TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATİH BİROL VE REMZİYE BİROL BAŞVURUSU
|
Başvuru Numarası: 2013/19
|
|
Karar Tarihi: 7/3/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Fatih BİROL
|
|
|
Remziye BİROL
|
Vekili
|
:
|
Av. Sait TANRIVERDİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, oğullarının askerlik görevini yerine
getirdiği sırada idarenin kusuru sonucu intihar ettiğini, olay hakkında
yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamadığını, idare aleyhine açtıkları
maddi ve manevi tazminat davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 17/12/2012 tarihinde İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 20/5/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 21/5/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvuruculara 22/7/2013 tarihinde bildirilmiş
ancak başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların oğlu Murat BİROL 26/5/2010
tarihinde askerlik hizmetine başlamış, acemilik eğitimini tamamlamasının
ardından 13/8/2010 tarihinde tank er olarak Ağrı Doğubayazıt 1. Mekanize Piyade
Tugayı Tank Taburu 2. Tank Bölük Komutanlığına katılmıştır.
9. Birliğine katıldıktan sonra tüm askerlere uygulanan rutin
katılış işlemleri kendisine de uygulanmıştır. Bu kapsamda, Murat BİROL’a sosyal risk tarama anketi yapılmış, kendisi bu
ankette herhangi bir sağlık sorunundan bahsetmemiştir. Ayrıca intihar eğilimi
olmadığını ve ailesinde intihar edenin bulunmadığını belirtmiştir.
10. Murat BİROL’a Kule Nöbet Genel
ve Özel Talimatlar ile birliğindeki hareket tarzına ilişkin tüm genel ve özel
talimatlar tebliğ edilmiştir. Kendisi ile yapılan özel mülakatta da askerlik
vazifesi sırasında ne şekilde hareket edilmesi gerektiği izah edilmiştir.
11. Murat BİROL ile birebir görüşme sonucunda tanzim edilen
lider danışmanlık kartında, kendisinin psikolojik ve ailevi bir probleminin
olmadığını beyan ettiği yazılmıştır.
12. Murat BİROL bu şekilde yeni birliğinde vazifesine
başladıktan sonra, vizite defterine göre katılış işlemleri nedeniyle 3/9/2010 tarihinde revire çıkmış, kendisine normal fiziki
muayene yapılmasının ardından birliğine gönderilmiştir.
13. Birliğine katılmasından 36 gün sonra 19/9/2010
tarihinde 22.45 sıralarında nöbet tuttuğu esnada, kendi silahını ateşleyerek
hayatına son vermiştir.
1. Ceza
Soruşturması Süreci
14. Murat BİROL’un kendisini
vurması üzerine durum 23.15 sıralarında Askeri Savcılığa bildirilmiştir. Askeri Savcılık tarafından resen soruşturma başlatılmış, olay
yerinin askeri savcılığa uzak olması ve gecikmesinde sakınca bulunan bir
durumla karşı karşıya olunması sebebiyle, delillerin kaybolmaması amacıyla
Askeri Savcılık tarafından müteveffanın ölü muayene ve otopsi işlemlerinin
yapılması, olay yeri incelemesinin yerine getirilmesi ve resen gözetilecek
diğer hususların yapılması için Ağrı/Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığına
talimat yazılmıştır.
15. Söz konusu talimat uyarınca Doğubayazıt Cumhuriyet
Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet Savcısı ve beraberinde bulunan diğer
görevliler aynı gün saat 23.40 sıralarında olay yerine ulaşmış ve aynı gün olay
yerini incelemiştir. Olay yeri inceleme ekibi tarafından fotoğraflama ve kamera
kaydı işlemleri yapılmış, olay yerinin krokisi çizilmiş, olay yerinde bulunan
tüfek ve bu tüfeğe ait şarjör ile müteveffanın yanında bulunan kovan, miğfer,
hücum yeleği, bir adet deforme olmuş vaziyetteki mermi çekirdeği muhafaza
altına alınarak incelemeye son verilmiştir.
16. Olay yeri incelemesinin yapılmasının ardından
müteveffanın ölü muayene ve otopsi işlemlerinin yapılması amacıyla, Doğubayazıt
Devlet Hastanesine geçilmiştir. Müteveffanın kimlik tespitinin yapılmasından
sonra 20/9/2010 tarih ve 2010/3186 SR sayılı Ölü
Muayene ve Otopsi İşlemine başlanmıştır. Ölü muayene işlemi sonrasında
bilirkişi doktorun görüşü doğrultusunda kesin ölüm nedeninin belirlenmesi
amacıyla cesedin klasik otopsi işleminin yapılması için İstanbul Adli Tıp
Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir.
17. Askeri Savcılığın talimatı üzerine Doğubayazıt Cumhuriyet
Savcısı nezaretinde, ölenin dolabı ve yatağında arama yapılmış, bu kapsamda
yapılan incelemede uyarıcı ya da uyuşturucu madde niteliğinde her hangi bir
bulguya rastlanılmamıştır. Müteveffanın kıta şahsi dosyasına da el konulmuştur.
18. Yürütülen soruşturma kapsamında Askeri Savcılık
tarafından müteveffanın anne ve babasının ifadesine başvurulmuş ve olayla
ilgili tüm personelin ifadeleri alınmıştır.
19. Olay sonrasında İdari Tahkikat Raporu hazırlanmıştır.
20. İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca 21/12/2010
tarih ve 2010/65232/2906 sayılı Ayrıntılı Otopsi Raporu düzenlenmiştir.
Otopsiden ve tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında:
a. Kimya İhtisas Dairesinin raporuna
göre, kanda alkol bulunmadığı, kanda ve idrarda aranan uyutucu, uyuşturucu
maddelerin bulunmadığı, iç organlarda ve midede yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin
bulunmadığı,
b. Biyoloji İhtisas Dairesinin
raporuna göre, Murat BİROL’ a ait olduğu bildirilen anal sürüntü
örneğinden hazırlanan yaymanın mikroskobik incelenmesinde sperm hücresi
görülmediği, anal sürüntü örneğinin meni içermediği,
c. Kişinin vücuduna bir adet ateşli
silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup, müstakilen
öldürücü nitelikte olduğu,
d. Ateşli silah mermi çekirdeği giriş
deliği cilt, cilt alt bulgularına göre, atışın bitişik atış mesafesinden
yapıldığı,
e. Cesetten mermi çekirdeği elde
edilemediği,
f. Kişinin ölümünün ateşli silah mermi
çekirdeği yaralamasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile beyin kanaması ve
beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği
anlaşılmaktadır.
21. Erzurum Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünün 21/10/2010
tarih ve 2010/1743 BLS. sayılı raporuna göre, atışın
G-3 marka tüfek ile yapıldığı tespit edilmiştir.
22. Erzurum Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünün 4/10/2010
tarih ve KMY. 2010/1294 sayılı Ekspertiz Raporunda, müteveffa Murat BİROL’un kendi silahı ile kendini vurduğunun net olarak
tespit edildiği belirtilmiştir.
23. Erzurum Valiliği Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube
Müdürlüğü Vücut İzi Geliştirme Laboratuarı Büro
Amirliğinin 4/10/2010 tarih ve 2010/371 sayılı
raporuna göre, piyade tüfeği ile şarjörler üzerinde iz tespit edilmesi amacıyla
yapılan araştırmanın sonucunda tasnif ve teşhise elverişli ize rastlanılmadığı
belirtilmiştir.
24. Mağdur sıfatı ile başvurucular Fatih BİROL ve Remziye BİROL’un ifadeleri alınmıştır. Müteveffanın babası olan
başvurucu Fatih BİROL, oğlunun askerde durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir
problemi olmadığını, oğlunun kendisini neden vurduğunu bilmediğini
belirtmiştir. Müteveffanın annesi olan başvurucu Remziye BİROL ise oğlunun
herhangi bir psikolojik sorunu veya sıkıntısının olmadığını, oğlunun vefat
etmeden iki saat önce kendisini aradığını, bu konuşmada herhangi bir
sıkıntısından bahsetmediğini, oğlunun tekrar görüşürüz diyerek telefonu
kapattığını ifade etmiştir.
25. Olay tarihi itibariyle Tugay Baştabibi olarak görev yapan
İ.D. tanık olarak dinlenmiştir. İ.D. ifadesinde, olayın gerçekleşmesinden kısa
bir süre sonra olay yerine vardığını, ilk incelemede herhangi bir şüpheli durum
tespit etmediğini, müteveffanın kendi silahı ile tek el ateş etmek suretiyle
hayatına son verdiğini düşündüğünü belirtmiştir.
26. Tank Muhabere Bölüğünde teknisyen başçavuş olarak görev
yapan O.G. tanık olarak dinlenmiştir. O.G. ifadesinde,
görevinin nöbet yerini kontrol etmek olduğunu, olay tarihinde saat 22.40
civarında kontrol amacıyla müteveffanın nöbet tuttuğu 12 no’lu
nöbet kulesine çıkacağı esnada müteveffanın birlikte nöbet tuttuğu arkadaşının
nöbet defterini getirerek imzalattığını, bu sırada yukarı çıkmadığını, nöbet
defterini kontrol edip imzaladığı sırada çok büyük bir gürültü duyduğunu, bu
gürültünün önce çatıdan sac düşmesinden kaynaklandığını düşündüğünü ancak kısa
bir süre sonra nöbetçi askerin intihar ettiğinin anlaşıldığını belirtmiştir.
27. Olayın meydana geldiği anda birlikte nöbet tuttuğu er
T.Y. tanık olarak dinlenmiştir. T.Y. ifadesinde, olay
tarihinde kışlada bulunan 12 no’lu nöbet kulübesinde
22.00-24.00 saatleri arasında müteveffa ile nöbetlerinin olduğunu, nöbetten
önce doldur boşalt istasyonuna gittiklerinde devriye onbaşının müteveffaya
herhangi bir probleminin veya psikolojik sorunlarının olup olmadığını
sorduğunu, sorunu varsa bunları kendisine anlatabileceğini söylediğini,
müteveffanın da herhangi bir probleminin olmadığını söylediğini, nöbete
giderken müteveffanın devriye onbaşısına “düşmanın
alnına nişan alsam tetiğe bastığımda ölür mü?” diye sorduğunu,
devriye onbaşısının da “ölür tabii ki”
dediğini, devriye onbaşısının kendilerini nöbet yerine bıraktıktan sonra
ayrıldığını, daha sonra hem nöbet faaliyetlerini yaptıklarını hem de müteveffa
ile konuştuklarını, belli bir süre geçtikten sonra nöbet kulübesine devriye
aracının yaklaştığını görmesi üzerine nöbet defterini devriye komutanına
imzalatmak üzere aşağıya indiğini, devriye komutanının defteri imzalayacağı
sırada sac düşmesi gürültüsüne benzer bir gürültü duyduğunu, daha sonra söz
konusu olayın yaşandığını fark ettiklerini, tanıdığı kadarıyla müteveffanın
saf, iyi niyetli ve içine kapanık birisi olduğunu, kendisine nöbet esnasında ve
öncesinde herhangi bir şekilde kendini vuracağından bahsetmediğini
belirtmiştir.
28. Olay günü Tank Onbaşı olarak görev yapan T.A.’nın ifadesi alınmıştır. T.A. ifadesinde,
olay tarihinde devriye onbaşı olması sebebiyle müteveffa ile nöbet arkadaşını
nöbet yerine götürdüğünü, nöbet yerine giderken müteveffanın biraz dalgın ve
düşünceli olduğunu, kendisine bir probleminin olup olmadığını, problemi varsa
kendisine söyleyebileceğini belirttiğini, müteveffanın da kendisine herhangi
bir probleminin olmadığını söylediğini, daha sonra doldur boşalt yaptıklarını
ve beraber geri döndüklerini, müteveffanın bu sırada kendisine “mesela karşımda bir tane düşman var onu kafasından
vursam ölür mü?” diye sorduğunu, kendisinin de gülerek ve esprili
bir şekilde “Hayır o şekilde ölmez, elinden
vurursan ölür.” dediğini, bunun üzerine müteveffanın aynı soruyu bir
kez daha sorduğunu, kendisinin de elbette ölür dediğini, bu şekilde konuşarak
nöbet kulesine vardıklarını ve daha sonra kendisinin ayrıldığını, bildiği
kadarıyla müteveffanın iyi bir insan olduğunu, saf ve iyi niyetli bir kişiliği
olduğu için kolay kandırılabilecek bir yapısının olduğunu, yine bildiği
kadarıyla kız arkadaşının olmadığını belirtmiştir.
29. Murat BİROL’un samimi arkadaşı
olan Y.S. tanık olarak dinlenmiştir. Y.S. ifadesinde,
tanıdığı kadarıyla müteveffanın çok fazla içine kapanık olmadığını, kendisine
ailevi sorunlarından bahsettiğini ancak kendisini vurma eylemine yönelik herhangi
bir söz ve davranışının olmadığını, askerliğini normal şekilde yaptığını,
komutanlarının verdiği emirleri yerine getirmeye çalıştığını ancak kendisinin
yapı itibariyle saf, mülayim ve iyi niyetli olduğundan dolayı verilen emirleri
tam olarak yerine getiremediğini, arkadaşları ve komutanları ile arasında
herhangi bir probleminin olmadığı belirtmiştir. Murat BİROL’un ifadeleri alınan diğer arkadaşları da benzer yönde
ifadelerde bulunmuşlardır.
30. Askeri Savcılık tüm bu hususları değerlendirerek, Murat BİROL’un kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa
yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar
ettiği gerekçesiyle 23/2/2011 tarih ve E.2011/171,
K.2011/20 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
31. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (KYOK), 8/3/2011 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, söz konusu
karara karşı başvurucular tarafından itiraz kanun yoluna başvurulmamıştır.
2. AYİM’de Açılan
Tazminat Davası Süreci
32. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığı kararının yanlış,
çelişkili ve eksik olduğu, ölüm olayında idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu
gerekçesiyle, maddi ve manevi zararlarının karşılanması amacıyla 27/4/2011 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına
başvurmuşlardır.
33. Milli Savunma Bakanlığının anılan talebe ilişkin 60 gün
içinde cevap vermemesi üzerine, başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe ile Milli Savunma Bakanlığı
(İdare) aleyhine adli yardım talepli tazminat davası açılmıştır. Başvurucular,
toplamda 300.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi olmak üzere toplam 600.000 TL
tazminat talep etmişlerdir.
34. Başvurucular vekilinin adli yardım istemi, AYİM İkinci
Dairesinin 5/10/2011 tarih ve E.2011/1204 sayılı
kararıyla kabul edilmiştir.
35. AYİM Başsavcılığı, kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince
bilirkişi marifetiyle belirlenecek miktarın maddi tazminat olarak yasal faizi
ile birlikte ödenmesi, ortaya çıkan elem ve üzüntülerini giderecek şekilde
takdir olunacak miktarın yasal faiziyle birlikte manevi tazminat olarak
ödenmesi yönünde mütalaa sunmuştur.
36. AYİM İkinci Dairesi 28/3/2012
tarih ve E.2011/1204, K.2012/349 sayılı kararında, “… müteveffanın dış dünyaya yansımayan ve iç
dünyasından kaynaklanan kimi problemlerin etkisiyle bir anlık psikolojik
bunalıma girdiği ve nöbet sırasında intihar etmek kastıyla hamili bulunduğu
silahı ateşleyerek hayatına son verdiği ve ölümün de bu şekilde gerçekleştiği,
bu durumda müteveffanın intiharında davalı idarenin hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluğu gerektirir bir illiyet bağı kurulamadığı…” gerekçesiyle
başvurucuların maddi ve manevi tazminat istemlerinin yasal dayanaktan yoksun
olması sebebiyle davanın reddine karar vermiştir.
37. Dava adli yardımlı görüldüğünden AYİM İkinci Dairesinin 5/10/2011 tarih ve E.2011/1204 sayılı kararı kaldırılmıştır.
Bu kapsamda, AYİM İkinci Dairesi, 20,00 TL posta ücretinin, 66,40 TL başvuru ve
ilam harcının, ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden
hesaplanan toplam 22.850,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak
davalı idareye verilmesine karar vermiştir.
38. Anılan karara başvurucular tarafından yapılan karar
düzeltme istemi, AYİM’in aynı Dairesi tarafından 7/11/2012 tarih ve E.2012/992, K.2012/989 sayılı kararı ile
reddedilmiştir. Bu Karar 20/11/2012 tarihinde
başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.
39. Başvurucular, AYİM’in kararının
kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 17/12/2012
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
40. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun
“Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve
suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme
kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da
suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında
olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz
edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus
Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının
açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir.”
41. 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya
tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin
yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya
tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün
içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış
gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
42. 1602 sayılı Kanun’un 48. maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulunda inceleme,
evrak üzerinde yapılır.
İptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan
birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
Duruşma, dava dilekçesi ve cevap layihalarında
istenebilir.
Daireler ve Daireler Kurulu yukarıdaki
kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar
verebilir.
Davetiyeler duruşma gününden en az otuz gün
önce taraflara gönderilir.”
43. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile
ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
44. Mahkemenin 7/3/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/12/2012 tarih ve 2013/19 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
45. Başvurucular, oğullarının kişiliğinin
ve mizacının dikkate alınmadan ileri derecede beceri isteyen askerlik
hizmetlerinde görevlendirildiğini, oğullarına silah verilip nöbet
tutturulmasının idarenin ağır hizmet kusuru niteliğinde olduğunu, savcılığın
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kendi içinde çelişkili olduğunu,
savcılık aşamasında dinlenen tanıklar askerlik yapan ve emir komuta zinciri
içinde olan kişiler olduğundan ifadelerinin tam ve objektif olmadığını, bu
sebeple AYİM’in tanıkları tekrardan dinleyip duruşma
yaparak karar vermesi gerekirken sadece Askeri Savcılığın kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararına atıf yaparak davayı reddettiğini, tek çocukları olan
müteveffanın ölümü ile büyük bir manevi çöküntü yaşadıklarını ve onun maddi
desteğinden de yoksun kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 17. ve 36. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği
İddiası
i. Ceza
Soruşturması Sürecine İlişkin İddialar
46. Başvurucular, başvuru konusu olayda
yürütülen ceza soruşturmasına ilişkin olarak Askeri Savcılığın KYOK kararının
çelişkili olduğunu, söz konusu kararda hem müteveffaya test uygulandığı ve
intihar etmesi için bir neden olmadığının belirtilmesi hem de “anlık” bir psikolojik durum sonucu
oğullarının intihar ettiği sonucuna ulaşılmasının bu çelişkiyi ortaya
koyduğunu, ayrıca, soruşturma kapsamında alınan tanık ifadelerinin bu
tanıkların o anda askerlik emir komuta zinciri içinde bulunmaları nedeniyle tam
ve objektif olmadığını ileri sürmüşlerdir.
47. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, yaşam hakkına ilişkin
şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, bireysel
başvuru yoluna başvurmadan önce, kişilere ihlale neden olduğunu ileri
sürdükleri işlem, eylem ya da ihmal için “kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamını” tüketmiş
olmaları zorunluluğu getirildiği, oysa başvurucuların Askeri Savcılığın 23/2/2012 tarih ve E.2011/171, K.2011/20 sayılı kararına
karşı itiraz yoluna başvurmadıkları ve kararın bu şekilde kesinleştiği,
AİHM’nin başvurucunun ceza soruşturmasına müdahil taraf olduğu ve savcı
tarafından verilen takipsizlik kararına itiraz ettiği durumlarda başvurucunun
uygun ve yeterli bir yol izlediğine ve idari mahkemeye açılan davanın ek bir
başvuru yolu olarak değerlendirilmesi gerektiğine hükmettiği, kabul
edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken bütün bu hususların dikkate alınması
gerektiği ifade edilmiştir.
48. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.”
49. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
50. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil
nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural
olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
51. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim
mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz.
52. Başvuru konusu olayda, Askeri Savcılığın 23/2/2011 tarih ve E.2011/171, K.2011/20 sayılı kararına
karşı, başvurucular tarafından itiraz kanun yoluna başvurulmamıştır.
53. Başvurucuların ceza soruşturması sonucunda verilen KYOK
kararına karşı 353 sayılı Kanun’un 107. maddesinde öngörülen kanun yoluna
başvurmadıkları anlaşıldığından ceza soruşturmasına yönelik bu bölümde yer
verilen şikâyetler açısından kanun yollarının tüketildiğinden söz edilemez.
54. Açıklanan nedenlerle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun
yürütülen ceza soruşturmasına ilişkin bölümünün “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yaşamı
Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası
55. Başvuruda, intihar eden Murat Birol’un yaşamını korumak
için gerekli tedbirlerin alınmaması suretiyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğine dair iddiaların 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. AYİM’de Görülen Tam
Yargı Davası Sürecine İlişkin Olarak Anayasa’nın 36. Maddesinde Güvence Altına
Alınan Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
56. Başvurucular, oğullarının askerde
intihar etmesi sebebiyle idare aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat
davasında, mahkemenin etkili bir kovuşturma yapmadan karar verdiğini, tanıkları
dinleyip maddi gerçeğe ulaşıp karar vermesi gerekirken sadece Askeri Savcılığın
KYOK kararına dayanılarak davayı reddettiğini, AYİM’de
görülen tam yargı davasının etkisiz olduğuna bir delil olarak davada duruşma
yapılmadığından bahisle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmektedirler.
57. Bakanlık görüşünde, başvurucuların
bu bölümdeki şikâyetlerinin benzer başvurularda AİHM tarafından, Sözleşme’nin
2. maddesinin kapsamı altında incelenmekte olduğunu, kanıtların kabulü ve
değerlendirilmesinin öncelikle ulusal mahkemelerin görevine girdiğini, bir
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığına karar verilirken savunma
haklarına saygı gösterilmiş olup olmadığının göz önünde bulundurulması
gerektiğini, idari yargı veya hukuk hâkiminin eylemin failinin sorumluluğu
hakkında karar verirken ceza hukukuna ilişkin değerlendirmelere bağlı
kalmadığını, benzer davalarda başvuranların yakınlarının öldüğü gün resen ceza
soruşturması açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, yürütülen
soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına
vardığı durumlarda, askerin ölümü konusunda yürütülen davaların ve
soruşturmanın derinliği ve ciddi niteliği üzerinde etki gösterecek nitelikte
hiçbir kusur bulunmadığına karar verdiğini, bunların yetersiz veya çelişkili
oldukları iddia edilerek suçlanamayacaklarının belirtildiği ifade edilmiştir.
58. Yaşam hakkına bağlı olarak devletin
sahip olduğu yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınması yükümlülüğü
hakkında inceleme yapılırken başvurucuların bu bölümde AYİM tarafından
yürütülen yargılama sürecine ilişkin ileri sürdüğü iddiaları da içine alacak
şekilde değerlendirmeler yapılmış ve başvurucuların iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmış olması nedeniyle, başvurucuların
"hak arama hürriyeti"
kapsamında değerlendirip ileri sürdüğü aynı doğrultudaki iddialarının, AYİM
önünde duruşma yapılmaması suretiyle anılan hakkın ihlal edildiği iddiası hariç
olmak üzere, Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında yeniden incelenmesine gerek
görülmemiştir.
59. Başvurucuların duruşma yapılmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası benzer nitelikteki başvurularda
Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş olup Anayasa’nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesi ile birlikte
değerlendirilmiştir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın
işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence
altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Ancak bu her türlü
yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil
yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması
gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma
yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No:
2013/664, 17/9/2013).
60. 1602 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 48. maddesinde, Daireler
ve Daireler Kurulunda incelemenin, evrak üzerinde yapılacağı, iptal davalarında
ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı
davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılacağı, duruşma
talebinin dava dilekçesinde ve cevap layihalarında yapılabileceği, Daireler ve
Daireler Kurulunun yukarıdaki kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına
kendiliğinden de karar verebileceği kurala bağlanmıştır.
61. Somut olayda başvurucular vekili tarafından, 26/10/2011 tarihli dilekçe ile AYİM’de
idare aleyhine tazminat davası açıldığı ancak söz konusu dilekçede duruşma
yapılması talebinin bulunmadığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesine sunulan
bireysel başvuru dilekçesinde de 1602 sayılı Kanun’un 48. maddesi gereğince
duruşma talep edildiğine dair bir bilgi ya da duruşma talep edilmesine rağmen
AYİM 2. Dairesinin bu talebi karşılamadığına ilişkin bir iddia yer
almamaktadır.
62. Başvurucuların AYİM’de
gerçekleşen yargılama sürecinde, iddialarını ileri sürebildiği, AYİM’in, başvurucuların davası hakkında verdiği kararında
Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuların
müşteki sıfatıyla verdikleri ifadeler de dâhil olmak üzere elde edilen
delillere istinaden, başvurucuların iddialarını niçin dikkate almadığını da
açıklayarak davanın reddine hükmettiği görülmektedir. Bu
bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve
duruşma yapılması talebe veya mahkemenin takdirine bağlı kılınan idari
yargılama sürecinde, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan
ve önceki ceza soruşturması sürecinde elde edilen deliller dikkate alındıktan
sonra bir karara bağlanan yargılamanın salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
64. Başvurucular, oğulları Murat BİROL’un saf, iyi niyetli ve kolay kandırılabilecek bir
kişiliğe sahip olmasından dolayı askerlik yapma kabiliyetinin olmadığını,
oğullarının şahsi durumu dikkate alınmadan kendisine silah verilip nöbet
tutturulması sonucunda ölüm olayının meydana geldiğini, idarenin yaşam hakkını
korumak için gerekli hassasiyeti göstermediğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşamın korunması pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
65. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü gözaltı, cezaevi veya
zorunlu askerlik hizmeti sırasında bulunan bireyi intihara karşı korumayı
kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM
kararlarına yer verilmiştir. AİHM’nin bu konudaki
kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması
veya bilmesi gerektiği halde makul tedbirleri almamasının devletin
sorumluluğunu doğurabileceği, yaşamı koruma adına oluşturulan yasal ve idari
çerçevenin, askerlik görevini yerine getirenleri maruz kaldıkları askerliğe
bağlı tehlikelere karşı koruyacak pratik önlemlerin alınmasını ve eksiklikleri
ve çeşitli düzeylerdeki amirler tarafından yapılan hataları tespit etmeye imkân
tanıyacak uygun usullerin yerine getirilmesini sağlayacak şekilde
gerçekleştirilmesi gerektiği, bununla birlikte, intihar olaylarında devletin
yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde,
insan davranışlarının “öngörülemezliği”
ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiştir.
66. Bakanlık görüşünde son olarak somut olayla ilgili şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda, öncelikle iki konunun açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir. Bunlar, insan davranışlarının “öngörülemezliği”
ilkesini de göz önünde bulundurarak, yetkililerin intihar riskini öngörüp
öngörmedikleri ya da en azından öngörmeleri gerekip gerekmediği, öngörmüşlerse
ya da öngörmeleri gerekiyorsa gerekli tedbirleri alıp almadıklarının
tespitidir. Mevcut başvuruda, Murat BİROL’un 26/5/2010 tarihinde silah altına alındığı, acemi eğitimini
tamamladıktan sonra 13/8/2010 tarihinde yeni birliği olan Ağrı Doğubayazıt 1.
Mekanize Piyade Tugayı Tank Taburu 2. Tank Bölük Komutanlığına katıldığı,
birliğine katıldıktan kısa bir müddet sonra 19/9/2010 tarihinde nöbet esnasında
nöbet silahı ile intihar ettiğinin anlaşıldığı, Murat BİROL’un
bizzat kendisine karşı kendi hayatını koruma yükümlülüğü konusunda askeri
otoritelerin Murat BİROL’un gerçekten intihar etme
riski taşıdığını bilip bilmediklerini ve bu riskin söz konusu olması durumunda,
bunu önlemek için kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını tespit
etmenin uygun olacağı, bu bakımdan, ceza soruşturma dosyasında toplanan
deliller dikkate alındığında, Bakanlık tarafından hiçbir unsurun,
başvurucuların oğullarının orduya katılmadan önce onu intihara sürükleyebilecek
ruhsal bozukluklar yaşadığını göstermediği, birliğe katıldıktan kısa bir müddet
sonra intihar olayının gerçekleştiği, askerin olay gününe kadar tamamen normal
davranışlar sergilediği, üstlerine ya da arkadaşlarına herhangi bir sorunundan
bahsetmediğini ortaya koyduğu değerlendirilmiştir.
67. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
68. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
69. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51)
70. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı
tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka
yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve
yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
71. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu
askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki
bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip
bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir
durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında
kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak
özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun askeri yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konulması gerekmektedir (B. No: 2013/841, 23/1/2014, §
74).
72. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk
seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Devlet askerlik görevini zorunlu kıldığı için
özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve
psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun
tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde,
askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan
askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin
tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından
işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin
öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun
denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve
müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (B. No: 2013/841, 23/1/2014, §§ 75–76).
73. Yaşam hakkının korunması, silâhaltındaki bir askerin
askeri makamların kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun
resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde
yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması
temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle
olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise
sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını
sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma
aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin
gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir durumda
mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıları
cezasız bırakmamalıdır (B. No: 2013/841, 23/1/2014, §
77).
74. Mevcut başvuruda gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların
ortaya koyduğu veya yürütülen idari ve ceza soruşturması kapsamında elde edilen
bulgulardan başvurucuların oğlunun ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği
anlaşılmaktadır. Başvurucular da ölümün intihar sonucu gerçekleştiğini ifade
etmekte olup başvuru konusu olayda bunun aksine bir durumdan “şüphe”lenilmesini
gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır.
75. Başvuru konusu olay açısından, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde devletin Murat BİROL’un yaşamını kendi
eylemine karşı koruma yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu
bağlamda, öncelikli olarak askeri yetkililerin Murat BİROL’un
intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip
gerekmediğinin ortaya konulması, böyle bir durum söz konusu ise yetkileri
çerçevesinde gerekli tedbirleri alıp almadıklarının ortaya konulması
gerekmektedir.
76. Başvuru konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık
kontrolüne ilişkin bir bilgi bulunmamakla birlikte, askerlik sırasında yapılan
mülakat ve anketlerde Murat BİROL’un herhangi bir
sorunu olduğuna dair beyanının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular da
oğullarının askerlik hizmeti için teslim olduğunda hiçbir bedensel ve psikolojik
sorununun bulunmadığını, sadece onun genel kişilik yapısının aktif ve ileri
derecede beceri isteyen askerlik görevlerini yerine getiremeyecek bir nitelik
arz ettiğini ifade etmektedirler.
77. Başvurucular oğulları ile aynı
birlikte görev alan tank onbaşı T.A.’nın ifadesinde
(§ 28) müteveffanın kendisine “mesela
karşımda bir tane düşman var onu kafasından vursam ölür mü?”
şeklinde soru sormasının ve sorusunu tekrar etmesinin, bunun yanı sıra, diğer
tüm tanıkların ifade ettiklerine benzer bir şekilde tanık Y.S.’nin ifadesinde (§ 29), müteveffanın yapı itibariyle saf,
mülayim ve iyi niyetli olduğundan dolayı verilen emirleri tam olarak yerine
getiremediğini belirtmesinin oğullarının ileri derecede beceri isteyen askerlik
hizmetlerini yapamayacağına delil olduğunu, oğullarının kişiliğini dikkate
almadan onu aşağılayan, hor gören ve ona baskı uygulayan askeri personelin
uygulamaları sonucu kendisinin bunalıma girdiğini ve intihar ettiğini ileri
sürmüşlerdir.
78. Anayasa Mahkemesinin bu konuya ilişkin bir başka
başvuruda, genel bir prensip olarak kabul ettiği üzere, intihar eylemine
girişilebileceği konusunda uyarıcı nitelikte bir belirti bulunmaksızın bir
askerin sadece kendisine yüklenilen sorumluluklar nedeniyle yoğun kaygılar
yaşamasına bağlı gerçekleşen intihar eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli
tedbirleri alması gerektiği sonucu çıkarılamaz (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 80). Benzer bir şekilde,
teşhise imkân vermeyen ve psikolojik tedaviyi gerektirecek düzeyde ortaya
çıkmayan psikolojik sorunların kişilerin intihar eylemine girişebileceği
konusunda idarece fark edilmesi gerektiği söylenemeyecek olup bunun da ötesinde
ilgili kişinin şahsi ve ailevi geçmişinden bu konuda bir eğilimi olabileceği
şüphesinin bulunması veya ilgili kişinin söz ve davranışlarından bu konuda bir
eylemi olabileceğinin somut ve açık bir şekilde görülebilmesi gerekmektedir. Aksi
yöndeki bir değerlendirme, insan davranışlarının öngörülemezliği
nedeniyle yetkililer üzerinde aşırı bir yük oluşturacaktır (§ 64).
79. Başvurucuların ifadesi ve tanık beyanlarından anlaşıldığı
kadarıyla, sakin bir yaratılışa sahip, saf, iyi niyetli ve içine kapanık bir
kişilik yapısı olduğu anlaşılan müteveffanın sadece bu durumunun bir intihar
girişiminde bulunabileceği konusunda askeri yetkililerin farkında olması
gereken bir uyarı oluşturduğu değerlendirmesi yapılması mümkün değildir.
80. Bir bütün olarak ceza soruşturması
kapsamında elde edilen delillere, özellikle de bütün tanık ve müşteki
beyanlarına bakıldığında, askere alınmadan önce ve askerlik görevine
başladıktan sonra olay anına kadar gerçekleşen hiçbir olay veya olgunun
müteveffanın kendisinin intihar girişiminde bulunabileceğine ilişkin uyarı
niteliğinde bir belirti veya psikolojik sıkıntıları bulunduğunu ortaya
koymadığı görülmektedir. Nitekim başvuruculardan müteveffanın babası Fatih
Birol, Askeri Savcılık tarafından alınan ifadesinde, genel olarak oğlunun
intihar edecek birisi olmadığını, askerde durumunun iyi olduğunu ve herhangi
bir probleminin olmadığını, herhangi bir ailevi problemi de olmadığını, benzer
şekilde müteveffanın annesi başvurucu Remziye BİROL, oğlunun vefat etmeden iki
saat önce kendisini aradığını, bu konuşmada herhangi bir sıkıntısından
bahsetmediğini, oğlunun tekrar görüşürüz diyerek telefonu kapattığını ifade etmiştir.
81. Askeri Savcılık tarafından dinlenen diğer tanıklar da,
müteveffanın intihar edebileceği yönünde kuşku uyandıran herhangi bir söz ve
davranışının bulunmadığını belirtmişlerdir. Başvurucuların oğullarının ileri
derecede beceri isteyen askeri hizmetleri yapamayacağının bir delili olarak
ileri sürdüğü kendisinin asker arkadaşlarına ve komutanlarına “Ben mesela nöbetteydim. Karşımda düşman var; düşmanın
kafasına ateş etsem ölür mü?” şeklinde sorular sorması ve bu
soruları tekrarlamasının tek başına onun kendisini intihara sürükleyecek
psikolojik sorunları bulunduğunu ortaya koyacak nitelikte açık ve uyarıcı bir
olgu olduğu söylenemez.
82. Başvurucular ayrıca oğullarının kişiliğini dikkate
almadan onu aşağılayan, hor gören ve ona baskı uygulayan askeri personelin bu
eylemleri sonucu bunalıma girdiğini ve intihar ettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu
konuda da başvurucuların soruşturma kapsamında alınan beyanlarında müteveffanın
kendilerine ifade ettiği ya da bir şekilde hissettirdiği bir baskı durumu veya
yaşadığı bir bunalım bulunmadığı gibi yine müteveffanın asker arkadaşlarından
ve komutanlarından alınan ifadelerde bu yönde bir beyan bulunmamaktadır.
Başvurucuların AYİM’de açtıkları tam yargı davasında
da ileri sürdükleri bu husus AYİM tarafından değerlendirilmiş ve iddialar
hakkında şu açıklamalara yer verilmiştir:
“Davacıların vekili maddi ve manevi tazminat
istemiyle idareye müracaat ve devamındaki dava dilekçelerinde; "... müteveffa kişilik yapısı ve mizacı itibariyle aktif ve ileri
derecede beceri isteyen hizmetlerde görevlendirilecek bir yapısı
bulunmamaktaydı. Ancak geri hizmetlerde askerlik yapabilecek bir kişilik, mizaç
ve psikolojisi bulunmakta idi. Bu yapıyı dikkate almayan komutanlar,
müteveffaya yapamayacağı ve kaldıramayacağı görevler vermiş, müteveffanın
bunları yerine getirirken zorlanması ve tam yapamaması sonucu üstlerin ve
arkadaşlarının çeşitli baskılarına uğraması ve kendisiyle alay yapılması
nedeniyle girmiş olduğu bunalım sonucu intihar etmiştir... " şeklinde bir
iddiada bulunmuş ve bunu da tanık Yunus SANCARUOĞLU'nun
" ... komutanların verdiği emri yerine getirmeye
çalıştığını, ancak kendisinin yapı itibariyle saf ve iyi niyetli olduğundan
dolayı verilen emirleri tam olarak yerine getiremediğini ..." şeklindeki
ifadesinin teyit ettiğini öne sürmüştür.
Oysa, adı geçen tanığın müteveffaya komutanları ya da arkadaşları tarafından
herhangi bir aşağılama yapıldığı ya da alay edildiğine ve baskı yapıldığına
ilişkin bir beyanda bulunmadığı gibi, müteveffanın komutanları veya arkadaşları
ile arasının da iyi olduğunu, aralarında bir husumet olmadığını ve onlarla iyi
geçindiğini, askerliğini yaptığını ve intiharı gerektirebilecek herhangi bir
olumsuzluğu olmadığını beyan etmiştir. Öte yandan olaya ilişkin ifadesine
başvurulan diğer tanıkların beyanlarının da bu yönde olduğu ve bu suretle
müteveffaya komutanları ya da arkadaşları tarafından herhangi bir aşağılama
yapıldığı ya da alay edildiğine veya baskı yapıldığına ilişkin somut bir delil
olmadığı anlaşılmıştır. Kaldı ki, dosyadaki bilgilere göre
olaydan yaklaşık bir ay önce anılan birliğe katılan müteveffaya belirli bir
görev (aktif görev ya da geri hizmet) de verilmediği, hakkında RDM ve
Danışmanlık kartı tanzim eden Bölük K.nın verdiği
emirleri yerine getirdiği, O'nun izlenimlerine göre içine kapanık olmadığı, iyi
niyetli ve mülayim, ancak konuşmaları tutarlı biri olduğu, izin vb. sorunları
olmadığı gibi şüpheli bir durumunun da tespit edilmediği anlaşılmakla, davacı
vekilinin müteveffaya yapamayacağı ve kaldıramayacağı görevler verildiği, bu
görevleri yerine getirirken zorlandığı ve tam yapamadığı, bunun sonucunda da
üstleri ve arkadaşlarının çeşitli baskılarına uğradığı ve kendisiyle alay
edildiği yönündeki iddialarına itibar edilmemiştir“
83. AYİM’in gerekçeli kararında da ifade
edildiği üzere, müteveffaya ağır görevler verildiği, baskı yapıldığı,
kendisiyle alay edildiği ve bunların sonucunda kendisinin intihar ettiğini
ortaya koyacak herhangi bir delil bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi açısından AYİM’in yaptığı bu çıkarımdan ayrılmayı gerektirecek bir
yön bulunmamaktadır.
84. Anayasa Mahkemesi açısından, başvurucuların yakınlarının
öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile
tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların
seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların
ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına varılan
durumlarda, askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların
derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin
bulunmaması koşuluyla, yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz
veya çelişkili oldukları ileri sürülemez (B. No: 2013/841, 23/1/2014,
§ 95).
85. Başvuru konusu olayda resen
yürütülen ceza soruşturmasının oldukça kapsamlı olduğu, makul bir süre
içerisinde sonuca bağlandığı, tanık ve müşteki sıfatıyla ilgili tüm kişilerin beyanlarının
alınması ve diğer teknik bilgilerin elde edilmesi dâhil olmak üzere olayın ne
şekilde gerçekleştiğinin saptanmasına imkân sağlayacak gerekli tüm delillerin
toplandığı ve başvurucuların soruşturmanın açıklığını temin edecek ve meşru
menfaatlerini koruyabilecekleri bir şekilde soruşturma sürecine dâhil
olabildikleri görülmektedir.
86. Tüm bu hususlar dikkate
alındığında, askeri yetkililerin askerlik öncesi hayatında kayda değer herhangi
bir psikolojik sıkıntısı bulunmayan ve olay anına kadar genel kişilik yapısı
doğrultusunda normal davranışlar sergileyen müteveffanın intihar etme riskini
bildikleri ya da bilmeleri gerektiği, dolayısıyla da kendisine silahlı nöbet
tutturulmasının başvurucuların ifadesiyle, ağır bir hizmet kusuru olduğu ve
onun intiharı ile idarenin ihmali arasında bir illiyet bağı oluşturduğu
sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
87. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. AYİM’de duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiaları yönünden
“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkı kapsamında ceza soruşturması sürecine ilişkin
iddialar yönünden “başvuru yollarının
tüketilmemesi” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınmaması suretiyle
yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE
C. Yargılama giderlerinin
başvurucular üzerinde bırakılmasına,
7/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.