TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ASIM ARI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9381)
|
|
Karar Tarihi: 3/3/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 16/4/2016-29686
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekilleri
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Asım ARI
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan Kemal ELBAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasıyla (HAGB) sonuçlanan davada adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 17/12/2013 tarihinde
Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 16/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. İkinci
Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği
itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 19/1/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık
tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne
karşı beyanlarını 15/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Bir hastanede doktor olan
başvurucu ile ambulans şoförü S.G. yaşadıkları bir tartışmanın ardından
birbirlerinden şikâyetçi olmuşlardır.
9. S.G. 27/6/2012 tarihli polis
ifadesinde başvurucunun kendisine yönelik “sen
bir şoför parçasısın” ve “senin
ağzına sı.arım, defol git
buradan” dediğini ileri sürmüştür.
10. Başvurucu ise “ş[o]för olarak bana nasıl
müdahale edersin” dediğini, S.G.nin
kendisine hakaret ettiğini ve bağırdığını belirtmiştir.
11. Olayla ilgili ifadeleri
alınan tanıklardan E.E. ve M.Ö., başvurucunun S.G.ye “sen bir şoförsün, benim dengim değilsin, bana cevap
veremezsin, karşılık veremezsin” şeklinde ifadeler kullandığını
beyan etmişlerdir. Diğer bir tanık D.A. ise başvurucunun “sen ş[o]försün karışma”
dediğini söylemiştir.
12. Antalya Cumhuriyet
Başsavcılığı 12/12/2012 tarihinde başvurucu hakkında hakaret, S.G. hakkında ise
hakaret ve tehdit suçlarından dava açmıştır.
13. Antalya 8. Sulh Ceza
Mahkemesinde görülen davanın 29/5/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmasında
başvurucu ve S.G. şikâyetlerinden vazgeçmişler ve hükmün açıklanmasının geriye
bırakılmasına muvafakat ettiklerini belirtmişlerdir.
14. Mahkeme önünde görülen
18/9/2013 tarihli ikinci duruşmaya başvurucu katılmamıştır. Duruşmada tanıklar
M.Ö. ve D.A. önceki ifadelerini tekrar etmişler, bulunamayan tanık E.E.nin dinlenilmesinden ise vazgeçilmiştir.
15. Antalya 8. Sulh Ceza
Mahkemesi 18/9/2013 tarihli ve E.2012/1106, K.2013/557 sayılı kararıyla
tarafların ve tanıkların beyanlarını ve dosyadaki diğer belgeleri dikkate
alarak başvurucunun kamu görevlisi olan S.G.ye karşı hakaret suçunu işlediği
sonucuna varmıştır. Mahkeme, başvurucunun 11 ay 20 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
Diğer sanık S.G. hakkında tehdit suçundan açılan dava, şikâyetten vazgeçme
nedeniyle düşürülmüş; karşılıklı olması nedeniyle hakaret eylemi için ceza
verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.
16. Başvurucu bu karara HAGB
talebi olup olmadığının yargılamanın başında değil, mahkûmiyet sonucuna
ulaşılmasının ardından sorulması gerektiği; davanın başında HAGB’ye
muvafakat edilmesinin, başvurucunun suçu işlediği hususunda hâkimi etki altında
bıraktığı, müşteki ve tanık ifadeleri arasındaki farklılığın bu etkiyi
gösterdiği gerekçesiyle itiraz etmiştir.
17. Antalya 16. Asliye Ceza
Mahkemesi 18/11/2013 tarihli ve E.2012/1106, K.2013/557 sayılı kararı ile sonuç
ceza miktarına, başvurucunun muvafakatinin bulunmasına, sabıkasız oluşuna ve
verilen cezaya konu suçun niteliğine göre zarar kavramının incelenerek usul ve
yasaya uygun bir karar verildiği gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
18. Nihai karar, başvurucuya
28/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 17/12/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün
açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar
başlıklı 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise;
mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan
hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilebilmesi için;
…
c) … Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmez.
…
(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş
yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. ... Bu süre içinde bir yıldan fazla
olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik
tedbiri olarak;
…..
karar verilebilir. ….
(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri
bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü
açıklar. …
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz
edilebilir.
(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme
kaydedilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 3/3/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, henüz delillerin
ortaya konulmadığı duruşmanın başında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
ilişkin talebinin sorulmasının savunmasını serbestçe yapma imkânını elinden
aldığını, nasıl sonuçlanacağını bilmediği bir yargılamaya dair seçim yapmak
zorunda bırakıldığını, Mahkemenin hükmünü verdikten sonra HAGB’ye
muvafakatinin olup olmadığını sorması gerektiğini, HAGB talebinde bulunmasının
hâkimi atılı suçun işlendiğine dair etki altında bırakabileceğini, sonrasında
hâkimin yargılamaya gerekli özeni göstermediğini, bu kapsamda tanıklar ile
müştekinin söylenen sözleri arasındaki farklılığı açıklığa kavuşturmadığını,
Kanun’da bu konudaki muvafakatin hangi aşamada sorulacağına dair bir netlik
olmadığını, sonuçlarını öngöremeyeceği bir aşamada talebinin sorulması
nedeniyle temyiz hakkını kullanamadığını, HAGB kararına karşı itiraz
incelemesinin şeklî hususlarla sınırlı olduğunu belirterek tam yetkili bir
mahkemede yargılanma da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine,
yargılama giderleri ile 10.000 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu çerçevede başvurucunun adil yargılanma hakkına
yönelik iddialarının HAGB’nin uygulanma şeklinin adil
olmadığı ve itiraz incelemesinin etkisizliği şeklinde iki başlık altında
incelenmesi gerekmektedir.
1. HAGB Kurumu
Yönünden
24. 5271 sayılı Kanun'un 231.
maddesine göre yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az
süreli hapis ya da adli para cezası ise belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde
HAGB kararı verilebilmektedir. Anılan maddenin (5) numaralı fıkrasında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki
sonuç doğurmamasını ifade ettiği belirtilmektedir.
25. HAGB, yargılamayı hükümle
sonuçlandıran bir karar değildir ve 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında hüküm niteliğindeki kararlar arasında sayılmamıştır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, §
21). Ek olarak 213. maddenin (13) numaralı fıkrasında HAGB kararlarının adli
sicile değil, bunlara mahsus bir sisteme kaydedileceği düzenlenmektedir.
26. HAGB kararı verilebilmesi
için aranan şartlardan biri de sanık muvafakatinin bulunmasıdır. Kanunda
belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu durumda ilk derece
mahkemesinin kararı temyizi kabil hâle gelebilecektir. 5271 sayılı Kanun’un
231. maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca HAGB kararlarına karşı ise
itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir.
27. Sanığın bu itibarla cezaya
hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını seçme ya da
yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını tercih etme
imkânı bulunmaktadır (Ali Gürsoy,
§ 19). Başka bir deyişle HAGB’nin uygulanmasını talep
eden sanığın, hakkındaki kararın esas ve usul yönünden Yargıtayda
incelemesini talep etme hakkından vazgeçtiği ve buna karşılık HAGB’yle ortaya çıkan menfaatlerden yararlanmayı tercih
ettiği kabul edilir (Mahmut Çevik,
B. No: 2013/2896, 10/6/2015, § 37).
28. Hakkında HAGB kararı verilen
kişi beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulur ve mahkeme en fazla bir yıl
boyunca geçerli olmak üzere 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (8) numaralı
fıkrasında sayılan denetimli serbestlik tedbirlerinden bir veya birkaçına
uyulmasına da hükmedebilir.
29. 5271 sayılı Kanun'un 231.
maddesinin (10) ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere denetim süresi
içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan
hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı
yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir.
30. Yargıtay Ceza Genel Kurulu
19/2/2008 tarihli ve E.2006/6-346, K.2008/25 sayılı ilamında sanık hakkında
kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve
doğurduğu sonuçlar itibarıyla salt ceza muhakemesine ait olmayıp karma bir
özelliğe sahip bulunan HAGB kurumunun sanık ile devlet arasındaki cezai
nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturduğunu
belirtmektedir. Buna göre denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun
işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde geri bırakılan hüküm
ortadan kaldırılacak ve kamu davası düşürülecektir.
31. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış
bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi ve
öngörülmüşse denetimli serbestlik tedbirlerine uyulması şartlarına bağlı olarak
hüküm ifade etmemektedir. HAGB, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış
mahkemenin, buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu
süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre
sonunda kişinin başka suç işlememesi ve öngörülen tedbirlere uygun davranması
halinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın
düşmesine karar verilmesini ifade eder (Kürşat
Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 28,
29).
32. Denetim süresi içinde
kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde
kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak
sona erdiğinden hüküm niteliği olan bu kararlara karşı temyiz yoluna
başvurulabilecek ve yargılamaya ilişkin itirazlar bu aşamada ileri
sürülebilecektir (AYM, E.2008/45, K.2009/53, K.T. 12/3/2009; Ali Gürsoy, § 22).
33. HAGB kararlarına itiraz
yönünden, bu usulün verilen kararın bir üst merci tarafından yeniden gözden
geçirilmesini sağlayan ve kararın sağlığı bakımından güvence oluşturan kanun
yollarından birini oluşturduğu değerlendirilmektedir (AYM, E.2008/45,
K.2009/53, 12/3/2009).
34. Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun 3/2/2009 tarihli ve E.2009/4-13, K.2009/12 sayılı ilamında
itiraz incelemesinin kapsamının ne olacağı “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin koşulların
bulunup bulunmadığı ve hükmün açıklanmasına ilişkin kararda hukuka aykırılık
olup olmadığı” şeklinde belirtilmiştir. Yargıtay ilamında mahkûmiyet
hükmüne yönelik inceleme yapılamayacağı ve mahkûmiyet hükmünün temelini
oluşturan hususlarda karar verilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
35. Bununla
birlikte Yargıtay Ceza Genel Kurulu 22/1/2013 tarihli ve E.2012/10-534,
K.2013/15 sayılı ilamı ile sadece şeklî bir incelemeyi gerektiren yaklaşımını
değiştirmiş ve itiraz merciinin 5271 sayılı Kanun’un 267-271. maddeleri
uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden bir değerlendirme yapması
gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şu şekildedir:
“İtiraz mercii, o yer Cumhuriyet savcısının suç
vasfına yönelik aleyhe başvurusu üzerine incelemesini sadece şekli olarak
değil, hem maddi olay hem de hukuki yönden yapmalı, gerekli gördüğünde cevap
vermesi için itirazı sanık müdafiine tebliğ etmeli ve
Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafiini dinlemeli,
yine ihtiyaç duyduğu konular varsa gerekli araştırma ve incelemeyi yapmalı ya
da bunların yapılmasını sağlamalı ve bunun sonucunda da … verilen … kararının …
isabetli olup olmadığına karar vermelidir.”
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. HAGB’nin Uygulanma
Şeklinin Adil Olmadığına İlişkin İddia
36. Başvurucu, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına muvafakat edip etmediğinin delillerin henüz
ortaya konulmadığı ilk duruşmada sorulmasının sağlıklı bir değerlendirme
yapmasının önüne geçtiğini, yasada bu konuda bir netlik bulunmadığını ve
yargılamanın erken bir safhasında HAGB iradesinin sorulması nedeniyle temyiz
hakkını kullanamadığını, HAGB’nin uygulanmasını kabul
etmesinin suçu işlediği yönünde hâkimi etki altında bıraktığını, yargılamaya
gerekli özenin gösterilmediğini ve beyanlar arasındaki çelişkiyi gidermediğini
ileri sürmüştür.
37. Bakanlık yazısında, hazır
bulunduğu duruşmada başvurucunun önceki beyanlarını tekrar ettiği ve yeni bir
savunma ileri sürmediği, başvurucunun HAGB’nin
sonuçlarının kendisine açıklanmadığı ya da baskı altında muvafakatinin alındığı
şeklinde bir iddiasının olmadığı, bu kurumun sonuçlarını anlamadığını veya
öngöremediğini belirterek İlk Derece Mahkemesinden süre talep etmediği,
tanıkların dinlendiği duruşmaya ise başvurucunun katılmadığı belirtilmiştir.
Bakanlık yazısında ayrıca sanıkların HAGB’ye ilişkin
irade beyanlarının hangi aşamada alınacağına ilişkin açık bir düzenlemenin
bulunmadığına ancak usul ekonomisi ilkesi de gözetilerek yasal hakları hatırlatıldıktan
sonra alınan savunması esnasında bu hususun sanığa sorulmasına engel bir
durumun mevcut olmadığına, hükmün açıklanmasıyla birlikte Mahkemenin dosyadan
el çekmiş olacağına ve bu nedenle HAGB’yi kabul edip
etmediğinin hüküm açıklandıktan sonra sanığa sorulması yönündeki başvurucu
iddiasının yasal bir temelinin bulunmadığına vurgu yapılmıştır.
38. Bakanlık yazısının devamında
sanığın kabulünü arayan düzenlemenin muhakemenin erken bir aşamasında sanığı
sonuçlarını öngörmediği bir tercihe zorlamak amacına değil, suçu işlemediğini
düşünen sanığı olası takdir hatalarına karşı korumak amacına dayandığı; 5271
sayılı Kanun’un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasında ve devamında HAGB’ye ilişkin muvafakatten hüküm verilmeden önce
sarfınazar edilmesine engel bir hükmün yer almadığı, başvurucunun tanıkların
dinlenildiği duruşmada önceki beyanını geri alma imkânına sahip olduğu fakat
başvurucunun bu duruşmaya katılmadığı ifade edilmiştir.
39. Bakanlık tarafından son
olarak maddi anlamda kesin hüküm teşkil edebilecek şekilde düşme kararı
verilmesi veya hükmün açıklanmasından sonra kararın tabi olduğu kanun yollarına
konu edilebileceği, sanığa HAGB’ye muvafakat edip
etmediğine dair soru sorulmasının hâkimin tarafsızlığını etkileyeceği
iddiasının geçerli bir hukuki dayanağının bulunmadığı belirtilmiştir.
40. Başvurucu karşı beyanlarında
“Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz.”
ilkesinin cezai hükümleri ilgilendirdiğini, ceza muhakemesi açısından bu
kuralın geçerli olmadığını, HAGB iradesinin hangi aşamada sorulacağına dair
tereddüdün bizatihi 5271 sayılı Kanun’un 213. maddesinden kaynaklandığını,
yargılama usulünün uygulanmasına ilişkin belirsizliğin sonuçlarını anlamasının
sanıktan beklenemeyeceğini, ilgili maddenin kalitesinin muhataplarının kendi
durumlarını öngörebilmelerine imkân verecek açıklıkta olmadığını ileri
sürmüştür. Başvurucu, hüküm belirlendikten sonraki aşamanın kararın nasıl infaz
edileceğine ilişkin olduğunu ve hâkimin sanığa HAGB talebini sorarak bu hususu
belirlemesine bir engelin bulunmadığını belirterek Bakanlığın hükümle birlikte
hâkimin dosyadan el çektiği şeklindeki görüşüne karşı çıkmıştır.
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. 5271 sayılı
Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde HAGB’ye karar verilebilmesi için sanığın muvafakat etmesi
şart koşulmuş ise de bu yöndeki rızanın ne zaman sorulacağı hususunda bir
sınırlama getirilmemiştir. Dolayısıyla bu konunun, mahkemelerin takdirine
bırakıldığının ve her yargılamanın kendi şartlarını gözeterek sanığın
iradesinin alınacağı zaman noktasında mahkemelere hareket alanı tanındığının
kabulü gerekir.
43. Somut
olayda başvurucu, hakaret suçundan yargılanmaktadır. Mahkeme ilk duruşmada
başvurucuya HAGB uygulamasına muvafakat edip etmediğini sormuştur. Başvurucu,
bu husustaki iradesini ortaya koyma hususunda herhangi bir çekince
belirtmeksizin ve itiraz etmeksizin şartların oluşması hâlinde hükmün
açıklanmasının geri bırakılması talebinde bulunmuştur.
44. Öte yandan
Bakanlık yazısında da belirtildiği gibi mevzuatta sanıkların HAGB’nin uygulanmasına yönelik irade bildirimlerini hüküm
kurulana kadar değiştirebilmelerini engelleyen bir hüküm bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Nitekim Yargıtay 8. Ceza Dairesi 23/3/2015 tarihli ve
E.2015/3861, K.2015/14856 sayılı ilamıyla HAGB uygulanmasını kabul eden bir
sanığın, daha sonra bu muvafakatini geri çekmesinin ardından hüküm kurulmasının
öncesinde tekrar muvafakat ettiğini belirtmesi hâlinde son beyanın esas
alınması gerektiğine karar vermiştir. Başvurucu, bu kabulün aksine bir iddia
dile getirmemiş ya da örnek bir karar sunamamıştır. Bu itibarla başvurucunun
18/9/2013 tarihli duruşmaya gelerek HAGB uygulanmasını kabul etmediğini
belirtme imkânı bulunmakta iken duruşmaya gelmemesi sonucunda bu hakkından
yararlanmadığı görülmektedir.
45. Başvurucunun
diğer iddialarıyla ilgili olarak ise İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı
nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden ve ancak düşme kararıyla ya
da ceza hükmünün açıklanmasıyla birlikte İlk Derece Mahkemesindeki yargılama
nihayete ereceğinden anılan iddiaların mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru
kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır (bkz. §§ 25, 31, 32). Somut olay bakımından düşme kararı verilmesinin veya
hükmün açıklanmasının ardından başvurucu, hüküm niteliği olan bu kararlara
karşı kanun yoluna başvurabilecek ve esasa ilişkin itirazlarını bu aşamada
ileri sürebilecektir.
46. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun HAGB’nin uygulanma şeklinin
adil olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Celal Mümtaz AKINCI ve Rıdvan
GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
b. İtiraz
Kanun Yolu İncelemesinin Etkili Olmadığına İlişkin İddia
47. Başvurucu,
HAGB’ye karşı yapılan itiraz incelemelerinin şeklî
hususlarla sınırlı olduğunu ileri sürmektedir.
48. Bakanlık yazısında Anayasa
Mahkemesinin E.2008/45 ve K.2009/53 sayılı kararında itiraz incelemesine
ilişkin olarak belirtilen ilkelere ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/1/2013
tarihli ve E.2012/10-534, K.2013/15 sayılı ilamına atıf yapılmıştır.
49. Başvurucu, itiraz merciinin
içtihat değişikliğinden önceki Yargıtay kararlarını dikkate alarak şeklî bir
incelemeyle itirazlarını reddettiğini iddia etmiştir.
50. Yargıtay Ceza Genel Kurulu E.2009/4-13 ve K.2009/12 sayılı ilamında
itiraz incelemesinin şekli hususlarla sınırlı olduğunu belirtmiş ancak E.2012/10-534
ve K.2013/15 sayılı ilamı ile bu yaklaşımını değiştirmiş ve itiraz merciinin
hem maddi olay hem de hukuki yönden bir değerlendirme yapması gerektiği
sonucuna ulaşmıştır.
51. Bu yaklaşımın Yargıtay
Daireleri tarafından da benimsendiği ve istikrar kazandığı görülmektedir (bkz.
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2013/2094, K.2013/3629
sayılı, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2012/26188,
K.2013/14356 sayılı, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23/1/2014 tarihli ve
E.2013/30408, K.2014/1420sayılı, Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 4/2/2014 tarihli
ve E.2013/11856, K.2014/1094 sayılı, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 10/2/2014
tarihli ve E.2014/2242, K.2014/4914 sayılı ilamları).
52. Mevcut
olayda verilen kararın temyiz değil de itiraz incelemesine tabi olması
başvurucunun kendi tercihinden kaynaklanmaktadır. HAGB kararlarının itiraz
kanun yoluna tabi olacağı 5271 sayılı Kanun’da açıkça belirtilmektedir ve
başvurucu, HAGB’ye muvafakatini açıklamak suretiyle
itiraz incelemesinin nitelik ve kapsamını da kabul ettiğini zımnen ortaya
koymuştur.
53. Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun E.2012/10-534 ve K.2013/15 sayılı ve Yargıtay Dairelerinin izleyen
ilamları dikkate alındığında itiraz merciinin HAGB şartlarının oluşup
oluşmadığına dair şekli hususların ötesinde bir inceleme yapacağı
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesinin incelemesini
mevzuata aykırı ve başvurucunun haklarına zarar verecek biçimde yürüttüğünü
gösteren herhangi bir husus bulunmamaktadır. Mahkeme, ayrıca kararını bir
itiraz mercii incelemesi bakımından yeterli olacak derecede gerekçelendirmiştir
(Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486,
4/12/2013, § 57).
54. Bu nedenlerle başvurucunun HAGB’ye karşı yaptığı itirazın etkili bir inceleme imkânı
sunmadığı yönündeki iddiasının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. HAGB’nin uygulanma şeklinin
adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh
KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Celal Mümtaz AKINCI
ve Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoylarıyla
OYÇOKLUĞUYLA,
2. İtiraz kanun yolu incelemesinin etkisiz
olduğuna ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serruh KALELİ’nin karşıoyuyla OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına, OYBİRLİĞİYLE,
3/3/2016
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurunun somutunda, sanığın mahkemece sorgusunun yapıldığı ilk oturumda (29 Mayıs
2013’de) sorguyu takiben ilgili mahkeme hâkimince başvurucuya Ceza Muhakemesi
Kanununun (CMK) 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
(HAGB) muvafakat edip etmediği sorulmuş; başvurucu muvafakat etmiştir. Ancak bu
oturum hüküm öncesi aşama olmayıp, müteakip oturumda (18 Eylül 2013’de) duruşma
sona ermiş ve sanık (başvurucu) hakkında 11 ay 20 gün hapis cezası tayin edilip
HAGB kararı verilmiştir. Hüküm oturumunda dinlenen iki tanık ise başvurucunun diğer sanığa hakaret ettiği yönünde
herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. Mahkemenin başvurucu (sanık) hakkında
tayin ettiği mahkûmiyet hükmünü diğer sanığın beyanlarına dayandırdığı ve HAGB
kararı verildiği için de hükmün temyiz imkânından yoksun kaldığı ve bu şekilde
kesinleştiği anlaşılmaktadır.
CMK’nun 227-232 maddeleri “Karar ve Hüküm” başlığını
taşıyan “Üçüncü Bölüm”de yer almakta olup; bu bölüm
içinde yer alan ve HAGB müessesesini düzenleyen 231. madde uygulamasının da bu evrede (yani karar tesisi sırasında)
yapılması gerekli ve zorunlu bulunmaktadır. Çünkü, bu aşamadan önce yer alan
delillerin ikamesi ve soruşturmanın genişletilmesi aşamalarında cereyan edecek
olaylara göre göre sanığın HAGB’nı değil de temyiz
yolunu tercih edebilme imkânı bulunmaktadır. Başvurunun somutunda mahkemece bu
lazımeye riayet edilmemiş; olayın iki görgü tanığının sonraki ifadeleri sanığın
(başvurucunun) lehine olmasına rağmen, sanığın ilk sorgusunun yapıldığı önceki
oturumda HAGB’na muvafakatı
alındığından ve son karar tesisi öncesinde de bu muvafakatının
devam edip etmediği sorulmadan mahkumiyetine karar verildiğinden, sanık (başvurucu)
hükmü temyiz imkânından mahrum bırakılmıştır.
CMK’nun
öngördüğü usul kurallarına uyulmaması ve bir bakıma sanığın daha ilk duruşmada
HAGB konusunda bir tercih yapmaya icbar edilmesi karşısında, başvurucunun adil
yargılanma hakkının açık biçimde ihlâl edildiği görülmektedir. Açıklanan
nedenlerle, HAGB uygulama şeklinin adil olmadığı iddiasının kabul edilebilir
olduğuna ve Anayasa’nın 36. maddesinin ihlâl edildiğine karar verilmesi
gerektiği kanaatine ulaştığımızdan; çoğunluğu aksi yöndeki kararına
katılmıyoruz.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu,
hakkında açılan ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul
edip etmediğinin (HAGB) yargılamanın başında, delillerin henüz toplanmadığı ve
değerlendirilmediği bir safhada sorulmasının adil yargılanma hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmektedir.
2.
Başvurucunun iddiaları Genel Kurul tarafından HAGB’nin
uygulanma şeklinin adil olmadığı, itiraz incelemesinin etkisizliği ve
hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığı şeklinde üç başlık altında incelenmiş
ve sonuç olarak başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun” olduğuna hükmedilmiştir.
3. HAGB
kararı verilmesinin kabul edilip edilmediğinin yargılamanın henüz başında
sorulmasını engelleyen bir usul kuralı bulunmamaktadır. Ancak sanığın, daha
baştan HAGB’yi kabul etmesinin delillerin tam olarak
tartışılmasına gerek kalmadan yargılamanın sona erdirilebileceği yönünde hem
sanıkta hem de mahkemede yanıltıcı bir anlayış doğmasına yol açabileceği
yolundaki kaygılarının tamamen asılsız olduğu söylenemez.
4. Öte
yandan bu konuda mahkemeler arasında yeknesak bir uygulama olmadığı
bilinmektedir. Halbuki usul hükümlerinin bütün mahkemelerce aynı şekilde
uygulanması, sanığın HAGB’yi kabul edip etmediğinin
kendisine ne zaman sorulacağını ve baştan HAGB’yi
kabul etse bile sonradan bunu kabul etmeme hakkı bulunduğunu bilmesi de adil
yargılanmanın gereğidir.
5.
Usul kanunlarında bu konuda bir hüküm bulunmadığından, başvuru konusu
yargılamada HAGB’nin kabul edilip edilmediğinin
sanığa ne zaman sorulacağı konusunda bir belirsizlik ve sanık yönünden öngörülemezlik halinin mevcut olduğu açıktır.
6.
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bu konuya açıklık getiren E:2015/3861, K:2015/14856
sayılı kararı 23/3/2015 tarihlidir. Başvurucunun hak ihlali iddiasına konu olan
Antalya 8. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı ise 18/9/2013 tarihlidir. Bu durumda,
başvuru konusu HAGB kararının veriliş tarihi itibariyle ortada henüz istikrar
kazanmış bir içtihadın da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
7.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekeceği düşüncesiyle Genel Kurul kararına katılmıyoruz.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|