşırı
borçlanmayı alışkanlık haline getirmiş olduğu, belirtilen eylemlerin TSK'nin
disiplinini esastan sarsacak itibarını zedeleyecek nicelik ve nitelikte olduğu,
bu itibarla askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye
ulaşamadığı ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşıldığından TSK'nde
istihdamına imkan kalmadığı, davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına konu eylemler 2006 yılında gerçekleşmiş ve davacı bu tarihten
itibaren görevine devam etmiş ise de bahse konu hükmün 27.10.2011 tarihinde
kesinleşmiş olduğu ve davalı idarece de hükmün kesinleşmesini müteakip
17.11.20011 tarihinde dava konusu işlemin tesis edilmiş olduğu göz önüne
alınarak takdir yetkisinin hizmet gerekleri ve kamu yararı gözetilerek objektif
bir şekilde kullanılmış olduğu..."
14. Kararda, ayrıca, duruşmalı
yapılan yargılama sonucunda hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi
gereğince 2.400 TL avukatlık ücretinin başvurandan alınarak davalı idareye
verilmesine karar verilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de aynı Dairenin 22/1/2013 tarih ve E.2013/64,
K.2013/69 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar, başvurucuya 4/2/2013 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
16. Anayasa Mahkemesine 5/3/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 13/8/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman
Erbaş Kanunu'nun 12. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Görevde başarısız olanlarla, atandıkları
kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya
eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden
istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine
bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve
kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler,
çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir."
18. 11. 20/9/2005
tarih ve 25942 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin 13. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Görevde
başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim,
operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında
askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye
ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her
türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde
yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro
görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta
sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar yedekte er
kaynağına alınır."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 12/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
5/3/2013 tarih ve 2013/1728 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle sözleşmesinin fesh edilmesinin masumiyet karinesine aykırı olduğunu,
kendisine isnat edilen suçun sabit olduğunun kabul edilmesinin hükmün
açıklanmasının geri bırakılması müessesi ile bağdaşmadığını, fesih işlemine
esas alınan eylemlerin 2006 yılına ilişkin olduğunu, bu yıldan itibaren 5 yıl
uzman çavuş olarak görev yapmaya devam ettiğini ve bu süre içinde çok sayıda
takdirname ile ödüllendirildiğini, borçlanmalarının ise 2008 ve öncesi yıllara
rastladığını, kendisine yapılan ikazlar sonrasında borçlarını ödediğini
belirterek Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ayrıca, 2/11/2011
tarihinde yürürlüğe giren 659 sayılı KHK uyarınca, aleyhine avukatlık ücretine
hükmedilmesinin Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13. maddesindeki ölçülülük
ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir. Buna bağlı olarak başvurucu öncelikle
yargılamanın yenilenmesine, bilirkişi marifetiyle tespit edilecek maddî ve
takdir edilecek bir miktar da manevî tazminata ve ayrıca yargılama giderlerinin
ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a.
Başvurucu Aleyhine Avukatlık Ücretine Hükmedilmesinin Ölçülü Olmadığı İddiası
21. Başvurucu, vekâlet ücreti
ile ilgili yapılan düzenlemenin hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, temel
hakların 659 sayılı KHK ile düzenlenmesinin Anayasa’ya aykırılık teşkil
ettiğini, bu düzenlemenin ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir.
Ancak bu iddia dava açmanın zorlaştırılması ve hakkaniyete aykırı olması yönü
nedeniyle adil yargılanma hakkının bir unsuru olan mahkemeye erişim hakkı
kapsamında değerlendirilebilecektir.
22. Bakanlık görüş yazısında
daha önce Anayasa Mahkemesinin bu konuda karar verdiğini belirterek, bu
kararların mahkeme erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
23. Başvurucu cevap
dilekçesinde, Bakanlığın görüş yazısına iştirak ettiğini belirtmiştir.
24. Aynı kapsamdaki bireysel
başvurular Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve başvuruya konu maktu vekalet
ücretinin mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturduğu, bu müdahalenin meşru
olduğu tespit edilerek, her somut başvurunun özel koşulları çerçevesinde
müdahalenin orantılılığı değerlendirilmiş, orantılı görülen müdahaleleri konu
alan başvuruların, açıkça dayanaktan yoksun olduklarına karar verilmiştir (B.
No: 2012/1061, 21/11/2013, §§
28-33; B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-39). Olayda
hükmedilen vekâlet ücretinin, dava açmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğine dair somut herhangi bir bulgu
tespit edilememiş olması itibarıyla, somut başvuru açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmadığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği Şikayeti
Yönünden
25. Başvurucu, hakkında açılan
ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine rağmen
açtığı iptal davasını reddeden AYİM tarafından, isnat edilen suçun sabit
olduğunun kabul edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
27. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu, açtığı iptal
davasını reddeden AYİM’in, gerekçe olarak hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen suçlara atıf yaparak Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında
düzenlenen masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlık görüş yazısında,
masumiyet karinesinin sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin
üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği önyargısıyla hareket etmemesini
ifade ettiği, ceza gerektiren herhangi bir suç isnat edilen kişiye ilişkin bir
kararın, şahsın kanuna göre suçu kanıtlanmadan önce suçlu olduğu yönünde bir
görüşü yansıtması halinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağı ifade
edilmiştir. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, masumiyet karinesinin, ceza
davalarında sadece usule ilişkin bir güvence olmadığı, kapsamının daha geniş
olduğu, devletin hiçbir temsilcisi ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme
tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektirdiği vurgulanmıştır.
Bakanlık görüş yazısında, AİHM’in benzer konularda
verdiği kararların da dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
30. Başvurucu cevap
dilekçesinde, Bakanlığın değerlendirmelerine iştirak ettiğini, başvuru konusu
olayda masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.
31. Sözleşmenin feshedilmesi
işlemine yönelik iptal davasının yargılaması sonucunda AYİM tarafından verilen
kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması nedeniyle suçun sabit olduğunun kabul
edilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiası, başvurunun özünü
oluşturmaktadır.
32. Öncelikle bireysel başvuru
incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz” kuralı gereğince, kanun yolu incelemesinde
olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir hukuki denetim
imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu çerçevede, başvurucunun açtığı iptal
davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka
uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği
sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu
açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde,
masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile
sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
33. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
34. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin
ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir.
35. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
36. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
37. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
38. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen
ve suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde
olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı
kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu
işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat
getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda
kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle
durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu
nedenle suçlu sayılamaz.
39. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya, B. No:
9295/81, 6/10/1982, (k.k.); C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85,
7/10/1987, (k.k.)). Bu kural, kişi hakkında verilen
beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük
ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde
yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
40. Buna karşılık hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu
konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına
bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış
mahkemenin, buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu
süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre
sonunda kişinin başka suç işlememesi halinde açıklanması geri bırakılan hükmün
ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder. Bu
çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle
devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet
kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış
olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz
edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından
yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate
alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir. (B. No:
2012/665, 13/6/2013, §§ 28, 29).
41. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi
işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları
açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı
olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz
olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
42. Başvuru konusu olay
incelendiğinde, başvurucu "zincirleme
bir şekilde şahsi çıkar sağlamak amacıyla memuriyet nüfuzunu sair surette
kötüye kullanmak ve şahsi çıkar sağlamak amacıyla memuriyet nüfuzunu sair
surette kötüye kullanmak" suçları nedeniyle yargılandığı ceza
davasında 11 ay 7 gün hapis cezası aldıktan sonra hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş, Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Tayin Daire Başkanı tarafından Lojistik Komutanlığına gönderilen yazıda, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının suçun işlenmediği değil tam tersine
sabit görüldüğü anlamına geldiği, suça konu fiillerin ise TSK’nin disiplinini
esastan sarsacak ve itibarını zedeleyecek nitelikte olması nedeniyle
başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi istenmiş ve bu gerekçeyle de
başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir.
43. Bireysel başvuruya konu olan
AYİM kararında, uygulanan disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna
ulaşılırken, ceza davasının sonucundan bağımsız olarak ve diğer nedenlerle
birlikte ortaya çıkan disiplin durumu dikkate alınarak işlem tesis edildiğine
vurgu yapılmaktadır. AYİM kararında yer alan “buna bağlı olarak davacının ceza yargılamasına konu
ve sabit bulunan eylemleri ile özlük dosyasındaki diğer belgelere nazaran aşırı
borçlanmayı alışkanlık haline getirmiş olduğu, belirtilen eylemlerin TSK'nin
disiplinini esastan sarsacak itibarını zedeleyecek nicelik ve nitelikte olduğu,
bu itibarla askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye
ulaşamadığı ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşıldığından”
ifadesi Mahkemenin ceza davasının sonucuna değil, sadece yargılanmasına neden
olan suçun vasıf ve mahiyeti ile davacının disiplin durumuna atıf yaptığını
göstermektedir.
44. Bu durumda, AYİM kararına
bakıldığında, başvurucu hakkında üzerine atılı suçlar nedeniyle hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği ve bu nedenle de
başvurucunun anılan suçları işlediğinin tespit edildiğinin belirtildiği, diğer
yandan yalnızca bu karar yeterli görülmeyerek özlük dosyasında yer alan diğer
belgeler de birlikte değerlendirilmek suretiyle başvurucunun aşırı borçlanmayı
alışkanlık haline getirmesi nedeniyle sözleşmenin feshi işleminin hukuka uygun
olduğu yönünde hüküm kurulduğu görülmekle, bireysel başvuruya konu edilen AYİM
kararında masumiyet karinesinin ihlal edilmediği ve kişi yararı ile kamu yararı
arasındaki dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır.
45. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
46. Başkanvekili Serruh KALELİ, üyeler Engin YILDIRIM, Erdal TERCAN, Zühtü
ARSLAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Aleyhine avukatlık ücretine hükmedilmesinin ölçülü olmadığına ilişkin
şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
B. Sözleşmenin feshi işlemine karşı açılan davada masumiyet
karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Serruh KALELİ, Engin YILDIRIM, Erdal TERCAN, Zühtü ARSLAN
ve Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşı oyları ve OY
ÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
12/11/2014 tarihinde karar verildi.
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucu,
sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yapmakta iken 26/2/2003
tarihinde yaya olarak yapılan intikal faaliyetine katılmaması nedeniyle 5 gün
oda hapsi cezası, 16/4/2007 tarihinde bankaya olan borcunu ödememesi nedeniyle
uyarı cezası ve 12/9/2007 tarihinde aşırı borçlanması nedeniyle uyarı cezası
ile cezalandırılmış, ayrıca Ulş. Oto Tk. Komutanlığı emrinde araç sevk uzmanı olarak görev
yapmakta iken işlediği iddia olunan "zincirleme
bir şekilde şahsi çıkar sağlamak amacıyla memuriyet nüfuzunu sair surette
kötüye kullanmak ve şahsi çıkar sağlamak amacıyla memuriyet nüfuzunu sair
surette kötüye kullanmak" suçları nedeniyle Isparta Dağ ve
Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 6/9/2011 tarih ve E.2011/44, K.2011/271 sayılı kararı ile
toplam 11 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş, karar 27/10/2011 tarihinde
kesinleşmiştir. Bunun üzerine bağlı olduğu komutanlıkça sözleşmesi, askerlik
mesleğinin değerlerini sarstığı ve kendisinden istifade edilemeyeceği
gerekçesiyle feshedilmiştir.
Başvurucu
tarafından fesih işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
Birinci Dairesinde dava açılmış, Daire 19/9/2012 tarih
ve E.2011/1846, K.2012/881 sayılı kararı ile davayı reddetmiş, karar düzeltme
talebi 22/1/2013 tarih ve E.2013/64, K.2013/69 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
Başvurucu,
hakkında açılan ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilmesine rağmen açtığı iptal davasını reddeden AYİM tarafından, isnat edilen
suçun sabit olduğunun kabul edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
Mahkememiz
çoğunluğu tarafından, AYİM’in verdiği kararda ceza
davasının sonucuna değil sadece yargılanmaya neden olan suçun vasıf ve mahiyeti
ile davacının disiplin durumuna atıf yapıldığını, ayrıca başvurucunun özlük dosyasındaki
diğer bilgi ve belgelerin de değerlendirildiğini o nedenle masumiyet
karinesinin ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
İhlâl
iddiasının karara bağlanabilmesi için öncelikle masumiyet karinesinin ve hükmün
açıklanmamasının geri bırakılması kararının etkisinin ve sonuçlarının
belirlenmesi ve buna göre karara varılması gerekmektedir.
Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir: “Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” Keza AİHS’nin 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Bir
suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum
sayılır.”
Masumiyet
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak,
kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye
suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26; 2012/574, 2/6/2014, §.75). Bu duruma bağlı
olarak, ceza yargılamasına konu olan ve hakkında hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilen fiillerin de sabit olduğuna karar vermek uygun
değildir. Özellikle hükmün açıklanması kararı verebilmek için, yargılama yapan hakimin, sanığın suçlu olduğu kanaatine vardığı o nedenle
artık hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği, şeklindeki bir yaklaşımla,
karine olarak yahut bir varsayımdan hareketle o fiillerin sabit olduğu sonucuna
varmak uygun değildir.
Hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasını düzenleyen CMK m. 231’in 5. fıkrası şu
şekildedir: “5)
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki
yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler
saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.”
Görüldüğü
gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verebilmek için, mahkemenin
bir yargılama yapması, sanığın fiili işlediği konusunda kanaat getirmesi
gerekir. Bu durumda diğer şartların da gerçekleşmesi halinde mahkeme mahkumiyet kararı vermemekte, hükmün açıklanmasını geri
bırakmakta, adeta dosyayı denetim süresince beklemeye almaktadır. Denetim
süresi boyunca kasten bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine
uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan
kaldırılarak davanın düşmesi kararı verilir (CMK m. 231/10).
Bu
durumda acaba, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi halinde
ceza yargılamasına konu olan fiiller, bir diğer mahkeme tarafından sabit kabul
edilir mi?
Öncelikle
belirtmek gerekir ki, ceza yargılaması ile disiplin yahut hukuk yargılaması
kural olarak birbirinden bağımsızdır. Aynı eylemden dolayı ayrı ayrı ceza
davası açılabileceği gibi, disiplin nedeniyle idari soruşturma açılması ve
idari yargıda dava açılması mümkündür. Ceza yargılaması sonunda verilen mahkumiyet veya beraat kararı, hukuk yargılamasında veya
disiplin yargılamasında karara esas alınabilir. Ancak, ceza davasında örneğin
zaman aşımı nedeniyle beraat kararı verilse dahi, disiplin soruşturmasında
fiilin sabit olduğu sonucuna varılmış ise, disiplin cezası verilebilir. Ceza
yargılamasına konu olan bir fiilin sabit olduğu yahut olmadığı konusunda karar
verilmese dahi, disiplin açısından o fiilin sabit olduğu ayrıca araştırılıp
sabit olduğuna kanaat getirilirse, disiplin cezası verilmesin de bir engel
yoktur. Bu duruma bağlı olarak belirtmek gerekir ki, ceza yargılamasında bir
fiilin sabit olduğu hakkında açıkça karar verilmemişse, disiplin yargılamasına
bakan diğer mahkeme, o fiilin sırf ceza yargılamasına konu olduğu gerekçesiyle,
artık onu sabit sayamaz. Şüphesiz kendi önündeki yargılamada o fiilin sabit
olup olmadığını araştırıp, sabit olduğu kanaatine varırsa, o kanaate dayanarak
ceza verilebilir.
Şu
halde, masumiyet karinesi açısından bir kimsenin suçlu sayılması ve hakkında
isnat edilen fiillerin sabit sayılabilmesi için, kesinleşmiş bir mahkumiyet kararına dayanılması gereklidir. O nedenle
masumiyet karinesini düzenleyen Anayasanın 38. maddesinin 4. fıkrasında , “ suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar…” ifadesi kullanılmıştır. Buradaki “hükmen”
ibaresinin de kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı
anlamına geldiği konusunda tereddüt yoktur. Aksi takdirde, bir kimse hakkında
kesinleşmemiş bir karara yahut ceza yargılamasına dayanarak, o kimsenin suçlu
olduğu veya olmadığı konusunda sonuca varmaya çalışılırdı ki, bu durumun
tehlikeli ve yanlış olduğu açıktır.
Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı, yukarıda belirtilen masumiyet karinesi
açısından değerlendirildiğinde, her ne kadar hakimde
sanığın suçlu olduğu konusunda bir kanaat oluşmuş ise de, bu kanaat bir hüküm
olarak açıklanmamaktadır; süreç sonunda kanun yollarından geçerek kesinleşmiş
bir mahkumiyet kararı yoktur. O nedenle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına dayanarak, bir kimsenin suçlu olduğu (yahut olmadığı) keza yargılamaya
konu olan fiillerin sabit olduğu yahut olmadığı konusunu değerlendirmelerde
asli bir unsur olarak kabul etmek doğru olmaz. Nitekim hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararının sanık açısından etkisini düzenleyen CMK m. 231,
fıkra 5, son cümlede, “Hükmün açıklanmasının
geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını
ifade eder” denilerek bu durum ayrıca kanunla da düzenlenmiştir.
Yukarıda
yapılan açıklamalar çerçevesinde başvuruya konu AYİM’nin
kararını değerlendirdiğimizde, bu konuya ilişkin mahkeme kararında şu ifadelere
rastlıyoruz: “…[D]avacı
hakkındaki mahkumiyet kararı ile ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilmiş olmasının davacının
mahkemece sabit bulunan eylemlerini değiştirmeyeceği ve bu eylemleri
gerçekleştirmemiş sonucunu doğurmayacağı, buna bağlı olarak davacının ceza
yargılamasına konu ve sabit bulunan eylemleri ile özlük
dosyasındaki diğer belgelere nazaran aşırı borçlanmayı alışkanlık haline
getirmiş olduğu, belirtilen eylemlerin TSK'nin disiplinini esastan sarsacak
itibarını zedeleyecek nicelik ve nitelikte olduğu, bu itibarla askerlik
mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamadığı ve kendisinden
istifade edilemeyeceği anlaşıldığından TSK'nde istihdamına imkan kalmadığı,...". Görüldüğü gibi AYİM’nin,
sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına rağmen, sanığın o
fiillerinin sabit olduğunun kabul edilmesi gerektiği, buna bağlı olarak
davacının yani sanığın ceza yargılamasına konu olan ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı verilen fiillerini, kendi baktığı davada verilen
davacının TSK’dan ilişkisinin kesilmesi konusundaki kararına esas aldığı
anlaşılmaktadır. Şüphesiz AYİM, bu fiillerin sabit olup olmadığı konusunda
kendisi bir araştırma yapıp sabit olduğu kanaatine varabilir ve bu takdirde
hükmüne esas alabilir. Ancak AYİM’nin böyle bir
araştırma yapmadan, o fiillerin ceza yargılamasına konu olduğu, sanık hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği, buna göre, sanığın o
fillerinin sabit olmuş sayılacağı varsayımına dayanarak karar verdiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, sanık hakkında kesinleşmiş bir ceza mahkumiyeti kararı bulunmadığından, sanığa isnat edilen
fiillerin sabit kabul edilmesi, CMK m. 231’deki hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasının sanık hakkında herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmayacağı
kuralına da uygun değildir.
Delil
yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmesine rağmen, yargılamaya konu
fiiller nedeniyle TSK’dan re’sen emekliye sevk edilen
uzman jandarma tarafından açılan dava üzerine yine AYİM’nin
verdiği ret kararı üzerine masumiyet karinesinin ihlâl edildiği gerekçesiyle
yapılan başvuruda Mahkememiz benzer şekilde şöyle karar vermiştir: “
“67. Görüldüğü üzere AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu
hakkında yürütülen ve beraatle sonuçlanan
yargılamalara ve beraat kararlarının gerekçelerine, bu kapsamdaki tanık
beyanları ile yargılamaya konu suçların nitelik ve niceliklerine dayanılmış ve
başvurucunun beraat ettiği fiilleri işlediği kabulünü içeren ifadelere yer
verilmiştir. Başvurucunun disiplin durumu değerlendirilirken, beraat
kararlarına konu olan eylemler içinde yer aldığı kabul edilerek, disiplinsizlik
durumu da bu kabule dayandırılmıştır. Bu çerçevede başvuruya konu kararın
gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit
olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının
yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla idarenin ayırma işleminin hukuka uygun
olduğu sonucuna ulaşırken Mahkeme, başvurucunun disiplin durumunu ceza
yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku ilkelerine göre değerlendirmemiş,
aksine ceza mahkemesinin beraat kararının gerekçesine ve başvurucunun
yargılandığı fiilleri işlediği kabulüne dayanarak kararını vermiştir.
Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerin başvurucunun masumiyet karinesine
saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
68. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, AYİM kararının
gerekçesinde, başvurucu hakkındaki beraatle
sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme
kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve
suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.” (BB 2012/998, 7.11.2013).
Mahkememiz,
masumiyet karinesi açısından, bunun kural olarak hakkında bir suç isnadı
bulunan ve henüz mahkumiyet kararı verilmemiş kişileri
kapsayan bir ilke olduğunu, suç isnadı mahkumiyete dönüşse bile hükmün hukuksal
anlamda kesinleşmediği sürece masumluğun devam ettiğini, ceza yargılaması
kapsamında usuli bir güvence ise de bu korumanın
uygulanabilir ve etkili şekilde sağlanmasının temini için beraat eden veya ceza
yargılaması devam etmeyen kişilere bunlar gerçekte suçlularmış gibi muamele
edilmesinin önlenmesi gerektiğini, bir başka yargılama türünde (hukuk,
disiplin) bu karineye özen gösterilmesi gerektiğini de kabul etmektedir. Keza
ceza yargılamasında kesinleşmiş bir mahkumiyetle
sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin cezası ile muhatap
kılınmasının masumiyeti otomatikman ihlal etmese de bu kapsamda karar
vericilerin kullandıkları dilin kritik önem taşıdığının ve kesinleşmemiş
mahkumiyet hükmü ile çelişebileceğinin, sanığın salt yargılanmış olmasının ve
suçlu olduğunun kabul ya da imasına yönelik disiplin ceza gerekçesinin hakkı
ihlal edeceği şeklindeki kabullerimizin de hatırlanması gerekmektedir.
Dava
konusu olayda, başvurucu hakkında ceza yargılaması neticesinde hükmün
açıklanmasının geriye bırakılması kararı verilmiş ise de kararın oluşumuna
sebep veren eylemlerin subutuna ilişkin gerekçeye
esas değerlendirmelerin AYİM kararına da esas teşkil etmiş olduğu açıktır.
Suçu
kanıtlanmadan, suçlu yargısı, masumiyet karinesinin ihlali sayıldığından
mahkemelerce uygulanmasında özen borcu getiren bu külfet, adil yargılanma
hakkının doğası gereğidir.
HAGB
müessesesinin sanık hakkında hüküm kurmayı şarta bağlı askıya aldığı ve o
yargılamadan yararlanılmaması gerektiği gibi, şartlar yerine geldiğinde tümüyle
ortadan kalkacak askıdaki yargılamanın hukuki değeri ile bir disiplin cezası
verilmesinin hukuken korunabilirliğinden
bahsedilemez. Ceza hukuku anlamında kesinleşmemiş maddi olgudan yoksun karar,
diğer yargı kollarında ki mahkemeleri bağlamamalı hak ihlaline sebep
olunmamalıdır.
Başvuru
konusu olayda da AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı ile sonuçlanmış ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu,
suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit olmayan başvurucunun yargılamaya
konu eylemleri işlediği varsayımından hareketle, suçlu olduğu kabulüyle hareket
edilmektedir. O nedenle, başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin 4. fıkrasında
güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlâl edildiği kanaatinde
olduğumuzdan, Mahkememiz çoğunluğunun görüşüne katılmıyoruz.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
hakkında açılan ceza davasında Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)
kararı çıkmasına rağmen uzman erbaş sözleşmesinin feshedilmesi işlemi aleyhine
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtığı davanın reddedilmesi üzerine
masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
Masumiyet karinesi, kişinin kesinleşmiş bir
yargı kararı olmadan suçlu olarak görülmemesi anlamına gelmektedir. Nitekim, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz” hükmünü getirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
6. maddesinin ikinci fıkrası da, “Bir suç
ile itham edilen herkes suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum
sayılır”, demektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin beş
numaralı fıkrasında yer alan HAGB “kurulan
hükmün sanık hakkında bir sonuç doğurmamasını ifade” etmektedir. Bu,
yargılanan ve hakkında HAGB kararı verilen kişinin masumiyet karinesinin sunduğu
güvencelerden faydalanmasının en doğal anayasal hakkı olduğunun kabul
edildiğini göstermektedir. HAGB kararı veren yargıçta sanığın suçlu olduğuna
dair bir kanaat oluşsa da, bu bir hüküm biçimini almadığı için kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı ortaya çıkmamaktadır.
Somut olayda sözleşmeli uzman erbaş olarak
Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapan başvurucu memuriyet nüfuzunu
kötüye kullanmaktan dolayı 11 ay 7 gün hapis cezası almış ancak hakkında HAGB
kararı verilmiştir. Bunu takiben TSK sözleşmeli olarak çalıştığı birime yazı
göndererek başvurucunun sözleşmesini feshetmiştir. Bu yazıda ilgili kişi
hakkında HAGB kararı olması göz ardı edilerek “…bu kararla personelin isnat edilen suçları işlemediği değil tam tersine
işlediğinin sabit görüldüğü mahkeme tarafından tespit edilmekte olduğundan söz
konusu personelin içinde bulunduğu durum ortadan kalkmamaktadır”
şeklinde bir tespitte bulunulmuştur. Burada, İdare HAGB müessesiyle ilgili
yukarıda değindiğimiz açık hükümlere rağmen başvurucunun sözleşmesini işlediği
iddia edilen eylemlerle ilgili olarak ayrı bir inceleme, soruşturma ve
yargılama yapmadan sona erdirmiştir. Başvurucunun İdare’nin bu işlemine karşı AYİM’e yaptığı itiraz mahkemece reddedilmiştir. AYİM red kararında, “…davacı
hakkındaki mahkumiyet kararı ile ilgili olarak
hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilmiş olmasının davacının mahkemece sabit bulunan eylemlerini
değiştirmeyeceği ve bu eylemleri gerçekleştirmemiş sonucunu doğurmayacağı, buna
bağlı olarak davacının ceza yargılamasına konu ve sabit bulunan eylemleri…”
ifadelerini kullanarak gerekçesini HAGB kararı üzerine inşa etmiştir.
Yukarıdaki alıntılardan da görüleceği gibi hem
İdare’nin, hem de AYİM’in başvurucu hakkındaki işlem
ve kararlarında benimsedikleri dil ve söylem masumiyet karinesini ve HAGB
mevzuatındaki açık hükümleri dikkate almadıklarını bize göstermektedir.
Belirtilen nedenlerden dolayı, başvurucunun
masumiyet karinesinin ihlal edildiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
diğer hususlar yanında, hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına dayanılarak uzman erbaş sözleşmesinin sona erdirilmesinin ve buna ilişkin
açtığı davanın reddedilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri
sürmüş, Mahkememiz çoğunluğu ise ihlal olmadığına karar vermiştir.
1. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) müessesesi 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddenin
(5) numaralı fıkrasına göre, yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya
daha az süreli hapis veya adli para cezası ise mahkemece hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilebilir. Aynı fıkra uyarınca “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan
hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.”
Mahkememiz
tarafından daha önce belirtildiği üzere, HAGB kararı 5271 sayılı Kanun'un 223.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan "hüküm" niteliğine sahip
kararlar arasında yer almamaktadır. Bu karar, "yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp, ceza
yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden birisidir."
Hakkında HAGB kararı verilen sanık, beş yıl süreyle denetime tabi tutulur.
Sanık bu süre içinde kasten yeni bir suç işlemediği ve denetimli serbestlik
yükümlülüklerine uygun davrandığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm
ortadan kaldırılarak davanın düşmesi kararı verilir (B. No: 2012/833, 26/3/2013, § 20, 21).
Madde gerekçesinde (Kanun tasarısında 233. madde) HAGB kurumunun amacı şu şekilde ifade
edilmiştir: “Bu kurum, çağdaş ceza
hukukunun amaçlarından biri olan kişiyi mümkün olduğu kadar damgalamamayı
ve toplum ile uyum sağlamasını
gerçekleştirici bir uygulama niteliğindedir… (S)anık, denetim
süresi içinde denetim koşullarına uygun olarak hareket
ettiğinde hâkim, adı geçen hakkında
açılmış bulunan kamu davasının düşmesine karar verecektir. Böylece hükmün geri bırakılmasına
tâbi tutulan kişiye suçlu damgası
vurulmamış olacaktır”.
Buradan hareketle, HAGB kararı ile masumiyet
karinesi arasında doğrudan bir ilişki
olduğu söylenebilir. Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinde “Şuçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”,
15. maddesinde de “suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya
kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan ve olağanüstü
durumlarda bile sınırlandırılamayan
çekirdek haklardandır. Masumiyet karinesi, yargılama sonuçlanmadan ve suçluluğu kesinleşmeden
kişilerin peşinen suçlu ilan edilmesini,
suçlu muamelesi görmesini ve damgalanmasını
engelleyen bir anayasal ilkedir.
HAGB
kararının sanık hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmaması, kişinin masumiyet
karinesinden yararlanmaya devam edeceği anlamına gelmektedir. HAGB kararı ile
kişinin suçluluğu kesin olarak sübuta ermediği için, bu kararın esas alınarak
onu suçlu göstermeye yönelik eylem ve kararlar masumiyet karinesinin ihlalini
teşkil edecektir. Nitekim 2012/665 başvuru numaralı kararda “ceza davası dışında, fakat ceza davasına konu olan
eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, açıklanması geri bırakılan
mahkumiyet kararına dayanılması masumiyet karinesiyle çelişebilir”
denmek suretiyle bu hususa dikkat çekilmiştir (B.No:
2012/665, 13/6/2013, § 29).
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında
korunan masumiyet karinesinin, sadece beraat ya da davanın devam etmemesi
şeklinde sonuçlanan ceza yargılamasında değil, bu yargılamayı takip eden
disiplin soruşturmaları ile işten uzaklaştırmaya ilişkin yargılamalarda da
uygulanabilir bir ilke olduğunu belirtmiştir (Allen/Birleşik Krallık (BD), B.No:
25424/09, 12/7/2013, § 98). Mahkeme’ye göre, ceza
yargılamasına konu suçlar ile disiplin suçlarının kurucu unsurları aynı
olmadığı için, disiplin organlarının daha önce ceza davasına konu olan ve
kişinin mahkumiyetiyle sonuçlanmayan olaylar hakkında ceza yargılamasından
bağımsız olarak tespitte bulunma ve karar verme yetkileri vardır (Vanjak/Hırvatistan, B. No:29889/04, 14/01/2010, § 70; Allen/Birleşik Krallık, §124). Ancak bu durumda, “karar-verici organ tarafından kullanılan dil, verilen
kararın ve gerekçesinin 6/2. madde ile uyumluluğunu değerlendirmede belirleyici
bir öneme sahip olacaktır” (Allen, §126).
Şu halde,
disiplin işlemlerinde yetkililerin ilgili kişi hakkında yapılan ceza
yargılamasına bir olgu olarak atıf yapması değil, beraat ettiği ya da bir
şekilde yargılamanın devam etmemesine karar verildiği hallerde onu suçlu
gösterecek nitelikte bir dilin kullanılması masumiyet karinesi açısından sorun
teşkil edecektir.
2. Bu açıklamalar ışığında somut başvuruya bakıldığında, gerek
idari işlemlerde gerekse de mahkeme kararında kullanılan dilin masumiyet
karinesiyle bağdaşmadığı görülmektedir.
Silahlı
Kuvvetlerde sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yapmakta olan başvurucu, 6/9/2011 tarihinde “şahsi çıkar sağlamak amacıyla memuriyet
nüfuzunu sair surette kötüye kullanmak”tan dolayı
toplam 11 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucu hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş ve bu karar 27/10/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
Başvurucu
hakkında HAGB kararı verilmesinin ardından, 15/11/2011
tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı Tayin Daire Başkanı tarafından Lojistik
Komutanlığına bir yazı gönderilerek başvurucunun sözleşmesinin feshi
istenmiştir. Söz konusu yazının ilgili kısmı şu şekildedir: “Personel hakkında müsnet suçlardan dolayı HAGB kararları verilmişse de; bu kararlarla personelin
isnat edilen suçları işlemediği değil tam tersine işlediğinin sabit görüldüğü
mahkeme tarafından tespit edilmekte olduğundan söz konusu personelin
içinde bulunduğu durum ortadan kalkmamaktadır. İşlenen fiillerin TSK’nın
disiplinin esastan sarsacak ve itibarını zedeleyecek nitelikte olması nedeniyle
personelin ahlaki durumunun TSK’da görev yapmayı engelleyecek düzeyde vahamet
derecesine ulaştığı değerlendirilmiş olup, adı geçen personelin kendisinden
istifade edilmesine imkan bulunmamaktadır.”
Bu yazı üzerine başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir.
Sözleşmenin
feshi kararının gerekçesi, başvurucunun müsnet
fiilleri işlediğinin HAGB kararı ile kesinleştiği düşüncesidir. Burada
yetkililer ceza yargılamasına konu fiiller hakkında müstakil ve ceza
yargılamasından bağımsız bir inceleme yapmamışlar, bunun yerine HAGB kararına
dayanarak başvurucunun sözleşmesini sona erdirmişlerdir.
Sözleşmenin
feshi işlemi yargıya taşındığında da Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ nin red kararı belirleyici
şekilde HAGB kararına dayandırılmıştır. AYİM kararının ilgili kısmı şöyledir: “...(D)avacı hakkındaki mahkumiyet kararı ile ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş
olmasının davacının mahkemece sabit bulunan eylemlerini değiştirmeyeceği ve bu
eylemleri gerçekleştirmemiş sonucunu doğurmayacağı, buna bağlı olarak davacının
ceza yargılamasına konu ve sabit bulunan eylemleri ile özlük
dosyasındaki diğer belgelere nazaran aşırı borçlanmayı alışkanlık haline
getirmiş olduğu, belirtilen eylemlerin TSK’nin disiplinini esastan sarsacak
itibarını zedeleyecek nicelik ve nitelikte olduğu, bu itibarla askerlik
mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamadığı ve kendisinden
istifade edilemeyeceği anlaşıldığından TSK’nde istihdamına imkan kalmadığı,
davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu eylemler 2006
yılında gerçekleşmiş ve davacı bu tarihten itibaren görevine devam etmiş ise de
bahse konu hükmün 27.10.2011 tarihinde kesinleşmiş olduğu ve davalı idarece de
hükmün kesinleşmesini müteakip 17.11.2011 tarihinde dava konusu işlemin tesis
edilmiş olduğu göz önüne alınarak takdir yetkisinin hizmet gerekleri ve kamu
yararı gözetilerek objektif bir şekilde kullanılmış olduğu...”
Görüldüğü
üzere, başvurucunun sözleşmesinin feshine ilişkin gerek idari işlem gerekse
AYİM kararı tamamen HAGB kararına dayandırılmıştır. Her ne kadar AYİM kararında
başvurucunun “özlük dosyasındaki diğer belgeler”den
de bahsedilmekteyse de, bunların bir anlamda destekleyici gerekçeler olduğu,
asıl gerekçenin HAGB kararı olduğu açıktır. Ayrıca, söz konusu “diğer belgeler”in işaret ettiği fiillerin ve bunlara ilişkin
disiplin cezalarının sözleşmenin feshinden en az beş yıl önce gerçekleştiği,
başvurucunun bu süre içerisinde TSK bünyesinde çalışmaya devam ettiği
anlaşılmaktadır.
İdarenin
ve AYİM’in feshe ilişkin kararlarında kullandığı dil,
başvurucunun masumiyet karinesini ihlal edici mahiyettedir. Özellikle,
idarenin HAGB kararıyla “personelin isnat
edilen suçları işlemediği değil tam tersine işlediğinin sabit görüldüğü” şeklindeki
ifadesi ile AYİM’in gerekçesinde belirleyici bir yere
sahip olan “hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilmiş olmasının davacının mahkemece sabit bulunan
eylemlerini değiştirmeyeceği ve bu eylemleri gerçekleştirmemiş sonucunu
doğurmayacağı” şeklindeki ifadeleri, HAGB kararının sanık hakkında
hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağına yönelik kanun hükmüyle bağdaşır değildir. Kullanılan
bu dil, kişilerin damgalanmasını engellemeyi amaçlayan HAGB kurumunu işlevsiz
hale getirebilecek niteliktedir.
Açıklanan
gerekçelerle, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği yönündeki
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yaparken, zincirleme şekilde şahsi çıkar sağlama
amacıyla memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma suçundan dolayı yargılanmış ve
askeri mahkemenin 6.9.2011 tarihli kararı ile, 11 ay 7
gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hakkında CMK'nın
231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar
verilmiş ve bu karar 27.10.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkemenin
HAGB kararı üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığının Tayin Daire Başkanlığı
tarafından Lojistik Komutanlığına 15.11.2011 tarihinde yazılan yazıda; "hernekadar müsnet suçlar
nedeniyle hakkında HAGB kararı verilmiş ise de, bu kararlarla personelin isnat
edilen suçları işlemediği değil, tam tersine, işlediğinin sabit görüldüğü
mahkeme tarafından tespit edilmiştir." denilerek, başvurucunun
sözleşmesinin disiplinsizlik nedeniyle feshedilmesi istenilmiştir. Sözleşmesi
feshedilen başvurucu tarafından açılan iptal davasını reddeden AYİM 1. Dairesi
de kararında da ; "davacı hakkındaki mahkumiyet kararı ile ilgili olarak HAGB kararı verilmiş
olmasının davacının mahkemece sabit bulunan eylemlerini değiştirmeyeceği, ... davacının ceza yargılamasına konu ve sabit bulunan eylemleri
ile özlük dosyasındaki diğer belgelere nazaran aşırı borçlanmayı alışkanlık
haline getirmiş olduğu belirtilen eylemlerin TCK'nın disiplinini esastan
sarsacak nitelikte olduğu..." gerekçesine dayanılmış ve karar
düzeltme istemi de reddedildiğinden, hüküm kesinleşmiştir.
Başvurucu,
Sözleşmenin feshiyle ilgili olarak, hukuki bir sonuç doğurmaması gereken HAGB
kararına dayanılması ve kendisinin müsnet suçları
işlediği kabul edilerek sonuca varılması dolayısıyla masumiyet karinesinden
yararlanma hakkının ihlal edildiğini, esasında feshe konu müsnet
eylemlerin 2006 yılına ait bulunduğunu, borçlanmaların da 2008 yılı ve öncesine
ilişkin olup, ikazlar üzerine borçlarını ödediğini, bu nedenlerle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasanın
38/4. maddesi uyarınca; "Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6/2. maddesinde de; "kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu
yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
denilmektedir. Suçsuzluk karinesi, Avrupa Birliği Temel Haklar
Şartının 48. maddesinde de "Bir suç isnadı altında olan herkes, suçluluğu
hukuken ispatlanana kadar masum sayılır" ifadesiyle yer almıştır.
AİHS'nin
koruyucusu ve yorumlayıcısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarında masumiyet karinesi şöyle açıklanmıştır: "Masumiyet karinesi,
diğer bazı gereklilikler yanında, bir mahkemenin üyelerinin, sanığın kendisine
isnat edilen suçu işlemiş olduğu önyargısıyla hareket etmemelerini güvence
altına alan bir ilkedir." (AİHM Austria v. İtaly, 1963). Masumiyet karinesi yalnızca ceza
yargılamasına konu davada değil, ceza davasına konu kararın sonucuna bağlı
medeni haklarla ilgili diğer davalar bakımından da riayet edilmesi zorunlu bir
adil yargılama ilkesidir (Bkz. Moullet – Fransa (no. 2), no. 27521/04; AİHM, X-Austria, Ap.no. 9295/81,
6.10.1982; İnceoğlu, Sibel, İHAS ve Anayasa, Ankara
2013, s. 257, 258). Yine, suçsuzluk karinesi soruşturma evresinden itibaren
hüküm ifade eder ki, soruşturmanın gizliliği ilkesinin amaçlarından biri de
şüphelinin masumiyet karinesinden yararlanmasını temin etmektir. Gizliliğin kamuoyuna
karşı ihlali, aynı zamanda lekelenmeme ve dolayısıyla masumiyet karinesinin
ihlali anlamına gelmektedir (Şahin, Cumhur, Ceza Muhakemesi Hukuku I, 5.B.
Ankara 2014, s. 160). Örneğin, yasadışı bir örgüt üyesi olduğu şüphesiyle
yakalanan kişilerin fotoğrafları basına verilerek, emniyet yetkililerince müsnet suçları işlediklerinin 'saptandığı' yolunda açıklama
yapılmasının masumiyet karinesinden yararlanma hakkını ihlal ettiği kabul
edilmiştir (AİHM, Y.B. ve Diğerleri-Türkiye, Ap. no
48173/99, 48319-99, 28.10.2004, prg.43-45) Aynı şekilde masumiyet karinesi,
kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanan karardan, kanun yollarının
sonuna kadar devam eden tüm yargılama sürecini kapsamaktadır (AİHM, Minelli v. Switzerland, Ap. no.
8660-79, 25.3.1983).
Diğer
taraftan suçsuzluk karinesinden yararlanma hakkı, idari işlem ve eylemler ile
ceza dışındaki diğer uyuşmazlıklarla ilgili yargılamalar bakımından da geçerli
bir hak mahiyetindedir. Bu bakımdan örneğin ceza davası düşme veya askıya alma
kararı ile sonuçlanmasına karşın, başvurucunun açtığı idari bir davada, ceza
davasındaki suçu işlediğinin saptandığı" anlamına gelebilecek ifadeler
kullanılarak talebin reddine karar verilmesi, masumiyet karinesinin ihlali
olarak değerlendirilir (İnceoğlu,
age. s. 258). Sanığın suçu işlediğinin kanıtlanamaması
nedeniyle verilen bir beraat kararına karşın, kararın şüpheye dayalı olarak
verildiği gerekçesiyle hukuk davasında kişinin suçlu olduğu kanısıyla karar
verilmesi de masumiyet karinesinden yararlanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilir (AİHM, Geerings
v. Hollanda, Başvuru no. 30810/03, 1 Mart 2007, prg. 42; Baars v. Hollanda, Başvuruno.
44320/98, 28 Ekim 2003, prg. 27). Diğer idari merciler veya
mahkemelerin, beraat kararının yerindeliğini tartışması, masumiyet karinesiyle
bağdaşmaz, hak ihlaline yol açar (AİHM, Sekanina v. Austria, Ap. no. 13126/87, 25.8.1993, prg. 30; Hammern v. Norway, Ap. no. 30287/96, 11.2.2003, prg. 47-49;
İnceoğlu, s. 259).
AİHM,
Türkiye'ye karşı Çelik Bozkurt'un başvurusu hakkında, ceza yargılamasına konu
davanın ertelenmesine karşın, aynı olay dolayısıyla ve erteleme kararına dayalı
olarak, başvuranın öğretmenlik mesleğinden çıkartılmasına ilişkin idari işlem
ve idare mahkemesi kararını incelerken, masumiyet karinesinin ihlal edildiğine
karar vermiştir. Karardaki değerlendirmeler şu şekildedir:
"15 Haziran 2000 tarihinde başvuran,
yasadışı Hizbullah örgütü mensubu olmakla suçlanmıştır. Hakkındaki yargılama
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde devam ederken, 23 Nisan 1999 tarihinden
önce işlenen belli suçlara ilişkin kovuşturmaların ertelenmesine ilişkin 4616
sayılı yasa yürürlüğe girmiş, DGM başvuranın “yasadışı örgüte yardım ve
yataklık” suçunun sözkonusu yasa kapsamında olduğuna
hükmederek hakkındaki yargılamanın ertelenmesine 13 Mart 2001 tarihinde karar
vermiştir.
Yargılamanın ertelenmesinden önce 4 Ekim 2000
tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı, savcılığın elindeki delillerin başvuranın
yasadışı örgüt mensubu olduğunu gösterdiği kanaatiyle başvuranı ilkokul
öğretmenliği görevinden çıkarmıştır. Başvuran, meslekten çıkarılma kararına, 3
Kasım 2000 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde açtığı dava ile itiraz
etmiştir.
Diyarbakır İdare Mahkemesi, meslekten
çıkarılma kararının iptali talebini 7 Mart 2002 tarihinde reddetmiş, mahkeme 13
Mart 2001 tarihli DGM kararına atıfla “ceza yargılamasında, faaliyetlerinin
yardım ve yataklık teşkil ettiği tespit edilen” başvuranın meslekten
çıkarılmasının yasaya uygun olduğuna hükmetmiştir. Başvuranın temyiz talebi,
Danıştay tarafından 12 Kasım 2004 tarihinde reddedilmiştir. (...)
AİHM, idare mahkemesinin başvuranın davasını
reddederken kullandığı dilin ceza davası ile idari yargılama arasında bir “bağ”
kurduğunu, bunun da 6/2 maddenin idari yargılamayı kapsayacak şekilde
genişletilmesini haklı çıkardığı kanaatindedir.
İdare mahkemesinin kararında aynı ifadelere
yer vermesi ve olaylarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmamış olması ışığında
AİHM, sözkonusu mahkemenin başvuranın öğretmenlik
mesleğinden çıkarılma kararının yasaya uygunluğunu inceleme görevini aşarak,
hiçbir ceza mahkemesi tarafından bu yönde bir sonuca ulaşılmadığı halde
başvuranı yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık etmekten suçlu bulduğunu
tespit etmiştir.
Son olarak AİHM, yetkili mercilerin başvuranın
müteaddit iş başvurularını reddederken Diyarbakır DGM’nin ceza kovuşturmasının
ertelenmesi kararını esas almaya devam ettiğini gözlemler. AİHM bu durumun,
devletin hiçbir temsilcisi ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir “mahkeme”
tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektiren AİHS'nin 6/2
maddesiyle bağdaşmadığı kanısındadır (bkz. Moullet,
yukarıda anılan).
Yukarıda belirtilen değerlendirmeler AİHM'nin
başvuranın masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varması için
yeterlidir." (AİHM Çelik
(Bozkurt) - Türkiye, Ap. no. 34388/05, 12.4.2011, prg. 33-37)
İfade etmek gerekir ki, idari makamların ceza yargılamasına konu
olayları disiplin soruşturması kapsamında ayrıca değerlendirmesi ve bu
değerlendirme sonucunda ulaşacağı kanaatle bireysel işlem tesis etmesi hukuka
uygundur. Fakat, gerek idari makamlar, gerekse
mahkemelerin işlem ve kararlarında suçsuzluk karinesine riayet etmeleri,
Anayasanın 38/4 ve Sözleşmenin 6/2. maddeleri gereğidir. Aksi yöndeki karar ve
işlemler, suçsuzluk karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi ile
sonuçlanır.
Ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet'in "Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması" kararı ile sonuçlandırılması durumunda da ortada kişi
hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmamaktadır. Zira Ceza Muhakemesi
Kanununun 231. maddesinin 5. fıkrasının son cümlesinde hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kurumu; "kurulan
hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmaması" olarak
tanımlanmıştır. Bu karar verildiğinde, halen derdest ve kesinleşmemiş bir hüküm
bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle yargılanan kişinin sıfatı hükümlü değil,
'sanık' olarak kalmaya devam etmekte ve verilen bu karar, herhangi bir hak
yoksunluğuna da sebebiyet vermemektedir (Şahin, Cumhur / Göktürk, Neslihan,
Ceza Muhakemesi Hukuku II, 3. B.Ankara 2014, s. 184).
Geri bırakma kararı ile yargılama şarta bağlı olarak bir süre askıya
alınmaktadır. Denetim süresinde şarta uyulmazsa yargılama devam edecek ve hüküm
aleniyet kazanarak temyiz edilebilir mahiyet kazanacak, bu süre iyi halle
geçirildiğinde ese düşme kararı verileceğinden, hüküm tümüyle ortadan
kalkacaktır. HAGB kararı ile ceza yargılaması askıya alındığından, açıklanması
geri bırakılan mahkumiyet kararına dayanılarak, başka
hiçbir hukuki tasarrufta bulunulamaz. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir
kararında, "HAGB kararı kesin bir mahkumiyet
anlamında değildir. Bu sebeple (maddi olgunun belirlenmesi yönünden) ortada
ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığından, hukuk hakimini bağlamayacaktır" (YHGK 1.2.2012, 2011 - 19/639
E. - 2012/30 K.) demek suretiyle bu hususa işaret etmiştir. Şu halde, kanundan
kaynaklanan hukuki sonuç doğurma yasağı ve bu kurumun niteliği karşısında,
hakkında kesinleşmiş hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen
sanıklar da masumiyet karinesinden yararlanmalıdırlar. Nitekim Mahkememiz
çoğunluk görüşünü yansıtan gerekçenin 43 ve 44. maddelerinde de bu görüş kabul
edilmiştir. Fakat, çoğunluk görüşü ile ayrı düşünülen
husus, başvuruya konu AYİM kararındaki ifadelerin hak ihlaline yol açar mahiyette
olup olmadığı noktasındadır.
Suçsuzluk karinesine uygunluğun ölçüsü, idari veya adli
makamların işlem ve kararlarında, suçluluğu konusunda kesin hüküm bulunmayan
kişiyi suçlu olarak kabul edip etmedikleri noktasında toplanmaktadır. Diğer bir
ifadeyle, hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı
bulunmayan kişinin, ilgili işlem, eylem veya kararda 'suçlu muamelesi
görmesi' (bkz; Şahin, Ceza Muhakemesi Hukuku I, 5.B.
s. 150), bu hakkın ihlali olarak kabul edilmelidir. Nitekim Anayasanın 38/4.
maddesinde yasaklanan husus ta, hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan
kişinin 'suçlu sayılması'dır. Bu bakımdan, masumiyet
karinesinin ihlal edilip edilmediğinin denetlenmesi sırasında Anayasa
Mahkemesinin yaklaşımı da, ilgili idari işlem veya mahkeme kararının
yerindeliğini veya sübut delillerinin yeterliğini tartışmak değil, yalnızca bu
işlem veya kararda, başvurucunun 'suçlu muamelesi' görüp görmediğini tespit
etmek şeklinde olmalıdır. Başka bir deyişle, incelenen kararda dayanılan diğer
deliller ulaşılan sonuç bakımından yeterli olsa dahi, kararın gerekçesinde
başvurucuyu 'suçlu sayan'
ifadelerin yer alması halinde, masumiyet karinesinden yararlanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmalıdır.
İncelenen dosyada ise, gerek idari işlemin dayanağı olan yazışmadaki
benzer ifadeler ve gerekse AYİM kararında yer alan; "davacı hakkındaki
mahkumiyet kararı ile ilgili olarak hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olmasının davacının mahkemece sabit bulunan eylemlerini değiştirmeyeceği,
... davacının ceza yargılamasına konu ve sabit bulunan eylemleri ..." biçimindeki gerekçelerde açıkça,
HAGB kararına atıfla ve bu karardaki maddi olgunun (suçun ve failliğin sübutunun) tespit edilmiş olduğu vurgusuyla
başvurucunun suçlu olarak kabul
edildiği anlaşılmaktadır. Kararın devamında diğer delil ve değerlendirmelere
dayanılmış olması, masumiyet karinesinin ihlal edilmesi durumunu ortadan
kaldırmamaktadır.
Açıklanan gerekçelerle başvurucunun masumiyet karinesinin ve
dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kanaatinde olduğumdan,
sayın çoğunluğun görüş ve kararına iştirak edememekteyim.