TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
A. C. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1827)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/3/2016 - 29662
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. A. C.
|
|
|
2. S. M. Ö.
|
|
|
3. A. C.
|
|
|
4. C. Y.
|
|
|
5. Y. Y.
|
|
|
6. N. E.
|
|
|
7. M. Ç.
|
|
|
8. H. A.
|
|
|
9. E. D.
|
|
|
10. M. R. Y.
|
|
|
11. B. C.
|
|
|
12. Ş. D.
|
|
|
13. D. Y.
|
|
|
14. N. A.
|
|
|
15. İ. E.
|
|
|
16. M. S. A.
|
Vekili
|
:
|
Av. Zahir SOĞANDA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; azami gözaltı sürelerinin aşılması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında yasak sorgu yöntemleriyle elde
edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/3/2013 tarihinde Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/12/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 26/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
7. Birinci Bölüm tarafından 4/2/2016 tarihinde yapılan
toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular "Hizbullah silahlı terör örgütü üyesi olma"
suçlamasıyla 25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri arasında muhtelif zamanlarda
gözaltına alınmış; bir kısmı gözaltı sonrasında serbest bırakılmış, bazıları
tutuklanmış ve ardından tahliye edilmiştir.
10. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 27/3/2000
tarihli ve E.2000/71 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “Hizbullah isimli silahlı terör örgütü üyesi olma”
suçlamasıyla kamu davası açılmıştır.
11. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/1/2011 tarihli ve
E.2000/82, K.2011/5 sayılı kararı ile başvurucuların atılı suçtan hapis cezası
ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Derece Mahkemesi kararının ilgili
bölümleri şöyledir:
“...
D E L İ L L E R:
1) Yakalama ve
gözaltına alma tutanakları,
2) Ev arama, el koyma
ve teslim tutanağı,
3) Doküman inceleme,
4) Silah ve mühimmat
yakalama tutanağı,
5) Silah ve mühimmat
inceleme ve teslim tutanağı,
6) İmha raporu,
7)Emniyet Hizbullah
operasyonla ilgili bilgiler,
8) Teşhis tutanakları,
9) Tanık Beyanları,
10) Sanıkların örgüte
vermiş oldukları özgeçmiş raporları,
11) Sanıkların aşama beyanları.
…
Savunmalar:
...
Şu hale göre; anılan suçlardan kamu davası
açıldığını kabul etmek mümkün olmadığına göre zamanaşımına uğrayan bu suçlar da
gözetilerek sanıkların örgüt üyeliği suçu yönünden 765 sayılı TCK'nın
hükümlerinin lehe olduğunu kabul hukuken mümkün değildir ve tüm sanıklar
yönüyle 5237 sayılı TCK'nın 314/2. maddesinin lehe olduğu kabul edilerek hüküm
tesis edilmiştir.
Yargıtay 9 CD’nin; 2006/8280 Esas ve 2007/1486
Karar sayılı ve 26.02.2007 tarihli ilamında, 5237 Sayılı TCK'nun etkin pişmanlığa
ilişkin 221. maddesinin amaç, kapsam ve gerekçesi birlikte nazara alındığında
kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan sanıkların etkin
pişmanlıklarından söz edilemeyeceği bu nedenle maddede aranan şartların
bulunmadığından cezadan indirim yapılamayacağına hükmetmiştir. Anılan bu
içtihat uyarınca alındığında kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan
sanıkların etkin pişmanlıklarından söz edilemeyeceğinden sanıklar hakkında
etkin pişmanlık hükümler uygulanmadığı gibi koşulları oluşmadığından 4959
sayılı Yasa hükümleri de uygulanmamıştır.
Somut olayda ilgili suç tanımında belirlenen
cezaların, alt ve üst sınırı arasında ceza tayin edilirken, 5237 Sayılı TCK'nun
61. maddesinde gösterilen ölçütler dikkate alınmıştır. Bu bağlamda suçun
işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, sanıkların amaç ve saiki
gözetilmiş, aynı Kanun'un 3/1. maddesindeki “suç işleyen kişi hakkında işlenen
fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklindeki
hüküm de gözetilmek suretiyle cezalar, diğer sanıklar yönüyle takdiren alt
sınırdan uzaklaşılarak tayin edilirken, Hizbullah silahlı terör örgütünün
Muş’da yapılanmasını oluşturan, çok sayıda insanı örgüte kazandıran, bizzat
örgüt tarafından işkence görmelerine ve Adana C. Başsavcılığı tarafından
düzenlenen iddianamede mağdur olarak gösterilmelerine rağmen terör örgütünden
af dilemek suretiyle Muş’daki yapılanmayı dağıtmayıp tekrar örgütsel
faaliyetlerine devam eden sanıklar [A.C.] ve [M.S.A.]’ın asgari hadden uzaklaşılarak cezalandırılmalarına karar vermek
gerekmiş ve oluşan bu vicdani kanı ile cezalandırılmalarına dair aşağıdaki
hüküm kurulmuştur."
12. Başvurucular hakkındaki hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
20/12/2012 tarihli ve E.2012/7970, K.2010/15259 sayılı ilamıyla onanmıştır.
İlamın ilgili kısmı şöyledir:
"Yapılan yargılama sonunda toplanan
deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçunun sübutu kabul, olay niteliğine
ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin
niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş,
sanıklar A.I., E. A. ve R. A. hakkında 4959 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış,
incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş
olduğundan, sanıklar müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme
sırasında sanıklar [A.C.]
ve [M.S.A.] müdafilerinin ileri
sürdüğü ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin
ONANMASINA, 20.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."
13. Başvurucular 28/2/2013 tarihinde nihai karardan haberdar
olmuştur.
14. Başvurucular 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314.
maddesinin (2)numaralı fıkrası, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 5. maddesinin birinci fıkrası.
IV.İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 25/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
17. Başvurucular; yargılamanın uzun sürdüğünü, azami gözaltı
sürelerinin aşıldığını, altı ile sekiz gün arasında değişen sürelerde
gözaltında kaldıklarını, yasak sorgu usullerinin kullanılması sonucu delil elde
edildiğini, işkence sonucu elde edilen bu beyanların hükme esas alındığını,
müdafi olmaksızın alınan beyanların delil olarak kullanıldığını, hukuka uygun olarak elde edilmeyen
deliller ve ilgilisi tarafından verilmeyen, bilirkişilerce incelemesi
yapılmayan öz geçmiş raporları esas alınarak haklarında mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu, eksik araştırma ve soruşturma yapıldığını, etkin pişmanlık
hükümlerinin uygulanmadığını, zamanaşımı hükümlerinin dikkate alınmadığını,
bazı dinî gruplarda meşru toplululuk inancıyla bulunmanın suç teşkil
etmediğini, 2000 yılı öncesindeki yargılamaların gözetilmediğini, daha önce
hazırlanan ifadelerin kollukta zorla imzalattırıldığını belirterek Anayasa’nın
17., 19., 24., 36., 37., 38. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş; infazın ertelenmesi, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı ve adil yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Başvurunun Süresinde
Yapılıp Yapılmadığına İlişkin İnceleme
19. Bakanlık görüş yazısında, başvurucular A.C. ve M.S.A.
yönünden başvurunun Yargıtay ilamının tefhim edildiği tarihten itibaren otuz
gün içinde yapılmadığı belirtilmiştir.
20. Başvurucular, anılan kararın içeriğini tebliğ suretiyle
öğrendiklerini beyan etmişlerdir.
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi
içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde
ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler…"
22. İçtüzük'ün "Başvuru
süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun,
başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
23. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre
kuralıdır. Sürenin, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013,
§ 32).
24. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla
başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanımanın yanında hukuki
belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına
başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız
kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve
mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi
Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
25. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Anılan
düzenlemelerde, başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin
başlangıcına ilişkin olarak "başvuru
yollarının tüketildiği" tarihten söz edilmekte ise de haberdar
olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin
"nihai kararın gerekçesinin öğrenildiği" tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu öğrenme somut olayın
özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir.
26. Bireysel başvuru süresi bakımından "nihai kararın
gerekçesinin tebliği", öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504,
28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak
gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Bu kapsamda
nihai kararın gerekçesinin "dosyadan suret alınması" gibi hâllerde
öğrenilmesi de mümkündür. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini" öğrendiklerini
beyan ettikleri tarih" de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele
alınabilir (bkz. İlyas Türedi, B.
No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21-22).
27.Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla
birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin
olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği
tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine ilişkin
nihai kararın sonucunun infaz aşamasında "yakalama", "müddetname
veya çağrı kağıdının ya da ödeme emrinin tebliği" suretiyle öğrenildiği
durumlarda başvurucular, nihai kararın sonucundan haberdar olmakta ve nihai
karar gerekçesini kesin olarak öğrenme olanağına sahip bulunmaktadırlar (Aydın Selçuk, B. No: 2014/3194,
20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın,
B. No: 2014/2546, 30/12/2014, § 24; Halil
Aslan, B. No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
28. Nihai kararın gerekçesinin bir şekilde öğrenilemediği veya
nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının
elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten itibaren
başlayacağının da belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi
söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda bireysel başvuru süresinin başlangıç
tarihinin tespitinde, başvurucuların özen yükümlülükleri ile mahkemeye erişim
haklarının aşırı sınırlanmaması hususları birlikte dikkate alınmalıdır.
29.Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak için dava ve
başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri vardır. Bu
yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine ulaşan nihai kararın gerekçesini
öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvuruculara aittir.
Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemesine ulaşan
kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir
(benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Ölmez/Türkiye (k.k.), B. No: 39464/98,
1/2/2005; Refik Alpaya ve İbrahim
Dağılma/Türkiye (k.k.), B.
No: 34384/08, 12/3/2013, § 16).
30. Mevzuatta, Yargıtay ceza dairelerinin kararlarının taraflara
tebliğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai
kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve
böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra, özen yükümlülüğü kapsamında
makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara
erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir
olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve
gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece
bireysel başvuru için Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi, en geç
anılan üç aylık sürenin sona ermesinden itibaren başlayacaktır.
31. Somut olayda Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesini,
başvurucular A. C. ve M.S.A. yönünden duruşmalı; diğer başvurucular yönünden
duruşmasız olarak yapmıştır. Başvurucuların tümünün vekili olan Av. Zahir
Soğanda ilk duruşmaya katılmış, sonraki karar duruşmasına ise onun
yetkilendirdiği avukat katılmıştır. Onama ilamı 20/12/2012 tarihinde yetkili
kılınan avukata tefhim edilmiştir. UYAP sisteminden yapılan araştırmada
Yargıtay ilamının en geç 28/1/2013 tarihinde Mahkemeye ulaştığı görülmüştür.
Diğer bir ifadeyle başvurucuların ve müdafilerinin tefhim edilen nihai kararın
içeriğine erişme imkânını en geç 28/1/2013 tarihinde elde ettikleri
anlaşılmıştır.
32. Başvurucuların özen yükümlülükleri kapsamında 28/2/2013
tarihinde kararın içeriğini öğrendikleri ve 1/3/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulundukları görüldüğünden bireysel başvurunun süresi içinde
yapıldığı anlaşılmıştır.
b. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucular azami gözaltı sürelerinin aşıldığını, altı ile
sekiz gün arasında değişen sürelerde gözaltında kaldıklarını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
34. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
35. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten
önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki
kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
36. Somut olayda başvurucular 25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri
arasında muhtelif zamanlarda gözaltına alınmış, sonrasında tutuklanmış veya
salıverilmişlerdir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan şikâyetleri
25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri arasında gerçekleştirilen işlemlere ilişkin
olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekir.
b. İşkence ve Kötü
Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucular; yasak sorgu usullerinin kullanıldığını,
beyanlarının kollukta işkence ve kötü muaemele sonucu elde edildiğini
belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen “işkence ve kötü muamele yasağı” ilkesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 80).
40. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
41. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır.
Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
42. Ancak etkili bir soruşturmanın başlayabilmesi için işkence
ve kötü muamele konusundaki iddialar öncelikle uygun delillerle
desteklenmelidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993,
§ 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul
şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince
ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım
karinelerden de oluşabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71,
18/1/1978, § 161; Labita/İtalya
[BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 121). Ancak bu uygun koşulların tespiti
hâlinde bir soruşturma yükümlülüğün gerekliliğinden bahsedilebilir.
43. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin, başvurucunun yerine
geçerek genel ve soyut iddialardan hareketle resen her konuda hukuka uygunluğu
denetleme ve temel hakların ihlal edildiğini tespit etme yükümlülüğü
bulunmamaktadır (Sami Özbil, B.
No: 2013/543, 15/10/2014, § 50).
44. Somut olayda başvurucular, kollukta işkence ve kötü
muameleye maruz kaldıklarını belirterek soyut açıklamalarla haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; iddia ettikleri hak ihlalini incelemeye imkân verecek
biçimde yeterli derecede ciddi ve tutarlı karinelerle de temellendirme
yapmamışlardır. Başvurucuların iddialarını bir doktor raporu veya kötü muamele
gördüklerine dair makul bir açıklamayı destekleyen bir kanıt unsuruna ya da
delil başlangıcına dayandırmadıkları da görülmektedir. Öte yandan
başvurucuların, yasa gereği zorunlu olarak düzenlenen doktor raporlarına itiraz
ettiklerine veya başka bir doktor tarafından muayene edilmeyi istediklerine
dair bir kanıt da sunulmamıştır. Başvurucuların işkence ve kötü muamele
iddialarını soyut olarak dile getirdikleri, gözaltı sırasında meydana geldiğini
iddia ettikleri olaylar hakkında hiçbir ayrıntılı bilgi iletmedikleri ve
şikâyetlerine konu ettikleri olayların gerçekleştiğini iddia ettikleri 2000
yılından itibaren aradan geçen zaman içinde ilgililer hakkında ihbar/şikâyet
girişiminde bulunduklarına dair delil sunmadıkları anlaşılmaktadır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
i. Yargılanmanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
46. Başvurucular; ilgilisi tarafından verilmeyen öz geçmiş
raporları esas alınarak haklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, eksik
araştırma ve soruşturma yapıldığını, bazı dinî gruplarda meşru toplululuk
inancıyla bulunmanın suç teşkil etmediğini ileri sürmüşlerdir.
47. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
48. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları açık
keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
49. Somut olayda Derece Mahkemesinin esas hakkında karar
verirken yakalama ve gözaltına alma tutanaklarına, ev arama, el koyma ve teslim
tutanağına, ele geçirilen dokümanların incelenmesinden elde edilen bulgulara,
silah ve mühimmat yakalama tutanağına, silah ve mühimmat inceleme ve teslim
tutanağına, Hizbullah operasyonlarıyla ilgili emniyetteki bilgilere, teşhis
tutanaklarına, tanık beyanlarına, örgüte verilen öz geçmiş raporlarına ve dosya
kapsamındaki sanıkların aşama beyanlarına dayandığı görülmüştür. Temyiz üzerine
Derece Mahkemesinin kararı, delilleri takdir ve gerekçeleri gösterilmek
suretiyle kurulan hüküm usul ve kanuna uygun olduğundan Yargıtayca onanmıştır.
50. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
51. Diğer taraftan başvurucular, zamanaşımı süresi dolmasına
rağmen haklarındaki davanın düşürülmediğini, etkin pişmanlık hükümlerinin
uygulanmadığını ve 2000 yılı öncesindeki yargılamaların gözetilmediğini iddia
etmişlerdir. Mahkemenin kabulüne göre başvuruculara atılı suçun tarihinin
25/1/2000 öncesi olduğu, etkin pişmanlık ve zamanaşımı hükümlerinin
değerlendirildiği, bu kapsamda bazı sanıklar yönünden düşme ve beraat kararları
verildiği, bu değerlendirmelere göre kararın onanıp kesinleştirildiği, Derece
Mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası ile açık keyfîlik bulunmadığı
görülmüştür.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Yargılamada Kullanılan Delillere İlişkin
İddialar
53. Başvurucular, öz geçmiş raporlarının bilirkişilerce
incelemesi yapılmadan haklarında mahkûmiyet kararı verildiğini, müdafi
olmaksızın ve kötü muamele sonucu alınan beyanların delil olarak kullanıldığını
ileri sürmüşlerdir.
54. Başvurucuların kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali
nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdükleri hak ve özgürlük ile dayanılan
Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden
olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru
dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden
olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına
göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi
nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §
20).
55. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular, soyut şekilde birtakım iddialar
ileri sürmüş olup hangi tarihte, hangi sebeplerle ve hangi hususlara ilişkin
olarak bilirkişi incelemesi talebinde bulunduklarına veya hangi tarihli
beyanların mahkûmiyet hükmüne esas alındığına dair Anayasa Mahkemesine bir
bilgi ya da delil sunmamışlardır.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiği İddiası
57. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir
nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
59. Bakanlık tarafından benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek
görülmediği bildirilmiştir.
60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41–45).
62. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda, başvurucular hakkında “terör
örgütüne üye olma” suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma
başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un
ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu
çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
63. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, Van Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına
alındığı 25/1/2000-8/2/2000 tarihleridir. Ceza yargılamasında sürenin sona
erdiği tarih; suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili
kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
Van Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında
25/1/2000-8/2/2000 tarihlerinde başvurucuların gözaltına alındığı, bir kısmının
sonra tutuklandığı, yargılamanın konusunun devletin güvenliğine, anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı oluşan silahlı terör örgütü üyeliği
olduğu, ayrı ayrı on iddianame ile açılmış ve kırk sekiz sanığı kapsayan
birleştirilmiş davanın yargılaması sonunda Van 3. Ağır Ceza Mahkemesince
13/1/2011 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
20/12/2012 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.
65. Başvuruya konu davada yer alan sanık sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak
bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on üç yılda tamamlanan yargılama sürecinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen
ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucular 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, davada
yargılanan sanık sayısı da nazara alınarak başvuruculara ayrı ayrı net 4.475 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılanmanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılamada kullanılan delillere ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvuruculara ayrı ayrı net 4.475 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.