TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
FATİH TAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1461)
|
|
Karar Tarihi: 12/11/2014
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Fatih TAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yayınladığı
kitaplardan dolayı yargılanması nedeniyle ifade özgürlüğünün, uyarlama yargılamasının
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve kovuşturmanın
ertelenmesi kararının dosya üzerinden verilmesi nedeniyle duruşmada hazır
bulunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/2/2013
tarihinde İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 23/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 11/3/2014 tarihli görüş yazısı
13/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü süresi
içinde 2/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bölüm tarafından 15/10/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği
itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanmasını gerekli gördüğünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar vermiştir
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, merkezi
İstanbul’da bulunan Aram Yayıncılık isimli yayınevinin sahibidir.
9. Başvurucunun, 2002 yılı Ocak
ayında iki şiir kitabı yayınlamasından dolayı PKK Terör Örgütüne basın yolu ile
yardım etmek suçundan cezalandırılması için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
(DGM) Başsavcılığının 14/1/2002 tarihli iddianamesi
ile kamu davası açılmıştır.
10. İstanbul 4 Nolu DGM’nin 30/9/2002 tarihli
kararı ile başvurucunun 13/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 169.
maddesi uyarınca 3 yıl 9 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın 9.923,00-TL ağır para cezasına çevrilmesine karar
verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:
“…Birinci kitabın 9-12. sayfalarında yer alan önsöz
bölümünde Kürdistan’dan bahsedilerek, ‘… Kürdün siyasal olarak geriletilmesi
ulusal kültürel girişimini derinden etkilemiştir. Kürdistan ulusal kurtuluş
hareketinin çıkışı itibarı ile her tabakadan Kürt bireyine farklı bir boyutta
ulaşıp hızlı bir gelişim göstermesi, bir kitle yaratması, sınıfsal ve ulusal
temelde yaşanan tıkanıklığa bir aşama kaydettirebilmesi, yaratılmış olan
boşluğun doldurulabilmesinden kaynaklanmaktadır… Kürt bireyini, Kürt ulusu
şahsında yeni insanı yaratmayı amaçlar. Devrimimiz geçmişin olumsuz etkilerini
de içinde barındıran kötü bir sonuç olan bugünü değiştirmek için yeniyi ve
insana yaraşanı yaratma devrimidir... Ulusal Kurtuluş Savaşı Kürt insanını
dağlara çekerek özgür yaşamı yaratmaya yöneltmiştir…’ şeklinde ifadelerle
Kürdistan adlı ülke için savaşıldığı ve bunun özgürlük mücadelesi olduğunun
vurgulandığı…
Kitabın başlangıcında 15. ve 16. sayfalarında önderlik
imzalı iki adet şiir yayınlandığı ve önderlik ifadesinin yasa dışı örgüt
PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan için kullanılan bir
ifade olduğu…
Kitabın ‘önderliğe yazılan şiirler' alt başlığında sayfa
25’de “utancın tanığı Marmara‘yım” başlıklı şiirde kullanılan ifadelerle İmralı
adasında örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın tutuklu olarak bulundurulduğu
vurgulanarak özgürlük mücadelesi veren bir kişi olarak gösterildiği, İmralı
adasında hapiste tutulmasının utanç verici olduğu şeklinde görüşler ileri
sürüldüğü…
29-30. sayfalarda yayınlanan “milat” başlıklı şiirde de 15
Şubat tarihinden söz edilerek yasa dışı örgüt liderinin o tarihte yakalandığı
bilindiğinden bu tarihin üzüntü ve utanç yaratan bir tarih olduğu ve bu anın
yaşanmamasının istendiği şeklinde görüşlere yer verildiği…
Sayfa 31’de “ben yaşamım” başlıklı şiirde soyut bir ülkeden
söz edilerek “şehidim ben, adım Mazlumdur Kemaldir ve Hayriyim
ben, Agit’in namlusundan intikam mermisi Zekiye’nin
bedeninden yükselen alev ve Zila’nın yüreğindeki
sevdayım ben, gerillanın tutuşturduğu özgürlük ateşi, çobanın kavalındaki sevda
türküsü” şeklinde ifadeler kullandığı… Aynı şiirde ayrıca “Spartaküs’den Guevara’ya dek
insanlık mirası, ben kırk milyon yürek, halkımın umudu, intikam olurum, çünkü
ben ateşin oğlu, yaşamın adı, Mezopotamya güneşi Öcalan’ım Öcalan’ım”
şeklinde kullanılan ifadelerle daha önce ölüm oruçlarında veya protesto amaçlı
olarak kendilerini öldüren örgüt mensuplarından ve dağlarda çatışan
gerillalardan söz edildiği ayrıca Abdullah Öcalan’ın halkın umudu ve intikamı,
Mezopotamya güneşinin oğlu olduğu şeklinden ifadelerle yasa dışı örgüt lideri
ve mensuplarının övüldüğü, eylemlerinin yüceltildiği…
Kitabın “Şehitlere Yazılan Şiirler ve Şehitlerin Yazdığı
Şiirler” başlıklı bölümlerinde yer verilen şiirlerde yasa dışı örgüt
mensuplarının dağlarda çatıştıkları, özgürlük mücadelesi yaptıkları şehit
düştükleri bazı olayların yer ve tarihi belirtilerek ayrıca ölüm orucu
eylemlerinin vurgulanarak örgüt mensuplarının kişilik ve eylemlerin övülerek
yüceltildiği… Çatışmalarda veya ölüm oruçlarından ölen örgüt mensuplarının
isimlerine yer verilerek onlardan ve eylemlerinden övgüyle söz edildiği, bu
suretle kitabın bütününde yasa dışı PKK terör örgütü lider ve mensuplarından
söz edilerek örgüt propagandası yapıldığı…
Aynı yayın evince yayınlanan “Dağın Kalbinde
Gizliyiz-Gerilla Şiileri” başlıklı ikinci kitabında ise 21. sayfadaki “Fırat”
başlıklı şiirde “öfkeliyiz Marmara’ya, katmayacağız suyunu suyuna, tenim
Marmara’ya değmeden başkan Apo’ya bir avuç sevda
sunacağız, paramparça yüreğimizde” şeklinde ifadelerle yasa dışı örgütün sözde
liderinin Marmara denizindeki İmralı adasında tutukluluğu vurgulanarak
kendisine övgüler yöneltildiği…
Sayfa 27’de yer alan “kim sorar” başlıklı şiirde “çığlığı
İmralı’da yüreği adanın soluklarındandır, toprağın bereketi ışık olup
İmralı’dan taşıyor bundandır, İmralı’ya hasrettir hasretiz bizde” şeklinde
ifadelere yer verilerek İmralı ceza evinde tutuklu bulunan yasa dışı örgüt
mensubunun kastedildiği ve kendisine toprağın, özgürlüğün ve kendilerinin
hasret olduklarının vurgulanarak örgüt liderine yönelik övgülere yer verildiği…
42 sayfadaki “acıyı hissedin” başlıklı şiirde “15 Şubat
gözyaşları ile şubat gerçekliği ile bastırıyor isyan başkaldırısını” şeklinde
ifadeler kullanılarak yasa dışı örgüt liderinin 15 Şubat tarihinde yakalandığı
vurgulanarak bundan üzüntü ve acıyla söz edildiği…
Kitabın 181. sayfasında bulunan “arkadaş” başlıklı şiirde
“karanlık tarihin kanla yazılışını, güneşle aydınlanışını görmek, zamanın beni
sürüklemesini değil, karanlık sayfaları renklendirenlerin eylemine katılmak
istiyorum, yakamozda kansız geceleri düşleyip saç tellerimi Kürdistan dağlarına
salacağım” şeklinde ifadeler kullanılarak Kürdistan’daki karanlık tarih
döneminin kapanacağı ve güneşle bu bölgenin aydınlanacağı vurgulanarak
Kürdistan olarak nitelendirilen bölgede verilen özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine
atıfta bulunulduğu ve mücadelesinin övüldüğü…
Söz konusu şiirlerde kullanılan beyan ve ifadelerle yasa
dışı örgütü ve liderinin kişilik ve eylemlerinin övüldüğü, gerçekleştirilenin
özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi olduğunun vurgulandığı, bu suretle yasa dışı
PKK terör örgütü propagandasının yapıldığı, her iki kitapta bu şekilde örgüt
propagandasına yer verildiği, sanığın aynı anda ve birbirinin devamı olarak bu
iki kitaptaki propaganda içeren şiirlerle üzerine atılı yasa dışı örgüte yardım
etmek suçunu işlediği…”
11. İlk Derece Mahkemesi
kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 29/5/2003
tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamış ve karar
kesinleşmiştir.
12. İnfaz aşamasında 765 sayılı Kanun’un
169. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, İstanbul 4 Nolu
DGM’nin 20/2/2004 tarihli kararı ile infazın
durdurulmasına karar verilmiş ve aynı tarihte, başvurucunun eyleminin değişen
kanun hükmü göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmesi için uyarlama
yargılamasına başlanmıştır.
13. Başvurucunun, İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin (Eski 4 Nolu DGM) 21/3/2007 tarihli kararı ile terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7.
maddesi uyarınca 1.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi şöyledir:
“…Gerilla Şiirleri-1 ve Gerilla Şiirleri-2 isimli kitabın
önsöz ve değişik sayfalarında yer alan yazı ve şiirlerin, bir bütün olarak
incelendiğinde, içerikleri itibariyle şiddet veya diğer terör yöntemlerine
başvurmayı teşvik edecek şekilde örgüt propagandası niteliğinde olması
nedeniyle suçu sabit görülen sanığın…”
14. Temyiz üzerine Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 28/1/2010 tarihli ilamı ile İlk Derece
Mahkemesinin kararını usulden bozulmuştur.
15. Yeniden yapılan yargılama
sonunda başvurucunun, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 8/12/2010
tarihli kararı ile terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 16.660,00-TL
adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece
Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:
“…Gerilla Şiirleri-1 ve Gerilla Şiirleri-2 isimli kitabın
önsöz bölümünde ve değişik sayfalarında yayınlanan şiirlerde, yasadışı örgüt
mensupları ve örgütün sözde liderlerinden bahsedilmek ve düşünce ve eylemleri
övülmek suretiyle yasadışı PKK terör örgütünün propagandası yapılarak, örgüte
yardım etmek suçu sabit görülerek …”
16. Temyiz üzerine Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 29/3/1012 tarihli ilamı ile İlk Derece
Mahkemesinin kararı bir kez daha usulden bozulmuştur.
17. Yeniden yapılan yargılama
sonunda, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012
tarihli kararı ile başvurucu hakkında yürütülen kovuşturmanın, 2/7/2012 tarih
ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve
Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un Geçici 1. maddesi uyarınca
ertelenmesine ve başvurucu hakkında üç yıl denetimli serbestlik hükümlerinin
uygulanmasına karar verilmiştir.
18. İtiraz üzerine İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26/12/2012 tarihli kararı ile
itiraz reddedilmiş ve İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kovuşturmanın
ertelenmesi kararı kesinleşmiş ve karar başvurucuya 11/1/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Bireysel başvuru 8/2/2013 tarihinde
yapılmıştır.
B. Başvuruya Konu Kitaplar
19. 2002 yılının Ocak ayında
Aram Yayıncılık, “Bu Yürek Dağlar Aşar
Gerilla Şiirleri-1” (birinci
kitap) ve “Dağın Kalbinde Gizliyiz Gerilla
Şiirleri-2” (ikinci
kitap) başlığını taşıyan iki şiir kitabı yayınlamıştır. Başvurucu, adı geçen
yayınevinin sahibi ve söz konusu kitapların yayıncısıdır. Söz konusu kitabın
kimin tarafından yazıldığı ve şiirlerin kime ait olduğu tespit edilememiştir.
20. Birinci kitap bir önsöz ve
beş bölümden oluşmaktadır. Kitap sırasıyla “Önderliğe
Yazılan Şiirler”, “Şehitlere
Yazılan Şiirler”, “Şehitlerin
Yazdığı Şiirler”, “Gerillaya Dair
Şiirler”, “Kadın Konulu Şiirler”
ve “Serbest Şiirler” isimli bölümlerden
ve toplam 197 sayfadan oluşmakta, referans ve kaynakça içermemektedir. İkinci
kitap ise yine bir önsöz ve yedi bölümden oluşmaktadır. Kitap sırasıyla, “Önderliğe Yazılan Şiirler”, “Şehitlerin Şiirleri”, “Şehitlere Yazılan Şiirler”, “Toprağa Yazılan Şiirler”, “Gerillaya Yazılan Şiirler”, “Kadına Yazılan Şiirler” ve “Serbest Şiirler” isimli bölümlerden ve
toplam 262 sayfadan oluşmaktadır.
21. Başvurucu yayınladığı şiir
kitaplarından dolayı ilk kez İstanbul 4 No.lu DGM’nin 30/9/2002
tarihli kararı ile mahkum edilmiş ve bu karar Yargıtay onaması ile
kesinleşmiştir. Yasa değişikliği nedeniyle yapılan sonraki yargılamalarda
verilen mahkûmiyet kararlarında yeni gerekçelere yer verilmemiş esas itibarıyla
ilk mahkûmiyet kararındaki gerekçelere dayanılmıştır (bkz. § 9).
C. İlgili
Hukuk
22. 765 sayılı Kanun’un 169.
maddesi şöyledir:
“64 ve 65 inci maddelerde beyan olunan hal haricinde her
kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer
gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve
cephane veya elbise tedarik ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile
cezalandırılır.”
23. 3713 sayılı Kanun’un “terör suçları” kenar başlıklı 3.
maddesinin 29/06/2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun’un 2.
maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali şöyledir:
“Türk Ceza Kanununun 125, 131, 146, 147, 148, 149, 156, 168,
171 ve 172 nci maddelerinde yazılı suçlar, terör
suçlarıdır.”
24. 3713 sayılı Kanun’un “Terör Amacı ile İşlenilen
Suçlar” kenar başlıklı 4. maddesinin 5532 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile yapılan
değişiklikten önceki hali şöyledir:
“Bu Kanunun
uygulanmasında;
a) (Değişik bent: 13/11/1996 - 4211/1 md.) Türk Ceza
Kanununun 145, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 157, 169 ve 384 üncü maddeleri ile
499 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
b) 2845 sayılı Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 9 uncu
maddesinin (b), (c), (e) bentlerinde yazılı suçlar,
1 inci maddede
belirtilen terör amacı ile işlendiği takdirde terör suçu sayılır.”
25. 3713 sayılı Kanun’un “cezaların artırılması” kenar başlıklı 5.
maddesinin 5532 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki
hali şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında
ilgili kanunlara göre tayin edilecek şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar veya
para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak
cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın
yukarı sınırı aşılabilir. Ancak şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalarda bu sınır
ağır hapiste 36, hapiste 25, hafif hapiste 10 yılı geçemez.”
26. 3713 sayılı Kanun’un 5532
sayılı kanunun 6. maddesi gereği değişen 7. maddesinin ikinci ve beşinci
fıkraları şöyledir:
“…
Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım
edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek
şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir
yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar adli para cezası verilir.
…
Yukarıdaki 2 nci fıkrada
belirtilen örgütle ilgili propaganda suçunun 5680 sayılı Basın Kanununun 3 üncü
maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtası ile işlenmesi halinde, ayrıca
sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay ortalama satış
miktarının; ... yüzde doksanı kadar adli para cezası
verilir. Ancak, bu para cezaları yüzmilyon liradan az
olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek para
cezasının yarısı uygulanır ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur.”
27. 6352 sayılı Kanun’un Geçici
1. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) 31/12/2011 tarihine kadar,
basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle
işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş
yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar
aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının
ertelenmesine,
karar verilir.
(2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten
itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi
hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında
birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı
kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya
kovuşturmaya devam olunur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 12/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
8/2/2013 tarih ve 2013/1461 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu, uyarlama
yargılamasının 9 yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının,
yayınladığı kitaplardan dolayı yargılanması nedeniyle düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğünün ve İlk Derece Mahkemesince kovuşturmanın ertelenmesine
ilişkin olarak verilen son kararın duruşma yapılmadan dosya üzerinde verilmesi
nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, 10.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. İfade Özgürlüğü ve Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası Yönünden
30. Bakanlık görüşünde, İstanbul
12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli kararı ile
başvurucu hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiği ve bu
itibarla halihazırda başvurucu hakkında başvuruya konu olay ile ilgili olarak
verilmiş bir mahkumiyet kararı bulunmadığı hatırlatılmıştır.
31. Başvurucu, hakkında daha
önce üç kez mahkûmiyet hükmü kurulduğunu ve son olarak kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verildiğini ve böylece kovuşturma tehdidine maruz kaldığını,
tek başlarına bu kararların bile ifade özgürlüğü üzerinde baskı oluşturduğunu
ileri sürmüştür.
32. Mevcut başvurunun
koşullarında, hâlihazırda başvurucu hakkında başvuruya konu olay ile ilgili
olarak her ne kadar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 29/5/2003
tarihli ilamı ile kesinleşen bir mahkumiyet kararı bulunmakta ise de, bu karar
henüz infaz edilmeden 765 sayılı Kanun’un 169. maddesinde yapılan değişiklik
gereği olarak cezanın infazının durdurulduğu ve onun yerine geçmek üzere yeni
bir karar vermek amacıyla İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde tekrar
yargılamaya başlandığı anlaşılmaktadır. Uyarlama yargılaması sonuçlanmadan 6352
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi uyarınca verilen kovuşturmanın ertelenmesi
kararının da Anayasa’nın 26. maddesine göre başvurucunun ifade özgürlüğüne bir
müdahale olup olmadığı ve o nedenle davanın esasıyla ayrılmaz bir biçimde
bağlantılı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucu hakkında henüz
kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmamakla beraber bu sorunun Anayasa’nın
26. maddesi bağlamında esasla ilişkilendirilerek tartışılması gerekmektedir.
33. Başvurucu hakkındaki
uyarlama yargılamasının yaklaşık 9 yıl sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ve başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
34. Üyeler Serdar ÖZGÜLDÜR,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Burhan ÜSTÜN ve Nuri
NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.
b. Duruşmada Hazır Bulunma Hakkının İhlali İddiası
Yönünden
35. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
36. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme… açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
37. Başvurucuya göre
kovuşturmanın ertelenmesi kararının verildiği son celse duruşma aleni yapılmamış
ve karar aleni verilmemiştir. Başvurucu, Derece Mahkemesince kovuşturmanın
ertelenmesine ilişkin olarak verilen son kararın duruşma yapılmadan dosya
üzerinde verilmesi nedeniyle yargılamaya avukatının katılamadığını ve aleni
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Buna karşın bu iddiaların
özü, başvurucunun duruşmada hazır bulundurulmaması ile ilgilidir. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bu iddialarının “duruşmada hazır bulunma hakkı”
çerçevesinde incelenmesi gerekir.
38. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in
“Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
40. Adil yargılamanın zımni
gerekleri “hakkaniyete uygun yargılama”
kavramından hareket ederek saptanabilir. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın
36. maddesinde açıkça ifade edilmiş olan “savunma
hakkı”dır.
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple hakkaniyete uygun bir yargılamanın
gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin,
savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu
hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması
gerekmektedir (Bkz. B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32).
41. Hakkaniyete uygun
yargılamanın en önemli unsuru olan sanığın kendini savunma hakkından
faydalanmasının ilk koşulu sanığın savunmasını yapabilmesi için mahkeme önünde
hazır bulunma olanağına sahip olmasıdır. AİHS’in 6.
maddesinde açıkça belirtilmemiş olsa da duruşmada hazır bulunma hakkı AİHS’in 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil
muhakeme hakkının bir parçasıdır. Bir sanığın aleyhine açılan ceza davasında
duruşmada hazır bulunması genel bir haktır ve AİHS’in
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan (c), (d) ve (e) bentlerinde yer
alan hakların bir parçasıdır (bkz. Sejdovic/İtalya, B. No: 56581/00 , 1/3/2006,
§ 81). Nitekim duruşmada hazır bulunma hakkının bir sonucu olarak 5271 sayılı
Kanun’un 193. maddesinin (1) numaralı fıkrasında istisnalar saklı kalmak üzere,
hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamayacağı hükme bağlanmıştır (Bkz.
B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 41).
42. Somut olayda, silahlı terör örgütüne yardım etmek suçundan
açılan kamu davasında başvurucu hakkında daha önce üç kez mahkumiyet hükmü
kurulmuş ve son olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 29/3/1012
tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararı usule ilişkin bazı
gerekçelerle bozulmuş ve dosya İlk Derece Mahkemesine gönderilmiştir. Dosya
Derece Mahkemesince esasa kaydedilmeden önce 2/7/2012
tarihinde 6352 sayılı Kanun yürürlüğe girmiş ve Mahkeme, 10/7/2012 tarihinde
kendisine ulaşan dosyayı mahkeme esasına kaydederek aynı gün duruşma açmadan ve
adı geçen Kanun’a dayanarak başvurucu hakkında yürütülen kovuşturmanın
ertelenmesine ve üç yıl denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmasına karar
vermiştir. Somut olayda çözümlenmesi gereken mesele, kovuşturmanın ertelenmesine
ilişkin son kararın duruşma yapılmadan dosya üzerinde verilmesinin başvurucunun
“duruşmada hazır bulunma hakkı”na müdahale oluşturup
oluşturmadığı ve bir bütün olarak yargılamanın adilliğini etkileyip
etkilemediğinin tespitidir.
43. Adından da anlaşılacağı
üzere 6352 sayılı ve Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yargı hizmetlerinin
hızlandırılması amacıyla hazırlanmıştır. Bu durum Kanun’un genel gerekçesinde
de açıkça belirtilmiştir (adı geçen Kanun hakkında daha ayrıntılı
değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2013/92, K.2014/6, K.T. 16/1/2014).
44. İlk derece mahkemelerinin,
6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra, genel olarak, basın yayın
yoluyla işlenen suçlara ilişkin kovuşturmalarda Yargıtay bozması veya iadesi
üzerine duruşma açmayarak doğrudan kovuşturmanın ertelenmesi kararı verdikleri
anlaşılmaktadır. Kanun’da uygulamanın nasıl yapılacağına
ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiş olmakla birlikte yargılamanın sonucunda
bir değişiklik olmayacağının açıkça belli olduğu durumlarda duruşma
yapılmaksızın dosya üzerinden kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin söz
konusu Kanun’un yargı hizmetlerinin hızlandırılması, ifade özgürlüğünün
genişletilmesi ve bu kapsamda basın yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin
açılan mevcut davaların sonlandırılması amacına matuf olduğu anlaşılmaktadır.
45. Bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesinin görevi,
muhakemenin yöntemi de dâhil yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını
saptamaktır. 30/9/2002, 21/3/2007 ve 8/12/2010 tarihli
kararlarla başvurucu yayınladığı kitaplar nedeniyle mahkum edilmiş, Yargıtay
ise verilen bu kararlardan uyarlama yargılamasından öncekini onamış daha
sonrakileri ise esastan değil ancak usulden bozmuştur. Mevcut durumda hukuksal
yapının değişmediği de gözetildiğinde derece mahkemeleri ve Yargıtay,
başvurucunun eylemi hakkındaki niyetlerini açıkça belli etmişlerdir.
46. Başvurucu başvuruya konu
şiir kitaplarını yayınlaması nedeniyle toplam 11 yıla yakın bir süre
yargılanmış ve bu süre içerisinde defalarca mahkeme huzurunda savunma yapma
fırsatı bulmuştur. Kaldı ki kovuşturmanın ertelenmesi kararı bireyin suç
işleyip işlemediğiyle ilişkili değildir. Bu nedenle, böyle bir incelemenin
duruşma açılmadan ve başvurucu duruşmaya çağrılmadan yapılmış olmasının bir
bütün olarak yargılamanın adilliğini etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
47. Öte yandan başvurucu, adil yargılanma
hakkını sınırlandırdığı iddiasıyla başka bir işlem hakkında da şikâyetçi
olmadığı gibi dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde
başvurucunun savunma haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da
rastlanılmamıştır.
48. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürdüğü yargılama işleminde
açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
49. Başvurucu, başvuru konusu
kitapları yayınlaması nedeniyle hakkında daha önce üç kez mahkûmiyet hükmü kurulduğunu
ve son olarak kovuşturmanın ertelenmesi kararı verildiğini, böylece ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Bakanlık görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları
hatırlatılmış ve başvurucunun iddialarının bu kararlar doğrultusunda
değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık
görüşünde, Sözleşme’nin 10. maddesi bağlamında ifade özgürlüğünün demokratik
toplumun temellerinden birisini oluşturduğu; ifade özgürlüğünün yalnızca lehte
olduğu kabul edilen veya zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler
için değil, aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok
edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu
belirtilmiştir. Bu kapsamda, ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olup
olmadığının, gerçekleştirilen müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı,
müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığı temelinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
51. Başvurucu, başvurunun esası
hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar
etmiştir.
52. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
53. Anayasa’nın “Düşünce ve kanaat hürriyeti” kenar
başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve
suçlanamaz.”
54. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla,
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
55. Anayasa’nın “Bilim ve Sanat hürriyeti” kenar başlıklı 27. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama,
yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci
ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla
kullanılamaz.
…”
56. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve
malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
(İkinci fıkra mülga: 3.10.2001-4709/10 md.)
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana
teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her
türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar,
başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar… “
57. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvuruya konu somut olayda
yayınladığı iki şiir kitabı nedeniyle başvurucu yargılanmış ve sonuç olarak
hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiştir.
58. Anayasa’nın 26. maddesinde
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar
“söz, yazı, resim veya başka yollar”
olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar”
ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu
gösterilmiştir (B. No:2013/2602, 23/1/2014, §43).
59. Bundan başka, başvuruya konu
şiir kitaplarının basılmasında olduğu gibi sanatın serbestçe açıklanması ve
yayınlanması özgürlüğü Anayasa’nın 27. maddesinde özel olarak korunmuştur.
Basın özgürlüğü alanındaki temel düzenleme ise Anayasa’nın 28. maddesinde yer
almaktadır. Anayasa’nın 28. maddesine ilave olarak 29. maddede süreli ve
süresiz yayın hakkı ve 30. maddede basın araçlarının korunmasına yer
verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu tüzel kişilerinin elindeki
basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir.
Ayrıca, Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen hükümlerinde yer alan “yazanlar”, “bastıranlar”, “başkasına
verenler”, “dağıtımı önleme”,
“toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”, “kitap”,
“dergi” gibi basılıp
çoğaltılabilen kitle iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayısıyla,
Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim araçlarından biridir; ancak diğer kitle
iletişim araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 68).
60. Anayasa’nın 28. maddesinin
birinci fıkrasında basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği, üçüncü
fıkrasında devletin basın özgürlüğüne ilişkin pozitif yükümlülüğü olduğu,
dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında Anayasa’nın 26. ve 27.
maddeleri hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş beşinci fıkrasında ise basın
özgürlüğüne yapılacak müdahalelerin meşru amaçları sayılmıştır.
61. Yazılı belge ve kitap
bastırma özgürlüğünün ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda
hiçbir şüphe ya da anlaşmazlık bulunmamaktadır. Yukarıda gösterildiği gibi
Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer
almakla birlikte mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin
temel düzenleme olan Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmesinin uygun
olacağı değerlendirilmiştir.
62. Mutlak değil sınırlanabilir
bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci,
bilim ve sanat özgürlüğüne ilişkin 27. maddenin ikinci ve basın özgürlüğüne
ilişkin 28. maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında sınırlama sebeplerine yer
verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının
olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple
ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve ifade özgürlüğüne ilişkin
ayrıntılı diğer maddeler göz önüne alınarak Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında
yapılması gerekmektedir.
63. İfade özgürlüğü, insanın
serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği
düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya
başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).
64. İfade özgürlüğü, Anayasa’da
yer alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler.
Gerçekten de gazete, dergi veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin
yayılmasının başlıca aracı olan basın, ifade özgürlüğünün kullanılma
biçimlerinden biridir. Basın özgürlüğü, AİHS’de ayrı bir madde olarak değil
ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmıştır. AİHS’in 10. maddesi, yalnızca düşünce ve kanaatlerin
içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Buna karşın
basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir (B.
No: 2013/409, 25/6/2014, § 73).
65. Basın özgürlüğü, gazete,
dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi,
haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar. Basın özgürlüğü
düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun
bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere
düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş
sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek
çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal
önemdedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 74).
66. Demokratik bir sistemde,
devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar,
basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir.
Yazılı, işitsel veya görsel basın, kamu gücünü kullanan organların siyasi
kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve
vatandaşların karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin
sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini
güvence altına almaktadır. Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve
yaşamsal bir özgürlüktür (B. No: 2013/409, 25/6/2014,
§ 75).
67. İfade özgürlüğünü tamamlayan
ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de ifade özgürlüğü gibi mutlak
ve sınırsız değildir. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür
olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basının,
Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde sayılan
Devletin iç ve dış güvenliğinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün,
suç işlenmesinin ya da ayaklanma veya isyana teşvik edilmesinin engellenmesi
için konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekmesine karşın, siyasi hususlarda
bilgi verme hakkı da vardır. Öte yandan halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı
vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli siyasi fikir ve tutumlarının
iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan
birini sağlamaktadır. (benzer yöndeki bir karar için bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 76).
68. Yukarıda anlatılan ilkeler
ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra
da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
69. Başvurucu, başvuruya konu
şiir kitaplarını yayınlaması nedeniyle kendisi hakkında daha önce üç kez
mahkûmiyet hükmü kurulduğunu ve sonuçta kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verilmiş olsa bile açılan kovuşturmanın kendisini doğrudan etkilemesi nedeniyle
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca daha
önceki kararlarda mahkûmiyet hükmü kurulmuş olması nedeniyle hakkında uygulanan
denetimli serbestlik süresi içerisinde yeniden kovuşturmaya maruz kalma ve ceza
alma riskinin sürdüğünü, mevcut durumun ifade özgürlüğü üzerinde baskı
oluşturduğunu ileri sürmüştür.
70. Başvurucuya göre mevcut durumda
kovuşturulma korkusu gerçektir ve kendisinin yayıncılık faaliyetlerini
engellemekte, ayrıca bu durum kendinde stres ve endişe yaratmakta ve
çalışmalarını ciddi biçimde sınırlamaktadır.
71. Bakanlık, hâlihazırda
başvurucu hakkında başvuruya konu olay ile ilgili olarak verilmiş bir
mahkûmiyet kararı bulunmadığını ileri sürmektedir.
72. Başvurucunun ifade özgürlüğü
hakkına yönelik olarak iddia ettiği bir müdahalenin varlığı, başvurucunun
Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan hakkının ihlali nedeniyle
mağdur duruma düşürecek bir önleme başvurulup vurulmadığının belirlenmesine
bağlıdır (bkz. Altuğ Taner Akçam/Türkiye,
B. No: 27520/07, 25/10/2011, § 65). Bu bağlamda AİHM’in bir kişinin herhangi bir ihlalin mağduru olduğunu
iddia edebilmesi için söz konusu önlemden doğrudan etkilenmiş olması gerektiği
yolundaki içtihadı (bkz. Klass ve Diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 33) meselenin çözümü için yol gösterici
olacaktır.
73. Hâlihazırdaki başvuruda,
başvurucu hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen
başvurucunun 2002 yılından itibaren yaklaşık 11 yıl süren kovuşturmadan
doğrudan etkilendiğinin ve yayıncı olması nedeniyle daha ilerde de soruşturma
ve kovuşturmaya maruz kalma riskinin bulunduğu iddiasının dikkate alınması
gerekir. Bu bağlamda mevcut başvuruya konu dava süreci dikkate alınarak
başvurucu hakkında devam etmekte olan kovuşturma tehdidinin bir müdahale
anlamına gelip gelmediği tespit edilmelidir.
74. Somut olayda başvurucunun
başvuruya konu iki kitabı yayınlamasından dolayı PKK Terör Örgütüne basın yolu
ile yardım etmek suçundan cezalandırılması için İstanbul DGM Başsavcılığınca
kamu davası açılmış ve İstanbul 4 Nolu DGM, 30/9/2002 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne yardım
etmek suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Söz konusu karar Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Daha sonra infaz
aşamasında, kanun değişikliği nedeniyle, infazın durdurulmasına karar verilmiş
ve yapılan yargılama sonucunda başvurucu, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2007 ve 8/12/2010 tarihli kararları ile terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan iki kez mahkum edilmiş ve söz konusu kararlar Yargıtayca esas yönünden değil usul yönünden bozulmuştur.
Yeniden yapılan yargılama sonunda, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında yürütülen
kovuşturmanın ertelenmesine ve başvurucu hakkında üç yıl denetimli serbestlik
hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiş ve bu karar, yapılan itirazın itiraz
mercii tarafından reddedilmesi ile kesinleşmiştir (bkz. §§ 8-17).
75. 6352 sayılı Kanun'un geçici
1. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 31/12/2011
tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama
yöntemleriyle işlenmiş olup, temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da
üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan
dolayı, soruşturma evresinde 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 171. maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının
ertelenmesini, kovuşturma evresinde kovuşturmanın ertelenmesini, kesinleşmiş
olan mahkûmiyet hükümlerinde ise mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesini
düzenlemektedir. Başvuruya konu olayda başvurucu hakkında devam etmekte olan
kovuşturma ertelenmiş ve başvurucu hakkında üç yıl denetimli serbestlik
hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir.
76. 6352 sayılı Kanun'un geçici
1. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise hakkında açılmış bulunan
kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği
tarihten itibaren üç yıl içinde basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve
kanaat açıklama yöntemleriyle yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer
olmadığı veya düşme kararı verilecek bu süre zarfında benzer yeni bir suç
işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu
takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunacaktır.
77. Başvurucunun yayınevi sahibi
olması nedeniyle düşünce açıklamaları veya basın faaliyetleri nedeniyle ileride
soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalma riski bulunduğu gibi mevcut başvuruya
konu ertelenen kovuşturmanın yeniden canlanması olasılığı da bulunmaktadır.
Üstelik kovuşturmaya yeniden başlandığı bir durumda başvurucunun söz konusu
şiir kitaplarını yayınlaması nedeniyle daha önce üç kez ilk derece mahkemesince
mahkûm edilmiş olması göz önüne alındığında yine ceza alma tehdidi de devam
etmektedir.
78. Mevcut başvuru ifade
özgürlüğüne ilişkin olup, başvurucunun denetim altında tutulma durumunun
bilinmesi başvurucu açısından bazı güçlükler yaratmaktadır. Bu güçlükler,
mağduriyet statüsünün belirlenmesinde dikkate alınmalıdır (bkz. Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B. No:
27520/07, 25/10/2011, § 67). Yaptırıma maruz kalma
endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda
kişinin isnat edilen suçlardan aklanma ihtimali bulunsa bile kişinin bu etki
altında ilerde düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan
imtina etme riski bulunmaktadır (benzer değerlendirmeler için bkz. Lombardo ve Diğerleri/Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007, § 61).
79. Sonuç olarak başvurucu,
henüz yayınladığı kitaplar nedeniyle mahkûm edilmemiş olsa bile ertelenen
kovuşturmanın gelecekte yeniden başlayabileceği olasılığının kendisinde stres
ve cezalandırılma endişesi yarattığı kabul edilebilir. Daha önce yargılanıp
mahkûm olması ve üstelik söz konusu mahkûmiyetin Yargıtayca
da onanması gerçeği ışığında başvurucunun daha sonra yeniden kovuşturmaya maruz
kalma ve ceza alma riskinin gerçek olduğu sonucuna varılmıştır. Bu koşullarda,
Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahalede
bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
80. Yukarıda anılan müdahaleler
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir
veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini
teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar
tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Müdahalenin Kanuniliği
81. Anayasa’nın 13. maddesi ile
26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına
aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler
neticesinde, 765 sayılı Kanun’un 169. maddesi, 3713 sayılı Kanun’un 7. maddesi
ve 3713 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin “kanunilik”
ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
82. Başvurucu, şikâyet konusu
müdahalenin amacının kitaplarda yer alan siyasal görüşleri engellemek olduğunu
iddia etmiştir.
83. İfade özgürlüğüne yapılan
bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin
temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün
korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak
usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi
amaçlarına yönelik olması gerekir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014,
§ 84).
84. Başvuruya konu kitapların
yayınlanması nedeniyle başvurucunun yargılanması, söz konusu kitaplarda
yayınlanan şiirlerin Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan yasadışı silahlı
terör örgütü PKK’nın ve onun kurucusu ve yöneticisi olan Abdullah Öcalan ile
örgüt mensuplarının övülmesi, terör eylemlerinin özgürlük mücadelesi olarak
gösterilerek yüceltilmesi ve bu surette terör örgütünün propagandasının
yapılarak örgüte yardım edilmesi iddialarına dayanmaktadır.
85. Başvurucu hakkında
düzenlenen iddianame ve derece mahkemelerinin kararları bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucunun yargılanmasının PKK terör örgütünün faaliyetleri ile mücadele
kapsamında Devlet tarafından belirlenen amaçların ve faaliyetlerin uzantısı
niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
86. PKK, Türk yargı erki
tarafından silahlı terör örgütü olarak kabul edildiği gibi, Emniyet Genel
Müdürlüğünün yayınladığı “Türkiye’de hâlen
faaliyetlerine devam eden başlıca terör örgütleri” listesinde “PKK/KONGRA-GEL” adıyla yer almaktadır.
PKK, Silahlı Terörizme Karşı Özel Önlemlerin Uygulanması Hakkındaki Avrupa
Konseyinin 27 Aralık 2001 tarihli Ortak Tutum (Council Common Position)
kararından bu yana Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak kabul
edilmektedir. Bundan başka PKK, Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) terörist
organizasyonlar listesinde yer aldığı gibi Birleşmiş Milletler ve NATO ile
bölgedeki Suriye, Irak, İran gibi pek çok ülke ve uluslararası kuruluş
tarafından da terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Ayrıca PKK, ABD’nin
uyuşturucu kaçakçıları listesinde de bulunmaktadır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 87).
87. Başvuruya konu kitapları
yayınlaması nedeniyle başvurucunun yargılanmasının, PKK terör örgütünün
faaliyetleri ile mücadele kapsamında millî güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılmasına yönelik
çalışmaların bir parçası olduğu ve bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne
ilişkin 26. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru bir amaç taşıdığı
sonucuna varılmıştır.
3. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
88. Başvurucu, yayınladığı
kitaplarda cebir ve şiddete veya diğer terör yöntemlerine çağrı bulunmadığını,
güncel olaylara ilişkin bazı siyasal değerlendirmeler nedeniyle yargılanmak
suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplumun gereklerine
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
89. Bakanlık görüşünde, ifade
özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı
kılacak “konuyla ilgili ve yeterli
gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin
bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
90. İfade özgürlüğü mutlak
olmadığı için bazı sınırlandırmalara tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin
olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların
Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin
gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir
değerlendirme yapılması gerekmektedir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014,
§ 91).
91. Anayasa’nın 13. maddesinin
ilk halinin gerekçesinde “Maddenin ikinci
fıkrasında, hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında daima gözetilmesi gereken
ölçü; yani sınırlamanın sınırı öngörülmüştür. Diğer bir deyimle hak ve
hürriyetlere getirilecek sınırlamalar yahut bunlar konusunda öngörülecek
sınırlayıcı tedbirler demokratik rejim anlayışına aykırı olmamalı; genellikle
kabul gören demokratik rejim anlayışı ile uzlaşabilir olmalıdır”
denilmiştir. Anayasa’nın 3/10/2001 tarih ve 4709
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun’un 2. maddesi ile yapılan değişiklik gerekçesinde ise “Anayasanın 13 üncü maddesi Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesindeki ilkeler doğrultusunda yeniden düzenlenmektedir.”
denilmiştir.
92. 1982 Anayasasında belirtilen
demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13.
maddesi ile AİHS’in “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9. 10. ve 11.
maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum
ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve tolerans temelinde
yorumlanmalıdır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
93).
93. Nitekim Anayasa Mahkemesinin
yerleşik içtihatları uyarınca, “Demokrasiler,
temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale
getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde
sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne
dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu
olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM,
E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir
ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını
durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya
ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge
bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59,
K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142,
K.2008/148, K.T. 17/4/2008; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
94. Buna göre demokratik
toplumun ana temellerinden olan ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil, ayrıca Devletin
veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları
rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
95. Hak ve özgürlüklere
yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de
Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”dir.
Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda
öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13.
maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla
birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye
dikkat çekmiş, “[Temel hak ve özgürlüklere
yönelik her hangi bir sınırlamanın,] demokratik toplum düzeni için gerekli
nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle
birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” diyerek amaç ile
araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerektiğine karar
vermiştir (AYM, E.2007/4,
K.2007/81, K.T. 18/10/2007; B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 96).
96. Anayasa Mahkemesinin
kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile
araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen
amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir.
Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca
ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup
olmadığı değerlendirilmelidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014,
§ 84).
97. Bu bağlamda, başvuru konusu
olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden
olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade
özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik
bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük
ilkesi”ne
uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Gözel ve
Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05, 6/7/2010
§51; Gündüz/Türkiye, B. No:
35071/97, 4/12/2003 § 46). Dolayısıyla, başvurucunun yayınladığı kitaplardan
dolayı yargılanması nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun
yargılanması ve ceza tehdidi altında bulundurulmaya devam edilmesi arasındaki
dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, kitapların basılmasından dolayı
başvurucunun yargılanmasına ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle
ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).
98. Yapılacak
değerlendirmelerde, söz konusu kitapların şiir kitapları olduklarının ve gerek
önsözde, gerekse de şiirlerde işlenen konuların toplumun bir kesimini
ilgilendiren toplumsal meselelere ilişkin olduğunun da göz önüne alınması
gerekir. Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında, kamunun çıkarlarına ilişkin siyasi
konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasında kamusal
yetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı olduğuna işaret etmek
gerekir (aynı yönde görüş için bkz. Başkaya
ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999,
§ 62). Öte
yandan ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirilmemiş olmakla
birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası, şiddete teşvik ve
tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı göstermek gibi bu
özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda ise Devlet otoriteleri
müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Gözel ve Özer/Türkiye, § 56; Gündüz/Türkiye, § 40). Bu sebeple öncelikle, söz
konusu kitaplarda, iddianame ve derece mahkemesi kararlarının gerekçelerinde
belirtildiği şekilde, PKK terör örgütünün propagandasının yapılıp
yapılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
99. İfade özgürlüğüne ilişkin
bireysel başvurularda, ifadelerin
bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerinde
yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir
bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden
olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği
bağlamdan koparıldığında “milli güvenlik”
için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına
haklı çıkartmamaktadır. Bu nedenle somut başvuruda derece mahkemelerinin
kararlarında belirtilen; PKK terör örgütüne ilişkin ifadeler ile bunların ifade
edildiği bağlam, kitapların birer şiir kitabı olması, kitapların yazarının
kimliği, yazılma zamanı, amacı, hitap ettiği kişilerin kimlikleri, muhtemel
etkileri ve kitaptaki diğer ifadelerin tamamı bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Bundan başka, söz konusu şiirlerde ileri sürülen düşüncelerin içeriğine ve
hangi bağlamda dile getirildiğine dikkat edilmesi, müdahalenin “arzulanan hedeflere uygun” olup
olmadığının ve ulusal makamlar tarafından öne sürülen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. B. No:
2013/409, 25/6/2014, § 100).
100. Nitekim AİHM de yerleşik
içtihatlarında düşünce açıklamalarına ilişkin söz veya metinlerin bütünüyle ele
alındığında şiddeti teşvik edip etmediğinin belirlenmesi için, söz ve
açıklamalarda kullanılan terimlerin ve hangi bağlamda yazıldıklarının dikkate
alınmasının uygun olacağını her zaman vurgulamıştır. (Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000 § 63; Sürek/Türkiye,
B. No: 24762/94, 8/7/1999 § 12, 58 )
101. Öte yandan söz konusu
kitaplarda yer alan görüşlerin gerçekten nefrete ve şiddete teşvik edip
etmediğinin değerlendirmesini yaparken kullanılan aracın kitle iletişim
araçlarına kıyasla halkın daha dar bir kesimine hitap eden (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Alınak/Türkiye,
B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 41) ve PKK terör
örgütünün ideolojisinin endoktrinasyonunu hedefleyen
şiir kitapları oldukları da gözetilmelidir (benzer bir karar için bkz. B. No:
2013/409, 25/6/2014, § 106).
102. Başvuruya konu kitaplarda
yer alan şiirlerin yazarları belli değildir. Yazarlar söz konusu şiirlerde, PKK
terör örgütünün kurucusu ve yöneticisine övgüler dizmekte, onun cezaevinde
bulunması nedeniyle duydukları üzüntüleri dile getirmektedirler. Üstelik
başvurucunun yargılanmasına neden olan bazı şiirlerde Türkiye’nin bir kısmında
görülen vahim nitelikli şiddet olaylarının, can ve mal kayıplarının meydana
gelmesinde temel aktörler olan ve kitaplarda yer alan düşüncelerin birinci
elden muhatabı da olan terör örgütü üyeleri de övülmektedir. Türkiye
topraklarının bir kısmı Kürdistan, terör eylemleri ise ulusal kurtuluş savaşı
olarak nitelendirilmektedir.
103. Anayasa Mahkemesinin daha
önceki kararlarında ifade ettiği gibi belirli bir insan topluluğunun yaşadığı
coğrafi bölgenin tanımlanması tek başına, o bölgenin bulunduğu ülkenin
bütünlüğüne yönelik bir ifade açıklaması olarak nitelendirilemez. Buna karşın
Türkiye topraklarının bir kısmının “Kürdistan”
olarak nitelendirilmesinin ne anlama geldiği ancak kitapta kullanılan ifadelerle
birlikte, kitabın yayınlandığı özel koşulların da birlikte değerlendirilmesi
ile belirlenebilir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
102).
104. Bu bağlamda, Anayasa’nın 26.
maddesi ve daha özel olarak da 27. maddesi, bilgi ve fikir edinme ve düşünceleri
yayma kapsamında sanatsal ifade özgürlüğünü de içerir ve bu anayasal güvenceler
her tür kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve fikrin açıklanmasına, yayılmasına
ve değiş-tokuşuna katılma fırsatı yaratır (bkz. Mutatis
mutandis, Müller ve Diğerleri/İsviçre B. No: 10737/84, 24/5/1988
§ 27). AİHM’in de sıklıkla dikkat çektiği gibi mevcut
başvuruya konu kitaplardaki şiirler gibi sanat eserleri yaratan, dağıtan veya
sergileyen kişiler fikir ve görüşlerin yayılmasına önemli bir katkıda
bulunmakta ve dolayısıyla da sanatsal eserler demokratik bir toplum için büyük
önem taşırlar. Bu nedenle Devlet, sanat eserini yaratan kişilerin ifade
özgürlüklerine gereksiz müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü konusunda daha
hassas davranmalıdır (bkz. Müller ve Diğerleri/İsviçre B. No: 10737/84, 24/5/1988 § 33).
105. Öte yandan söz konusu
kitapların şiir kitapları olduğu gözetildiğinde Anayasa’nın 26. ve 27.
maddelerinin yalnızca ifade edilen fikir ve bilgilerin içeriğini değil,
bunların ifade ediliş biçimlerini de koruma altına aldığı ve bu açıdan, söz
konusu kitapların, kurgu olarak sınıflandırılabilecek birer şiir olduğu
unutulmamalıdır (Mutatis mutandis, bkz. Alınak/Türkiye, B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 43).
106. Kitap bir bütün olarak incelendiğinde
şiddeti övdüğü, kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle
şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve
teşvik ettiği değerlendirilmemiştir. Aksine, başvurucunun yayınladığı
kitaplarda mahkûmiyetine dayanak yapılan şiirlerde genel olarak PKK terör
örgütünün kurucusu ve yöneticisinin cezaevine kapatılmış olmasından duyulan
rahatsızlık, silahlı çatışmalarda ölen kişilerin ardından duyulan hüzün şiir
diliyle ve oldukça soyut bir biçimde anlatılmış; Kürdistan olarak tanımlanan
coğrafyada ölen kişilerin özgürlük için öldükleri belirtilmiştir.
107. Söz konusu şiirlerin kitap
olarak basılması ile kitle iletişim araçlarından çok daha dar bir okuyucu
kitlesine ulaştığı da göz önüne alınmalıdır. Bu durum, kitapların “kamu düzeni” üzerindeki etkisini ciddi
biçimde azaltmaktadır. Kitaplardaki bazı şiirlerde kamunun bir kesimi için
rahatsız edici ifadeler bulunsa da bu ifadelerin, şiirlerin sanatsal doğaları
ve kısıtlı etkileri nedeniyle bir şiddet çağrısından çok trajik olaylar
karşısında duyulan üzüntünün birer ifadesi olarak değerlendirilmesi gerekir (Mutatis mutandis, bkz. Alınak/Türkiye, B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 45).
108. Başvurucunun yayınladığı
kitap gibi sanatsal açıklamaların sınırlanmasında kamusal yetki kullanan
makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu
otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti
teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun
oluşmasını desteklemediği sürece (bkz. § 96) sınırlama getirilemez. Bu sebeple,
başvuruya konu kitapları yayınlaması nedeniyle başvurucunun yaklaşık 11 yıl
kadar uzunca bir süredir soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulması ve
kovuşturmaya tabi tutulma riskinin halen devam etmesi nedeniyle başvurucunun
ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü
olmadığı sonucuna varılmıştır.
109. Üstelik başvurucu söz konusu
kitapları yayınlaması nedeniyle silahlı terör örgütüne yardım etmek ve silahlı terör
örgütünün propagandasını yapmak suçlarından 2002 yılından beri yaklaşık on bir
yıldır yargılanmasına karşın söz konusu kitapların ticaretinin herhangi bir
kısıtlamaya uğramadan serbestçe yapıldığı da not edilmelidir.
110. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında,
başvurucunun yayınladığı kitaplar nedeniyle yaklaşık 11 yıl kadar uzunca bir
süredir soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulması ve kovuşturmanın ertelenmesi
kararı verilerek bir ceza tehdidi altında bulundurulmaya devam edilmesinin,
arzulanan amaçlara uygun olmadığı ve dolayısıyla da “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı kanaatine
varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence
altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
111. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Nuri NECİPOĞLU ve Burhan ÜSTÜN bu görüşe
katılmamışlardır.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
İnceleme
112. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
113. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut
başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup,
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
114. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
115. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile
ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının
makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir
kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup,
kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının
tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun
gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
116. Başvuru konusu olayda,
başvurucu hakkında, PKK Terör Örgütüne basın yolu ile yardım etmek suçundan
cezalandırılması için İstanbul DGM Başsavcılığının 14/1/2002
tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Bu çerçevede başvurucu
hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence
kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
117. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı andır. Somut olayda başvurucu 765
sayılı kanun’un 169. maddesinde yapılan değişiklik
nedeniyle dosyanın yeniden ele alınmasına dair İstanbul 4 Nolu
DGM’nin kararından itibaren işleyen yargılamanın uzunluğundan şikayetçi
olduğundan makul süre değerlendirilmesi açısından bu tarih, 20/2/2004
tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği
tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 32). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucu hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin olarak verilen
kararın kesinleşme tarihi olan 26/12/2012 tarihi
olduğu anlaşılmaktadır.
118. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Başvurucu, 2002 yılı Ocak ayında başvuruya konu iki
kitabı yayınlamasından dolayı PKK Terör Örgütüne basın yolu ile yardım etmek
suçundan cezalandırılması için İstanbul DGM Başsavcılığının 14/1/2002
tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmış; İstanbul 4 Nolu
DGM’nin 30/9/2002 tarihli kararı ile başvurucunun cezalandırılmasına karar
verilmiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 29/5/2003
tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamış ve karar
kesinleşmiştir. İnfaz aşamasında kanun değişikliği nedeniyle, İstanbul 4 Nolu DGM’nin 20/2/2004 tarihli
kararı ile başvurucu hakkındaki infazın durdurulmasına karar verilmiş ve aynı
tarihte, başvurucunun eyleminin değişen kanun hükmü göz önüne alınarak yeniden
değerlendirilmesi için uyarlama yargılamasına başlanmıştır. İstanbul 12. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin 21/3/2007 tarihli kararı ile
başvurucunun, terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmasına
karar verilmiş; bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/1/2010 tarihli ilamı
ile bozulmuştur. Yeniden yapılan yargılama sonunda başvurucu, İstanbul 12. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin 8/12/2010 tarihli kararı ile terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmış, bu karar da Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 29/3/1012 tarihli ilamı ile bir kez daha bozulmuştur.
Yeniden yapılan yargılama sonunda, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 10/7/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında yürütülen
kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiş; İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 26/12/2012 tarihli itirazın reddi kararı ile kovuşturmanın
ertelenmesi kararı kesinleşmiştir.
119. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014,
§§ 22-45).
120. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir
karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 8 yıl 10 ay 6
günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
121. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
122. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe
katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması
123.Başvurucu,
10.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
124. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
125. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa
ilişkin yaklaşık dokuz yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
6.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
126. Başvurucunun ifade
özgürlüğüne yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı
değerlendirildiğinden ifade özgürlüğüne yapılan müdahale nedeniyle tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
127. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
128. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
129. Hakkında verilen
kovuşturmanın ertelenmesi kararı nedeniyle başvurucunun halen denetimli
serbestlik tedbiri, dolayısıyla, kovuşturma ve ceza tehdidi altında bulunduğu
ve bu hususun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gözetilerek başvurucu hakkındaki
ceza davasında 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca gereği yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
İfade özgürlüğünün ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serdar ÖZGÜLDÜR, Nuri
NECİPOĞLU ile Burhan ÜSTÜN’ün karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
3.
Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Nuri NECİPOĞLU ile Burhan ÜSTÜN’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Nuri NECİPOĞLU’nun
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Başvurucuya 6.650,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına.
E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
gereği yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
12/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu
hakkında ilk derece Mahkemesince verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 29.5.2003 tarih ve E.2003/846, K.2003/963 sayılı ilâmı ile onanmak
suretiyle kesinleşmiştir. Ağır hapis cezasından çevrilme ağır
para cezasının infazı aşamasında,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 169.
maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, davacının talebi üzerine 20.2.2004
tarihinde infazın durdurulmasına karar verilerek “uyarlama” yargılaması
başlatılmış; bu yargılama sonunda ilk derece mahkemesince iki kez verilen
mahkûmiyet hükmü Yargıtay 9. Ceza Dairesince usuli
nedenlerle iki kez bozulmuş ve nihayet 2.7.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un
Geçici 1. maddesinin âmir hükmü uyarınca, derece mahkemesinin 10.7.2012 tarihli
kararıyla davacı hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelenmesine, başvurucu
hakkında üç yıl denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiş
ve bu karara karşı yapılan itiraz reddedilmek suretiyle karar kesinleşmiştir.
765
sayılı Kanun’un 169. maddesinde vaki değişiklik nedeniyle yapılan “uyarlama
yargılaması” ile bu yargılama devam ederken çıkan 2.7.2012 tarih ve 6352 sayılı
Kanunun Geçici 1. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesince verilen
“kovuşturmanın ertelenmesi” kararı, ifade özgürlüğü ihlâline yol açtığı öne
sürülen ve 29.5.2003 tarihinde onanmak suretiyle kesinleşen ceza yargılamasının
bir parçası ve devamı niteliğinde olmadığı gibi; kesinleşen ceza
yargılamasından tamamen bağımsız ve farklı hukuki sonuçları olan yargılama
evreleridir. Bu mahiyetleri itibariyle de 29.5.2003 tarihinde kesinleşen ceza
yargılamasının Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yetkisinin başladığı
23.9.2012 tarihinden önceki bir döneme ilişkin bulunması nedeniyle,
başvurucunun “ifade özgürlüğü” konusundaki iddialarının “kovuşturmanın
ertelenmesi” yargılamasının kesinleştiği 26.12.2012 tarihi esas alınarak
incelenebilmesi imkânı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, bu konudaki iddiaların
zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği
kanaatine vardığımızdan; çoğunluğun işin esasının incelenmesine dair kararına
katılmıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvuru,
ifade özgürlüğünün ihlal edildiği ve uyarlama yargılamasının çok uzun sürdüğü
iddialarına dayanmaktadır.
Başvurucunun
yayınladığı şiir kitaplarının terör propagandası niteliğinde olduğu, verilen
cezaların ölçüsüz, fahiş ve ifade özgürlüğüne demokratik bir toplumda zorunlu
olmayan bir müdahale teşkil etmediği, cezanın mevzuatta daha sonra başvurucunun
lehine olarak yapılan değişiklikler nedeniyle uyarlanması gerekmesinin, aynı
davanın uzun sürmesi şeklinde değerlendirilemeyeceği, uyarlama yargılamasının
yeni ve farklı bir süreç olup ilk mahkumiyet kararının
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dışında kaldığı, aksi düşünülse
bile 2.7.2012 tarihinde kabul edilen 6352 sayılı Yasa ile başvurucunun
mağduriyetine yeterli giderim sağlandığı düşüncesiyle, ihlal kararına
katılmıyorum.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|